Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Faizsiz Finans Nedir, Faizsiz Finans’ın Yapısı

Finansın İslamîleştirilmesine olan ihtiyaç, temel olarak Körfez ülkelerinde biriken petrodolarlara zahmetsiz getiri alanları arayışından doğmuştu. İslamî bankacılık ve hızla geliştirilen şeriata uygun yeni İslamî finansal ürünlerle bu piyasa büyük bir ivme kazandı. 1990’ların ortasında İslamî finansal varlıkların büyüklüğü 150 milyar dolarken, 2011’de bu rakam 1 trilyon doları geçti ve büyük bir sıçrama yaşanan 2012’de de 1.6 trilyon dolara ulaştı (Karatepe, 2013). Shanmugam ve Zahari (2009: 8) son yirmi yılda böylesine büyük atılım kaydeden Faizsiz Finans’ın çalışma prensiplerini beş başlık altında toplamıştır. Bunlar Kur’an tarafından yasaklanan faizden (riba) kurtulmak, ticari faaliyette ortaya çıkan riski kâr/zarar ortaklığı mekanizması sayesinde paylaşmak, şeriat hükümlerinin yasakladığı -alkol, tütün, kumar, vs^- faaliyetlerden ve bunların bulaştığı fonlardan kaçınmak, sözleşmenin kutsallığını temin etmek ve belirsizlikten kaynaklanan, sonucunda haksız kazanca yol açan spekülasyondan kaçınmaktır.

İslamî Finans’ın geleneksel finanstan ayrı düştüğü en önemli husus kuşkusuz ki faizdir. İslam içinde ayet ve hadislerin farklı yorumlarıyla, yasaklananın aslında basit değil bileşik faiz olduğu veya üretim faaliyeti için ortaya çıkan faiz ile tüketim için ortaya çıkan faizin birbirinden ayrılması gerektiği gibi alternatif görüşler oluştuysa da genel kanı faizin her çeşidinin yasaklandığıdır. Hatta bazı yazarlar her türlü kötülüğün kaynağını faiz olarak göstermektedir. Örneğin Özsoy’a (1994: 39) göre faiz, karşılığı olmayan bir mal kazancıdır; insanlardaki erdem duygularını körelttiği gibi, toplumdaki yardımlaşma bilincini de ortadan kaldırır. İnsanların ticaret, zanaat ve tarım gibi ekonomik hayatın temeli olan faaliyetlerde bulunmasını engeller. Çoğunlukla borç verenleri zengin, alanları yoksul hale getirip sınıfsal çatışmayı körükler. Borçluların bireysel özgürlüklerini yok etmese bile, en azından sınırlar ve daraltır. İnsanı cimri, bencil ve fırsatçı yapar. Ülkeleri mali yönden zayıflatarak dışa bağımlı hale getirir.

Özsoy (2012: 3) bu savı desteklemek için son krizin sebebini faiz sistemi, finansal kurumlar ve onların yöneticilerinin kazanma hırsı olarak gösteren Vatikan’ın23, 2008 ve benzeri krizlerden kurtulmanın çaresini İslamî finansa yönelmek olarak gösteren açıklamasını kullanıyor. Vatikan’ın resmî yayın organı günlük L’Osservatore Romano gazetesinde 4 Mart 2009’da yayınlanan makalede, küresel krizden çıkış yolu olarak İslamî finans sistemi tavsiye edilmiş, İslamî finans sisteminin dayandığı etik kuralların, kapitalist finans sistemine güven ve nakit para akışı sağlayacağına dikkat çekilmiştir. Yazıda, İslam’a uygun yatırım araçlarının ekonomik balonlarının oluşmasını engellediği, faizi, aşırı borçlanmayı, finans piyasalarında manipülasyon ve spekülasyonları önlediği ifade edilmiştir.

Peki, faizden kaçınmak nasıl mümkün olacaktır? Yani bir işlemin faiz kapsamına girip girmediği nasıl değerlendirilebilir? Özsoy (2012: 5) faizi ortaya çıkaran, yani karşılıksız bir değer aktarımına yol açan uygulamaları anlamada iki temel ölçütün varlığından bahsediyor; birincisi, işlemin bir katma değer üretip üretmediği, ikincisi de, bu değerin taraflar arasında eşit paylaşılıp paylaşılmadığıdır. Ona göre paranın değeri ancak söz konusu malı temsil eder. İtibarî, yani mala nispeten varsayılan bir değerdir. Paranın özünde olmayan bir değer, onun mekân, zaman ya da el değiştirmesiyle ortaya çıkmaz, dolayısıyla da artmaz. Bu sebeple malla ilişkilendirilmemiş bir para hareketi hiçbir zaman değer üretmez.

Faizsiz Finans’ın ortaya çıkışının bir diğer sebebi de ticaretteki riskin paylaşılması gerekliliği olarak gösterilmektedir. Ekonomik kalkınmanın temel ilkelerinden birini, çeşitli nedenlerle ekonomi dışında kalmış atıl fonların farklı enstrümanlar aracılığıyla, reel sektöre kanalize edilmesi olarak gören bir anlayış vardır. Bu yüzden dini sebepler ile faiz almak ya da ödemek istemeyen kişilerin elindeki varlıkların fonlanabilmesini ve onların modern bankacılık hizmetlerinden yaralanmaları yoluyla sistem genişletilmelidir. Bu amaçla kurulan faizsiz bankacılık sisteminde temel olarak tüm finansal işlemlerdeki, kâr ya da zarar paylaşılır. Kâr söz konusu olduğunda bu gelir yatırımcılara kâr payı olarak dağıtılır. Bu şekilde sermaye ya da girişimcinin risk alma konusunda daha cesaretli olmasının önünün açıldığı savunulur.

Özsoy (2012: 4) faizin, üretim sürecinin başında sabitlendiğinden, üretime katkıda bulunulmadan bile elde edilebilen, katkıda bulunulduğunda ise eşitsiz ve orantısız şekilde paylaşılan bir gelir olduğunu buna karşılık kârın, üretime katkıda bulunulması şartıyla ve o katkı oranında elde edilen bir gelir olduğunu söylemektedir. Ona göre parasal sermaye yalnızca potansiyel üretkendir, yani gerçekte üretken olan maldaki üretkenliğin aracıdır ve üretimden payını bu üretkenliğin gerçekleşmesi sonucunda ve onunla orantılı bir biçimde alması gerekir. Parasal sermayenin gerçekleşen ve onun üretkenliğiyle orantılı olan getirisinin adının da kâr olduğunu belirtmektedir.

Geleneksel bankacılıktaki faiz sistemi ile İslamî Finans’taki karşılığı olan kâr/zarar paylaşımı mekanizması arasındaki farkın kaynağını Özsoy (2012a: 58-61), iki sistem arasındaki bakış açısı farklılığı olarak göstermektedir. Ona göre nakdi sermayenin getirisine İslamî bakış ile kapitalist bakış arasındaki fark; İslamî Finans’ın nakdi sermayenin getirisini doğrudan üretimle ilişkilendirip onu net hâsılaya oranlamasıdır. İslamî Finans’ta, sermaye sahibi de girişimci de yatırımdan doğan sonucu -pozitif ya da negatif- aralarında önceden belirledikleri oran üzerinden paylaşırlar. Yani kazanç ve kayıpta ortaktırlar. Buna karşılık geleneksel sistem ise sermayenin getirisi (faiz) ile üretim arasındaki ilişkiyi keser ve onu doğrudan sermayeye oranlar. Net hâsıla beklenenden az olduğunda emek/girişimci zararda; beklenenin üstünde ise sermaye zarardadır. Bu yüzden sermaye grupları ile üretken gruplar arasında bağ yoktur; birbirlerine yabancılaşmışlardır.

Kâr/zarar ortaklığının günümüz faiz sistemine nazaran üstün özellikleri olduğu yönünde başka fikirler de vardır. Siddiqui (2006) de, kâr/zarar paylaşımına dayalı finansman sayesinde; faiz sisteminin ürettiği eşitsiz gelir ve refah dağılımının önemli ölçüde ortadan kaldırılacağını, büyük bir olasılıkla, mudileri zenginliğe götüren ve uygulamada faiz sisteminin mihenk taşı olan daha yüksek getirilerin elde edilebileceğini, faizli sistemin de hedefi olan düşük enflasyona büyük ölçüde ulaşılacağını ve kaynakların optimum dağıtımının daha kolay sağlanacağını belirtmektedir.

Faiz, kapitalist sistemde makro iktisadi dengeleri kurabilme ve bozabilme yeteneğine sahip bir araç değişken, bir çapa olarak kullanılır. Bir başka anlamda faiz bir anahtardır; doğru kullanılırsa mali istikrar, kötü kullanılırsa mali kriz kapısı açılır. Buna karşılık sağlam ve sağlıklı kâr oranları, nakdi sermayenin gelecekteki getirisinin yani kâr oranının belirlenmesinde yardımcı olur. Bu noktada kâr oranı faizin fonksiyonunu görerek ona ihtiyaç kalmasını önler ve faizsiz ekonominin olabileceğini, fiilen de olduğunu kanıtlar. İslam tarihinde de faizli işlemler görülmüştür; ancak kapitalizmde olduğu gibi faiz hiçbir zaman bir para politikası aracı olmamıştır. Tasarrufların kredi olarak yatırıma dönüşmesi faiz oranlarından çok, gelirin bir işlevi olarak düşünüldüğünde, para politikacılığında faize yer verilmesine gerek duyulmamaktadır (Kalaycı, 2011:68). Özsoy (2012: 5) da faizin iktisat politikası aracı olarak kullanılmasının reel sektörün bilgilendirilmesinden ziyade yönlendirilmesi demek olduğunu, üretime devam edilip edilmeyeceğinin yani mal piyasasında kalınıp kalınmayacağının bile, para piyasasında belirlenen faizdeki değişmelere tabi olduğunu, buna rağmen, çözümün faizi yasaklamak değil, kâr paylaşım sistemlerinin geliştirilerek faizin alanının daraltılması ve sonuçta ekonominin onun boyunduruğundan kurtulması olduğunu söylüyor.

İslamî Finans’ı dinî gerekçelerle kullananlar, İslamiyet tarafından yasaklanan faaliyetlerden uzak kaldıklarını düşünmektedirler. Bunu da ya bu faaliyetlere bulaşan fonların yer almadığı İslamî endekslere girerek, ya karışık endeksleri kendi filtrelerinden geçirerek ya da yasaklı faaliyetlerden uzak durduklarını söyleyen bankalara güvenerek gerçekleştirmektedirler. Ancak büyük ölçüde geleneksel finans sistemiyle birlikte faaliyet gösteren İslamî Finans’ın bunu ne ölçüde başarabildiği tartışmalıdır. Ancak yine de çoğu ülkenin yazılı hukuk kurallarıyla da güvence altına alınmış olduğu İslamî Finans’ın sözleşmenin kutsal kılınma amacını sağlayabildiğini söyleyebiliriz.

İslamî Finans ile geleneksel finans arasındaki bir diğer fark ise türev piyasalarla olan ilişki ile ilgilidir. Faizsiz bankacılık sisteminde alacağın menkul kıymetleştirilmesi yoktur. Ayrıca riski yüksek olan finansal işlemlere ve spekülasyona izin verilmez (Aras ve Öztürk, 2011:    169). İslamî Finans

taraftarlarınca, bu sistemin kâr/zarar ortaklığı mekanizması sayesinde reel sektörle birebir ilişkili olması sebebiyle ekonomik balon yaratmayacağı savunulmaktadır.

Faizsiz Finans’ın son prensibi olan spekülasyondan uzak durmanın ne ölçüde sağlandığı ve sağlanabileceği de ilerleyen kısımlarda incelenmeye çalışılacaktır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri