Rasyonel Beklentiler Teorisi
Rasyonel beklentiler teorisi ya da daha doğru bir
deyişle hipotezi, 1961 yılında John F. Muth’un
Rational Expectations and the Theory of Price
Movements adlı ça-lışmasıyla ortaya çıktı ve Robert
Lucas’ın çalışmalarıyla genişletildi. (Paya, 2007:
352) Bu hipotez üzerine şekillendirilen marjinalist
teorinin yeni biçimi ‘yeni klasik ekol’ adını
taşımaktadır. Rasyonel beklentiler hipotezi,
geleceği hemen tümüyle ön-gören bir karar alıcı
varsaymaktadır ve daha önce Avusturyalılar bahsinde
belirttiğimiz üzere Hayek’in geliştirdiği beklenti
modeli bu görüşün doğmasında etkili olmuştur.
Böylece Keynes’in beklentileri ekonomik analizin
içine sokan yaklaşımına cevap vermek için geleneksel
iktisat tarafından geliştirilmeye çalışılan
beklentili modeller daha sonra yeni klasikler
tarafından daha ileriye götürülmüştür. Ilginç olan
ise bu hipotezin 1980’lerde makroekonomiye tamamen
egemen olması sonucu bir kısım keynescilerin de bu
hipotezi içeren keynesçi modeller oluşturmasıydı ki
böylece ‘yeni keynesci’ ekol doğdu. 2007/8 krizi
öncesinde bu hipotezin hem yeni klasik hem yeni
keynesçi modelleri merkez bankaları ve akademik
dünyada ve başlıca ekono-mik karar alıcılar üzerinde
oldukça etkiliydi. Rasyonel beklentiler tezi aslında
önemli bir ‘ihtiyacı’ yerine getirmekteydi. Buraya
kadar sürekli anlattığımız, belirsizliğin ge-leneksel
iktisatta yarattığı sorunlardan, bizzat belirsizliği
işin içine katarak ama aynı zamanda da onu gerçek
anlamıyla soyutlayarak kurtulmaya çalışılıyordu.
“Şu halde, piyasalarda oluşabilecek belirsizilik
unsurları, piyasaların dengeye gelmesini en-gelleyebilecektir.
Bu sorunlar, ilk önce Keynes tarafından incelenmiş
daha sonra bütün bo-yutları ile ele alınmıştır.
Geleneksel Yaklaşım’ın çağdaş temsilcileri günümüzde
Rasyonel Beklentiler Teorisi ile, belirsizliğin yol
açtığı sorunları sınırlamaya çalışan yaklaşımlar
oluşturmuşlardır.” (Paya, 2007: 184)
Burada belirsizliğin anlamı da değişmiştir.
Keynes’in belirttiği anlamda hesapla-namazlık olarak
belirsizlik yoktur: bütün ekonomik gelişmeler
olasılık hesapları kap-samında ele alınır; bütün
sonuçların objektif olasılık değeri vardır (Paya,
2007: 353). Peki bu nasıl mümkün olabilmektedir? Her
ne kadar rasyonel beklentilerin katı yo-rumunun bir
özelliği olarak nitelense de böyle bir olasılık
hesabı için gerekli olan, ekonomik birimlerin
neredeyse omnipotent özelliklere sahip olması
varsayımı aslın-da rasyonel beklentiler tezinin
özüdür.
“(…) ekonomik birimler, olayları bütünü ile
açıklayan modeli ve hatta modelin yapısal
para-metrelerini bilmekte, beklentilerini böyle
bir modelde üretmektedir. Bu yaklaşım sokaktaki
adamın iktisatçılar için bile önemli sorunlar
çıkaran ve çoğunlukla ancak matematiksel olarak
izlenebilen modelleri özümsediği görüşünü
içermektedir.” (Paya, 2007: 353)
Rasyonel beklentiler hipotezi ile ilgili bir başka
sorun ise toplumsal gerçekliğin sürekli değişmesi
karşısında karar alıcı birimlerin, hanehalkının, her
yeni değişikliğin modelde ortaya çıkaracağı
değişiklikleri nasıl hemen kavrayabileceği
sorusudur, ki bu soru aslında daha derin bir yöntem
konusunu gündeme getirmektedir. Yeni klasik
iktisatçıların epistemolojik dünya görüşü bizim
yöntem bölümünde tartıştığımız atomistik kartezyen
görüş ve tarihdışı genel geçer yasalar anlayışı ile
belirlenmiştir. Böyle olunca toplumsal hayatın
değişimleri önemli değilmiş gibi davranılabilmekte-dir.
“Yeni-klasik iktisatçılar, Geleneksel İktisatçıların
izinde, ekonomiyi yönlendiren temel kuralların
varlığına inanmaktadırlar. Buna göre dünya
değişmekte, ancak değişimin belirlediği yeni
ilişkiler aynı temel kurallara tabi olmaktadır. Hal
böyle olunca esasen öğrenme kabiliyeti yük-sek olan
rasyonel bireyler zaman içinde ortam değişse bile
değişmeyen temel ilişkileri kavra-yabilmekte;
böylece ekonomik modeli öğrenebilmektedir.” (Paya,
2007: 354)
Rasyonel beklentilerin arkaplanını böylece çizdikten
sonra bu hipotezin Friedman’ın adaptif beklentiler
tezinin geliştirilmesi olduğunu söylemek yeterlidir.
Adaptif beklentide ekonomik birimler beklentilerini
geçmiş olaylar temelinde şekillen-dirirler. Örneğin
gelecek fiyatlarla ilgili beklentileri geçmiş
fiyatlara bakarak şekillenir. Bunun doğal sonucu
olarak birimlerin kararları hep yanılgı içinde
olabilir. Bunun en iyi örneği örümcek ağı teorimidir
(Paya, 2007: 355). Çiftçiler bir önceki senenin
fiyat-larına bakarak üretim kararı aldıklarından hep
yanılırlar. Ancak rasyonel beklentili bir çiftçi
gelecek sene herkesin de benzer hareket etmesinin
fiyatı değiştireceğini de hesaba katar ve örneğin o
yıl daha düşük bir fiyat olabileceğini tahmin eder.
Bu tür akıl oyunları iktisatçıların toplumların da
oyun teorisi kurallarına göre hareket edece-ği
varsayımından matematik modeller geliştirmeye olanak
verirse de aslında tanrının varlığı veya yokluğu
üzerine olan ortaçağ metafizik tartışmalarını
andıran sonuçlara da açıktır. Çünkü örneğin diğer
çiftçiler de bizim çiftçi gibi rasyonel beklentili
ise o takdirde onlar da diğerlerinin eskisi gibi
davranacağını düşünüp geçen senenin yük-sek
fiyatının bu sene elde edilemeyeceğini düşünürse o
zaman bu senenin fiyatı geçen seneden de yüksek
çıkmayacak mıdır? O zaman bizim rasyonel çiftçi fena
halde yanılmış olmayacak mıdır? Veya bir başka
çiftçi bu olasılığı da göz önüne alırsa nasıl
davranacaktır vb…
Rasyonel beklentiler üzerine oluşturulmuş yeni
klasik iktisatçıların bir de iş çev-rimi teorisi
vardır. Bu teori Edward Prescott ve F. Kydland
tarafından oluşturuldu (Kydland, Prescott,1990).
Business Cycles: Real Facts Monetary Myths adlı
çalışma adından da anlaşılacağı üzere bir reel iş
çevrimi teorisidir. Bunlar 1920’lerin sonu ve
1930’ların başında Ragnar Frisch ve Eugen
Slutsky’nin yaptığı çalışmalarda geliştir-dikleri
yöntemi yeniden ele aldılar. Daha önce iş çevrimleri
ile ilgili geliştirilen model-lerde en öne
çıkanlardan biri Hicks’in Çarpan-Hızlandıran Modeli
idi. Bu modelde istikrarsız çevrimler üretmenin iki
yolu vardı. Birincisi modeli doğrusal olmayan bir
şekilde geliştirmekti. Doğrusal olmayan fonksiyonlar
bu şekilde çevrimler üretebilirdi. Pek çok post-keynesçi
bu yolu denedi. Bir başka yol ise Frisch-Slutsky
yöntemi ile modelin denklemini doğrudan ‘şok’a
dayalı kurmaktı. Bu şekilde Prescott ve Kydland’ın
yaptığı Solow’un dıssal teknolojik gelişmesine
dayalı büyüme modelini alıp ona stokastik elementler
eklemektir. Bu elementler, üretim, harcama,
insanların zevkleri gibi parametrelerdir. Bu
parametreleri seçip sonra da bir rassal şok
uygulayıp denklemin büyüme ve çevrimler üretmesini
sağlayabilirsiniz. Burada sadece neoklasik Solow
büyüme modeli değildir etkili olan; her ne kadar
Friedman’ın parasal iş çevrimi fikrine karşı çıkar
görünse de bir üst bölümde gördüğümüz rassal şok-lar
ile bu şoklardan sonra dengeye doğru toparlanmaya
çalışan sistemin hedef aşırma (overshooting)
yüzünden bir süre salınması ve çevrimler üretmesi
fikri de biraz değiştirilmiş olarak da olsa
Friedman’dan ödünç alınmıştır. Böylece geleneksel
iktisatın adeta kerhen ve mecburen incelediği ve
varlığı ile bütün teorik yapının tutar-
lılığına bir tehdit oluşturan iş çevrimi ve krizler
meselesinden de kurtulmuş olunmak-tadır. Artık iş
çevrimleri, sistemin kendi kabahati değil dış
şoklara karşı aslında ol-dukça etkin biçimde dengeye
gelirken arada karşılaştığı ve dengeye gelme
çabasından oluşan dalgalanma hareketlerinden
ibarettir. Solow formülüne belirsizlik için-de
hanehalklarının fayda fonksiyonları çerçevesinde
beklenen iskonto edilmiş fayda-lar da, çalışma veya
istirahat arasında tercih yapma olasılıkları olarak
eklenirse sistem tamamlanır. Artık herhangi bir
teknoloji şokuna karşı hanehalkının çalışma ter-cihleri
ile oluşan emek ve sermaye girdisi ele alınarak
sistemin dengeye gelinceye kadar bir sarkaç gibi
salınması izlenir (Prescott, 1986).
Rasyonel beklentiler temelinde yeni klasik ekolün
krizleri açıklaması ise ciddi bir başka sıkıntı
oluşturmaktadır. Sistemin dengesizlik
oluşturabileceği iki konu vardır: birincisi bilgi
eksikliği ki bu Lucas’ın ‘adalar teoremi’ ile
açıklanabilirse de (Paya, 2007: 360) bunun kriz
yaratacak derecede uzun erimli ve ciddi ölçekli
olmasını kabul etmek bizzat rasyonel beklentilerin
bütün anlayışına terstir. Parasal etkenlerin de
mevcut modelde iş çevriminde ciddi bir rol oynadığı
kabul edilmediğine göre geriye ya emek ya sermaye
girdisinin durumu kalmaktadır. Aşırı yatırım, eksik
yatırım gibi konular yani sermaye girdisinin
şiddetli dalgalanmaları bütün literatürde çok
işlendiğinden yeni klasiklere orijinal bir katkı
olarak kala kala emek girdisi yani hanehalkının
çalışma tercihleri kalmaktadır. Öyle olunca da
örneğin Prescott 1929 krizi yorumuna önce
marksistlerin kapitalizmin istikrarsız bir sistem
olduğunu iddia ederek yanıldıklarını Solow’un büyüme
teorisinin bunun böyle olmadığını kanıtladığını
iddia etmekle başlıyor ve ardından Bunalım sebebinin
teşhisini şöyle yapıyor:
“Büyüme teorisinin perspektifinden bakıldığında,
Büyük Bunalım durağan durum piyasa (çalışma CA)
saatlerindeki büyük bir düşüştür. Kanımca bu büyük
düşüş ekonominin perfor-mansını geliştirmek amacıyla
tasarlanmış emek piyasası kurumları ve endüstriyel
politikaların amaçlanmamış sonucudur. (Emek –CA)
Piyasa kurumları ve endüstriyel politikalardaki
hangi değişikliklerin normal piyasa saatlerinde bu
büyük düşüşe neden olduğu açık değildir.” (Prescott,
1999: 29)
Burada Büyük Bunalım’ın bir açıklaması varsa da pek
kolay anlaşılır olmasa gerektir. Olduğu kadarıyla,
Büyük Bunalım’ın eğer böylesi kurumlar olmasa çok
daha çabuk iyileşeceği doğrultusunda bir tahmindir
söz konusu olan. Biraz ileride bu konuyu bu kez
keynescilerle polemik içinde biraz daha açmaya
çalışır ki bu da Bü-yük Bunalım’la ilgili yeni
klasik çözümlemenin nihai cümlesidir.
|