İş Sağlığı ve Güvenliği Nedir
İş
sağlığı; sağlıklı bir yaşam ve çevresi için gerekli
sağlık kurallarını içerirken, iş güvenliği ise
çalışanlara ve işletmeye yönelik tehlikelerin
ortadan kaldırılması için gerekli teknik kuralları
içermektedir. Dolayısıyla iş sağlığı ve
güvenliğinde, sadece çalışanların değil tüm
işletmenin ve üretimin güvenliği esastır. Bu üç
alandaki faaliyetler birbirini bütünlemediği sürece
çalışanların güvenliğinden tam olarak söz etmek
mümkün olamamaktadır.
İş Sağlığı ve Güvenliğinin Tarihi Gelişimi
18.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere’de
doğarak yayılmaya başlayan sanayi devriminin yol
açtığı ağır çalışma koşulları sebebiyle işçiler ve
işverenler arasında sorunlar yaşanmaya başlamıştır.
Özellikle tekstil sanayinde, teknolojinin gelişmesi
ile birlikte makineleşmenin hızlanmasıyla işçilerin
uzun çalışma saatlerine karşılık düşük ücretler
almasının yanında sağlıksız ve ağır çalışma
koşulları sorun oluşturmaya başlamıştır. Bu ağır
çalışma koşulları, 19. yüzyılın ilk yarısında
işçiler, sermaye sahipleri ve hükümet arasında
birçok problemin doğmasına neden olmuş ve bu
taraflar arasında büyük mücadeleler yaşanmıştır.
Diğer taraftan, sanayi devriminin yol açtığı
insanlık onuru ile bağdaşmayan çalışma koşullarının
yeniden yapılandırılması için ilk zamanlar dar
kapsamlı olarak kadın ve çocuk işçilerin korunması
amacı ile bazı yasal düzenlemeler yapılarak, kadın
ve çocuk işçilerin günlük çalışma saatleri ve
çalışma alanları sınırlandırılmıştır. Çalışma
hayatında, çalışma şartlarını daha sağlıklı ve
güvenli hale getirmek için başlanan bu yasal süreç,
klasik liberal devlet düşüncesinin, ikinci dünya
savaşının yarattığı yıkıcı durumun da etkisi ile
yerini sosyal devlet düşüncesine bırakmasıyla büyük
bir ivme kazanmış ve birçok sanayi ülkesinde,
teknolojinin ve dönemin gereklerine uygun olarak
değişen ve sürekli olarak gelişen iş sağlığı ve
güvenliği kurallarının oluşmasına neden olmuştur.
Dünyada,
iş sağlığı ve güvenliği ihtiyacı sanayi devriminden
sonra hissedilmiştir. Buna bağlı olarak İngiltere ve
ABD başta olmak üzere birçok sanayi devleti yıldan
yıla bu alandaki tedbirleri arttırmış, bu
doğrultudaki cezai ve hukuksal yükümlülüklerinin
oranını yukarıya çekmişlerdir.
Ülkemizde işçi sağlığı ve güvenliği alanında yapılan
düzenlemelere gelindiğinde ise, Türkiye’de sanayinin
doğuşu ve gelişimi Batı kadar erken dönemlerde
değil, bunun tersine 1900’lü yılların ilk yarısından
itibaren başlayabilmiştir. İş sağlığı ve güvenliği
mevzuatının ortaya çıkışı da bu dönemlere rast
gelmektedir. Konunun ülkemizdeki gelişimini Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemleri olmak üzere iki farklı dönem
itibarı ile incelemek gerekir. Sanayileşmenin henüz
oluşmadığı ve fabrika denilecek büyüklükte işyeri
sayısının çok az miktarda olması bu konudaki
çalışmaların gecikmesine sebep olmuştur. Osmanlı
döneminde konuya ilişkin önemli gelişmelerin
olduğundan söz etmek zordur. Ancak bu dönemle
birtakım önemli yasaların 1865 yılında Ereğli kömür
havzalarında çalışan işçilere yönelik olarak
çıkarılan “Dilaver Paşa Nizamnamesi” ve yine aynı
işkoluna yönelik olarak 1869 yılında çıkarılan
Maadin Nizamnamesi olduğunu söylemek mümkündür.
Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği açısından temel
kabul edilen Lonca sistemi değerlendirildiğinde, o
dönemde üretim teknolojisinin az gelişmiş olması ve
basitlik arz etmesi sebebiyle çalışanların
karşılaşabileceği riskler de o oranda basitti.
İşçiler açısından en önemli tehlikeler; çarpma,
düşme, kesilme ve ezilme gibi çok olumsuz sonuçlara
neden olamayacak küçük çaplı tehlikelerdi. Öte
yandan, çalışan sayısının azlığı nedeniyle meydana
gelen bir iş kazası büyük kitleleri etkisi altına
alamıyordu. Bu sebeple kamuoyunda iş kazaları ve
meslek hastalıkları pek bilinmemekteydi. Bununla
birlikte işyeri sayısının azlığı da iş kazalarının
sayısını azaltan bir faktördü. Usta-kalfa-çırak
arasındaki ilişki öğretmen-öğrenci ilişkisi
olduğundan ve birebir ilişkiye dayandığından iş
sağlığı ve güvenliğinin korunması daha kolay
halledilebilirdi. Ustaların istihdam ettikleri
kişileri gözetmeleri ve korumaları ahilik anlayışı
tarafından teşvik edilmekteydi. Bununla birlikte iş
sağlığı ve güvenliği hakkında herhangi bir hukuki
düzenleme olmaması da ustalar açısından zorunlu bir
durum arz etmemekteydi. Diğer taraftan, bu döneme
ait yazılı kaynak olarak sadece fütuvvetnamelerin
olması, yazılı kaynaklardan faydalanma oranını
düşürüyordu.
Cumhuriyet dönemine bakıldığında ise, 1921 yılında
151 sayılı Ereğli Havza-i Fahmiye Maden Amelesinin
Hukukuna müteallik kanun kömür işçilerinin çalışma
şartları, iş güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili
ilk yasadır. 1924 yılında 394 sayılı Kanun,
çalışanlara haf^ tatilini getirmiştir. 1926 yılında
yürürlüğe giren 818 sayılı Borçlar kanunu, iş kazası
meslek hastalıkları ile ilgili hukuki hükümler
getirmiştir. 1930 yılında çıkarılan Belediyeler
Kanunu ise denetim konusunda hükümler içermektedir.
1935 yılında milli bayram ve genel tatil günleri
hakkındaki Kanun da yürürlüğe girmiştir. 1930
yılında çıkarılan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu ve 1937 yılında çıkarılan 3008 sayılı İş
Kanunu bu konuda çıkarılan önemli Kanun’lardır. Bu
Kanun’lara dayalı çok sayıda Tüzük ile detaylar ve
uygulamalar belirlenmiştir. Öte yandan, 1946 yılında
Çalışma Bakanlığı’nın kurulması iş güvenliği ve işçi
sağlığı hususunda en önemli aşama olarak
görülmektedir. Daha sonra 3008 sayılı İş Kanunu,
1967 yılında 931 sayılı Kanun ile yürürlükten
kaldırılmış, yerine ise 1971 tarihinde 1475 sayılı
İş Kanunu getirilmiştir. Bu Kanun, uzun bir süre
yürürlükte kalmış ve bu Kanuna dayanarak birçok
Tüzük ve Yönetmelik de çıkarılmıştır. Son olarak da
2003 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu yürürlüğe
girmiş ve halen yürürlüktedir. Diğer tarafsan, 1964
yılında yürürlüğe giren 506 sayılı Kanun çalışanlara
çeşitli risklere karşı güvenceler getirmiştir. Son
olarak 16.06.2006 tarihli 5510 sayılı SSGSS Kanunu
kabul edilerek sosyal güvenceler hız kazanmıştır.
Dar Kapsamda İş Sağlığı ve Güvenliği’nin Tanımı
Dar
kapsamda iş sağlığı ve güvenliği kavramı, öncelikli
olarak işin görülmesi esnasında, işten, işin
görülmesinden ve iş ortamından kaynaklanabilecek her
türlü riskten ötürü işçinin fiziki ve manevi
bütünlüğü üzerinde oluşabilecek zarar ve tehlikelere
karşı işçinin sağlığı ile yaşam hakkının korunmasını
kapsamaktadır. Konuya bu açıdan bakıldığında;
işyerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin
alınması zorunluluğu, çalışma hayatını düzenleyen
kanunlarda ve yönetmeliklerde yer almaktadır. Buna
örnek göstermek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nun
iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemeleri
özellikle işçiyi, işyerinde gerçekleşebilecek iş
kazası ve meslek hastalıklarına karşı korumayı
hedefleyen teknik iş sağlığı ve güvenliği hükümleri
içermektedir. Ancak bu yönü ile mevzuatımız, işçinin
ruhsal sağlığı ile sosyal çevresini korumaya yönelik
önlemler içermediği için Avrupa Birliği mevzuatına
göre daha dar kapsama sahiptir.
Geniş Kapsamda İş Sağlığı ve Güvenliği Nedir
İş
sağlığı ve güvenliği kavramı geniş anlamda
incelenirse; işçinin sosyal anlamda da korunmasının
gerekli olduğu göz önünde bulundurularak, “İşçinin
yaşadığı çevrenin korunması, sağlıklı bir konutta
yaşama hakkı, beslenme ve ulaşım emniyeti hakkı, ilk
yardım ve sosyal güvenlik, yabancılaşma, kentleşme
gibi konular” iş sağlığı ve güvenliği ile
ilişkilendirilmektedir.
Diğer
taraftan, kavramın geniş anlamda içeriği, sosyal
olguyla irdelenirse hakların korunması hususunda
devlete de bir takım görevler düşeceği açıktır.
Devletin bu konudaki görevi ise kanun koyma,
uygulama ve denetimdir. Ancak bu alanda tek yük
devlete ait olmayıp işçi ve işverenlere de çalışma
hayatında birçok yükümlülük düşmektedir. İş sağlığı
ve güvenliği konusunda, işin yapılmasından doğan
tehlikelerin ortadan kaldırılması veya azaltılması
için gerekli yolların araştırılması ve bu yolla
mevzuat hükümlerinin geliştirilmesi yer almaktadır.
Bu konudaki mekanizma şu şekilde çalışmalıdır:
İşveren, işçileri, işin yapılmasından doğan
tehlikelere karşı korumak üzere, yükümlülüklerini
yerine getirecek ve devlet de, işverenin söz konusu
yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini
denetleyecektir.
|