Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Makro İktisat Okulları

Tarihi çok daha eski dönemlere götürülebilse de, bir bilimsel disip­lin olarak iktisadın tarihi için en genel kabul gören başlangıç, 18.yy'ın ikinci yarısıdır. Daha kesin tarihleme olarak genelde A. Smitli'in Ulus­ların Zenginliği kitabının yayım yılı olan 1776 verilir. iktisat bu baş­langıç tarihinden beri önemli evrimler geçirmiş, birçok disiplin içi tar­tışmaya konu olmuştur. Bu tartışmalarda esas parçalanma Makro İkti­sadi sorunlar sebebiyledir.

İktisat biliminin tarihi başlangıçtan günümüze doğru ele alınırken, bu tarih, belirli okulların egemenlikleri dönemlerine ad vermeleri şek­linde tahlile tabi tutulmaktadır. Mesela klasik dönem, neoklasik dö­nem gibi. Burada iki temel sorun ortaya çıkmaktadır. Birincisi, belirli bir döneme egemen addedilen yaklaşıma hangi kıstaslar çerçevesin­de 'okul' vadı verilmektedir. İkincisi de incelenen tarihe bakışta daha çok hangi okulun zaviyesinden bakılmaktadır. Çünkü buna göre tarih kurgusu değişebilmektedir.

İktisat bilimi tarihi ele alınırken belirli dönemlendirmelerin yapılması, belirli okullardan bahsedilmesi büyük ölçüde sosyolojik bir pers­pektife dayanmaktadır. İktisatta belirli bir görüş veya akımın "okul" olarak addedilmesinin anlamı; belirli bir yaklaşımı savunan çok sayıda

iktisatçının mevcudiyetini, bir veya birden çok derginin etrafında top­lanmayı, belirli üniversitelerde yoğunlaşma ve destek görmeyi ifade etmektedir. Elbetteki tüm bunlardan önce genel hatlarıyla ortak sayı­labilecek rasyonel teorik bir zeminin mevcudiyeti gerekmektedir.

'Okul'un ortaya çıkışı ve etkinliğinin, konjonktüre de bağlı olduğu­nu unutmamak gerekir. Mesela Keynesgil iktisadın okullaşabilmesi da­ha çok 1929 iktisadi krizi sonrası son derece elverişli bir siyasal kon­jonktür yakalamasıyla yakından alakalıdır.

İkinci sorunsa, okullardan bahsedilirken ve iktisat biliminin tarihi ele alınırken, bu okulların hangi öncelik sırasına göre ele alınacağı be­lirlenirken, ne tür bir yol izleneceğidir. Bu konuda iki temel tutumdan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi ortodoks yaklaşım, ikincisi de hete­radoks yaklaşımdır.

Ortodoks yaklaşım hakim yaklaşımdır ve iktisat biliminin tarihini bu zaviyeden, yani neoklasik okul perspektifinden okur. Heteradoks yak­laşım ise genelde ortodoksinin muhalifi olan okulların yaklaşımlarını adlandırmak için kullanılır. Heterodoks okullar bu yüzden ortodoks ne­oklasik yaklaşımın okul kapsamına ve ilgi sahasına pek girmezler. Bu durum iktisat politika uygulamaları bakımından da geçerlidir. 

Bu yüzden iktisat okullarını daha tasviri bir yolla ele almak için or­todoksi - heterodoksi tasnifine tabi tutmak uygun görünmektedir. Bu okulların görüşleri metinde iktisat politikaları açısından yeri geldikçe serdedilmiştir. Burada yapılacak olan bir toplu değerlendirme ve dü­şünce temellerine işaretten ibarettir.

 

Ortodoks iktisat Okulları

Ortodoks İktisat okullarından kasıt halihazırda sosyolojik anlamıy­la hakim yaklaşımdır. Bu okullara hem merkez, hem de hakim para­digmayı oluşturduğundan ortodoksi sıfatı verilmektedir. Aynı zamanda literatürde anaakım (mainstream), hakim (dominant) yaklaşım adlarıy­la da anılır. 

İktisat biliminde ortodoksiyi neoklasik paradigma oluşturur. Neok­lasik yaklaşım merkezli bir bakıştan iktisat bilimi tarihinde ele alınan okullar da bu yaklaşım temelli okullar olmaktadır. Buna göre iktisat bi­limi, klasik iktisat okulundan başlayarak (çoğu zaman çok daha önce­den başlatılır) günümüze kadar merkezi paradigma temelinde doğru­sal ilerleyen bir çerçeve çizmiştir. Bu gelişme tarihe bakışla da yakından alakahdır. Ortodoksinin Felsefi temelini Kartezyen düşünce oluşturmaktadır.

Bu bölümde neoklasik paradigma temelli belli başlı okullar sırasıyla ve genel hatlarıyla ele alınacaktır. 

a) Klasik iktisat Okulu 

     Profesyonel anlamıyla iktisat biliminin tarihi bu okulla başlatılır. Başlangıç tarihi olarak A. Smith'in Ulusların Zenginliği kitabını yayın­ladığı 1776 yılı kabul edilmektedir. 

Okulun ve aslında iktisat biriminin ortaya çıkışı İngiltere'de vuku­bulmuştur. İngiltere aynı dönemde sanayi devrimine de şahitlik et­mektedir. Dolayısıyla ayrı bir alan olarak iktisadi alanın incelenmeye başlanmasıyla bu toplumsal altyapının bir ilişkisi olduğu gözden kaçı­rılmamalıdır. 

A. Smith' in okula katkıları doğal bir düzenin varlığına ilişkin Sko­lastik yaklaşımı, Newtoncu mekanistik Fiziğin imkanlarıyla birleştirip iktisadi hayatta göstermenin yollarını aramasındadır. Toplumdaki bi­reylerin çıkarcılıkları bu yolla tüm toplumun refahını artıran bir meka­nizmaya hizmet etmektedir. 

Klasik İktisat Okulunun diğer iki önemli ismi Ricamo ve W.S. Mill' dir. Ricardo, daha sonra gelişecek olan neoklasik okulun da öncüsü sayılabilecek soyutlama temelli bir sistem kurdu. İktisatta matematiksel­leşmenin ilk temellerinin Ricardo tarafından atıldığı söylenebilir. Ricar­do'nun en önemli teorik katkılarının, rant kanunu, mukayeseli üstünlük­ler ve emek-değerin daha sağlıklı bir formülasyonu olduğu söylenebilir. 

b) Neoklasik iktisat, Neo Klasik İktisatçılar

1870'li yılların başında ortaya çıkmış ve o günden bu yana iktisat biliminin merkezi paradigmasını oluşturmuştur. Hatta bu öylesine güçlü bir hakimiyettir ki, günümüzde iktisat dendiğinde anlaşılan ne­oklasik paradigma eksenli bir bilimdir.

Neoklasik iktisat, klasik iktisattaki emek - değer teorisini ve dola­yısıyla onun getirdiği bir sürü sorunu bir kenara bırakarak, kendi için­de daha tutarlı, matematikselleşmeye ve soyutlamaya çok daha uygun fayda değer teorisini ikame etmiştir. Bu, gerçekten de iki okul arasın­daki en temel kopuş noktasıdır. Bu yüzden neoklasik iktisat okuluna 'marjinalistler' adı da verilmektedir. 

İktisadın meşhur "kıt kaynakların etkin dağıtılmasıyla maksimum fayda elde etmenin yolunu araştıran bilim olduğu tanımı da bu dö­nemde literatüre girmiştir. Dolayısıyla neoklasiklerin temeli rasyonali­te (rasyonel homoeconomicus) ve maksimum fayda unsurlarından oluşmaktadır.

 İktisat biliminin merkezi analiz konusu klasik iktisattaki bölüşüm­den, neoklasik iktisatta seçime (sınırsız ihtiyaçlara maksimum fayda temin edecek rasyonel bir seçim), yine klasik iktisadın uzun dönemi ve makro ölçekleri hesaba katan analizleri, mikroanalize ve kısa dö­neme kaymıştır. 

c) Keynesci iktisat 

J.M. Keynes, 1929 yılında Amerika'da ortaya çıkıp tüm dünya ekonomisine yayılan büyük krizin ertesinde, mikro temelli neoklasik denge yaklaşımının yetersizliğini ortaya koyarak, 1936 yılında İngil­tere de yayınladığı 'Genel Teori' kitabıyla iktisatta analiz temelinin tekrar makro analize kaymasına sebep olmuştur. 

Keynes' in temel katkısı ekonominin kendi iç dinamikleriyle he! zaman tam istihdam dengesini bulabileceğine dair neoklasik yargıyı reddetmesindedir. Keynes'e göre ekonomi tam istihdamın altında bir noktada da (yani işsizliğin mevcudiyeti durumunda da) bir denge bu­labilir ve kendi dinamikleriyle tam istihdama gelmesi sözkonusu olma­yabilir. böyle bir durumda kaçınılmaz olarak devletin harcamaları ar­tırmak yoluyla müdahalesi gerekir ki, ekonomi tam istihdam dengesi­ne doğru hareket edebilsin. 

Keynes'in bir diğer katkısı da para teorisine olmuştur. Klasik ve neoklasik iktisadın muamele amaçlı para talebi yaklaşımlarına, tüm bir parasal kesim-reel kesim ilişkilerini etkileyecek olan, spekülasyon saikiyle para talebini de eklemiştir. 

Yalnız buraya kadar çizilen keynesci şemanın, Keynes'in çıkışına yönelik yaklaşımlardan sadece birisi olduğunu eklemek gerekiyor. Bu çizilen Keynes tablosu, Neo Keynesci yaklaşım olarak bilinen ve ne­oklasik mikro paradigma temelinde Keynesci makro yaklaşımı içsel­leştiren bir yaklaşımdır. Hicks 'in temelini attığı, IS-LM analizleriyle formüle edilen ve Neo keynesci yaklaşım olarak ortodoks okullar için­de yerini alan bu okul dışında, daha muhalif Keynesci yaklaşımlar da vardır ki, bunlardan birisi olan Post-Keynescilerin, Keynes anlayışları­na daha sonra yer verilecektir. 

d) Monetarist Okul 

1970'li yıllar başında, petrol şokunun da tesiriyle dünya ekono­milerinde ortaya çıkan stagflasyon olgusu (işsizlik ve enflasyonun bir a­rada görülmesi), Keynesci iktisat teorilerini zor duruma soktu. Çünkü Keynesci yaklaşım enflasyon ile istihdam arasında bir tercihin zorunlu­luğunu öngörüyor ve buna göre kamu müdahalesine görev veriyordu. 

Bu yeni durumun izahı Mohetarist okul olarak bilinen ve öncülü­ğünü M. Friedman'ın yaptığı bir yaklaşımdan geldi. Monetaristlere göre maliye politikalarının uzun dönemde ekonomide nominal gös­tergeleri değiştirmek dışında hiçbir tesiri yoktur. Asıl önemli olan pa­ra politikalarıdır. Monetaristler para politikalarının yoğun bir müdaha­le aracı olarak kullanımının da yanında değildir. Onlara göre uzun va­dede bütün politikların sonucu aynıdır. Bu yüzden para politikası kısa dönemde bir tesir yapabilir ki, bu da piyasadaki bekleyişlerin adaptif bekleyişler olmasındandır. Dolayısıyla aslolan piyasalara kendi denge­lerini bulabilecekleri bir ortamı hazırlamak, para arzı artışını da istikra­rı bozmaması fakat artan üretim ve ticareti finanse etmesi için belli bir artış oranından otomatiğe bağlamak gerekmektedir. 

e) Rasyonel Bekleyişler Okulu, Rasyonel Bekleyişler Teorisi

Monetaristlerin bir uzantısı olarak addedilebilecek bu okulla birlik­te neoklasik gelenek restorasyonunu tamamlamıştır. Bu yaklaşıma göre bireyler iktisadi kararlarını verirlerken rasyonel davranırlar ve bekleyişleri de rasyoneldir. Amaç tüketici birey için faydanın, üretici birey için üretimin ve karın maksimizasyonudur. 1970'li yıllarla birlik­te ivme kazanan ve günümüzün de hakim akımı olan bu yaklaşımın monetaristlerden en temel farkı, monetaristlerde bekleyişlerin adaptif (uyarlayıcı), bu akımda ise rasyonel olmasıdır. Bu, şu anlama gelir; adaptif bekleyişler geçmişe dayandığından kısa dönemde politika de­ğişiklikleri karşısında yanılmalar ortaya çıkar ve politika etkili olur, çünkü adaptasyon bir dönem sonra olur. Rasyonel bekleyişlerde ise bir adaptasyon dönemi yoktur. Bireyler rasyoneldir ve tam bilgi sahi­bidir; bu yüzden herhangi bir politika değişikliğine hemen tepki verir. Dolayısıyla bireyleri kısa dönemde dahi aldatma şansı yoktur. İktisat politikalarının reel bir tesiri olmaz. Rasyonel Bekleyişler okulu bir an­Iamda politikasızlık politikası önermektedir.

Bu haliyle rasyonel bekleyişler okulu, devletin ekonomiye her tür­Iü müdahalesine karşı çıkarak (çünkü politika işe yaramaz) liberal bir tutum takınırlar ki, bu da 1980'li yıllarla birlikte iyice ivme kazanan siyasal liberalizmle paralellik arz etmektedir. 

f) Yeni (New) Keynesci iktisat 

1980'li yıllarda Rasyonel Bekleyişler Okulunun hakim hale gelişi ile Keynescilik (NeoKeynescilik) iyice gözden düştü. Bunun üzerine Keynesci akımlara meyilli bir kısım iktisatçı, daha uzlaşmacı bir Key­nescilik ortaya koydular. Yeni (New) Keynescilik adı verilen bu yakla­şım temelde piyasa başarısızlıkları gibi Keynesci unsurlar taşırken, bu­nu rasyonel bekleyişler hipotezi ile birleştirdiler. 

Yeni Keynesci ıktisat Keynes'in makro ıktisadının 'mikro temelle­rini oluşturmak iddiasını taşımaktadır ki, bunun anlamı rasyonel bekleyişler zaviyesinden Keynesci makro iktisadi okumaktır. Yani yeni Keynescilik, rasyonel bekleyişler ile Keynescilik arasında bir uzlaşma­nın peşindedir.

En temel vurguları piyasa başarısızlıklarınadır. Mal piyasasında fi­yatların aşağıya doğru yapışkan olduğunu savunurlar ve buradan hareketle yapışkanlığın birçok mikro sebeplerini (menü maliyetler vb.) araştırırlar. Emek piyasasında da ücretlerin aşağıya doğru yapışkan olduğunu savunurlar. 

Heterodoks iktisat Okulları

Heterodoks okul, iktisatta ortodoksiyi oluşturan neoklasik iktisa­dın dışında farklı paradigmalara ve sosyolojik anlamda bir okul olma­nın unsurlarına sahip oluşurnlara denir. Heterodoks okulların en te­mel ortak noktası neo klasik iktisada olan muhalefetleridir. Bu muha­lefet de, genelde metodolojik seviyede yürütülür. Muhalefet, bir okul bütünlüğünde olabildiği gibi, bireysel ikonoklastlar (putkırıcılar) eliyle de yürütülebilir. 

Heterodoks okul adıyla sınıflanabilecek oluşumlar bakış açısına göre çok çeşitlilik arzedebilir. Burada neoklasik iktisada muhalefetleri belirgin olan belli başlı heterodoks okullar ele alınacaktır 

a) Tarihçi Okul

Neoklasik iktisadın doğuş ve kendini kabul ettirme yıllarında AI­manya'da ortaya çıkan, daha sonra İngiltere ve ABD'de de etkili olan bir okuldur; metodolojik açıdan neoklasik apriori yönteme karşı em­pirik tarihselci bir tutumu savunmakta ve tamamen empirik çalışma­dan ve tarihsel verileri değerlendirmeden yanaydılar. Kökeni Alman tarihselci felsefi geleneğe dayanmaktadır. 

19.yy'in ilk yarısına dek uzanan tarihinde okul asıl kavgasını 19. yy'ın son çeyreğinde yeni ortaya çıkan neoklasiklerle vermiştir. Özellikle tarihçi okulun son kuşağından meşhur Schmoller'le, neoklasikle­rin Avusturya ekolünden Menger arasındaki yöntem savaşı oldukça önemlidir. Bu, tümden gelirnci neoklasisizm ile tümevarımcı tarihçi okul arasındaki bir anlamda hakimiyet kavgası olmuştur. Bu kavga tarihçi okulun ivme kaybetmesinin de başlangıç dönemini oluşturmuş­tur. Fakat tarihçi okulun tesiri daha sonra Amerika'da kurumsalcı iktisatçılar üzerinde görülmüştür. 

b) Marksist Okul 

19. yüzyılda yeni gelişen sanayi kapitalizminin teşhisine ve eleştiri­sine yönelik olan K. Marx'ın yaklaşımı, kendisinden sonra kurumsalla­şan birçok sosyal bilimi derinden etkilemiştir. Bunda elbette Marksist ideolojinin siyasi bir kampın desteğine sahip olmasının da payı vardır. Bu da sosyal bilimlerde okulların ortaya çıkış ve yaşayabilmesinde sos­yolojik unsurun önemini göstermesi bakımından ilginçtir. 

İşe iktisat bilimi açısından bakıldığında, neoklasik iktisat ile Mark­sist İktisat farklı paradigmalara sahip olduğundan, eklektik bazı çabalar hariç tutulursa, birbirlerinin varlığıyla pek ilgilenmemişlerdir. 

Marksist iktisat, Hegelci diyalektik kurgu üzerine bina edilen tarih­sel materyalist bir çözümleme tarzına sahiptir. Bu tasarımda, toplumlar ilkelden kapitaliste oradan da mülkiyetin ortadan kalktığı kamüniz­me doğru deterministik bir tarihsel evrim süreci geçirirler. Temel ana­liz aletleri itibariyle neoklasik iktisattan tamamen farklı olan Marksist iktisat, neoklasikleri burjuva iktisatçısı olarak görür. Marksistler daha holistik, değer yüklü bir kapitalizm analizinden yanadırlar. 

Neoklasiklerle olan en temelli farklılıklardan birisi de, klasik iktisa­dın bir uzantısı olarak davranıp emek değere yani mubadele değerine verdikleri önemdir. Neoklasikler ise bilindiği gibi değişim değerini ya­ni fayda-değer teorisini savunmaktadırlar. 

c) Kurumsal iktisat 

Amerikan kökenli olan okul, metodolojik düzeyde Alman tarihçi okulundan etkilenmiştir. Tarihi 19. yy.'m sonu ve 20. yy. 'ın başların­da T. Veblen'in çalışmalarına gider. Okul uzun bir suskunluktan son­ra 1960.lı yılların sonlarıyla birlikte tekrar canlanmış, 80.li ve 90.lıyıllarda ise ivme kazanmıştır. 

Neokklasik iktisadın metodolojik bireyciliğine karış, holistik bi_ yaklaşımı savunmaktadırlar. Analizlerinin temeli neoklasiklerin yaptı­ğı gibi birey değil, kurumlardır. Bu yüzden kurumsalcı iktisat adını alır. Kurumun temel analiz aleti haline getirilmesi beraberinde birçok sos­yolojik unsurun paradigma içine dahil edilmesi anlamına gelir. Mese­la önemli araştırma alanlarından birisi kurumlardan kalkarak iktidar ilişkileridir. İktidar ilişkileri iktisadi dünyada oldukça belirleyici ral oy­namaktadır. Diğer bir araştırılma alanı kültürdür. Neoklasiklere göre hayli relativist ve tarihselci bir tutumları olduğu için, kültürel ve tarih­sel farklılıkların iktisadi ilişkiler üzerindeki rolüne dikkat çekerler. Bu yüzden evrensel teoriler, apriori yöntemler yerine, daha relativistik bir tutum ve empirik yöntem peşindedirler. 

Tarihsel sürecin determinist olmayan ama evrimci bir seyir izledi- . ğini varsaymaktadırlar. Yani neoklasiklerin mekanistik fizik evren ta­savvurlarına karşı, organistik biyoloji temelli bir yaklaşımları vardır. 

d)Post-Keynesci iktisat 

Keynesciliğin İkinci Dünya Savaşından sonra Neoklasik iktisatça içselleştirildiğini, oysa Keynes'in neokklasiklere köklü bir itiraz hare­keti ortaya attığını savunmaktadırlar. 20. yy'ın son çeyreğinde Jour­nal of Post Keynesian Economoies dergisi çevresinde hareket olduk­ça ivme kazanmıştır. 

Kullandığı kavramsal yapı ve analiz aletleri itabiriyle neoklasikler­den o kadar da kopmayan Post Keynescilerin en köklü itirazı neokla­sik denge fikrinedir. Onlara göre Keynes'in asıl ayırıcı vasfı belirsizli­ğe yaptığı vurgu ve buradan kullanarak denge fikrini reddetmesidir. Oysa geleneksel Keynesciler bunu hesaba katmayıp denge merkezli neoklasik paradigmaya teslim olmuşlardır.

İkinci önemli itirazları, neoklasiklerin gerçek zamanı hesaba katmayan analizlerinedir. Oysa bu iktisadi kararlarda çok önemlidir.    

e) Avusturya iktisat Okulu 

Avusturya İktisat okulu birçok açıdan her zaman neoklasik orto­doksinin içinde addedilmiştir. Neoklasilerle ayrıldıkları en önemli nok­talardan birisi Hayek'in 'bilimdlik' kavramına yaptığı saldırıdadır. Ne­oklasikler metodolojik monizm yani Fizik ve sosyal bilimlerin yöntem birliğine inanır. Oysa Alman anlama (verstehen) geleneğine yakın olan ve pozitivizm karşısında her zaman hassas olan Hayek metodo­lojik düalizmden yanadır. Yani sosal bilimler ve fizik bilimleri farklıyöntemlere sahiptir. Bu açıdan iktisadın mekanistik fiziğe benzetilip, matematikselleştirilmesine sıcak bakmazlar. 

Metodolojik bireycidirler ve güçlü bir apriori yöntem taraftarıdır­lar. Fiyat endeksi ve milli gelir gibi makroekonomik toplamlara kuş­kulu bakarlar. 

f) Kamu Tercihi (Pu&lic (hoice) Okulu 

20. yy.'ın ikinci yarısında Amerika'da ivme kazanmıştır. Metodo­lojik anlamda heteradoks değildir. Çünkü neokla.sik paradigmaya tamamen sadıktır. Bu yüzden heterodoks okullar arasında saymak da pek gerekmez.

Okulun asıl ayırıcı vasfı, neoklasik analiz tarzını (fayda maksimi­zasyonu peşindeki rasyonel bireyi) siyasete de taşımasıdır. Yani siyasi ilişkilerin belirlenimi de tamamen homoeconomieusun davranışınca gerçekleşir. Demokratik bir toplumda oy verenler ve talep edenler ta­mamen bu maksimizasyon ilkesine göre hareket ederler. Bütün bir ik­tidar ilişkileri bu yolla çözümlenebilir. 

Kamu Tercihi Okulu yoluyla neoklasik iktisat emperyal bir tavırda siyaset biliminin konusunu da kendi tekeline çekmiştir, denebilir

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri