Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kriz Teorisi Açısından Geçiş Dönemi: John Stuart Mill ve Jevons

John Stuart Mill klasik ekonomi politiğin son büyük temsilcisi olarak aynı za­manda bir sonraki dönemin izlerini taşıyan bir iktisatçıdır. Bu anlamıyla o sadece kriz teorisi açısından değil iktisat teorisi tarihi açısından da geçiş niteliği taşır. Babası James Mill’in ilk kurucuları arasında yer aldığı ve ünlü Say Kanunu’nun üzerinde aslında Mill Kanunu da denilebilecek kadar hakkı bulunan klasik ekonomi politik eko­lünün bir anlamda gerçek kapanışını yapmak da oğul J. S. Mill’e düşmüştür. J. S. Mill’in Principles of Political Economy adlı eseri uzun yıllar akademik dünyada iktisat biliminin temel giriş eseri olarak kabul edildi. Jevons ise yeni bir ekolün, marjinalist iktisadın Walras ve Menger ile birlikte üç büyük kurucusundan biri olarak ilk anda bir geçiş teorisyeni sayılmayabilir. Ancak kriz teorisi açısından bakıldığında sonraki döneme ve önceki döneme ilişki önemli farklılıkları vardır. Ve belki de bu iki iktisatçı-ya geçiş teorisyenlerinden çok ara dönem teorisyenleri demek daha doğru olacaktır. J. S. Mill’e dönecek olursak evvelki klasik iktisatçılarla arasındaki farkı onun genel bolluk (general glut) krizlerini kabulü ile görebiliriz.

“Pek az insan, her yıl bu kadar çok yeni sermaye için yeterli miktarda kazançlı (remunerative) istihdam bulmanın büyük zorluğunu kabulde tereddüt edecek ve çoğu da genel bir bolluk (a general glut) olarak adlandırılan durumun ortaya çıkacağı sonucuna vara-caktır. Yani metalar üretilecek, fakat ya satılmadan kalacak veya ancak bir zarar bahasına satılacaklardır.” (J. S. Mill, 1965: 732)

Daha önce gördüğümüz gibi bu durum Ricardo-Malthus veya Say- Malthus, Sismondi arasındaki tartışmaların bam telidir ve ne Say ne de Ricardo bir genel bol­luğun mümkün olabileceğini asla kabul etmemişlerdi. Fakat J. S. Mill’in, tıpkı politik tutumu gibi (liberal-reformcu ve ılımlı bir sosyalist sayılabilirdi) ekonomi politik için-deki tutumu da garip uzlaşmalar içerir. Bunu yukarıdaki cümlesinin hemen devamın-da bu kez Say Kanunu’nu savunurken görebiliriz.

Yani Mill, hem genel bolluk krizini hem de Say Kanunu’nu kabul etmektedir. Üs­telik Mill’in bir sonraki cümlesi daha da ilginçtir. Bahsettiği zorluk bir sektörel orantı-sızlık meselesinden çok, daha sonra Marx’ın tasvir ettiği şekle benzeyen bir azalan kar oranları teorisidir.

“Gerçekte olacak olan, bu sermayenin, hızlı bir kar oranı azalmasına duçar olmadan istih-dam edilmesinin sadece zor değil fakat olanaksız olmasıdır.” (J. S. Mill, 1965: 732)

J. S. Mill ayrıca krizler konusunda özel olarak çalışmış az sayıdaki klasik ikti-satçıdan biridir. Principles of Political Economy with Some of Their Applications to Social Philosopy adlı kitabı bu konuda önemli bir çalışma olarak tanınır. Zaten ‘Principles’ da da krizler konusuna çok sayıda atıf vardır. J. S. Mill’in krizler ile ilgili düşünceleri üç ayrı unsurdan oluşmaktadır denilebilir. 1. İnsan aklının ve nesillerinin tutumu. 2. Spekülasyon ve bunun sonuçları 3. Azalan kar oranı. Mill’de bunlar adeta birbirini doğuran nedenlerdir. J. S. Mill faiz oranlarındaki dalgalanmalara dikkat çe­ker ve bu dalgalanmaların borç verilebilir fon arz ve talebinden etkilendiğini; dalga-lanmalara daha çok sebep olanın ise fon arzındaki dalgalanmalar olduğunu söyler. Özellikle borç verilebilir fonların (loanable funds) arzının spekülasyonun başlayacağı dönemlere doğru çok arttığını belirtir. Tersine gerileme dönemlerinde ise kimse borç vermek istemez. Spekülatif dönemlerde para ve kredi verenler de işlerini geliştirmek isterler ve kendilerine ait olmayan sermayeleri de kullanarak sermayelerine oranla daha fazla iş yapmaya çalışırlar –ki bu da diğer işadamlarının o dönemdeki tutumla­rına uygundur. Böyle olunca faiz oranı fazlasıyla düşük olarak teşekkül eder. Tersine hızlı geri çekilme (revulsion) dönemlerinde de borç verilebilir arzı düşer; faizler yük-selirken, kimi spekülatif maceraların başarısızlıkla sonuçlanmasının getirdiği haber-ler beraberinde bir paniği tetikler; elde görünüşte bir spekülasyon krizi mevcuttur (J. S. Mill 1965: 641). Fakat bu tek kerelik bir vakıa değildir; dönemsel tekrarları olan, periyodik bir çevrim söz konusudur.

Mill özellikle paniğe götüren süreçte özel bir tür para talebi konusuna dikkat çe­ker. Bu borç ödemek için sermaye değil doğrudan yasal ödeme aracı yani para pe­şinde olan taleptir. Bu para talebi diğer tür para taleplerine göre faiz oranlarını aşırı yükseltici etkilere sahiptir (J. S Mill,1965: 644). Mill böyle durumlarda devletin hızla para basmasının faydasına dikkat çeker. Mill burada yeri geldiğinden olsa gerek Ricardo’dan ve Peel’den kaynaklanan Nakit Ekolü (Currency School) ile Tooke ve Fullarton’un Bankacılık Ekolü ( Banking School) arasındaki tartışmaya atıf yapar. Fiyat artışları para arzının artmasından dolayımıdır yoksa fiyatlar arttığı için mi para arzı artmaktadır. Günümüze kadar uzayan bu tartışmada Normal durumlar için Mill, Tooke ve Fullarton’a daha yakın bir duruş sergiler ancak spekülatif dönemlerde bankerlerin para yaratarak spekülasyonu ve tabi fiyat artışlarını da destekledikleri yönünde ciddi şüpheleri olduğunu da ifade eder (J. S. Mill, 1965: 653). Mill bu dö­nemdeki spekülatörlerin para talebinin de faiz oranlarının artışına etkisine işaret eder. Hele de başarısız spekülatörler ellerindeki malları fiyat artar ümidiyle biraz daha tutabilmek için tıpkı borç ödeme için ne olursa olsun para arayanlar gibi faizin hızlı yükselmesi yönünde etki yaratıcı özel talep türlerinden birini oluşturur. Banker-lerin bu dönemde yeni para yaratmaları da bu tür başarısız spekülasyonların vakitli-ce çözülmesini önleyerek aşırı spekülatif ortamı ve faiz yükselmesini tetikler. Bu süreç ne kadar uzarsa sonraki panik de o kadar keskin olur. Kimi zaman yurt dışı talep vb gibi kimi özel durumlar (örneğin Latin Amerika’daki veya ABD’de İngiliz mal-larına büyük talep olduğu yolunda doğru veya abartılmış kimi iddialar) da bu spekü-lasyon eğilimini artırır. Bütün iş alemi genel olarak daha çok kredi kullanma eğilimi içine girer. Bu spekülasyonlar kimi zaman ılımlı spekülasyonlar olsa da kimi zaman ‘akıldışı’ (irrational) spekülasyonlardır ve genellikle bir ticari krize yol açan hızlı bir gerilemeye (revulsion) yol açarlar (J.S Mill, 1965: 655).

Spekülasyonların kriz yaratıcı etkisini vurgulamasına rağmen aslında Mill’in spekülasyon ve spekülatör hakkındaki tutumu olumludur. Onlar olmasaydı tam tersi­ne fiyatlar konusunda hele de mevsimsel açıdan büyük farklar taşıyan tarımsal ürün-lerde çok daha büyük fiyat dalgalanmaları olurdu. Spekülatörler toplum için faydalı­dır’ der (J. S. Mill, 1965: 706). Spekülatörlerin fiyat yükselttiği iddiasına karşı sadece kendi çabasıyla kıtlık yaratma vb (ihtikar) yoluyla fiyat yükseltmeye çalışan speküla-törün muhtemelen başarısız olacağına değinir. Spekülatör fiyat yükselişinden fayda-lanıyorsa spekülatörün bunu önceden doğru tahmin etmiş olmasındandır. Bu durumda bile spekülatörün kazancı toplumun zararına değil genellikle yanlış tahmin eden spekülatörlerin zararına, onlardan bu spekülatöre bir gelir transferi şeklindedir. Mill, aslında toplum geliştikçe güvensizliğin ve fiyat dalgalanmalarının daha azalacağını öne sürer. Arzdaki ve gerçek (spekülatif olmayan) talepteki hızlı farklı­laşmalar ileri toplumlarda daha azdır. Diğer yandan spekülasyonların büyük çoğun-luğu hakkındaki fikri de belirttiğimiz gibi olumludur. Peki o zaman krizlere götüren şey nedir? Çünkü Mill de kabul etmektedir ki ticari kriz ileri toplumlarda azalmak bir yana üstelik bir de dönemsel nitelik kazanmıştır. Ona göre bunun altında yatan se-bep ise kar oranlarının azalmasıdır.

“Akıldışı spekülasyonla başlayıp bir ticari krizle sona eren bu tür olayların bugüne kadar sa­nayinin gelişimi ve sermayenin büyümesi ile azaldığı söylenemez. Tersine, bunlar, genelde söylendiği üzere artan rekabet nedeniyle daha da artmıştır. Fakat ben (artan rekabet yerine bunların sebebinin –C.A) düşük faiz ve kar oranlarının kapitalistlerin normal ticari karlarıyla tatmin olmayışları olduğunu söylemeyi tercih ederim.” (J. M. Mill, 1965: 709)

J.S. Mill’in kar oranının azaldığı düşüncesi Marx’ı da etkileyecektir. Gelişmiş toplumlarda düşen kar oranlarının sebebini incelemeye başlarken Mill önce Adam Smith’in aynı olguyu o zamandan teşhis etmiş olduğuna ancak bunu rekabetin za­man içinde artmasına bağladığına değinir ki Mill’e göre bu teşhis yanlıştır. Çünkü rekabetten dolayı fiyatlar düşse de eğer bu bütün toplumu etkiliyorsa genel bir fiyat düşüşünden bahsedilmelidir. Bu ise kar oranlarını etkileyecek gerçek anlamda bir düşüş olamaz. Mill’in kitabının ‘Karların bir asgariye Düşme Eğilimi’ başlıklı bu bö­lümünde kar oranlarının düşüşü açıklaması Ricardo’da da görülen verimsiz toprakla­rın zamanla tarıma açılmasıyla diferansiyel rantın artması karın ise azalmasıyla ilgili hususun bir benzeridir. Sermaye birikimi eğer maliyet düşürücü icatlar vb.nin hızın-dan daha fazlaysa giderek kaynaklar daha verimsiz kullanılır. Mill burada çağdaş azalan verimler kanununun ilk formülasyonunu Ricardo’ya göre daha kapsamlı tasvir eder. Yeterli nüfus bulunabilse bile bu fazla ek nüfus giderek verimsiz kullanılacaktır. Ayrıca nüfus artışının sermaye birikiminin hızına yetişememesi de mümkündür zaten o zaman da ücret artışları karları aşağı çekecektir. Ancak Mill’in modern toplum ge-liştikçe ortalama karların düşmesi tezi sadece bunlara dayanmaz. Toplumsal ve ekonomik gelişim ile birlikte genel istikrar ve güvenlik artacak, insanların geleceğe ilişkin kaygıları azalacaktır. Gelecekte büyük değişimler dolayısıyla büyük fırsatlar veya endişeler beklenmediğinden eskiden örneğin Kral John İngiltere’sinde veya geri kalmış ülkelerde yatırım yapma isteğini ortaya çıkarmak için %30-40’lık bir kar oranı gerekli iken kendi döneminin İngiltere’sinde %3-4’lük bir oranın yeterli oldu-ğundan dem vurur (J. S. Mill, 1965: 730). Güvenlik ve gelecek kuşkusunun azalması geleceğe yönelik tasarruf eğiliminin sürmesini sağlarken bu tasarruf oranına uygun kaynaklar giderek azalmaktadır. Tüm bu saydığımız etkenler bir arada ele alındığın-da gelişmiş ülkelerin hele de Amerika gibi geniş bakir toprakları olmayan İngiltere türü eski ülkelerin kaynaklarının verimli kullanımını kısa sürede hızlı sermaye birikimi ile tüketmeleri ve ‘iktisatçıların durağan durum dedikleri bir noktaya gelmeleri’ (J. S. Mill, 1965: 731) kaçınılmaz görünmektedir.

Fakat Mill tıpkı Marx’ın yaptığı gibi bu noktada bahsettiği eğilime karşı duran et-kenleri saymaya girişir. Ve kriz konusu bir kez daha sahneye adımını atar. Mill, bir-çok iktisatçının –Mill burada Sismondi’nin adını özellikle zikreder- en önemli etken olarak gördüğü fazla sermayenin krizlerle yok oluşuna değinir. Gerçi Mill bu iktisatçı­ların tersine bu meselenin abartılmasına karşıdır. Çünkü eğer öyle olsaydı der, ser-mayenin yıllar içinde sürekli artması olgusuna rastlanmazdı (J. S. Mill, 1965: 734). İkinci önemli etken üretim tekniklerinin gelişmesiyle üretim maliyetlerinin ücret artış­larından daha çok düşmesidir. Üçüncü bir etken olarak yurt dışından ucuz ithalat ile yerli hammadde kaynaklarının giderek verimsizleşmesi eğilimi azaltılır. Bir başka etken ise fazla sermayenin daha yüksek kar oranları olan yabancı ülkelerde yatırıma gitmesi yani sermaye ihracıdır. Bu noktada Mill 19. yy ortalarındaki tüm Avrupa kıta­sını daha sonra da Amerika’yı etkisine almış demiryolu spekülasyonlarına değinir. Önemli krizlere yol açmış bu spekülasyonlar hakkında yorumu da ilginçtir. İngilte-re’deki aşırı gibi görünen demiryolu yatırımları sayesinde hiç değilse zaten spekü-lasyona yönelecek ve belki de böylece batacak bu sermaye hiç değilse geride elle tutulabilecek bir şey yani demiryolları bırakmıştır. Avrupa’daki demiryolu inşası çıl-gınlığı da esasen İngiliz sermayesini kendi ülkelerine çekme yolunda bir rekabetin işaretidir (J. S. Mill, 1965: 743).

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri