“Bir malı hazine mülkiyetine geçiren bir
kesin tedbir”i ifade eden müsadere, Türk Ceza Kanununun 36.
maddesinde düzenlenmiştir. TCK. M.36’nın konumuzu ilgilendiren
ilk iki fıkrasında şöyle denilmektedir;
“Mahkumiyet halinde cürüm (cezayı
gerektiren fiil) veya kabahatte kullanılan veya kullanılmak
üzere hazırlanan veya fiilin irtikabından husule gelen (suç
nedeniyle oluşan) eşya fiilde methali olmayan (suça yabanı olan)
kimselere ait olmamak şartıyla mahkemece zapt ve müsadere
olunur.
Kullanılması, yapılması, taşınması,
bulundurulması ve satılması cürüm veya kabahat teşkil eden eşya,
bir ceza mahkumiyeti olmasa ve faile ait bulunmasa bile mutlaka
zapt ve müsadere olunur.
Görüldüğü gibi müsadere, yasada yazılı
durumlarda belli bir veya birkaç şeyin, sahibinin mülkiyetinden
alınıp, Devletin mülkiyetine geçirilmesini ifade etmektedir. Bu
açıdan BanK.m14’teki sonucu doğurmaktadır. Ancak, farklı olarak,
müsaderede elkonulan eşyanın suçta kullanılmış veya suçta
kullanılmak üzere hazırlanmış ya da suç nedeniyle oluşmuş
bulunması şarttır. Suçlunun mahkumiyetine karar verilmiş olması
birinci fıkra hükmü gereğidir. Suçla ilgili olmayan bir kimse de
ait olmaması gerekir.
İkinci fıkra hükmüne göre ise, ortada herhangi bir ceza
mahkumiyeti bulunmasa ve eşya faile ait olmasa bile, şayet
kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması, satılması
cürüm veya kabahat oluşturacak nitelikte ise yine müsadere
konusu olur. Yasal yollardan edinilmiş hisse senetlerinin bu
fıkrada belirtilen eşyadan olmadığı açıktır. Nihayet bir başka
ve çok önemli farkılılık da, müsaderenin yani özel mülkiyetten
alınıp kamu mülkiyetine devretme işleminin de yetkili mahkeme
taraından karara bağlanması zorunluluğunda kendini
göstermektedir. Değil, olağan yasal yollardan edinilmiş bir
taşınır malın, suçla ilintili bir eşyanın dahi mülkiyetine el
konulması söz konusu olduğunda, bu işlemin gerçekleşmesi için
mahkeme kararının aranması, mülkiyet hakkının öneminin ve
adaletin değerinin kaçınılmaz biçimde tanınması zorunluluğundan
ileri gelmektedir.