Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Klasik Öncesi Ve Klasik iktisatçıların Kriz Açıklamaları

Klasik iktisat ekolü genellikle iktisat biliminin gerçek anlamda doğmasına yol açan ekol olarak tanınır. Ondan önceki ekoller o da eğer ekol sayılırlarsa bir anlam-da iktisat öncesi, hatta biraz metaiktisat olarak görülürler. Bunda haklılık payı da vardır. Ancak iki konuyu vurgulamak koşuluyla... İlk olarak belirtilmelidir ki klasik iktisatçıların öne sürdüğü temel fikirlerin büyük çoğunluğu kendilerinden önceki ekol-ler tarafından, örneğin merkantilistler ve fizyokratlar tarafından öne sürülmüştür. Bunları ve bunların yol açtığı tartışmaları anlamadan çoğu kere klasik iktisatçıların neyi neden tartıştıklarını kavramak bile mümkün değildir. İkinci olarak klasik iktisat ekolü de kendi içinde bir bütün oluşturmaz; özellikle daha birinci nesilde bile Ricardo ile Malthus arasında derin bir ayrılık gözlemlenir. Bu ayrılık özellikle kriz teorisi açı­sından önemlidir ve daha önceki kimi iktisatçıların fikirleriyle yakından ilgilidir. Bu nedenle klasik iktisat ve kriz teorisi konusunu incelemeye ister istemez eski kimi filozof ve iktisat yazarlarının görüşlerine atıf yaparak başlamak zorundayız.

Klasik Öncesi Dönem: Merkantilistler ve Fizyokratlar

İktisadi düşünce tarihi kitaplarında standart yöntem Adam Smith ve Klasik Ekol öncesinde merkantilistler ve fizyokratları inceleyerek başlamaktır. Aslında o dönem iktisadi düşüncesinin öncesinde kuşkusuz bu düşünce ‘ekol’lerinin dışında da etkili olmuş, önemli başka akım ve düşünürler vardı. Özellikle Aristo’nun ilkçağ ve Aqinalı Thomas’ın ortaçağ skolastik düşüncelerinin iktisatla ilgili önemli etkileri söz konu­suydu (Blaug, 1988: 29). Fakat konumuz açısından merkantilistler ve fizyokratlara değinmek gerçekten de özellikle önemlidir. Çünkü bu iki ekolün görüşleri ilk bakışta anlaşılmamasına rağmen kriz konusu ile yakından ilgilidir.

Merkantilistler modern dönem iktisadında, tutarlı bir düşünce sistematiğine sa-hip olmayan ve çelişik, yanlış fikirler savunan kafası karışık yazarlar topluluğu olarak sunuldu. Bunun birinci nedeni onların ülkelerin zenginliğini kıymetli maden ve bir anlamda para stoku ile ölçtüklerinin düşünülmesiydi. Böylece onların para ile serma­yeyi birbirine karıştırdıkları söylenildi (Blaug, 1988: 17).

Gerçekten de 16. ve 17. yy.larda ortaya çıkan merkantilist yazarlar ardı ardına paranın (altın ve gümüş) bir ülkenin gerçek zenginliği olduğunu düşündürten ve bu­nu elde etmek için de o ülkenin dış ticaret fazlası vermesini savunan görüşler belirtti­ler. Bu yazarların birçoğu çeşitli üst düzey bürokratlar veya önemli tüccarlardı. Aynı dönemde İngiltere, Fransa gibi Avrupa devletleri de bugün merkantilist politikalar dediğimiz paralel politikalar uyguladı. Hammadde ihracına kısıtlamalar getirilirken mamul madde ithalatı zorlaştırıldı; ihracat teşvik edildi. Kıymetli maden çıkışı zorlaş-tırıldı. Bütün bu çabalar devletin ekonomiye yoğun müdahalesi anlamına geliyordu. Zaten o dönemde denizaşırı ticarette başarılı olmak güçlü bir ticari askeri donanma sahibi olmaktan yani devlet gücünden geçiyordu (Seyidoğlu, 2001: 14). Burada unu-tulmaması gereken esasen devlet müdahaleciliğinin pek çok merkezi ortaçağ impa-ratorluğunda, örneğin Osmanlı Devleti’nde de alışıldık bir şey oluşudur. Merkantilist politikalar ise bu devlet müdahalesinin ihracatı ve madeni para girişini kolaylaştıra-cak özel bir türde yapılıyor oluşu, yani bir özel hali gibi düşünülebilir.

Klasik iktisatçılar, özellikle Adam Smith ve Ricardo sonrasında sürekli merkanti-list yazarların Hume’dan hatta daha öncesinden beri bilinen altın para akım meka-nizmasını (specie flow mechanism) hesaba katmadıkları ve görüşlerinin çelişkili ol-duğunu öne sürdüler. Merkantilistler aynı zamanda Ricardo geleneğini sürdüren klasik iktisatçılar açısından makbul görünmeyen ‘eksik tüketim’ teorilerini dolaylı da olsa ilk kez ortaya atan ‘ekol’ olarak da olumsuz bir yoruma tabi tutulmuşlardır.11

19. yy sonları ve 20. yy.da merkantilistlere karşı daha farklı, klasik tezi doğru-dan reddetmeyen ama tarihe göreceli bir bakışa yönelen bir anlayış doğdu. Bu yo-rum ilk kez Alman Tarihçi Ekol’den geldi. Henüz yeterince sanayileşmemiş toplumlar sanayileri kendi ayakları üzerine basacak zamana kadar merkantilist politikalar uy-gulayabilirdi. Öyleyse geçmişte sanayileşmenin ilk aşamalarında merkantilistlerin böyle bir korumacılığı savunmuş olmaları çok mantıksız değildi. Bu relativist görüş, örneğin sanayi devrimi ile üretimin artıp, artık önemli olanın bu üretim için bulunacak pazar haline gelmesiyle serbest ticaretin ancak o zaman vurgu kazandığı gibi bir yoruma da neden olur (Seyidoğlu, 2001: 15).Bu tür yorumların bazen belli yararları olmasına karşın sık sık bugünkü düşüncemizi tarihe yansıtıp anakronist bir pozisyona düşmek gibi bir sakıncası da vardır. Benzer bir yaklaşım Keynes’te bulunabilir. Keynes’in Genel Teori’sinde 6. Kitap, 23. Bölüm hemen tamamen merkantilizme ayrılmıştır ve ‘Merkantilizm, Tefecilik Kanunları, Damgalı Para ve Eksik Tüketim Te-orileri Üzerine Notlar’ başlığını taşır (Keynes, 2010: 283-315). Keynes burada mese­leye kendi eksik istihdam dengesi tezi açısından bakar. Bu bakımdan ele alındığında fazla ihracat ve fazla para beraberce hem fiyat artışına hem de faizlerin düşüşüne neden olarak karlılığı dolayısıyla yatırım ve istihdamı da artırırdı. Devletin modern anlamda bir yönlendiriciliği olamadığı bir dönemde bu tek çözümdü. Viner ise ipucu­nu Adam Smith’den aldığı bir tez ile merkantilizmin amacının, ticaretin ve siyasetin bir ‘sıfıra sıfır oyunu’ olarak algılandığı dönemde, kendisinde yaratacağı sorunlara karşın rakibi yoksullaştırmayı hedeflediğini vurgular. İngiliz tarihçi Charles Wilson, İngiltere’nin o dönemde Baltık tahılı ve Doğu’nun baharat ve lüks malları için verebi­leceği eş düzeyde bir mal karşılığı olmadığı o nedenle ödeme için sürekli altına ihti-yacı olduğunu vurgular. (Blaug, 1988: 16) Sonuçta o yıllarda Avrupa’da feodalizm yıkılıp merkezi devletler kuruluyordu ve bu ‘inşaat’ büyük miktarda para gerektiği anlamına geliyordu. Ülke ile kralın hazinesinin aynı addedildiği eski toplumlarda ha-zinenin paraya ihtiyacı olması ile ülkenin paraya ihtiyacı olmasının aynı şey gibi algı­lanması doğaldı. Aynı zamanda bu çalışmada modern toplum öncesi krizlerin ince­lendiği bölümde gösterdiğimiz gibi 16. yy.da hem büyük bir para bolluğu hem de büyük bir para darlığı kısmen iç içe geçerek yaşanmıştı. O yüzden şiddetli para dar-lığı söz konusuyken ödemeler dengesi fazlası veya başka bir yolla ülkeye para gir-mesi bilinen sakıncalarına rağmen gerekli görülüyordu. Para bir nevi vücuttaki kan gibi düşünülüyordu. Para dolaşımı Harvey’in kan dolaşımını bulmasından sonra sık-lıkla ekonominin kan dolaşımına benzetiliyordu. Yoksa örneğin en ünlü İngiliz mer-kantilisti Thomas Mun açıkça ‘krallığa giren fazla paranın metaları pahalandırdığını ve onların tüketimini bu yüzden azalttığını’ belirtir. Ama bu onu yine de altın para biriktirilmesini önermekten geri tutmaz (Blaug, 1988: 18). Mun’un İngiliz Doğu Hin-distan Şirketi’nin üst düzey yöneticilerinden biri olduğunu ve onun aynı zamanda ülkeden altın ihracatı kısıtlamalarına karşı mücadele ettiğini de hatırlatmalıyız. Her şeye rağmen bir merkantilist sayılabilecek olan Cantillon13 paranın miktar teorisini hem kendisinden önceki Hume gibi filozoflardan hem de Adam Smith gibi klasikler­den daha ayrıntılı anlatmış biriydi. Yani parasal fazlanın enflasyon yaratacağını ga­yet iyi biliyordu. Ancak buna rağmen para girişini savunmuş, fazla paranın iddihar ve lüks yoluyla sterilize edilebileceğini öne sürmüştür.

Merkantilistlerin konumuz açısından önemini şöyle vurgulayalım: bu akıma ait yazarlar 16. yy.da dünya çapındaki ilk büyük krizin etkileriyle ortaya çıktı; küresel enflasyonun ve ardından gelen fiyat düşüşleri ve parasal darlıkla... Aynı zamanda bu insanlar yeni bir üretim ve toplumsal örgütlenme tarzının kritik bir eşiğinde, büyük bir dönüşümün şafağındaydılar. Bu dönüşümün yarattığı sıkıntılara karşı tıpkı krize kar-şı olduğu gibi el yordamıyla pratik çareler buldular. O dönemde benzeri teoriler çok öncesinden mevcut ve bilinir olmasına rağmen, Ricardovari soyut modeller içlerinde yaşadıkları ve ne olduğunu ancak geçmişin zihni ve dili ile belirsizce kavrayabildikle­ri bir dönüşümün sorunlarını çözmekte hiç yararlı olamazdı. Kendi görüşleri çelişkili olabilirdi çünkü içinde yaşadıkları dönem başlı başına bir çelişkiden ibaretti. Merkan-tilist yazarların dönemi içinde yaşadığımız döneme çok benzemektedir. Önemli bir kriz yaşıyoruz ve bu kriz aslında bir dizi öncü krizin bir anlamda devamı sayılabilir. Elimizdeki hazır teoriler buna karşı etkisiz kalıyor; yeni ve el yordamıyla bir şeyler bulunması gerekli ve üstelik içinde yaşadığımız kapitalist ekonomik ve toplumsal örgütlenme büyük bir dönüşümün içinde; bu dönüşümün tam ne şekilde olacağını da henüz hiç kimse bilmiyor.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri