|
Ekonomik Liberalizm ve Özgürlük
Doç. Dr. Ömer Demir
Özgürlük, yüzyılımızın en gözde kavramlarının
başında yer almaktadır. Neredeyse bütün sosyal ve
siyasal sistemler, taraftarlarına özgürlük vaadinde
bulunmaktadırlar. Aynı şekilde özgür olmak,
istediği gibi düşünmek, istediği gibi tavır almak,
istediği gibi yaşamak, modern toplumda yaşayan bir
bireyin en normal kabul edilen taleplerinden biri.
Peki, bir bireyin istediğini yerine getirebilmesi
için, onu istiyor olmasının dışında başka neler
yapması, nelere sahip olması gerekmektedir? Bu soru,
özgürlüğün birkaç boyutu olduğunu ima etmektedir.
Yani, özgürlük insan için sadece bir hissiyatı
değil, aynı zamanda yaşanabilir bir durumu veya
ortamı ifade etmektedir. Bu nedenle özgür olma ve
özgür yaşama sorununun iki boyutu bulunmaktadır:
Birincisi, "hangi tür" isteklerin insanları özgür
kılacağına ilişkindir. İlk anda "hangi tür istek"
nitelemesinin totaliter bir bakış açısını
çağrıştırdığı düşünülebilir. Ancak, insanların
başka insanlarla olan ilişkilerinde yapmaları ve
yapmamaları gerekenler listesi, özgürlük alanını
belirleyici en temel faktördür. Bu liste, hukuk,
ahlak, din, gelenek-görenek gibi insan
davranışlarına* bir çerçeve oluşturan kurumlar
tarafından belirlenir. Bireylerin bu kurumlara
atfettiği meşruiyet derecesine göre de, neyin
özgürlük kapsamı içinde düşünüleceği, zamandan
zamana, toplumdan topluma, hatta aynı zaman
diliminde ve aynı toplumda yaşayan bireyden bireye
değişebilir. Özgüllük olarak tanımlanan durumun
olabilirliği de iki koşulu gerektirmektedir. İlk
olarak, tanımı nasıl yapılırsa yapılsın, meşruluğu
nasıl sağlanırsa sağlansın her özgürlük durumunun
sürdürüle bilmesi, belirli kuralların olmasına
bağlıdır. Yani özgürlük, ancak işleyen ve uyulan
kurallarla yaşanabilir hale gelir. Bu kurallar
özgürlük olarak tanımlanan durumun ihlalini önleyici
oldukları sürece işlevsel olabilirler. Buradaki
önemli nokta, özgürlüğün tanımlanmasında kurallara
referans gösterme zorunluluğudur. Hiç bir kuralın
olmadığı yerde, özgürlük kurumsal bir anlam
taşımaz. Çünkü "özgür olma" durumu ile "her
istediğini yapabilme imkanına sahip olma"
birbirinden farklıdır. Sonraki, daha çok, güç
sahibi olma ile ilgilidir.
Bu noktada özgür olmanın ikinci boyutunu
görmekteyiz. O da kurum ve kuralların belirlediği
özgürlük alam içinde, ne kadar özgür
olunabileceğinin neye bağlı olduğudur. Yani
özgürleşmenin, farklı özgürlük anlayış ve
kavrayışlarına göre değişmesinin yanısıra, bir de
"olabilirlik" sorunu vardır. Burada kişinin
kendisini özgür olarak tanımladığı biçimde yaşamını
sürdürebilmesinin gerekçelerinin neler olduğu
gündeme gelmektedir. Özgürlük durumunun bir yaşam
biçiminin parçası haline gelebilmesi, bireyin
içinde yaşadığı toplumdaki güç odaklarından göreceli
bağımsız olma durumuna bağlıdır. Buradaki
"bağımsızlık" kavramının içeriği, hayatını
sürdürmedeki imkanlar ile sınırlıdır. Sahip olduğu
imkanlar ile başkalarına boyun eğmeden
yaşayabileceğini düşünen kişi, kendisini özgür ve
bağımsız hissedecektir. Ancak güç sahibi olma ile
özgür olma arasında birbirini tamamlayıcı bir ilişki
olmakla birlikte bunun birebir ve daima tek yönlü
olduğu söylenemez. Gücü toplayan kişi, bir yönüyle
özgürleşirken, zamanla o gücün gereklerinin mahkumu
durumuna da düşebilir (Burada cumhurbaşkanı ile
sıradan bir vatandaşın sahip oldukları güç ve
gündelik hayattaki özgürlük durumları
karşılaştırabilir). Çok yüksek ücret alarak
başkalarının emrinde, onların dediğini yaparak
yaşayan insan özgür müdür, değil midir? Bulunduğu
hiyerarşideki yeri ve konumu nedeniyle "kendi"
düşünce ve isteklerini değil, ondan yapması
isteneni yapan kişi ne kadar özgürdü:? Aç Kaldığı
için sadece elemek parasına bir gün çalışmaya razı
olan kişi, bu iş sözleşmesine karar verirken ne
kadar özgürdür? Bu gibi sorular, özgürlük
anlayışının göreli bir durum olduğunu ima
etmektedir.
iktisadi Düzen ve Özgürlük
Bir toplumda bireylerin hayatlarım kazanma
biçimleri ile kendilerini özgür hissetmeleri
arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Eğer bir
toplumda bireylerin özel mülkiyet haklan; çalışıp
kazanabildikleri zaman artırdıklan kazançlarım
çalışamadıkları zamanlarda tüketmek üzere
biriktirme hak ve imkanlan yoksa, özgürlük alanları
daralacaktır. Kişiler kazançlarını sahip oldukları
yeteneklerle değil, birilerinin koruması, iltiması
ve verdiği ayrıcalıklarla elde ediyorlarsa özgür
olmaları, onlara sahip oldukları imkanları
verenlerin isteklerini yeri-ne getirebilme
yetenekleriyle sınırlı olacaktır.
Bu nedenle, toplumun ortak güç ve değerlerini
kullanarak hayatını sürdüren insanlar, ne kadar
güçlü olurlarsa olsunlar, özgürlüklerinin sınırları,
daima başkalarının isteklerini yerine getirme
durumlarına göre belirlenecek, bu nedenle de çoğu
zaman istemedikleri şeyleri yapmak durumunda
kalacaklardır. Kendilerini özgür hissetmeleri, ya
özgürlük anlayışlarını değiştirmeleri ya da
başkalannın isteklerini "kendi" istekleri haline
getirmeleri ile mümkün olabilecektir.
Bu çerçevede iki temel ekonomik sistem olarak
piyasa ekonomisi ve güdümlü ekonomi incelendiğinde,
her iki sistemin, hem öz-gürlük anlayışının hem de
özgür yaşayabilmek için gerekli imkanlarının neler
olduğu konusunda birbirinden oldukça farklı
çerçeveler sunduklan görülmektedir,
Bilindiği üzere güdümlü ekonomi, üretim ve tüketime
ilişkin kararların tek merkezden verildiği bir
ekonomidir. Burada, ne üretileceği, ne kadar
üretileceği ve kimin için üretileceği devlet
tarafından belirlenmektedir. Üretim ve bölüşümün
devlet merkezi' olması, ekonomik hayata verimliliğin
değil, iktidar kullanımının yön vermesine yol
açacaktır. Bu nedenle güdümlü ekonominin geçerli
olduğu toplumlarda bireyler, merkezi otoritenin
iradesinin gereklerini yaptıkları ölçüde
hayatlarını idame ettirecek imkanlara kavuşacaklannı
bildikleri için, kamu yararı arkasına saklanarak
kişisel menfaatlerinin gereklerini yerine
getirmeye, bu nedenle de şizofrenik bir söylem
geliştirmeye mecbur kalmaktadırlar. Birey, kendi
isteklerini, ancak toplum ve kamu yararı kılıfına
sokarak gerçekleştirebildiği için, görünürdeki
amaçlar ile gerçek amaçlar arasındaki farklılık veya
çatışma, özel alanda ayn, kamu alanında ayrı olmak
üzere iki farklı kimlik taşımayı zorunlu hale
getirmektedir. Dolayısıyla toplumdaki özgürlük
alanı, iktidarı elinde tutanların istek ve
beklentilerine göre şekillenmektedir. İktidarı
elinde tutanlara yakın olanlar daha çok imkana
sahip olacakları için, iktidarı elde etme usulleri
ve siyasi manevralar toplumun en önemli uğraş alanı
haline gelmektedir. İnsanlar kendi gayret ve
çabalarmı merkezi otoritenin istikametine göre
ayarlamakta, yeteneklerini geliştirmek yerine, kime
ve ne oranda itaat edecekleri üzerinde
yoğunlaşmaktadırlar. Bu nedenle kumanda ekonomisi,
birey özgürlüğünün içeriğini, itaat merkezli olarak
tanımlamaktadır, iktidar merkezlerine ne kadar çok
itaat edilirse, yaşamı sürdürmek ve kolaylaştırmak
için o kadar imkan elde edilecektir. Bu, başka bir
açıdan bakıldığında, ne kadar az özgür olunursa, o
kadar çok imkan elde edileceği anlamına da
gelmektedir. Güdümlü bir ekonomiye dayalı
toplumlarda, toplumun kaynaklarının çoğunu, devlet
çarkını işleten asker ve bürokratların tüketmesinin
nedeni de budur.
Piyasa ekonomisinde ise, güdümlü ekonominin
tersine, üretim ve tüketim kararları, bağımsız
bireyler tarafından verilmektedir. Üretim modeli
olarak serbest piyasanın egemen olduğu toplumlarda
bireyler, kendileri için ve diğer insanlarla
mübadelede bulunmak amacıvla onların yararına bir
şeyler ürettikleri ölçüde yaşama imkanlarını
artırabilirler. Burada bireyin özgürlük alanının
çapının ne olacağı, yeteneklerini geliştirip
geliştirememesine bağlıdır. Yetenekleri
geliştirememede temel sorun, "başlangıç şartlarında"
bireylerin eşit olmamasıdır. Yani bütün
toplumlarda, hem sahip olunan bireysel yetenekler,
hem de onları geliştirme imkanları farklıdır. Bu
durum, bir yandan yarışmacı dinamik bir ortam ortaya
çıkarırken, bir yandan da toplumda kutuplaşmalara
yol açmaktadır. Eğitim görebilen ile göremeyenler,
miras yoluyla büyük servetler elde edenler ile
yaşamak için sadece kendi yeteneklerini kullanmak
durumunda olanlar arasındaki gelir dağılımında
büyük uçurumlar meydana gelmektedir. Buradaki sorunu
aşmak için, kumanda ekonomisine dönerek, üretim ve
tüketim kararlannı merkezi bir karar birimine
devretmek yerine, toplumun bireylerin yeteneklerini
artırıcı ve güçlüler karşısında zayıfların
ezilmesini önleyici tedbirler alması daha makul bir
çözüm gibi görünmektedir.
Bireylerin özgür tercihler yapmaları, yapacakları
tercihlerin gereklerini yerine getirebilme
imkanlarının olmasına bağlı olduğu için, serbest
piyasa ortamında özgürlük kendi kendisini besleyen
bir kaynak gibidir. Birey özgür oldukça
yeteneklerini geliştirecek, yeteneklerini
geliştirdikçe özgürlük alanını genişletecektir.
Liberalizm Neden Yükselen Bir Değer Haline Gelmektedir?
Tartışmanın bu noktasında, özellikle toplumumuzun
bugün içinde bulunduğu sıkıntıları aşmak için,
siyasal, kültürel ve iktisadi özgürlüğün ne kadar
önemli olduğu üzerine vurgu yapılmadan
geçilmemelidir. Toplumumuzda, devlet merkezli
iktisadi yapılanmanın, bireysel özgürlükleri ciddi
biçimde tehdit ettiği son yıllarda çok daha bariz
olarak ortaya çıkmaktadır. Hayatını kamu sektöründe
çalışarak kazananların özgürlük alanları
daraltılmış, özel 1 sektör de tam bir ablukaya
alınmış durumda- 1 dır. Sermaye kıtlığı çeken
ekonominin içinden 1 oluşturulan tasarruflar, daha
güvenli olduk. için başka ülkelerde yatırıma
dönüştürülmeye çalışılmakladır. Hukuki değil
"siyası': olarak meşru ve gayrimeşru
firmaların listesi yayınlanmaktadır. Böyle bir
ortamda özgür bireylerin ortaya çıkması alabildiğine
zorlaşmaktadır.
Özellikle kamu sektöründen atıldığında iaşe sorunu
ile karşılaşabileceğini düşünen insanlar, bir çok
konuda özgür bir birey olarak irade ortaya koymak
bir yana, gerçek düşünce ve hissiyatlarının fark
edilmemesi için kişilik zaafı derecesine varacak
kamuflajlara bürünmektedirler. Bu tehlikeli gidiş,
toplumda ciddi erozyonlar ortaya çıkarma işaretleri
vermektedir.
Özel sektörün daralıp kamu sektörünün büyümesi, hem
büyük bir rant kavgası ortaya çıkarmakta hem de
kendi ayakları üzerinde duracak, böylece doğru
olmadığını düşündüğü otoriteye tavır koyacak insan
sayısının azalmasına yol açmaktadır. Sonuçta böyle
bir toplumda sivil toplum unsurları gelişememekte,
kültürel, dini veya etnik farklılıkların ortaya
çıkarabileceği zenginlik yok edilmektedir. Bu
nedenle, birey özgürlüğünün oluşması ve kendini
yeniden üretebilmesi için kişilerin hayatlarını
nasıl kazandıkları son derece önemlidir. "Maaşını
nereden aldığını söyle, sana ne düşündüğünü
söyleyeyim" anlamlı bir özdeyiş haline gelmektedir.
Çünkü hayatını piyasadan kazananlar ile devlet
mekanizmasının işleyişine olan katkıları yoluyla
kazanların hem özgürlük anlayışları, hem de bu
anlayışı sürdüre-bilme imkanları birbirinden farklı
olmaktadır.
Bu bağlamda son yıllarda dünyanın bir çok
coğrafyasında farklı inanç ve ideolojilere mensup
olan insanların, kendilerine güvenleri arttıkça ve
özgürlüklerini sürdürecek maddi imkanları
çoğaldıkça, devletin iktisadi faaliyet alanını
daraltan bir iktisadi sisteme doğru yöneldikleri
görülmektedir. Piyasanın merkezi planlamaya göre
verimliliği ve üretimi artırma kabiliyetinin daha
üstün olduğunun görülmesi, dünya çapında bir
liberalleşme dalgasının yayılmasına yol açmaktadır.
Bu dalganın ideolojik bir işlev de görerek bazı
ülkelerin lehine bazılarının da aleyhine sonuçlar
doğurduğu da inkar edilemez bir vakıadır. Ancak,
dün, toplumsal dönüşümün "her şeyi yerli yerine
oturtacak iyi bir devleti ile"
gerçekleştirilebileceğini düşünen sosyal
kesimlerin, özellikle de dini gruplann bugün,
özgürlüklerini ancak toplumdan elini çekmiş,
özellikle de bireylerin ekonomik yaşamlarına
karışmayan bir devletle elde edebileceklerini fark
ederek "liberal" söylemlere kucak açmalarını
anlayışla karşılamak gerekmektedir.
|