Osmanlı'dan
Cumhuriyete Ekonomi
Osmanlı ekonomisinde iktisadi faaliyetin
belkemiğini oluşturan tarım çok ilkel ve yoksul durumdaydı.
Cumhuriyet kurulduğunda toprakların ancak yüzde 5’inin işlendiği
ve toplam traktör sayısının 220 civarında olduğu tahmin
edilmektedir. 1927 yılında yapılan tarım sayımında 1.7 milyon
çiftçi ailesinden yüzde 70’inin sadece kara saban ile toprağı
sürdüğü, ancak 500 bin ailenin pulluk sahibi olduğu, makineli
tarımın ise Çukurova ve Ege’deki çoğu yabancılara ait büyük
çiftlikler dışında bilinmediği ortaya çıkmıştır.
Toynbee’nin
deyişiyle:
“Köylülerin kullandıkları tarım yöntemleri tarihin
alacakaranlığı’ndakinden farklı değildi. Bir mandanın ya da
öküzün çektiği karasaban, hala en gözde tarım aracıydı. Derin
sürme, gübreleme ve münavebeli ekim, bilmedikleri şeylerdi. Köy
meydanlarında başaklar, altlarına çakmak taşları çakılmış ve
öküzler tarafından çekilen dövenlerle harman edilmekteydi”.
İlkel
yöntemlerle yapılan tarımsal üretimde yalnız savaşlarda kaybolan
insan gücünün değil hayvan gücü kıtlığının da sıkıntısı
çekiliyordu. Anadolu’da Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 6.9
milyon sığır ve 1.1 milyon at varken Kurtuluş Savaşı sonunda
köylerde 4.1 milyon sığır ve 0.6 milyon at kalmıştı.
Ekonomide
yaratılan üretim değerinin çok büyük bölümü tarımdan geliyordu;
tarım dışı kesimlerde ise yoksulluk hakimdi. Yeni Türkiye
Devleti’nin bölgelerini birbirine bağlayan ulaştırma olanakları,
yabancıların elindeki birkaç demiryolu bağlantısı dışında, yok
gibiydi. Ne doğru dürüst karayolu, ne de motorlu araç vardı.
Ankara Hükümeti’nin Moskova’ya yolladığı Yusuf Kemal
başkanlığındaki heyet bile Rus sınırına ancak öküz arabasıyla ve
haftalarca süren yolculuktan sonra varabilmişti. 19. yüzyıl
sonunda kurulan telgraf hatlarına rağmen şehirlerarasında
haberleşme güçlükle yapılabiliyordu. Batı bölgesinde mevcut
demiryolları, limanlar ve İstanbul ve İzmir’in elektrik, gaz ve
tramvay işletmeleri yabancı şirketlerin elindeydi.
Sanayide
üretilen gelir herhalde ulusal gelirin yüzde 10’unu geçmezdi.
Şehirlerdeki geleneksel zanaatlar zaten 19. yüzyıldaki Batı
rekabeti karşısında gerilemeye başlamış, birçoğu ortadan
kalmıştı.
1915 Sanayi
Sayımı’na göre, gerçek kişilere ait işyerlerinden ancak yüzde
19.6’sı Türk ya da Müslüman mülkiyetinde ve işletmesindedir.
Araştırmalar, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı
Devleti’ndeki maden işletmelerinin ancak yüzde 16’sının Türk ve
Müslümanlar tarafından işletildiğini, madenlerin çoğunlukla
yabancıların sahipliğinde olduğunu göstermektedir.
Savaş
yıllarında; “...ağnam resmi (hayvan vergisi) beş katına, temettü
(kazanç) vergisi, yerine göre beş ila on katına çıkarılmış,
damga resimleri, harçlar ve tüketim resimlerinin oranları
artırılmış ya da yenileri koyulmuş ve sonunda savaş kazançları
vergisinin uygulanmasına başlanmıştır. Böylece devlet gelirleri
1920/21 ile 1922/23 mali yılları arasında 43.8 milyondan 71.7
milyona çıkarılabilmiştir. Öte yandan, dış borçların faiz ve
amortismanları ile tüm demiryolları güven akçelerinin ödenmesi
ertelendiğinden, bu kararla giderlerde büyük bir tasarruf
sağlanabilmiştir”.
Finans
kurumları alanında ise Mithat Paşa’nın kurduğu cılız bir Ziraat
Bankası ve Emniyet Sandığı dışında ne sözü edilmeye değer bir
ulusal finans kurum, ne de, dolanımdaki bir miktar Osmanlı
“evrakı nakdiyesi” dışında, işleyen bir para sistemi kalmamıştı.
Halkçı
Ekonominin Temelleri (1923-1930)
“Ulusal
egemenlik, iktisadi egemenlik ile birleştirilmelidir. Görülüyor
ki bu kadar kesin ve yüksek bir askeri zaferden sonra bile bizi
barışa kavuşmaktan alıkoyan nedenler doğrudan doğruya iktisadi
nedenlerdir, iktisadi sorunlardır...Siyasal ve askeri zaferler
ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle
taçlandırılmazsa sonuç sürekli olmaz. Bence halk dönemi, iktisat
dönemi kavramı ile ifade olunur. Öyle bir iktisat dönemi ki,
ülkemiz mamur, ulusumuz müreffeh ve zengin olsun”.
Mustafa Kemal Atatürk
Cumhuriyet
döneminde iktisadi alanda gerçekleştirilen büyük başarının
temeli, Atatürk’ün üstelediği iki amacın ulusal siyasa olarak
benimsenip uygulanmasında görülmelidir. Bu amaçlar, ülkenin
iktisadi kalkınması ve bu kalkınmanın halka dönük olması diye
tanımlanabilir.
İzmir
İktisat Kongresi
1923’te
toplanan kongre, ekonominin birçok kesimlerinin temsil edildiği,
çoğu atama yolu ile gelen 1000’den fazla delegeden oluşur.
Zamanında ve sonraki birçok incelemede bu kongreye büyük önem
yakıştırılır. Kongreye bütünüyle bakıldığı zaman bu yorumu da
abartmamak gerekir. Çünkü görüşmelerde, iktisatla ilgili ilgisiz
pek çok konu ortaya atılmış, fakat strateji denilebilecek bir
program ortaya çıkmamıştır. Kararlar ve dilekler ya çok genel ya
da çok ayrıntıya inen konular üzerinde uzayıp gitmiştir.
Kongre’den çıkan en önemli somut öneriler, aşarın kaldırılması
ve Fransız’ların elindeki tütün tekeline son verilmesidir.
İktisadi Altyapı
İktisadi
altyapı alanında en önemli faaliyet, kuşkusuz, Cumhuriyet’in
ilanından hemen sonra başlatılan demiryolu programı idi.
Yabancıların elindeki demiryollarının satın alınması ve çok dar
bütçe içinde bile demiryolu inşaatına ödenek ayrılması, hem
ülkenin savunması hem de halk birliğinin sağlanması ve ekonomi
pazarlarının geliştirilmesi yönlerinden bu yatırımlara verilen
önemi yansıtıyordu.
Demiryolları yapımı yanında yerli tren işletmeciliğine verilen
önem ile Cumhuriyet’in ilk kamu işletmeciliği kurumu olarak
Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü, arkasından da madenciliğin
geliştirilmesinde ilk adım olarak Zonguldak Taş Kömürü Kurumu
kuruluyordu. Bu yılların önemli iktisadi altyapı kuruluşları
arasında Sanayi ve Maadin Bankası ile ilk büyük ulusal finans
kurumu olan İş Bankası’nın kurulması da dikkate değer
girişimlerdi.
Devlet
giderlerini karşılamak için toplanan vergi kaynakları içinde
tarım ürünlerinden alınan aşar ve hayvan sahiplerinden alınan
ağnam vergileri büyük yer tutuyordu. Kurtuluş Savaşı’nın 147
milyon liraya varan maliyetinin finansmanında da toplanabilen
vergilerin payı ancak yüzde 60 kadardı. Gerisi bütçe dışı
kaynaklar, el koymalar, bağışlar ve 13 milyon liralık Rus
yardımı ile karşılanmıştı. Kurtuluş Savaşı yıllarında ağnam
vergisi 5 katına çıkarılmış, kazanç ve tüketim vergilerinin
oranları arttırılmış ve savaş kazançları vergisi koyulmuş, ancak
böylelikle vergi geliri toplamı 1920-21 yılında 44 milyon
liradan 1922-23 yılında 72 milyona çıkabilmişti.
Yabancı
sermaye ve işletmeciliği ile ülke maliyesini yakından
ilgilendiren bir konuda tekellerin statüsü idi. İzmir İktisat
Kongresi’nin önerisi yönünde Fransızların elinde olan Tütün
Rejisi ilk yıllarda devlet tarafından satın alınmıştı. Fakat
aynı sıralarda, kibrit tekeli yabancılara verildi ve hatta
otomotiv sanayi konusunda Amerika ile tekel ayrıcalığı
görüşmelerine girildi. Tekeller konusunda bu tutumla tutarlı
görünmeyen bir uygulama, şeker ithalatı, satışı ve üretimi
konusunda ortaya çıktı. Şeker, ülkenin ithalat kalemleri
arasında büyük yer tutuyordu ve ülke içinde şeker üretmek çok
düşünülen bir konu olmuştu. Yeni Türkiye ekonomisinde uzun
yıllar tartışmalı olacak şeker öyküsü, Hayri İpar, bacanağı
Kazım Taşkent ve Şakir Kesebir adlı kişilerin “İstanbul ve
Trakya Şeker Fabrikası A.Ş.”yi kurmaları ile başladı.