|
EKONOMİ BİLİMİNİN DOĞUŞU VE
EVRİMİ
I- MERKANTİLİZM ÖNCESİ DÖNEMLER
A- İLK ÇAĞLARDA EKONOMİK DÜŞÜNCELER
Tarihin en eski uygarlıklarında yönetici ve
düşünürlerin ekonomik sorunların farkında oldukları
ve bu sorunları çözme yollarını araştırdıkları
bilinmektedir. Bununla beraber ekonomik sorunları
yaratan nedenlerin ve sorunların çözüm yollarının
düzenli bir biçimde tartışılması ve ekonominin bir
bilim olarak tanımlanması en çok iki yüzyıl öncesine
gider. Her ne kadar ekonominin bir bilim dalı olarak
tanımlanması yeni ise de, bu bilimi oluşturan
ayrıntılar ilk çağlardan beri tartışıla gelmiştir.
İlk çağlarda, bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi,
ekonomik kurumlarda ve ilişkilerde yon verici ve
düzenleyici kurallar dinidir.
1- İbraniler
Bazı siyasal ve ekonomi bilimcileri, ekonomi
politiğin doğuşunun Musa Peygamberle başladığını
ileri sürerler. Bu bilimciler İbranilerin kutsal
kitabı Tevrat'taki şu buyruklara göre ekonomik
yaşamın düzenlendiğini ileri sürmektedirler.
Tevrat'ta İbranilerin yaşantılarında fakirlere
yardım edilmeli, denmektedir. Yine, Ibranilerde
zenginlik ve fakirlik olgusunun, Tanrının
buyruklarına uyup uymamanın bir sonucu olduğu; tarım
kesiminde etkinliklerin iyi karşılandığı, tarım
arazisinin belli ve sınırlı ellerde toplanmasının ve
faizle borç vermenin günah (haram) olduğu
belirtiliyordu.
Genellikle İbrani Peygamberlerinde servete karşı bir
düşmanlık görmek, buna karşın toplumda sosyal
adaletin gerçekleşmesini sağlayacak ilkeleri
savunduklarını izlemek olurludur. Ancak Tevrat'taki
buyruk ve önerilere karşın, ekonomik etkinlikler
sınırlı kalmış ve ekonomik konuları daha ciddi ve
düzenli bir biçimde inceleyecek uzman ekonomistler
çıkmamıştır.
2- Yunanlılar
Eski Yunanda fikirsel etkinliklerin genişliğinin
yanında ekonomik sorunlara ilginin dar bir çerçevede
tutulması şaşırtıcı olmaktadır. Bu zayıf ilginin
nedenleri, bir yandan ekonomik sorunların henüz
ağırlıklarım hissettirmemesi, diğer yandan devlet
yönetimine aşın ilgi gösterilmesi ve felsefî
tartışmaların gereğinden çok yoğunluk kazanması idi.
Sonuç olarak devlet bireyin önüne geçmiş, aslında
verimsiz toprakların eşit dağıtımı ilkesi ve servet
sahiplerinin serveti hor görmesi gibi çelişkili
ilkeler belirmiştir.
V. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan ve aslen
yabancı olduklarından kamu hizmetlerine alınmayan
sofistler, devlet yerine bireyciliği, otorite ve
esaret yerine özgürlüğü, gelenekler yerine yeni
durumlara uyan uygulamaları savunmuşlardır. Bunlar
dış ticaretten vanadırlar. Çünkü toplumlar arasında
yakınlaşma ve karşılıklı anlayışı sağlayan,
uluslararası ticarettir.
İktisadi olayları tiyatroya konu yapan Aristophane (İÖ.
448-388)dir. O "les Grenouilles" "Kurbağalar" adlı
yapıtında, kötü paranın iyi paraya yeğlendiğini
vurgulamıştır. Böylece, Aristophane, daha o zamanlar
iktisadî bir yarayı ortaya koymuştur. 14. yüzyılda
Oresme bu yasayı incelemiş, 16. yüzyıldaysa bir
İngiliz maliye uzmanı olan Thomas Gresham kendi
adını taşıyan "Gresham Yasası"nı ortaya koymuştur.
Yasaya göre, "Bir ülkede iki çeşit madeni para
dolanımda (tedavülde) ise, kötü para iyi parayı
piyasadan kovar. İyi para, kötü parayı kovamaz."
Görüyoruz ki Aristophane bunu yirmi yüzyıl önce
belirtmiştir.
Bilimimize ekonomi adını veren Batılılar, Sokrat'ın
öğrencisi Xenophon'un (İÖ. 430-355) "Oeconomicus"
adındaki yapıtından esinlenmişlerdir. Yazar
yapıtında iyi bir ev yönetiminin ilkelerini çizer.
Öte yandan, "Attique'in Gelirleri" yapıtında
Site'nin mali krizine karşı alınabilecek önlemleri
araştırır. Xenophon, ekonomik sorunların çözümü
için, devlet mağazaları, devlet maden işletmeleri
kurulmalıdır diyerek, bir tür "Devlet Sosyalizmi"
önermiştir.
a) Platon (Eflatun M.Ö. 427-347)
Atinalı soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen
Platon, zengin aileler tarafından yönetimi ele
geçirmek amacıyla sürdürülen politikalar döneminde
yetişmiştir. Platon, yirmi yaşına doğru Sokrates'le
karşılaşır ve onun etkisinde kalarak "doğru ve
adaletli olan"dan başka bir şeye hizmet
edemeyeceğini kavrar. Çünkü Platon'un gözünde;
insanın toplumsal yaşamı, gelecekteki yaşamın
isterlerine uygun biçimde örgütlenmelidir.
Ruhunun kurtuluşunu hazırlamak isteyen insan, iyi
bir yaşam sürmek zorundadır. Oysa iyi bir yaşam,
adalet'e uygun düşen bir yaşam demektir. İşte
Platon, devlet'te, adalet'in ne olduğunu ve ona
uygun şekilde nasıl yaşanacağını araştırırken, ister
istemez, toplumsal yaşamın örgütlenmesinden ve
özellikle de ekonomik Örgütlenmeden söz etmeye
sürüklenmektedir. Kanunlar (Lois) adlı yapıtında
Platon, gerçeği ideale yaklaştırmanın araç ve
yollarını araştırmaktadır. Devlet adlı yapıtında
"İdeal Devlet" tablosunu çizen Platon için ideal
site, kusursuz biçimde adaletli olan Site'dir.
Platon'a göre toplum, birlikte yaşamayı özel çıkar
ve yararlarına uygun gören bir bireyler
topluluğudur; çünkü, birlikte yaşamak, onların,
aralarında görev bölümü yapmalarını ve belirli
etkinlik alanlarında gittikçe uzmanlaşmalarını
sağlar.
Platon, "Cumhuriyet" ve "Kanunlar" adlı
yapıtlarında, site'yi, maddesel gönenci sağlayan
tarımcılar, zanaatçılar ve tüccarlar sınıfı; siteyi
dışa karşı savunmayı ve içte huzur sağlayan
savaşçılar ya da koruyucular sınıfı ve toplumsal
grubun tümünü yönetmekle görevli olan önderler
(hâkimler) sınıfı olmak üzere üç birey sınıfına
ayırır.
Platon'a göre, servetlerin şu ya da bu bireye
verilip mal edilmesi sorunu, hiç bir şekilde bir
adalet sorunu değildir. Düşünür'ün gözünde, birey
toplumsal servet üzerinde hiç bir hak sahibi olamaz,
yalnızca kendine düşen göreve uygun bir yaşam biçimi
sürmek zorundadır.
Platon, "Devlet" adlı yapıtında, koruyucularla
önderlerin, görevlerinin yürütülmesi için zorunlu
boş zamanlara ve bu boş zamanları gereğince
değerlendirme olanaklarına sahip olmalarına öte
yandan da, ruhlarının kirlenmemesi için, para ve
ticaret düzeyleriyle en küçük bir ilinti kurmamaları
gereğine değinmektedir. Dolayısıyla da koruyucularla
serflerin çalışmamasını, alt sınıf tarafından
beslenmesini ve kendilerine özgü mal sahibi
olmaksızın, hatta paranın kullanımını bilmeksizin,
tıpkı sefer sırasında askerler gibi kesin bir
ortaklaşa yaşam sürdürmek zorunda tutulmasını kesin
bir ilke olarak koyup gözetmek gerektiğini vurgular.
Platon, alt sınıfın ekonomik rejimi konusunda
açıklama yapmaz. Buradan, üreticilerin mal sahibi
olma ve ticaret yapma konusunda özgür bırakılmasını
kabul ettiği sonucuna varılır.
b- Aristo (M.Ö. 384-322
Aristoteles ekonomik olayların incelenmesi ve
çözümlenmesinde Platon'dan daha gerçekçidir, ilk
çağların düşünceleri arasında ekonomik olaylarla
özellikle ilgilenmesi yönünden Aristo'nun ayrı bir
önemi vardır. Düşüncelerini Politika" adlı yapıtında
toplamıştır.Mülkiyet konusunda Aristo, Platon'un
ortaklaşa mülkiyeti ideal rejim olarak göstermesine
karşı çıkar. Ona göre, ortaklaşa mülkiyet siteye
barış getirmeyecek, bu bir yana, yurttaşları kişisel
mal edinme zevkinden yoksun bırakacaktır. Kişisel
mal sahibi olmak, hem hoş, hem de meşru bir şeydir.
Kendi mallarından dostlarını yararlandırmanın da
ayrı bir zevki vardır; üstelik; "Dostlara, konuklara
ve iş arkadaşlarına karşı güler yüzlü ve yardımsever
davranmak nazların en büyüğüdür; ve bu hazzın özel
mülkiyet sahibi olmakla tadına varılabilir ancak."
Aristo, mal edinmenin doğal yollan nelerdir, diye
soruyor ve cevap veriyor: Tarım, hayvan yetiştirme,
balık avlama, hayvan avlama ve hatta bir av çeşidi
olarak sayabileceğimiz yağmacılık. Bütün bu
etkinlikler de, öbür canlı varlıkların insan
tarafından özümlenmesi, mülkleştirilmesi demektir ve
"hiç şüphe yok ki doğa, bütün bu canlı varlıkları
insan için yapmıştır."
Buna karşılık ticaret, doğal olmayan, dolayısıyla da
ortadan kaldırılması gereken bir mal edinme yoludur.
Ticarette birey, her türlü ölçü kavramından,
dolayısıyla da her türlü erdem kavramından uzakta
kalmaktadır; zira erdemli bir hayat, ölçülü ve
düzenli bir hayattır. Her insanın yapması gerektiği
gibi, iyi düşüncesine uygun biçimde yaşamak söz
konusu değildir artık ve bundan ötürüdür ki, ticaret
ruhu siteye sızdığı an, bütün insan etkinlikleri
bozulup çürümeye yüz tutuyor demektir.
Aristo, bu temel fikirleri, mal ya da servet edinme
konusundaki her türlü etkinliği, genel olarak "Krematistik"
(Eski Yunancada zenginlik anlamına -khremadan
türeme) sözcüğüyle belirleyerek geliştiriyor.
Düşünüre göre, iki krematistik biçimi vardır.
Birincisi, gereksinmeleri karşılamak amacıyla mal
edinmeye dayanır. Doğal meşru bir biçimdir bu ve
Aristo'daki anlamıyla, aile hayatının bilimi demek
olan "ekonomi"nin anlamına girer. Krematistikin
ikinci biçimi ise, ticaret etkinliğine dayanır.
Aristo, yukarıda gördüğümüz nedenlerden dolayı yok
edilmesini istediği bu biçimi, "asıl ya da saf
krematistik" diye adlandırıyor. Öte yandan Aristo,
yok edilmesi gerekli kremastiğin de üç alt biçimi
bulunduğunu ileri sürüyor. Dış ticaret, faizcilik ve
"ücretli çalışma" yani emeğini para karşılığında
satma işi. Ve düşüncesini belirli kılan şu
açıklamayı yapıyor: "En çok tiksinmeyi hak eden
faizciliktir, çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan
doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve
paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır.
Zira para, mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz
paramn miktarını çoğaltır. Faiz sözcüğünün kökeninde
de bu vardır zaten; onları yaratanlara benzer, zira
yaratılmış varlıklar ve faiz paradan doğan paradır.
Dolayısıyla da, doğaya en aykırı düşen para kazanma
yöntemi bu yöntemdir."
Aristo'nun sözünü ettiği kendine özgü zenginleştirme
biçimlerinden biri de, belli bir türden bütün mallan
sonradan çok daha pahalıya satmak üzere kapatmaktır.
Yani tekel kurmaktır. Ama genellikle, ticareti
meslek haline getiren her birey, gerçek ve doğru
anlamında insan olmaktan çıkar. Ve böyle bir insanın
yeri yoktur artık sitede. Nitekim, Nikomakhos
Ahlakı'nda, hayatı mutlu kılma yöntemine ilişkin
çeşitli görüşleri tartıştıktan sonra, şu kesin
yargıya varmaktadır Aristo: "İşadamına gelince, doğa
dışı bir yaratıktır o,ve bizim aradığımız yüce iyi'
nin zenginlik olmadığı da apaçık ortadadır."
3- Romalılar
Eski Roma daha ziyade askerlik, örgütlenme ve hukuk
alanlarında ilerlemiş bir toplumdu. Düşünce alanında
eski Yunan filozoflarının etkisinde kalmıştır.
Ekonomik alanda tarım, Roma'da ön planda yer alır.
Toprak reformunun ilk uygulamasını bu ülkede
görmekteyiz. Fakat dağıtılan toprakların bir
kısmının yerleşme merkezlerine uzak ve verimsiz
olması, öte yandan uzun süren savaşlar nedeniyle
küçük mülkiyete dayanan tarım, esirler tarafından
işlenen büyük çiftlik tarımına dönüştü. Bu ise
toplumsal huzursuzluk, siyasal bunalım ve ekonomik
dengesizlik demekti. Romalı düşünürlerden Caton,
Varron ve Collumelle tarım konularını incelemişler
ve tarımsal etkinliğin yeniden düzenlenmesi için
çaba harcamışlardır. Daha çok, küçük işletmelerden
yanadırlar. Romanın iktisadî düşünceye biricik
katkısı özel, sürekli ve hemen hemen kesin olan
mülkiyet hakkı ve sözleşme serbestisi yolu ile
olmuştur. Bu temel iki ilkedir ki, daha sonra
kapitalist rejime esas olacaktır.
|