KLASİK EKONOMİK DÜŞÜNCENİN DOĞUŞU VE KLASİK OKULUN
TEMSİLCİLERİ
XVIII. yüzyılın sonları, gerek İngiltere'nin,
gerekse bir kısım Batı ülkelerinin önemli ekonomik
ve politik değişmelere sahne olduğu bir çağdır. Bir
kere, daha önce yavaş seyreden teknik buluşlarla
bunların sanayiye uygulanması, bu yüzyıl sonunda
yoğunluk kazanmıştır. Öyle ki, İngiltere'de bu
dönemi "Sanayi Devrimi" çağı diye nitelemek olurlu
olmuştur. Sanayi devrimiyle beraber, "ekonomik adam"
niteliklerini taşıyan, kapitalist-girişimciler ve
üretim araçları mülkiyetinden yoksunlaşan bir işçi
sınıfı doğmuştur.
Bundan başka, Fransız İhtilali (1789) Ortaçağ
toplumundan kalan kurumları silmiş, "bireycilik ve
özgürlük" iktidara gelen burjuvanın sloganı
olmuştur. Bu, yeni bir sınıfın politik egemenliği
ele geçirmesinin zaferi sayılabilir. İngiliz
Kolonisi olan Kuzey Amerika'da bağımsız yeni bir
devletin (A.B.D.) doğması, merkantilist
kolonizasyonun önemli bir dayanağını
kaybettirmiştir.
Nasıl ticarî kapitalizm, merkantilizmi; Fransa'da
tarımın kapitalistleşmesi yolunda bir değişme,
Fizyokrasiyi doğurmuşsa; İngiltere'de Sanayi Devrimi
de Klasik İktisat Okulu'nu doğurmuştur.
Klasik Okul'un başlangıcı, Adam Smith'in
"Milletlerin Refahı"nın basıldığı 1776 yılı, sonu da
John Stuart Mili'in öldüğü 1873 yılı kabul edilirse,
öğreti olarak bir asır gibi uzunca bir süre
egemenliğini sürdürdüğü görülür. Hepsi de yeni çağın
felsefesini yapmaya, "Sanayi Devriminin ekonomik
koşulları"nı inceleyip onları bilimsel kurallara
bağlamaya çalışmışlardı. Bu yeni düşüncenin en ünlü
temsilcisi İskoç asıllı, Glasgow Üniversitesi'nde
bir profesör olan Adam Smith'tir.
ADAM SMİTH
Liberal
Klasik Okulun kurucusudur. Kendisine bilimsel
ekonominin kurucusu da denir. 1759 yılında ahlak
felsefesini açıkladığı "Ahlâki Duygular Kuramı" adlı
yapıtıyla tanınmıştır. 1776 yılında yayınladığı
"Milletlerin Refahı" adını taşıyan kitabı, ekonomik
düşüncelerin gelişme süreci içinde önemli yeri olan
ve ekonominin bilim haline gelmesini sağlayan temel
yapıtlardan biri sayılmaktadır. Adam Smith' in,
kendisinden sonra gelen ekonomistler üzerinde büyük
etkisi vardır.
Yapıtın içindeki konular beşe ayrılır: Üretim ve
Değer, İktisadî Gelişmenin Koşulları ve
Sonuçları, Merkantilizm, Fizyokrasi'nin
Eleştirilmesi ve Malî Sorunlara Dair Başlangıç.
I—
Adam Smith'in Öğretisinin Temelleri
a) Servet
Daha önce açıklandığı gibi Merkantilistler, ulusun
servetini edinilen değerli madenlerin miktarında
görürler. Bunun için altın ve gümüşün getirilmesi
kolaylaştırılacak, ülkeden çıkması ise
yasaklanacaktır. Değerli maden ve para aynı şeydi.
Paranın kendisi bir servettir. Fizyokratlar ise
servetin net hasıladan ürediği, net hasılanın ise
tarıma dayandığı kanısındaydılar. Tarımla uğraşanlar
verimli sınıfı oluşturmakta, öteki sınıflar ise
kısır sayılmaktaydı.
Adam Smith, bu görüşleri eleştirdi. Kendisine göre
para, servet değil, yalnız değişim aracıdır. Ulusun
zenginliği, yaşamak için gereksinme duyulan malların
miktarına bağlıdır. Bunların yalnız tarımsal
çalışmalarla sağlanabileceğini söyleyen
Fizyokratların düşüncelerine katılmaz.
Smith'e göre servetin dayanağı emektir. Nitekim,
"Milletlerin Refahı" adlı yapıtına şöyle
başlamaktadır: Bir ulusun yıllık emeği, o ulusun yıl
içinde, yaşaması için gereken zorunlu maddeleri
sağlar. Bu maddeler, ya ilgili ulusun yıllık
emeğinin ürünüdür, ya da yıllık emeğinin ürünü
karşılığında başka uluslardan satın alınır. İster
doğrudan doğruya emeğinden elde edilsin, ister
değişim yoluyla öteki uluslardan sağlansın, bütün bu
malların tüketicilere göre azlığı ve çokluğudur ki
bir ulusun servetini belirler. Başka bir deyişle
mallar gereksinmeleri karşılayacak yeterlikte
değilse ulus fakirdir, bol ve yeterli ise ulus
zengindir.
Servetin asıl nedeni emek olunca, bu emeğin tarım,
ticaret ya da endüstri alanında uygulanması bir
değişiklik yapmaz. Bunun için fizyokratların
verimli, verimsiz diye sınıf ayrımı yapmaları
yersizdir. Kaldı ki uluslar arasında görülen servet
farkları emek farkından ileri gelmektedir. Uluslar
vardır ki zengin topraklar üzerinde yaşarlar, fakat
fakirdirler. Buna karşılık verimsiz topraklarda
yaşayan birçok ulus zengindir. Aradaki fark, emek
farkıdır (çalışmak ya da çalışmamak, emeğini
değerlendirmek ya da değerlendirmemek).
b)İş Bölümü
A. Smith işbölümü sonucunda emeğin veriminin
arttırıldığını belirtmektedir. Bu konuda, ünlü toplu
iğne üretimi örneğini veren Smith, bir işçinin toplu
iğnenin bütününü yapması halinde günde ancak yirmi
(20) iğne yapabileceğini, yapım işi parçalara
bölünürse 10 kişilik bir işçi grubunun günde 48 bin
iğneye kadar çıkabileceğini, bunun da adam başına
4.800 iğne demek olduğunu açıklamaktadır.
İş bölümü örneği ve sonuçları, toplumda verimli,
verimsiz diye sınıf ayrımı yapılmasının
anlamsızlığını ortaya koymaktadır. Çünkü iş bölümü
üretilen malların değişimine dayanır. Böyle olunca,
üretim olayını bir bütün olarak kabul etmek gerekir.
Bu bütün içinde yan yana çalışan girişimlerin
etkinlikleri değişim yolu ile birbirlerine
bağlanmaktadır. Hiç bir sınıf öteki sınıfları kendi
başına besleyemeyeceğine ve bütün üretimci
girişimler arasında değişim yolu ile bağlantı
bulunduğuna göre, toplumda servet ve refahın
artması, bilimsel olarak savunulamayan net hasılaya
değil, tüketicilerin faydalanabileceği malların
miktarına dayanmaktadır.
Böyle olmakla beraber A. Smith koyduğu ilkelerin
sonuçlarını tamamen kavrayamamış ve Fizyokratların
etkisinden kurtulamayarak hizmet erbabı ile
idarecilerin, askerlerin ve serbest meslek
sahiplerinin etkinliklerini verimsiz saymıştır.
c) Değer
Servetin kaynağının emek olduğu böylece ortaya
konulunca, değer de emeğe dayanacaktır. Smith'e göre
emek değerin hem nedeni, hem ölçüsüdür. Değerin iki
anlamı vardır. Kullanma değeri, bir malın, kullanana
sağladığı faydayı, kullanan için olan önemini ifade
eder. Değişim değeri ise, başka malların alış gücünü
gösterir
A. Smith daha çok değişim değeri üzerinde
durmaktadır. Görünüşe göre değişim değeri, ilke
olarak emekten ileri gelir. Bunun para olarak
ifadesi fiyattır. Fiyat ikiye ayrılır: Cari fiyat
(piyasadaki fiyattır), doğal fiyat. Doğal fiyatı
malın üretiminde harcanan emek belirler. Bu emek,
değişim değerinin bir ölçüsüdür.
A. Smith, değişim değerinin belirlenmesinde
güçlüklerle karşılaşır. Üretilen mal için harcanan
emekle, o malın emeğe dayanan değerini ölçmek
gerekir. Bu konuda, ilkel ülkelerle gelişmiş
ülkelerde üretilen mallara harcanan emekle, elde
edilen malların değerleri arasında büyük farklar
vardır. Gelişmiş ülkelerde ise, üretimde emeğin
yanında toprak ve sermaye gibi unsurlar da işe
karışır. Böyle olunca, doğal fiyatı üretim giderleri
belirler. Bunlar da ücret, kira ve kârdan ibarettir.
Cari fiyat (buna pazar fiyatı da denir) arz ve
talebe göre oluşur. Bu fiyat, doğal fiyatın üstünde
ya da altında olabilir. Bazen ona eşittir.
Rekabet, pazar fiyatını doğal fiyata
yaklaştırmak eğilimindedir. Tekelde durum bu
değildir. Cari fiyat orada en çok kazanç sağlayacak
bir düzeyde saptanmaktadır.
d)Sermaye
A. Smith'e göre ekonomik gelişmenin koşulu sermaye
birikimidir. Sermaye, birikim sonucu elde edilen
likit ve kullanılabilir (hazır) alış gücüdür.
Birikim, bir gereksinmenin giderilmesinden
vazgeçilmesidir. Birikim, işçiler için zordur. Rant
ve temettü sahipleri için daha kolaydır. A. Smith' e
göre, birikim olunan para derhal yatırılır. Böylece
verimli işlerde kullanılır ve bu yoldan
gereksinmelerini karşılamak üzere işçilerin eline
geçmiş olur. Yani tüketim azalmaz, türü değişir.
Birikim yolu ile toplanan bu sermaye böylece teknik
sermayenin doğmasına ve gelişmesine ve arazinin
iyileştirilmesine ayrılmış olur. Birikim olmayınca
sermaye birikimi olmayacağından üretim artmaz. Ulus
da zenginleşemez.
e) Ekonomik Düzen
A. Smith'e göre, ekonomik kurumlar kendiliklerinden
doğarlar. Bunlar hayırlıdır da. Fizyokratlar, daha
önce açıklandığı gibi, doğal bir düzenden söz
ederler. Adam Smith ise bu düzeni psikolojik bir
temele bağlamaktadır: Bu, kişisel çıkardır. İnsanı
ekonomik çalışmaya iten bu ilke Hedonistique ilkedir
ki, insanı en az çaba ile en çok tatmin aramaya
yöneltir. En az çalışmayı bir ilkeymiş gibi sunduğu
kanısını uyandırdığı için, bu deyim insanları
yanıltabilir. Amaç en az çalışma değil, emeğin en
küçük bir parçasından en çok verim alınması
yollarını araştırmak, yani çok çalışıp emeğini de en
iyi şekilde değerlendirerek en çok tatmine varmak,
servete ve servet yolu ile refaha kavuşmaktır.
Böylece, tüm ekonomik etkinliğin motoru kişisel
çıkar olmaktadır. A. Smith, her yerde ve her zaman
ve aynı biçimde yalnız kişisel çıkarları peşinde
koşarak çaba gösteren bir insan tipi yaratmakla
suçlanmıştır. Oysa Smith, kişisel çıkarları yanında
insanın hareketlerini etkileyen başka unsurlar da
(şeref, namus, başkasına yardım, dinî ve ahlakî
düşünceler...) bulunduğunu kabul etmekte, ancak
büyük çoğunluğun davranışlarına, kişisel çıkarların
yön verdiğine inanmaktadır.
Bu suretle insanlar kişisel çıkarları peşinde
koşarken görünmez bir el kendilerini genel çıkarları
da sağlama yoluna götürmektedir. Ekonomik kurumlar
böylece kendiliklerinden doğarlar. Para bunun bir
örneğidir. Değişim güçlüklerinden kurtulmak isterken
insanlar bu kurumu yaratmışlardır. Kamu
otoritelerinin burada işe karışması sonradır. Fiyat
mekanizması bunun kendiliğinden oluşan başka bir
örneğidir.
Hedonistik temel üzerinde bireysel üretim, iş bölümü
kurumu yardımı ile önemli olarak artmaktadır. Burada
üretim, tüketimin gereksinmelerini, arz ve talebi
otomatik olarak birbirine uyduran fiyat mekanizması
sayesinde karşılamakta ve denge kurulabilmektedir.
Bu mekanizma ile eğer bazı malların fiyatlarında
düşüklük görülüyorsa, bu, o malların miktarının
gereksinmeleri aştığının belirtisi olmaktadır.
Sonuç, bu malları üreten girişim sahiplerinin
kârlarının azalmasıdır. Bunlar kişisel çıkarlarını
düşündüklerinden fiyatları düşmekte bulunan bu
malların üretimini ya durduracaklar ya da
azaltacaklardır. Bu alanda artık kullanılamayarak
serbest kalan emek ve sermayeyi de, fiyatları yüksek
olan (yani üretimi ve sonuç olarak arzı,
gereksinmeleri karşılayacak miktarda olmayan)
malların üretiminde kullanacaklardır. Böylelikle arz
ve talep arasında denge kurulmakta ve kişisel
çıkarların yanında, toplumun gereksinmeleri de
karşılandığından, genel çıkarlar da sağlanmaktadır.
f) Ekonomik Politika
Bu kuramsal görüş ve ilkelerden liberal bir öğreti
(doktrin) ortaya çıkar. Mekanizmanın çalışabilmesi
için "Bırakınız Yapsınlar - Bırakınız Geçsinler"
gerekli olur. Üretim öğeleri bir kesimden ötekisine,
fiyat yelpazesine uygun olarak serbestçe
geçebilmelidir. Bireysel etkinliklerin serbestçe
yapılması genel çıkarları hemen sağlayacaktır.
Devlet, ekonomik konularda müdahaleden sakınmalıdır.
İşbölümü içeride olduğu gibi uluslararası alanda da
faydalıdır. Her ülke, avantajlarından yararlanarak
bazı üretim kollarında uzmanlaşmalıdır. Ülkeler
arasında ticaret mutlak maliyet temeline dayanır.
Bir mal bir ülkede daha düşük maliyetle
üretiliyorsa, aradaki fark onun kârı olacaktır.
"Bırakınız geçsinler" ilkesi uluslararası alanda
uygulanmalı, dış ticarette liberal bir politika
güdülmelidir.
Adam Smith ekonomik gelişmenin koşulunu sermaye
birikiminde görmektedir. Düşüncesine göre koruma,
sermaye yaratmaz. Mevcut sermayenin de istenilen
kesimde kullanılmasını engellediği için zararlıdır.
Böylelikle devletin etkinliği, içeride ve dışarıya
karşı güvenliğin, kamu düzeninin korunması ve
adaletin sağlanmasından ibaret kalmaktadır.
Bireylerin kâr beklemedikleri ve ilgi
göstermedikleri alanlarda devlete görev düşer.
Bayındırlık işleri bunlar arasındadır. A. Smith,
özel girişimin yararlı olmasını uygun sınırlar
içinde rekabetin varlığında görür. Aksi halde
toplumun özel girişimden zarar göreceği
kanısındadır. Devletin kamu düzenini korumak
düşüncesiyle, faiz oranını (%) belirleyebileceğini,
posta işlerini yapabileceğini, ilköğrenimi zorunlu
kılması gerektiğini söyler.
g) Gelirlerin Üretim Öğeleri Arasında Bölüşülmesi
(inkısam)
Adam Smith'e göre üç türlü gelir vardır: Ücret, kâr
ve rant.
Ücret
Bir sözleşme ile işverenin emrine verilen ve işin
sonucuna bağlı olmadan önceden saptanan emeğin
bedeline ücret denir.
En düşük ücret (asgari ücret), işçinin ve ailesinin
yaşaması için zorunlu olan miktarı karşılar. Bundan
az ya da çok olamaz. Bu tanım, ücret sermayesine
dayanır. Ücret oranı girişim sahiplerinin ücret için
ayırdıkları miktar ile işçi sayısına bağlıdır. Sonuç
olarak en düşük yaşama düzeyini karşılar.
Kâr (Temettü)
Sermayelerini üretime ayıranlarla, borç-ödünç (ikraz
edenler) verenlerin gelirleri kâr (temettü) dır.
Faiz, kârın bir şeklidir. Paranın değil, sermayenin
geliridir. İktisadî refah artarsa, faiz oranı düşer,
kâr haddi fiyat hareketlerini izlemektedir.
Rant
Arazinin kullanılması karşılığı arazi sahiplerine
ödenen bedeldir. Arazinin iyileştirilmesi
giderleriyle bir ilgisi yoktur. Arazi sahibinin bir
tür tekeli vardır. Onun için fazla para isterler.
Rant, fiyata bağımlı olarak değişir.
Smith, arazi sahiplerinin gelirini (rant) eleştirir.
Bunlar arazilerini kendileri işlemedikleri için,
gelirlerini emek dayanağından yoksun görür. Girişim
sahipleri de tekel kurarak fiyatları yükseltme
eğiliminde bulundukları için, kâr da eleştirme
konusudur.
Smith'e göre ücret saptamasında taraflar eşit
değildir. İşveren sayısı azdır. Aralarında
anlaşabilirler. İşçiler uzun süre bekleyemedikleri
halde, bunlar bekleyebilirler.