Sosyal Sermaye Nedir, Sosyal Sermaye Kavramı ve
Tarihçesi
Son yıllarda
sıkça gündeme gelen sosyal sermaye kavramı başta
sosyoloji ve iktisat olmak üzere siyaset bilimleri,
eğitim sosyolojisi, organizasyon bilimleri gibi
farklı disiplinler, kendi açılarından kavramı
tanımlamaya ve ölçmeye çalışmış ve kavramı bu yolla
oldukça zenginleştirmişlerdir. Bu yöndeki çabaların
aynı zamanda disiplinler arası sınırların aşılmasına
yaptığı katkı ise belki de işin en ilgi çekici ve
dikkate değer kısmıdır (Erselcan, 2009b: 248). Ele
alınış açısına göre farklı farklı tanımlar
yapılabilme özelliğine sahip olmasının yanı sıra
sosyal sermaye kısaca; ortak iş birliğine olanak
sağlayan normlar ve ağlar olarak tanımlanabilir.
Sosyal sermaye kavramı, sosyal bir
değer olan toplumsal güven düzeyi ile ekonomik bir
kavram olan sermaye kelimelerinin bir araya
gelmesiyle oluşan ve daha çok ekonomik değer ifade
eden yeni bir kavramdır (KOSGEB, 2005: 4). Bu
tanımda yer alan sermaye, maddi olan ve olmayan her
sermaye biçiminin fayda akışını sağlayan varlıkların
bütününü ifade eder. Yani üretime sokulan, değer
taşıyan, katma değer yaratma özelliğine haiz olan,
değerinin objektif ölçülerle ortaya koyulabildiği
maddi varlıklar olarak ele alınmasıyla birlikte,
elde edilebilmesi zor, kullanıldığı zaman fark
yaratan, pazarda rekabet üstünlüğü sağlayan ancak
objektif ölçülerle de değerini biçmenin kolay
olmadığı soyut varlıklar da akla gelmelidir. İşte
sosyal sermaye bahsettiğimiz sermaye türünün soyut
olarak adlandırılan kısmında yer almaktadır (Öğüt ve
Erbil, 2009: 9). Sosyal sermaye kavramı başlangıçta
ekonomistler tarafından açıklanamayan bazı başarılı
uygulamalarda göz ardı edilen fakat daha sonra
ekonomik bir kavram olarak ekonomik kalkınma
yazımlarında yer almaya başlamış ve günümüzde de
ekonomik kalkınma sürecinde önem taşıyan kavramlar
arasında yerini almıştır (Çetin, 2006a: 1).
Sosyal sermaye kavramının çok
boyutluluğu dolayısıyla, üzerinde fikir birliği
yapabileceğimiz net bir tanım bulabilmek zordur.
Yapılan tanımlamalarda güven, norm ve ağ kavramları
ön plana çıkmaktadır (Karagül ve Dündar, 2006: 63).
Toplum kesimlerinin ve bireylerin birbirlerine olan
güven düzeyi, yazılı olan ve olmayan her türlü
toplumsal davranış ve kurallardan oluşan normlar ve
sosyal içerikli iletişim imkânlarının niteliği,
sosyal sermayenin genel düzeyini belirlemektedir.
Sosyal sermaye, bireylerin, toplumun
resmi ve sivil kurumları arasında üyelik yoluyla
fayda sağlama kapasitesi ve yeteneğidir. Bir yandan
komşular, aileler ve bireyler arasında, diğer yandan
da toplumdaki kurumlar arasında bağ oluşturan bir
sermaye türüdür. Toplumdaki bireylerin, mevcut
kaynakların daha etkin kullanımını sağlamak üzere
birlikte çalışabilmeleri için sosyal sermayeye
ihtiyaç vardır. Genellikle kabul edilen görüş ise,
ortak faydaya dayalı işbirlikçi davranışın sosyal
sermayenin özünü oluşturduğu ve de sosyal grupların,
ortak iyinin elde edilmesi için birlikte çalışabilme
ve işbirliği yapabilme kapasitelerini ifade
ettiğidir (Özcan, 2011: 6). Bir topluma ve millete
ait olma hissinin yaratılması ve insanın
kapasitesini kullanılabilir hale getirmesi de sosyal
sermaye kapsamında değerlendirilmektedir (KOSGEB,
2005: 7).
Cohen ve Prusack’a göre sosyal
sermaye; insanlar arasındaki aktif ilişkilerle,
insan ağlarını ve gruplarını birbirine bağlayan ve
işbirliğine ortam hazırlayan güven, karşılıklı
anlayış ve ortak değerler ve davranışlardan
oluşmaktadır (Cohen ve Prusack, 2001: 20).
Bir başka açıklamaya göre sosyal
sermaye, belirli yeteneklere haiz olan insanların
bir arada hareket edebilmesi için gerekli olan ağlar
ve normların varlığında meydana çıkmaktadır. Bu
tanımlamanın farklı anlamları vardır. İlki, bir
süreç içerisinde gelişen güven unsurunu ve
karşılıklı hoşgörüyü sosyal sermayenin önemli
özelliklerini kabul ederken bir yandan da sosyal
sermayenin sonuçları üzerine odaklanmaya yardımcı
olmasıdır. İkincisi bu tanım, sosyal sermayenin var
olan farklı boyutlarını birleştirmek ve grupların
toplumda iyi bir konuma gelmeleri için yol haritası
işlevi görmesidir. Üçüncü ve son olarak, sosyal
sermayenin bireyler ve gruplar tarafından da tahsis
edilemeyeceğini belirtir (Şenkal, 2005: 793).
Sosyal sermaye fikrinden kaynaklanan
olumlu noktalar şu şekildedir:
-
Toplumu algılayışımız
değişmektedir; sosyal sermaye kavramı birbirine
bağlı olan ekonomik eylemler ile sosyal faktörler
arasındaki karışıklığı ortaya çıkarılmasına yardımcı
olur. Çünkü bundan önce sosyal ve ekonomik sorunlar
sürekli olarak birbirinden ayrı tutulmuştur. Hatta
her ikisini de açıklarken kendi çerçevelerinde
kuramlar geliştirilmiştir.
-
Politika değişimleri;
kamusal hizmetler ve sosyal gelir transferlerin
sosyal sermayeyi güçlendirdiği göz önüne alınırsa
bunların tekrar yatırım olarak döneceği de
unutulmamalıdır. Şimdiye kadar sosyal alana yapılan
yatırımlar ekonomik büyümeyi yavaşlatan bir olgu
olarak değerlendirilebilmekteydi.
-
Sivil toplum ve
işbirliği ekonomik kalkınma için önemli bir etki
yarattığı görülmüştür. Sivil toplum, hükümet ve
şirketler arasında sorunların çözümünde önemli
roller üstlenmektedir.
-
Yaşam kalitesi ve
sürdürülebilir kalkınma; ekonomi için ilerde
sermayeye dönüşte önemli bir ölçüt olacaktır. GSMH,
bazı durumlarda ekonomik iyileşmenin ölçülmesinde
gereklidir ancak ekonomik büyümeyi ve toplumun
üretim miktarındaki dalgalanmayı göstermede önemli
bir ölçüm aracı olsa da bazen yanıltıcı
olabilmektedir.
-
Yaşam kalitesi,
sürdürülebilir kalkınma ve ekonomik verimlilik
birbirini tamamlar ve güçlenmesini
sağlar (KOSGEP, 2005: 7).
|