İşsizlikle İlgili
Klasik Görüşler
Yaklaşımın Temelleri
Daha önce de söz edildiği gibi, 1930'lu yıllara
kadar iktisatçılar piyasanın kendi haline
bırakılması durumunda işsizlik oranının minimum
düzeyde kalacağına inanmışlardı. Bu nedenle 19'ncu
yüzyılda ve 20'nci yüzyılın başlarındaki ünlü
iktisatçılar (John Stuart Mili, Alfred Marshall ve
A.Cecil Pigou gibi) bir ekonomideki üretim
faktörlerinin tam istihdamını gerçekleştirmek için
devlet müdahalesine gerek olmadığını
savunmaktaydılar. Bu iktisatçılar, üretim
faktörlerinden birisi olan işgücünün kimi zaman
eksik istihdamının söz konusu olabileceğini, yani
ekonomide işsizliğin kimi zaman artabileceğini
kabul ediyorlar, ancak tam istihdam düzeyinden
uzaklaşma anlamına gelen bu işsizlik artışının
geçici olduğunu ve piyasa mekanizmasının tam
istihdamı otomatik olarak yeniden sağlayacağını
savunuyorlardı. Keynesyen yaklaşımı anlayabilmek
için, klasik iktisatçıların neden böyle düşündüğünü
anlamamız gerekmektedir.
Temel olarak klasik iktisatçılann görüşleri, 19'ncu
yüzyıl Fransız iktisatçısı John Baptise Say
tarafından öne sürülen ve daha sonraki yıllarda onun
adıyla anılan bir yasanın işlemesi ile
özetlenmektedir: Her arz kendi talebini yaratır. Bu
yasanın işlemesi ile "toplam harcamaların tam
istihdam üretim düzeyini sağlamada yetersiz kalması
söz konusu olamaz" görüşü savunulmaktadır. Say
kanununa göre belirli bir miktardaki mal ve hizmetin
üretimi, bu üretimi satın almaya yetecek miktarda
bir gelirin yaratılması ile sonuçlanır. Üreticilerin
üretim faktörü sahiplerine ödedikleri miktar
üretilen mal ve hizmetlerin değerine eşit olmak
zorunda olduğundan, Say kanununa göre her
arz kendi talebini yaratmaktadır. Ancak klasik ikti-
Say Kanunu: satçıların da belirttiği gibi bu süreci
bozan kimi iktisadi olgular bulunabilir. Örne- ğin
üretim faktörü sahiplerinin bir kısmı gelirlerinin
tamamını harcamak yerine tasarruf ederlerse,
piyasadaki ürünlerin tamamını satın almaya yetecek
gerekli harcama nasıl gerçekleştirilecektir?
Klasik iktisatçılann bu soruya verdikleri cevap,
tasarruf edilen her liranın yatırıma
dönüştürüleceği şeklindedir. Bu yüzden, genellikle
büyük işletmeler tarafından gerçekleştirilen
yatırımlar, üretim faktörü sahiplerinin tasarrufları
sonucu ortaya çıkan harcama sızıntısını
giderecektir. Bu nedenle yatırımlar da gelir-harcama
akımına bir ilave olarak nitelendirilebilir. Klasik
iktisatçılar bir ekonomideki yatırım miktarının
tasarruf miktarına otomatik olarak eşit olacağına
inanmaktaydılar. Zira faiz oranı (yani parayı
kullanmanın fiyatı) bu iki büyüklük arasındaki
eşitliği sağlayacak şekilde yükselecek veya
düşecektir. Diğer bir deyişle ekonomide ödünç
verilebilir fonlara ilişkin bir piyasa vardır ve bu
piyasada faiz oranı, tasarruf sonucu arz edilen
fonların yatırım sonucu talep edilen fonlara eşit
olmasını sağlayacak şekilde değişim gösterir. Bu
nedenle yatırıma harcanan miktar tasarruf edilen
miktara eşit olacaktır.
Bunun dışında, klasik iktisatçılar işverenlerin
satabileceği mal ve hizmet miktarının toplam
harcamaların yanı sıra, işverenlerin mal ve
hizmetler için istedikleri fiyata da bağlı olduğunu
belirtmişler ve firmaların satamadıkları ürünlerini
satabilmek amacıyla fiyatlarını düşüreceklerini
savunmuşlardır. Firmalar arasındaki rekabet
fiyatların düşürülmesi için firmaları zorlayacaktır
ve bu da ekonomide tam istihdam üretim düzeyinin
sağlanması ile sonuçlanacaktır. Ancak bu sürecin
işleyebilmesi için üretim faktörlerine ait
fiyatların da düşürülmesi gerekmektedir. Aksi
takdirde firmalar açısından zarar söz konusu
olacaktır. Zira firmaların üretim faktörlerine
ödedikleri miktarda bir azalma olmazken ürünlerinin
satışından elde ettikleri hasılat miktarı
azalacaktır. Klasik iktisatçılara göre böyle bir
ortamda faktör fiyatlarının da düşmesini beklemek
gayet doğaldır. Aslında klasik iktisatçılar
işgücünün fiyatı olan ücretlerin bu yönde esnek bir
yapıya sahip olduğunu kabul etmekte ve bu yapının
işçiler arasındaki rekabetin sonucu olarak ortaya
çıktığını öne sürmekteydiler. Klasik iktisatçılara
göre söz konusu rekabet sürecinin işlemesi sonucu
ücretler çalışma isteğinde olan herkesin iş
bulabileceği bir düzeye iner ve tam istihdam
gerçekleştirilmiş olur.
Klasik Görüşün Eleştirisi
1930'larda yaşanan Büyük Bunalım klasiklerin
yukarıda kısaca özetlenen görüşlerinde aksayan bazı
hususların olduğunu ortaya koymuştur. Büyük
Bunalım'da ortaya çıkan durgunluk uzun bir süre
devam ettiği ve milyonlarca insan bu sürede işsiz
kaldığı için, işsizliğin sadece geçici bir süre için
ortaya çıktığını, ekonominin makul bir süre içinde
otomatik olarak tam istihdamı sağlayacağını kabul
etmek oldukça güçleşmiştir. işte Keynes ve onu
izleyenler bu noktada klasik modelin en azından iki
tane temel eksikliği bulunduğunu öne sürmüşlerdir.
Bu eleştirilerden ilkine göre, bir ekonomide yatırım
ve tasarruf yapan ekonomik birimler genellikle
farklıdır ve bunlar birbirlerinden farklı
gerekçelerle yatırım ve tasarruf yapmaktadırlar.
Tasarrufların önemli bir miktarı ilerideki günler
için bir tarafa para koymayı amaçlayan hanehalkları
tarafından gerçekleştirilirken, yatırımların önemli
bir miktarı tesislerini genişleterek veya yeni
teçhizatla takviye ederek kârlarını arttırmayı
amaçlayan firmalar tarafından
gerçekleştirilmektedir. Yüksek bir istihdam
seviyesini gerçekleştirmeye olanak tanıyan bir
üretim düzeyinde, ha-nehalklarının yapmayı
planladıkları tasarruf miktarının işadamlarının
yapmayı planladıkları yatırım miktanna eşit olacağı
garanti değildir. Tasarruf, yatırımların
finansmanında kullanılmak yerine, elde tutulan para
miktarının artmasına da neden olabilir. Bu yüzden
kapitalist bir ekonomik sistem içinde devletin uygun
politikalar izlememesi durumunda işsizliğin
olmayacağı veya enflasyonun ortaya çıkmayacağı gibi
kesin bir kural olamaz.
İkinci olarak, Keynes ve onu izleyen iktisatçılar
klasik modelin "ücretler ve fiyatlar tam esnektir"
şeklindeki varsayımlarının gerçekçi olmadığını
savunmuşlardır. Bu eleştiriye göre, günümüz
ekonomileri ücretlerin ve fiyatların esnek olmasına
engeller getiren çok sayıda faktör nedeniyle tam
rekabetçi yapıdan uzaklaşmaktadırlar. Özellikle
birçok sanayi kolunda fiyatlan düşürmekten kaçınan
az sayıda üretici firma söz konusudur. Talepteki
büyük bir azalmaya karşın bu sektörlerde fiyatlar
uzun süre aynı düzeyde kalabilmektedir. Bunun
dışında işçi sendi-kalan ücretlerin düşürülmemesi
yönünde büyük bir mücadele verebilirler. Bu
gerçekler ışığında, klasik modelin ücretlerin ve
fiyatların esnek olduğu şeklindeki varsayımlan
gerçekçi görünmemektedir. Buna bağlı olarak,
ücretlerin ve fiyatların düşmesi ile tam istihdamın
sağlanacağını savunmak da gerçekçi değildir.
|