Kriz Teorisi Açısından Geçiş Dönemi: John Stuart Mill ve
Jevons
John Stuart Mill klasik ekonomi politiğin son büyük
temsilcisi olarak aynı zamanda bir sonraki dönemin
izlerini taşıyan bir iktisatçıdır. Bu anlamıyla o
sadece kriz teorisi açısından değil iktisat teorisi
tarihi açısından da geçiş niteliği taşır. Babası
James Mill’in ilk kurucuları arasında yer aldığı ve
ünlü Say Kanunu’nun üzerinde aslında Mill Kanunu da
denilebilecek kadar hakkı bulunan klasik ekonomi
politik ekolünün bir anlamda gerçek kapanışını
yapmak da oğul J. S. Mill’e düşmüştür. J. S. Mill’in
Principles of Political Economy adlı eseri uzun
yıllar akademik dünyada iktisat biliminin temel
giriş eseri olarak kabul edildi. Jevons ise yeni bir
ekolün, marjinalist iktisadın Walras ve Menger ile
birlikte üç büyük kurucusundan biri olarak ilk anda
bir geçiş teorisyeni sayılmayabilir. Ancak kriz
teorisi açısından bakıldığında sonraki döneme ve
önceki döneme ilişki önemli farklılıkları vardır. Ve
belki de bu iki iktisatçı-ya geçiş teorisyenlerinden
çok ara dönem teorisyenleri demek daha doğru
olacaktır. J. S. Mill’e dönecek olursak evvelki
klasik iktisatçılarla arasındaki farkı onun genel
bolluk (general glut) krizlerini kabulü ile
görebiliriz.
“Pek az insan, her yıl bu kadar çok yeni sermaye
için yeterli miktarda kazançlı (remunerative)
istihdam bulmanın büyük zorluğunu kabulde tereddüt
edecek ve çoğu da genel bir bolluk (a general glut)
olarak adlandırılan durumun ortaya çıkacağı sonucuna
vara-caktır. Yani metalar üretilecek, fakat ya
satılmadan kalacak veya ancak bir zarar bahasına
satılacaklardır.” (J. S. Mill, 1965: 732)
Daha önce gördüğümüz gibi bu durum Ricardo-Malthus
veya Say- Malthus, Sismondi arasındaki tartışmaların
bam telidir ve ne Say ne de Ricardo bir genel
bolluğun mümkün olabileceğini asla kabul
etmemişlerdi. Fakat J. S. Mill’in, tıpkı politik
tutumu gibi (liberal-reformcu ve ılımlı bir
sosyalist sayılabilirdi) ekonomi politik için-deki
tutumu da garip uzlaşmalar içerir. Bunu yukarıdaki
cümlesinin hemen devamın-da bu kez Say Kanunu’nu
savunurken görebiliriz.
Yani Mill, hem genel bolluk krizini hem de Say
Kanunu’nu kabul etmektedir. Üstelik Mill’in bir
sonraki cümlesi daha da ilginçtir. Bahsettiği zorluk
bir sektörel orantı-sızlık meselesinden çok, daha
sonra Marx’ın tasvir ettiği şekle benzeyen bir
azalan kar oranları teorisidir.
“Gerçekte olacak olan, bu sermayenin, hızlı bir kar
oranı azalmasına duçar olmadan istih-dam edilmesinin
sadece zor değil fakat olanaksız olmasıdır.” (J. S.
Mill, 1965: 732)
J. S. Mill ayrıca krizler konusunda özel olarak
çalışmış az sayıdaki klasik ikti-satçıdan biridir.
Principles of Political Economy with Some of Their
Applications to Social Philosopy adlı kitabı bu
konuda önemli bir çalışma olarak tanınır. Zaten
‘Principles’ da da krizler konusuna çok sayıda atıf
vardır. J. S. Mill’in krizler ile ilgili düşünceleri
üç ayrı unsurdan oluşmaktadır denilebilir. 1. İnsan
aklının ve nesillerinin tutumu. 2. Spekülasyon ve
bunun sonuçları 3. Azalan kar oranı. Mill’de bunlar
adeta birbirini doğuran nedenlerdir. J. S. Mill faiz
oranlarındaki dalgalanmalara dikkat çeker ve bu
dalgalanmaların borç verilebilir fon arz ve
talebinden etkilendiğini; dalga-lanmalara daha çok
sebep olanın ise fon arzındaki dalgalanmalar
olduğunu söyler. Özellikle borç verilebilir fonların
(loanable funds) arzının spekülasyonun başlayacağı
dönemlere doğru çok arttığını belirtir. Tersine
gerileme dönemlerinde ise kimse borç vermek istemez.
Spekülatif dönemlerde para ve kredi verenler de
işlerini geliştirmek isterler ve kendilerine ait
olmayan sermayeleri de kullanarak sermayelerine
oranla daha fazla iş yapmaya çalışırlar –ki bu da
diğer işadamlarının o dönemdeki tutumlarına
uygundur. Böyle olunca faiz oranı fazlasıyla düşük
olarak teşekkül eder. Tersine hızlı geri çekilme (revulsion)
dönemlerinde de borç verilebilir arzı düşer; faizler
yük-selirken, kimi spekülatif maceraların
başarısızlıkla sonuçlanmasının getirdiği haber-ler
beraberinde bir paniği tetikler; elde görünüşte bir
spekülasyon krizi mevcuttur (J. S. Mill 1965: 641).
Fakat bu tek kerelik bir vakıa değildir; dönemsel
tekrarları olan, periyodik bir çevrim söz konusudur.
Mill özellikle paniğe götüren süreçte özel bir tür
para talebi konusuna dikkat çeker. Bu borç ödemek
için sermaye değil doğrudan yasal ödeme aracı yani
para peşinde olan taleptir. Bu para talebi diğer
tür para taleplerine göre faiz oranlarını aşırı
yükseltici etkilere sahiptir (J. S Mill,1965: 644).
Mill böyle durumlarda devletin hızla para basmasının
faydasına dikkat çeker. Mill burada yeri geldiğinden
olsa gerek Ricardo’dan ve Peel’den kaynaklanan Nakit
Ekolü (Currency School) ile Tooke ve Fullarton’un
Bankacılık Ekolü ( Banking School) arasındaki
tartışmaya atıf yapar. Fiyat artışları para arzının
artmasından dolayımıdır yoksa fiyatlar arttığı için
mi para arzı artmaktadır. Günümüze kadar uzayan bu
tartışmada Normal durumlar için Mill, Tooke ve
Fullarton’a daha yakın bir duruş sergiler ancak
spekülatif dönemlerde bankerlerin para yaratarak
spekülasyonu ve tabi fiyat artışlarını da
destekledikleri yönünde ciddi şüpheleri olduğunu da
ifade eder (J. S. Mill, 1965: 653). Mill bu
dönemdeki spekülatörlerin para talebinin de faiz
oranlarının artışına etkisine işaret eder. Hele de
başarısız spekülatörler ellerindeki malları fiyat
artar ümidiyle biraz daha tutabilmek için tıpkı borç
ödeme için ne olursa olsun para arayanlar gibi
faizin hızlı yükselmesi yönünde etki yaratıcı özel
talep türlerinden birini oluşturur. Banker-lerin bu
dönemde yeni para yaratmaları da bu tür başarısız
spekülasyonların vakitli-ce çözülmesini önleyerek
aşırı spekülatif ortamı ve faiz yükselmesini
tetikler. Bu süreç ne kadar uzarsa sonraki panik de
o kadar keskin olur. Kimi zaman yurt dışı talep vb
gibi kimi özel durumlar (örneğin Latin Amerika’daki
veya ABD’de İngiliz mal-larına büyük talep olduğu
yolunda doğru veya abartılmış kimi iddialar) da bu
spekü-lasyon eğilimini artırır. Bütün iş alemi genel
olarak daha çok kredi kullanma eğilimi içine girer.
Bu spekülasyonlar kimi zaman ılımlı spekülasyonlar
olsa da kimi zaman ‘akıldışı’ (irrational)
spekülasyonlardır ve genellikle bir ticari krize yol
açan hızlı bir gerilemeye (revulsion) yol açarlar
(J.S Mill, 1965: 655).
Spekülasyonların kriz yaratıcı etkisini
vurgulamasına rağmen aslında Mill’in spekülasyon ve
spekülatör hakkındaki tutumu olumludur. Onlar
olmasaydı tam tersine fiyatlar konusunda hele de
mevsimsel açıdan büyük farklar taşıyan tarımsal
ürün-lerde çok daha büyük fiyat dalgalanmaları
olurdu. Spekülatörler toplum için faydalıdır’ der
(J. S. Mill, 1965: 706). Spekülatörlerin fiyat
yükselttiği iddiasına karşı sadece kendi çabasıyla
kıtlık yaratma vb (ihtikar) yoluyla fiyat
yükseltmeye çalışan speküla-törün muhtemelen
başarısız olacağına değinir. Spekülatör fiyat
yükselişinden fayda-lanıyorsa spekülatörün bunu
önceden doğru tahmin etmiş olmasındandır. Bu durumda
bile spekülatörün kazancı toplumun zararına değil
genellikle yanlış tahmin eden spekülatörlerin
zararına, onlardan bu spekülatöre bir gelir
transferi şeklindedir. Mill, aslında toplum
geliştikçe güvensizliğin ve fiyat dalgalanmalarının
daha azalacağını öne sürer. Arzdaki ve gerçek
(spekülatif olmayan) talepteki hızlı farklılaşmalar
ileri toplumlarda daha azdır. Diğer yandan
spekülasyonların büyük çoğun-luğu hakkındaki fikri
de belirttiğimiz gibi olumludur. Peki o zaman
krizlere götüren şey nedir? Çünkü Mill de kabul
etmektedir ki ticari kriz ileri toplumlarda azalmak
bir yana üstelik bir de dönemsel nitelik
kazanmıştır. Ona göre bunun altında yatan se-bep ise
kar oranlarının azalmasıdır.
“Akıldışı spekülasyonla başlayıp bir ticari krizle
sona eren bu tür olayların bugüne kadar sanayinin
gelişimi ve sermayenin büyümesi ile azaldığı
söylenemez. Tersine, bunlar, genelde söylendiği
üzere artan rekabet nedeniyle daha da artmıştır.
Fakat ben (artan rekabet yerine bunların sebebinin
–C.A) düşük faiz ve kar oranlarının kapitalistlerin
normal ticari karlarıyla tatmin olmayışları olduğunu
söylemeyi tercih ederim.” (J. M. Mill, 1965: 709)
J.S. Mill’in kar oranının azaldığı düşüncesi Marx’ı
da etkileyecektir. Gelişmiş toplumlarda düşen kar
oranlarının sebebini incelemeye başlarken Mill önce
Adam Smith’in aynı olguyu o zamandan teşhis etmiş
olduğuna ancak bunu rekabetin zaman içinde
artmasına bağladığına değinir ki Mill’e göre bu
teşhis yanlıştır. Çünkü rekabetten dolayı fiyatlar
düşse de eğer bu bütün toplumu etkiliyorsa genel bir
fiyat düşüşünden bahsedilmelidir. Bu ise kar
oranlarını etkileyecek gerçek anlamda bir düşüş
olamaz. Mill’in kitabının ‘Karların bir asgariye
Düşme Eğilimi’ başlıklı bu bölümünde kar
oranlarının düşüşü açıklaması Ricardo’da da görülen
verimsiz toprakların zamanla tarıma açılmasıyla
diferansiyel rantın artması karın ise azalmasıyla
ilgili hususun bir benzeridir. Sermaye birikimi eğer
maliyet düşürücü icatlar vb.nin hızın-dan daha
fazlaysa giderek kaynaklar daha verimsiz kullanılır.
Mill burada çağdaş azalan verimler kanununun ilk
formülasyonunu Ricardo’ya göre daha kapsamlı tasvir
eder. Yeterli nüfus bulunabilse bile bu fazla ek
nüfus giderek verimsiz kullanılacaktır. Ayrıca nüfus
artışının sermaye birikiminin hızına yetişememesi de
mümkündür zaten o zaman da ücret artışları karları
aşağı çekecektir. Ancak Mill’in modern toplum ge-liştikçe
ortalama karların düşmesi tezi sadece bunlara
dayanmaz. Toplumsal ve ekonomik gelişim ile birlikte
genel istikrar ve güvenlik artacak, insanların
geleceğe ilişkin kaygıları azalacaktır. Gelecekte
büyük değişimler dolayısıyla büyük fırsatlar veya
endişeler beklenmediğinden eskiden örneğin Kral John
İngiltere’sinde veya geri kalmış ülkelerde yatırım
yapma isteğini ortaya çıkarmak için %30-40’lık bir
kar oranı gerekli iken kendi döneminin
İngiltere’sinde %3-4’lük bir oranın yeterli oldu-ğundan
dem vurur (J. S. Mill, 1965: 730). Güvenlik ve
gelecek kuşkusunun azalması geleceğe yönelik
tasarruf eğiliminin sürmesini sağlarken bu tasarruf
oranına uygun kaynaklar giderek azalmaktadır. Tüm bu
saydığımız etkenler bir arada ele alındığın-da
gelişmiş ülkelerin hele de Amerika gibi geniş bakir
toprakları olmayan İngiltere türü eski ülkelerin
kaynaklarının verimli kullanımını kısa sürede hızlı
sermaye birikimi ile tüketmeleri ve ‘iktisatçıların
durağan durum dedikleri bir noktaya gelmeleri’ (J.
S. Mill, 1965: 731) kaçınılmaz görünmektedir.
Fakat Mill tıpkı Marx’ın yaptığı gibi bu noktada
bahsettiği eğilime karşı duran et-kenleri saymaya
girişir. Ve kriz konusu bir kez daha sahneye adımını
atar. Mill, bir-çok iktisatçının –Mill burada
Sismondi’nin adını özellikle zikreder- en önemli
etken olarak gördüğü fazla sermayenin krizlerle yok
oluşuna değinir. Gerçi Mill bu iktisatçıların
tersine bu meselenin abartılmasına karşıdır. Çünkü
eğer öyle olsaydı der, ser-mayenin yıllar içinde
sürekli artması olgusuna rastlanmazdı (J. S. Mill,
1965: 734). İkinci önemli etken üretim tekniklerinin
gelişmesiyle üretim maliyetlerinin ücret
artışlarından daha çok düşmesidir. Üçüncü bir etken
olarak yurt dışından ucuz ithalat ile yerli hammadde
kaynaklarının giderek verimsizleşmesi eğilimi
azaltılır. Bir başka etken ise fazla sermayenin daha
yüksek kar oranları olan yabancı ülkelerde yatırıma
gitmesi yani sermaye ihracıdır. Bu noktada Mill 19.
yy ortalarındaki tüm Avrupa kıtasını daha sonra da
Amerika’yı etkisine almış demiryolu
spekülasyonlarına değinir. Önemli krizlere yol açmış
bu spekülasyonlar hakkında yorumu da ilginçtir.
İngilte-re’deki aşırı gibi görünen demiryolu
yatırımları sayesinde hiç değilse zaten spekü-lasyona
yönelecek ve belki de böylece batacak bu sermaye hiç
değilse geride elle tutulabilecek bir şey yani
demiryolları bırakmıştır. Avrupa’daki demiryolu
inşası çıl-gınlığı da esasen İngiliz sermayesini
kendi ülkelerine çekme yolunda bir rekabetin
işaretidir (J. S. Mill, 1965: 743).
|