|
Faizsiz Finans Nedir, Faizsiz Finans’ın Yapısı
Finansın İslamîleştirilmesine olan
ihtiyaç, temel olarak Körfez ülkelerinde biriken
petrodolarlara zahmetsiz getiri alanları arayışından
doğmuştu. İslamî bankacılık ve hızla geliştirilen
şeriata uygun yeni İslamî finansal ürünlerle bu
piyasa büyük bir ivme kazandı. 1990’ların ortasında
İslamî finansal varlıkların büyüklüğü 150 milyar
dolarken, 2011’de bu rakam 1 trilyon doları geçti ve
büyük bir sıçrama yaşanan 2012’de de 1.6 trilyon
dolara ulaştı (Karatepe, 2013). Shanmugam ve Zahari
(2009: 8) son yirmi yılda böylesine büyük atılım
kaydeden Faizsiz Finans’ın çalışma prensiplerini beş
başlık altında toplamıştır. Bunlar Kur’an tarafından
yasaklanan faizden (riba) kurtulmak, ticari
faaliyette ortaya çıkan riski kâr/zarar ortaklığı
mekanizması sayesinde paylaşmak, şeriat hükümlerinin
yasakladığı -alkol, tütün, kumar, vs^-
faaliyetlerden ve bunların bulaştığı fonlardan
kaçınmak, sözleşmenin kutsallığını temin etmek ve
belirsizlikten kaynaklanan, sonucunda haksız kazanca
yol açan spekülasyondan kaçınmaktır.
İslamî Finans’ın geleneksel finanstan
ayrı düştüğü en önemli husus kuşkusuz ki faizdir.
İslam içinde ayet ve hadislerin farklı yorumlarıyla,
yasaklananın aslında basit değil bileşik faiz olduğu
veya üretim faaliyeti için ortaya çıkan faiz ile
tüketim için ortaya çıkan faizin birbirinden
ayrılması gerektiği gibi alternatif görüşler
oluştuysa da genel kanı faizin her çeşidinin
yasaklandığıdır. Hatta bazı yazarlar her türlü
kötülüğün kaynağını faiz olarak göstermektedir.
Örneğin Özsoy’a (1994: 39) göre faiz, karşılığı
olmayan bir mal kazancıdır; insanlardaki erdem
duygularını körelttiği gibi, toplumdaki yardımlaşma
bilincini de ortadan kaldırır. İnsanların ticaret,
zanaat ve tarım gibi ekonomik hayatın temeli olan
faaliyetlerde bulunmasını engeller. Çoğunlukla borç
verenleri zengin, alanları yoksul hale getirip
sınıfsal çatışmayı körükler. Borçluların bireysel
özgürlüklerini yok etmese bile, en azından sınırlar
ve daraltır. İnsanı cimri, bencil ve fırsatçı yapar.
Ülkeleri mali yönden zayıflatarak dışa bağımlı hale
getirir.
Özsoy (2012: 3) bu savı desteklemek
için son krizin sebebini faiz sistemi, finansal
kurumlar ve onların yöneticilerinin kazanma hırsı
olarak gösteren Vatikan’ın23, 2008 ve
benzeri krizlerden kurtulmanın çaresini İslamî
finansa yönelmek olarak gösteren açıklamasını
kullanıyor. Vatikan’ın resmî yayın organı günlük
L’Osservatore Romano gazetesinde 4 Mart 2009’da
yayınlanan makalede, küresel krizden çıkış yolu
olarak İslamî finans sistemi tavsiye edilmiş, İslamî
finans sisteminin dayandığı etik kuralların,
kapitalist finans sistemine güven ve nakit para
akışı sağlayacağına dikkat çekilmiştir. Yazıda,
İslam’a uygun yatırım araçlarının ekonomik
balonlarının oluşmasını engellediği, faizi, aşırı
borçlanmayı, finans piyasalarında manipülasyon ve
spekülasyonları önlediği ifade edilmiştir.
Peki, faizden kaçınmak nasıl mümkün
olacaktır? Yani bir işlemin faiz kapsamına girip
girmediği nasıl değerlendirilebilir? Özsoy (2012: 5)
faizi ortaya çıkaran, yani karşılıksız bir değer
aktarımına yol açan uygulamaları anlamada iki temel
ölçütün varlığından bahsediyor; birincisi, işlemin
bir katma değer üretip üretmediği, ikincisi de, bu
değerin taraflar arasında eşit paylaşılıp
paylaşılmadığıdır. Ona göre paranın değeri ancak söz
konusu malı temsil eder. İtibarî, yani mala nispeten
varsayılan bir değerdir. Paranın özünde olmayan bir
değer, onun mekân, zaman ya da el değiştirmesiyle
ortaya çıkmaz, dolayısıyla da artmaz. Bu sebeple
malla ilişkilendirilmemiş bir para hareketi hiçbir
zaman değer üretmez.
Faizsiz Finans’ın ortaya çıkışının
bir diğer sebebi de ticaretteki riskin paylaşılması
gerekliliği olarak gösterilmektedir. Ekonomik
kalkınmanın temel ilkelerinden birini, çeşitli
nedenlerle ekonomi dışında kalmış atıl fonların
farklı enstrümanlar aracılığıyla, reel sektöre
kanalize edilmesi olarak gören bir anlayış vardır.
Bu yüzden dini sebepler ile faiz almak ya da ödemek
istemeyen kişilerin elindeki varlıkların
fonlanabilmesini ve onların modern bankacılık
hizmetlerinden yaralanmaları yoluyla sistem
genişletilmelidir. Bu amaçla kurulan faizsiz
bankacılık sisteminde temel olarak tüm finansal
işlemlerdeki, kâr ya da zarar paylaşılır. Kâr söz
konusu olduğunda bu gelir yatırımcılara kâr payı
olarak dağıtılır. Bu şekilde sermaye ya da
girişimcinin risk alma konusunda daha cesaretli
olmasının önünün açıldığı savunulur.
Özsoy (2012: 4) faizin, üretim
sürecinin başında sabitlendiğinden, üretime katkıda
bulunulmadan bile elde edilebilen, katkıda
bulunulduğunda ise eşitsiz ve orantısız şekilde
paylaşılan bir gelir olduğunu buna karşılık kârın,
üretime katkıda bulunulması şartıyla ve o katkı
oranında elde edilen bir gelir olduğunu
söylemektedir. Ona göre parasal sermaye yalnızca
potansiyel üretkendir, yani gerçekte üretken olan
maldaki üretkenliğin aracıdır ve üretimden payını bu
üretkenliğin gerçekleşmesi sonucunda ve onunla
orantılı bir biçimde alması gerekir. Parasal
sermayenin gerçekleşen ve onun üretkenliğiyle
orantılı olan getirisinin adının da kâr olduğunu
belirtmektedir.
Geleneksel bankacılıktaki faiz
sistemi ile İslamî Finans’taki karşılığı olan
kâr/zarar paylaşımı mekanizması arasındaki farkın
kaynağını Özsoy (2012a: 58-61), iki sistem
arasındaki bakış açısı farklılığı olarak
göstermektedir. Ona göre nakdi sermayenin getirisine
İslamî bakış ile kapitalist bakış arasındaki fark;
İslamî Finans’ın nakdi sermayenin getirisini
doğrudan üretimle ilişkilendirip onu net hâsılaya
oranlamasıdır. İslamî Finans’ta, sermaye sahibi de
girişimci de yatırımdan doğan sonucu -pozitif ya da
negatif- aralarında önceden belirledikleri oran
üzerinden paylaşırlar. Yani kazanç ve kayıpta
ortaktırlar. Buna karşılık geleneksel sistem ise
sermayenin getirisi (faiz) ile üretim arasındaki
ilişkiyi keser ve onu doğrudan sermayeye oranlar.
Net hâsıla beklenenden az olduğunda emek/girişimci
zararda; beklenenin üstünde ise sermaye zarardadır.
Bu yüzden sermaye grupları ile üretken gruplar
arasında bağ yoktur; birbirlerine
yabancılaşmışlardır.
Kâr/zarar ortaklığının günümüz faiz
sistemine nazaran üstün özellikleri olduğu yönünde
başka fikirler de vardır. Siddiqui (2006) de,
kâr/zarar paylaşımına dayalı finansman sayesinde;
faiz sisteminin ürettiği eşitsiz gelir ve refah
dağılımının önemli ölçüde ortadan kaldırılacağını,
büyük bir olasılıkla, mudileri zenginliğe götüren ve
uygulamada faiz sisteminin mihenk taşı olan daha
yüksek getirilerin elde edilebileceğini, faizli
sistemin de hedefi olan düşük enflasyona büyük
ölçüde ulaşılacağını ve kaynakların optimum
dağıtımının daha kolay sağlanacağını belirtmektedir.
Faiz, kapitalist sistemde makro
iktisadi dengeleri kurabilme ve bozabilme yeteneğine
sahip bir araç değişken, bir çapa
olarak kullanılır. Bir başka anlamda faiz bir
anahtardır; doğru kullanılırsa mali istikrar,
kötü kullanılırsa mali kriz kapısı açılır.
Buna karşılık sağlam ve sağlıklı kâr oranları, nakdi
sermayenin gelecekteki getirisinin yani kâr oranının
belirlenmesinde yardımcı olur. Bu noktada kâr oranı
faizin fonksiyonunu görerek ona ihtiyaç kalmasını
önler ve faizsiz ekonominin olabileceğini, fiilen de
olduğunu kanıtlar. İslam tarihinde de faizli
işlemler görülmüştür; ancak kapitalizmde olduğu gibi
faiz hiçbir zaman bir para politikası aracı
olmamıştır. Tasarrufların kredi olarak yatırıma
dönüşmesi faiz oranlarından çok, gelirin bir işlevi
olarak düşünüldüğünde, para politikacılığında faize
yer verilmesine gerek duyulmamaktadır (Kalaycı,
2011:68). Özsoy (2012: 5) da faizin iktisat
politikası aracı olarak kullanılmasının reel
sektörün bilgilendirilmesinden ziyade
yönlendirilmesi demek olduğunu, üretime devam edilip
edilmeyeceğinin yani mal piyasasında kalınıp
kalınmayacağının bile, para piyasasında belirlenen
faizdeki değişmelere tabi olduğunu, buna rağmen,
çözümün faizi yasaklamak değil, kâr paylaşım
sistemlerinin geliştirilerek faizin alanının
daraltılması ve sonuçta ekonominin onun
boyunduruğundan kurtulması olduğunu söylüyor.
İslamî Finans’ı dinî gerekçelerle
kullananlar, İslamiyet tarafından yasaklanan
faaliyetlerden uzak kaldıklarını düşünmektedirler.
Bunu da ya bu faaliyetlere bulaşan fonların yer
almadığı İslamî endekslere girerek, ya karışık
endeksleri kendi filtrelerinden geçirerek ya da
yasaklı faaliyetlerden uzak durduklarını söyleyen
bankalara güvenerek gerçekleştirmektedirler. Ancak
büyük ölçüde geleneksel finans sistemiyle birlikte
faaliyet gösteren İslamî Finans’ın bunu ne ölçüde
başarabildiği tartışmalıdır. Ancak yine de çoğu
ülkenin yazılı hukuk kurallarıyla da güvence altına
alınmış olduğu İslamî Finans’ın sözleşmenin kutsal
kılınma amacını sağlayabildiğini söyleyebiliriz.
İslamî Finans ile geleneksel finans
arasındaki bir diğer fark ise türev piyasalarla olan
ilişki ile ilgilidir. Faizsiz bankacılık sisteminde
alacağın menkul kıymetleştirilmesi yoktur. Ayrıca
riski yüksek olan finansal işlemlere ve spekülasyona
izin verilmez (Aras ve Öztürk, 2011: 169). İslamî
Finans
taraftarlarınca, bu sistemin
kâr/zarar ortaklığı mekanizması sayesinde reel
sektörle birebir ilişkili olması sebebiyle ekonomik
balon yaratmayacağı savunulmaktadır.
Faizsiz
Finans’ın son prensibi olan spekülasyondan uzak
durmanın ne ölçüde sağlandığı ve sağlanabileceği de
ilerleyen kısımlarda incelenmeye çalışılacaktır.
|