|
Küresel
Kriz Ortamında Türk Tarım Sektörünün Durumu ve Hollanda
Örneği
Dar anlamıyla
tarım, arazide ekim, dikim, bakım ve yetiştirme
yollarıyla bitki, hayvan ve hayvansal ürünler
üretilmesine ya da bu ürünlerin üreticileri
tarafından işlenip değerlendirilmesi faaliyetlerini
kapsar. Bu faaliyetlere çiftçilik adı verilmektedir.
Tanım içinde yer alan bütün iktisadi faaliyetler
aynı küme tarafından,
daha açık
bir söyleyişle, tarımsal üretici ya da çiftçi olarak
nitelenen ve sınıflanan nüfus tarafından
gerçekleştirilmektedir. Tarımcı nüfus kavramının,
özellikle Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda,
başta istihdam olmak üzere çeşitli ekonomik ve
toplumsal analiz ve politikalar açısından taşıdığı
önem ortadadır. (Aruoba, 1992: 30)
İktisadi kalkınmada tarım sektörü diğer sektörlerin
gelişmesinden önce kalkınmış, ikinci ve üçüncü
sektörlerin gelişmesinde yardımcı olmuştur. Az
gelişmiş ekonomilerde tarım sektörünün önemi milli
gelirin terkibinde tarım sektörünün büyüklüğünden ve
faal nüfusun büyük çoğunluğunun tarım sektöründe
çalışmasından ve yaşamasından ileri gelir. Az
gelişmiş ekonomiler iktisadi kalkınmalarını dengeli
bir şekilde yürütebilmek için, sanayileşmelerine
paralel olarak tarım sektörünü de geliştirmek,
tarımsal ürünlerini çeşitlendirmek ve artırmak
zorundadırlar. Çünkü dengeli kalkınmada tarım
sektörünün üzerine düşen fonksiyonlar vardır. (Türk,
1994: 249)
Cumhuriyetin ilk yıllarında
tarımı geliştirme yönünde nitelikli tohum, damızlık,
fide ve fidan yetiştirip çiftçiye dağıtmak üzere,
hazine arazisi üzerine devlet sermayesiyle örnek
çiftlikler kurulmuş, Ankara’daki Gazi Orman
Çiftliği’nin kurulmasında bizzat Atatürk işin
başında bulunmuştur. (Tokgöz, 1992: 8)
Tarım
sektörü bir yandan varmış olduğu ve yakın gelecekte
sürdüreceği üretim düzeyi ve artışı ile gelişmenin
temel dayanaklarından biri olmayı sürdürürken bir
yandan da önemli toplumsal sorunlara kaynaklık
etmeye devam edecektir. (Aruoba ve Alpar, 1992: 2)
Sosyal alanda yapılacak
reformların başında toprak ve tarım reformu
gelmektedir. Bu reformlar sayesinde topraksız çiftçi
toprağa kavuşturularak tarımsal üretimin
organizasyonu ve teknolojisi değiştirilerek
modernleştirilir. Ekonomik kaynakların irrasyonel
kullanımı yani israfı önlenir. Üstelik tarım
sektörünün iktisadi kalkınmanın finansmanına
katılması sağlanır. (Türk, 1994: 226)
Türkiye’de
tarımı destekleme politikaları; ürün bazında taban
ve tavan fiyatlarının belirlenmesi ve destekleme
alımları, girdi ve ürün bazında sübvansiyonlar ve
2000’li yıllarda uygulanmaya başlanan doğrudan gelir
desteği olarak sıralanabilir. 1988’den sonra, içinde
bulunulan dönemdeki uygun piyasa koşulları ve
yeterli iç ve uluslar arası talep göz önünde
tutularak, ayçiçeği, fındık,
kuru incir,
çekirdeksiz üzüm ve Antep Fıstığına yönelik
destekleme uygulamaları kaldırılmıştır. (Aruoba,
1992: 44)
Türkiye’de
tarım sektörüyle ilgili politikalarda temel amaç hep
öncelikle toplam üretim artışına yönelik
olagelmiştir. Tarımın önde gelen özelliği içinde
bulunduğu ikili yapı olarak gösterilebilir. Sektör
içinde, bir yanda gelişmiş, teknolojik olarak ileri
ve ilerlemeye devam eden, piyasa için üretim yapan,
piyasa ve fiyat hareketlerine duyarlı bir kesim ile
birlikte, geleneksel üretim teknolojileri çemberini
kıramamış, genellikle ekonomik üretim yapmaya
elvermeyecek kadar küçük toprak parçaları üzerinde
üretim yapan, piyasa ile ilişkileri göreli olarak
zayıf ve fakir bir kesim varlığını sürdürmektedir. (Aruoba,
1992: 47)
Türkiye’de
tarım sektörü gayri safi milli hasıla içinde
yaklaşık olarak % 20 oranında bir paya sahiptir.
Türkiye ihracatının % 20’sini tarım ürünleri
oluşturmakta, faal nüfusun % 50’sine yakın bir kısmı
tarım sektöründe çalışmaktadır. Türkiye içinde
bulunduğu aşamada kendi kendine yetme dönemini
geride bırakmıştır. İyi düşünülmüş ve hazırlanmış
bir tarım politikası sonunda Türkiye’de tarım
sektöründeki büyüme süreklilik ve kararlılık
gösterebilir. Üstelik Türkiye’nin coğrafi konumu
ihracat pazarlarına uygun bir yerdedir. Bu nedenle,
Türkiye dünya ticaretinde talebi artan, fiyatları
kararlılık gösteren ve uzun dönemde ticaret hadleri
yükselen tarım ürünlerinin üretiminin artırılmasına
ağırlık ve önem vermesi bir zorunluluk olarak ortaya
çıkmakta, üstelik böyle bir politika Türkiye’nin
sanayileşmesi için tarıma dayalı sanayileşmeyi de
beraberinde getirmektedir. Gelişen ekonomilerde
tasarruf açığını kapamak tarım sektörünün geleneksel
bir fonksiyonu olmuştur. (Türk, 1994: 251-252)
2002-2007 yılları
arasında yılda ortalama % 7’ye yaklaşan büyüme oranı
2008 yılında % 1’e gerilemiştir. Küresel kriz
Türkiye Ekonomisi’ni etkilese de tarım sektörünün
kalıcı sorunları temel olarak tarımda toprak,
sermaye, işgücü ve bilgi kullanım şeklinden
kaynaklanmaktadır. Çiftçinin kısa dönemde bile
üretim planlamasına yardımcı olabilecek tutarlı bir
politika çerçevesi hala oluşturulamamıştır. Ekim
yapacak, sürü genişliğini değiştirmeyi düşünen
çiftçinin bütçeden destek alıp almayacağı, alacak
ise miktarı ve zamanlaması belirsizdir. Tarımda
rekabet edilen ülkelerin çiftçileri en azından bu
tür bir belirsizlikle
uğraşmazlar.
Tarım politikaları değişebilir, ancak istikrar
esastır ve değişikliğe uyum göstermek için çiftçiye
imkân tanınır. (Çakmak, 2009: 1)
GSYİH’de
tarımın payı hızla azalmaktadır. Son kırk yılda
tarımsal katma değerin yıllık ortalama büyüme oranı
% 1,3’tür. Bu oran nüfus büyüme oranının altında
kalmaktadır. 2002-2007 yılları arasında GSYİH yılda
ortalama 6,8 büyürken, tarımsal katma değer % 1,8
büyümüştür. Tarım hala toplam istihdamın dörtte
birini sağlamaya devam etmektedir. Ancak mutlak
istihdamın hızla azaldığı tarım sektöründe işsizlik
oranı artmaktadır. (Çakmak, 2009: 2)
Küresel
ekonomik kriz dünya gelirlerinde daralmaya neden
olmakla birlikte enerji fiyatları ve döviz kuru
üzerinde baskı oluşturmaktadır. Döviz kurundaki
eğilim yurtdışındaki gelişmelerin yanında yurtiçinde
izlenen makro politikalarla da yakından ilişkilidir.
Süregelen dış ticaret politikasında, dış dünya
gelirlerindeki düşüş gelir hassasiyeti yüksek
ürünlerden meyve sebze ihracatı yapan Türkiye’nin
ihracatını olumsuz etkilemektedir. Dünya mal
fiyatlarının zirveyi gördüğü 2008’in ilk çeyreğinde
fiyat artışları iç piyasaya yansımış ve dünya makası
daralmıştır. Buna karşın dünya fiyatları düşüşe
geçtiğinde, iç fiyatlardaki düşüş aynı şiddette
olmamış, 2009’un ilk çeyreği itibariyle fiyat makası
açılmaya başlamıştır. (Çakmak, 2009: 3)
Ülkemizde nüfusun büyük kısmının istihdam edildiği
tarım sektöründe çalışanların eğitim olanaklarından
yararlanma düzeyleri de son derece düşüktür. (İçli,
2001: 68)
Kırsal
alandaki işgücünün tarım dışı alanlarda iş bulma
olanağının zayıf olması,
tarım işçilerinin donanım ve yetenek itibariyle
sanayi ve hizmet sektöründe çalışmaya elverişli
olmaması, aile fertlerinden hangilerinin kırsal
üretim dışına çıkarılacağı sorunu ve geleneksel
toprağa bağlılık kültürü kırsal alanda az sayıda
işçi ile yapılabilecek işlerin çok sayıda işçi ile
yapılmasına, yani gizli işsizliğe yol açmaktadır.
Gizli işsizler işsizlik istatistiklerinde yer
almadıkları için tarım kesimindeki işsizlik oranı
düşük çıkmaktadır. Kırsal alandaki gizli işsizlerin
işten çıkarılması varsayımı altında kırsal alanda da
tıpkı kentsel alandaki kadar işsizlik olacağı kabul
edilirse Ülkemizdeki işsizlik oranı yükselecektir.
(Demir ve Bakırcı, 2005: 2)
Az gelişmiş
ülkeler ihraç edecek başka malları olmadığından
ürettikleri tarım ürünlerini ihraç etmek
zorundadırlar. Türkiye’nin kısa dönemde ve yakın
gelecekte ihracatında tarım ürünlerinin payı önemli
olacaktır. Türkiye tarımsal üretimini, dünya
ticaretinde talebi artan ve dünya
ticaretinde talebi kararlılık gösteren ürünler
lehine artırmalı ve ihraç edilebilir bir fazla
yaratmalıdır. Türkiye sanayileşirken gelir esnekliği
ve katma değeri yüksek malların imalatına doğru
yönelmelidir. (Türk, 1994: 255)
Ülkemizde tarım kesimi döviz girdi ihtiyacı ve
sermaye unsurları gereği az olan bir üretim dalıdır.
Başka bir ifade ile tarım kıt girdileri az
kullanarak döviz kazanan bir sektördür. Teknik
deyimle tarım az dövize gerek duyan ve buna nispetle
çok döviz kazanan bir sektördür. Sektörel yapının
tarım, sanayi ve hizmetler sektörü arasında yüzlerle
ifade edilen kesin rakamlar yerine, ekonomik
büyümeye hız veren, sektörler arası finansman
dengesini sağlayan ve ekonominin kıt girdilerini az
kullanan, fakat onu çok kazanan, değişen şartlara
uyabilen yumuşaklığa sahip olması yararlıdır.
(Kılıçbay, 1992: 245)
Hollanda nispeten küçük
toprak alanı ve yoğun nüfusu ile kişi başına düşen
alan açısından küçük bir ülkedir. Ancak, tarımda
kullanılan ileri teknolojiler ülkeyi Avrupa’nın en
önemli tarım ürünü ihracatçılarından ikincisi
durumuna getirmiştir. Tarım işletmelerinin çoğunluğu
çok küçüktür ve yaklaşık olarak 20 hektar
civarındadır. Ancak, sermaye yoğun ve modern
teknikler kullanılmaktadır. (Görgün, 2010: 14)
2009 yılı
verilerine göre Hollanda tarım sektörünün GSYİH’ye
katkısı % 2,1 oranında olup, bu oran halen pek çok
Avrupa ülkesi ortalamasının üzerindedir. ABD ve
Fransa’dan sonra dünyadaki üçüncü büyük tarım
ürünleri ihracatçısı konumundadır. Hollanda süt
ürünleri, et ürünleri, çiçek ve çiçek soğanları
ihracatında dünyadaki lider ülkeler arasındadır.
Tarımsal üretimin yaklaşık % 60’ı ihraç
edilmektedir. Toplam alanın % 69’u tarımsal üretime
ayrılmıştır. Hayvancılık (besi ve süt), et ve
yumurta sektörü üretimde yaklaşık % 50’lik bir payla
önde gelmektedir. Hollanda, yaklaşık 11 milyar kg.
yıllık süt üretimiyle dünya birincisidir; bu
miktarın yarısı peynir üretiminde kullanılmaktadır.
(Görgün, 2010: 14)
AB’nin
Ortak Tarım Politikası çerçevesinde vermekte olduğu
fiyat destekleri ve ihracat sübvansiyonlarında 1992
yılından itibaren yapılmaya başlanılan kesintiler
nedeniyle, 1990’lı yıllardan bu yana hızla gelişen
diğer bir üretim alanı da organik üretimdir.
Hollanda; 2010 yılında tarım yapılan toplam alanın %
10’unun organik tarıma ayrılmış olmasını
hedeflemektedir. Bu hedeflere ulaşmak üzere,
sektörde
işletme
yönetimi ve satış altyapısını iyileştirmek ve
fiyatları diğer ürünlerle rekabet edebilir hale
getirmek üzere çalışmaktadır. (Görgün, 2010: 14)
Türk
tarımında üretim açısından darboğazın hayvancılık,
özellikle kırmızı et ve süt üretimi konularında
sürdüğü gözlenmektedir. (Aruoba, 1992: 48)
1988-1997 döneminde
tarım sektörünün istihdam içindeki payı yılda
ortalama yüzde 1,2 azalırken, 1998-2007 döneminde
aynı oran yüzde 4,9’dur. İstihdamın sektörel
dağılımı incelendiği zaman, üretim yapısındaki
dönüşüme paralel olarak tarım sektöründe istihdam
edilenlerin oranının hızla düştüğü; sanayi ve
hizmetler sektöründe istihdam edilenlerin oranın ise
yükseldiği gözlemlenmektedir. 1998 yılında toplam
istihdam içerisinde tarım, sanayi ve hizmetler
sektöründe istihdam edilenlerin oranı sırasıyla %
42,5; 17,7 ve 41,4 düzeyindeyken 2007 yılında bu
oranlar sırasıyla 26,4; 19,7 ve 53,8 olarak
gerçekleşmiştir. İstihdam edilen kişilerin sayısına
bakıldığında da aynı eğilim gözlemlenmektedir. 1998
yılında tarım, sanayi ve hizmetler sektöründe
istihdam edilen kişi sayısı sırasıyla 9.039, 3.727
ve 9.017 bin kişi iken 2007 yılında aynı sayılar
sırasıyla 5.969, 4.460 ve 12.153 bin kişi olarak
gerçekleşmiştir. Yani bu dönemde sanayi ve hizmetler
sektöründeki istihdam sırasıyla yılda ortalama % 2
ve % 3,4 oranında artmışken, tarım sektörü istihdamı
yılda ortalama % 4,5 oranında azalmıştır. Bu durum,
tarım sektöründeki hızlı çözülmeyi ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla, işsizlik oranının yüksek
kalmasını sanayi ve hizmetler sektörünün tarım
sektöründeki çözülmeden kaynaklanan işsizlik
baskısını hafifletebilecek derecede iş alanı
yaratamamış olmasıdır. Tarım sektöründe kayıt
dışılığın çok yüksek olması, tarım sektörünün
çözülmesine bağlı olarak düşecektir. (Erten, 2009:
18-19)
Yapılan
özelleştirmelerle (TZDK, TİGEM, EBK, SEK, TZB) kamu
sektörünün girdi üretme ve sağlama, çıktı
piyasalarını düzenleme gücü yok edilmiş, tarımsal
kamu yönetiminin işlevsizleştirilmesiyle üretici,
çokuluslu şirketlerle karşı karşıya bırakılmıştır.
2005 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün
kapatılmasıyla, arazi toplulaştırma, drenaj, toprak
koruma, gölet, yeraltı ve yer üstü suyu sulaması
yatırımlarının yürütülmesi konusunda ek önlemler
alınması gereksinimi ortaya çıkmıştır. Ülkemizde
hayvancılık işletmeleri genellikle küçük olup, birim
hayvan başına elde edilen verimler düşük, yem
bitkileri üretimi yetersiz ve suni tohumlama sayısı
uluslar arası ortalamaların altındadır. Hayvan
başına verimlerin yükseltilerek,
hayvancılık
üretiminin artırılması amaçlanmasına karşın,
ilerleme sağlanamamıştır. Tarım sektörünün ülkemiz
kırsal alanının hemen tek ekonomik getiri kaynağı
olduğu düşünüldüğünde, tüm bu süreç, yoksulluğa
neden olmuştur. Tarımda yeni bir vizyon
benimsenmesi, sanayiye de ivme kazandıracaktır.
(Sönmez, 2010: 12)
Ankara Ticaret Odası’nın
tarım raporuna göre 15-20 yıl öncesine kadar
dünyanın tarımda kendi kendine yeten 7 ülkesinden
biri olan Türkiye, bugün 100’ü aşkın ülkeden tarım
ürünleri ithal etmektedir. Yunanistan’ın
yüzölçümünün yaklaşık iki katı büyüklüğünde tarım
alanına sahip olan Türkiye, Yunanistan ve ABD’den
pamuk, Rusya’dan buğday, Fransa’dan arpa, Mısır’dan
pirinç, Ukrayna’dan mısır, Sri Lanka’dan çay,
İtalya’dan bakla; Çin’den sarımsak, Panama’dan muz,
Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek ithal
edilmektedir. Ülkemizin tarım alanlarının büyüklüğü,
Lüksemburg’un yüzölçümünün 95 katı büyüklüğünde,
İngiltere’nin ise yüzölçümüne eşit, Danimarka’nın
5,6 katı, Hollanda’nın ve İsviçre’nin 5,9 katı
büyüklüğünde tarım alanına sahip olan Türkiye, her
yıl Hollanda büyüklüğünde tarım alanını nadasa
bırakmaktadır. (ATO Tarım Raporu, 2010)
1980’lerin
başında Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatı 2 milyar
dolar seviyesinde iken, ithalatı sadece 50 milyon
dolar civarındaydı. 30 yıl sonra gelinen noktada ise
tarım ürünleri ihracatı 4,3 milyar dolar, ithalatı
ise 4,5 milyar dolara ulaşmıştır. 30 yılda tarım
ürünleri ihracatı iki katına çıkarken ithalat 90 kat
büyümüştür. (ATO Tarım Raporu, 2010)
|