Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ekonomik Liberalizm ve Özgürlük 

Doç. Dr. Ömer Demir 

Özgürlük, yüzyılımızın en gözde kav­ramlarının başında yer almaktadır. Neredeyse bütün sosyal ve siyasal sistemler, taraftarlarına özgürlük vaadinde bulunmaktadırlar. Aynı şe­kilde özgür olmak, istediği gibi düşünmek, is­tediği gibi tavır almak, istediği gibi yaşamak, modern toplumda yaşayan bir bireyin en nor­mal kabul edilen taleplerinden biri. Peki, bir bireyin istediğini yerine getirebilmesi için, onu istiyor olmasının dışında başka neler yapması, nelere sahip olması gerekmektedir? Bu soru, özgürlüğün birkaç boyutu olduğunu ima et­mektedir. Yani, özgürlük insan için sadece bir hissiyatı değil, aynı zamanda yaşanabilir bir durumu veya ortamı ifade etmektedir. Bu ne­denle özgür olma ve özgür yaşama sorununun iki boyutu bulunmaktadır: 

Birincisi, "hangi tür" isteklerin insanları özgür kılacağına ilişkindir. İlk anda "hangi tür istek" nitelemesinin totaliter bir bakış açısını çağrıştırdığı düşünülebilir. Ancak, insanların  başka insanlarla olan ilişkilerinde yapmaları ve  yapmamaları gerekenler listesi, özgürlük alanını belirleyici en temel faktördür. Bu liste, hukuk, ahlak, din, gelenek-görenek gibi insan davranışlarına* bir çerçeve oluşturan kurumlar tarafından belirlenir. Bireylerin bu kurumlara atfettiği meşruiyet derecesine göre de, neyin özgürlük kapsamı içinde düşünüleceği, za­mandan zamana, toplumdan topluma, hatta aynı zaman diliminde ve aynı toplumda yaşa­yan bireyden bireye değişebilir. Özgüllük ola­rak tanımlanan durumun olabilirliği de iki ko­şulu gerektirmektedir. İlk olarak, tanımı nasıl yapılırsa yapılsın, meşruluğu nasıl sağlanırsa sağlansın her özgürlük durumunun sürdürüle bilmesi, belirli kuralların olmasına bağlıdır. Ya­ni özgürlük, ancak işleyen ve uyulan kurallar­la yaşanabilir hale gelir. Bu kurallar özgürlük olarak tanımlanan durumun ihlalini önleyici oldukları sürece işlevsel olabilirler. Buradaki önemli nokta, özgürlüğün tanımlanmasında kurallara referans gösterme zorunluluğudur. Hiç bir kuralın olmadığı yerde, özgürlük ku­rumsal bir anlam taşımaz. Çünkü "özgür olma" durumu ile "her istediğini yapabilme imkanına sahip olma" birbirinden farklıdır. Sonraki, da­ha çok, güç sahibi olma ile ilgilidir. 

Bu noktada özgür olmanın ikinci boyu­tunu görmekteyiz. O da kurum ve kuralların belirlediği özgürlük alam içinde, ne kadar öz­gür olunabileceğinin neye bağlı olduğudur. Yani özgürleşmenin, farklı özgürlük anlayış ve kavrayışlarına göre değişmesinin yanısıra, bir de "olabilirlik" sorunu vardır. Burada kişinin kendisini özgür olarak tanımladığı biçimde ya­şamını sürdürebilmesinin gerekçelerinin neler olduğu gündeme gelmektedir. Özgürlük duru­munun bir yaşam biçiminin parçası haline ge­lebilmesi, bireyin içinde yaşadığı toplumdaki güç odaklarından göreceli bağımsız olma du­rumuna bağlıdır. Buradaki "bağımsızlık" kav­ramının içeriği, hayatını sürdürmedeki imkan­lar ile sınırlıdır. Sahip olduğu imkanlar ile baş­kalarına boyun eğmeden yaşayabileceğini dü­şünen kişi, kendisini özgür ve bağımsız hisse­decektir. Ancak güç sahibi olma ile özgür olma arasında birbirini tamamlayıcı bir ilişki olmak­la birlikte bunun birebir ve daima tek yönlü ol­duğu söylenemez. Gücü toplayan kişi, bir yönüyle özgürleşirken, zamanla o gücün gereklerinin mahkumu durumuna da düşebilir (Bu­rada cumhurbaşkanı ile sıradan bir vatandaşın sahip oldukları güç ve gündelik hayattaki öz­gürlük durumları karşılaştırabilir). Çok yük­sek ücret alarak başkalarının emrinde, onların dediğini yaparak yaşayan insan özgür müdür, değil midir? Bulunduğu hiyerarşideki yeri ve konumu nedeniyle "kendi" düşünce ve istekle­rini değil,  ondan yapması isteneni yapan kişi ne kadar özgürdü:? Aç Kaldığı için sadece ele­mek parasına bir gün çalışmaya razı olan kişi, bu iş sözleşmesine karar verirken ne kadar öz­gürdür? Bu gibi sorular, özgürlük anlayışının göreli bir durum olduğunu ima etmektedir. 

iktisadi Düzen ve Özgürlük 

Bir toplumda bireylerin hayatlarım ka­zanma biçimleri ile kendilerini özgür hissetme­leri arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Eğer bir toplumda bireylerin özel mülkiyet haklan; çalışıp kazanabildikleri zaman artırdıklan ka­zançlarım çalışamadıkları zamanlarda tüket­mek üzere biriktirme hak ve imkanlan yoksa, özgürlük alanları daralacaktır. Kişiler kazançla­rını sahip oldukları yeteneklerle değil, birileri­nin koruması, iltiması ve verdiği ayrıcalıklarla elde ediyorlarsa özgür olmaları, onlara sahip oldukları imkanları verenlerin isteklerini yeri-ne getirebilme yetenekleriyle sınırlı olacaktır. 

Bu nedenle, toplumun ortak güç ve değerleri­ni kullanarak hayatını sürdüren insanlar, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, özgürlüklerinin sınırları, daima başkalarının isteklerini yerine getirme durumlarına göre belirlenecek, bu ne­denle de çoğu zaman istemedikleri şeyleri yapmak durumunda kalacaklardır. Kendilerini özgür hissetmeleri, ya özgürlük anlayışlarını değiştirmeleri ya da başkalannın isteklerini "kendi" istekleri haline getirmeleri ile mümkün olabilecektir. 

Bu çerçevede iki temel ekonomik sis­tem olarak piyasa ekonomisi ve güdümlü eko­nomi incelendiğinde, her iki sistemin, hem öz-gürlük anlayışının hem de özgür yaşayabilmek için gerekli imkanlarının neler olduğu konusunda birbirinden oldukça farklı çerçeveler sunduklan görülmektedir, 

Bilindiği üzere güdümlü ekonomi, üre­tim ve tüketime ilişkin kararların tek merkez­den verildiği bir ekonomidir. Burada, ne üreti­leceği, ne kadar üretileceği ve kimin için üreti­leceği devlet tarafından belirlenmektedir. Üre­tim ve bölüşümün devlet merkezi' olması, ekonomik hayata verimliliğin değil, iktidar kullanımının yön vermesine yol açacaktır. Bu nedenle güdümlü ekonominin geçerli olduğu toplumlarda bireyler, merkezi otoritenin irade­sinin gereklerini yaptıkları ölçüde hayatlarını idame ettirecek imkanlara kavuşacaklannı bil­dikleri için, kamu yararı arkasına saklanarak kişisel menfaatlerinin gereklerini yerine getir­meye, bu nedenle de şizofrenik bir söylem ge­liştirmeye mecbur kalmaktadırlar. Birey, kendi isteklerini, ancak toplum ve kamu yararı kılıfı­na sokarak gerçekleştirebildiği için, görünür­deki amaçlar ile gerçek amaçlar arasındaki farklılık veya çatışma, özel alanda ayn, kamu alanında ayrı olmak üzere iki farklı kimlik taşı­mayı zorunlu hale getirmektedir. Dolayısıyla toplumdaki özgürlük alanı, iktidarı elinde tu­tanların istek ve beklentilerine göre şekillen­mektedir. İktidarı elinde tutanlara yakın olan­lar daha çok imkana sahip olacakları için, ikti­darı elde etme usulleri ve siyasi manevralar toplumun en önemli uğraş alanı haline gel­mektedir. İnsanlar kendi gayret ve çabalarmı merkezi otoritenin istikametine göre ayarla­makta, yeteneklerini geliştirmek yerine, kime ve ne oranda itaat edecekleri üzerinde yoğun­laşmaktadırlar. Bu nedenle kumanda ekono­misi, birey özgürlüğünün içeriğini, itaat mer­kezli olarak tanımlamaktadır, iktidar merkezle­rine ne kadar çok itaat edilirse, yaşamı sürdür­mek ve kolaylaştırmak için o kadar imkan elde edilecektir. Bu, başka bir açıdan bakıldığında, ne kadar az özgür olunursa, o kadar çok im­kan elde edileceği anlamına da gelmektedir. Güdümlü bir ekonomiye dayalı toplumlarda, toplumun kaynaklarının çoğunu, devlet çarkını işleten asker ve bürokratların tüketmesinin nedeni de budur. 

Piyasa ekonomisinde ise, güdümlü eko­nominin tersine, üretim ve tüketim kararları, bağımsız bireyler tarafından verilmektedir. Üretim modeli olarak serbest piyasanın ege­men olduğu toplumlarda bireyler, kendileri için ve diğer insanlarla mübadelede bulunmak amacıvla onların yararına bir şeyler ürettikleri ölçüde yaşama imkanlarını artırabilirler. Bura­da bireyin özgürlük alanının çapının ne olaca­ğı, yeteneklerini geliştirip geliştirememesine bağlıdır. Yetenekleri geliştirememede temel sorun, "başlangıç şartlarında" bireylerin eşit ol­mamasıdır. Yani bütün toplumlarda, hem sa­hip olunan bireysel yetenekler, hem de onları geliştirme imkanları farklıdır. Bu durum, bir yandan yarışmacı dinamik bir ortam ortaya çı­karırken, bir yandan da toplumda kutuplaşma­lara yol açmaktadır. Eğitim görebilen ile göre­meyenler, miras yoluyla büyük servetler elde edenler ile yaşamak için sadece kendi yete­neklerini kullanmak durumunda olanlar ara­sındaki gelir dağılımında büyük uçurumlar meydana gelmektedir. Buradaki sorunu aşmak için, kumanda ekonomisine dönerek, üretim ve tüketim kararlannı merkezi bir karar birimi­ne devretmek yerine, toplumun bireylerin ye­teneklerini artırıcı ve güçlüler karşısında zayıf­ların ezilmesini önleyici tedbirler alması daha makul bir çözüm gibi görünmektedir. 

Bireylerin özgür tercihler yapmaları, ya­pacakları tercihlerin gereklerini yerine getire­bilme imkanlarının olmasına bağlı olduğu için, serbest piyasa ortamında özgürlük kendi ken­disini besleyen bir kaynak gibidir. Birey özgür oldukça yeteneklerini geliştirecek, yetenekle­rini geliştirdikçe özgürlük alanını genişletecek­tir.

Liberalizm Neden Yükselen Bir Değer Haline Gelmektedir? 

Tartışmanın bu noktasında, özellikle toplumumuzun bugün içinde bulunduğu sı­kıntıları aşmak için, siyasal, kültürel ve iktisadi özgürlüğün ne kadar önemli olduğu üzerine vurgu yapılmadan geçilmemelidir. Toplumumuzda, devlet merkezli iktisadi yapılanmanın, bireysel özgürlükleri ciddi biçimde tehdit ettiği son yıllarda çok daha bariz olarak ortaya çık­maktadır. Hayatını kamu sektöründe çalışarak kazananların özgürlük alanları daraltılmış, özel 1 sektör de tam bir ablukaya alınmış durumda- 1 dır. Sermaye kıtlığı çeken ekonominin içinden 1 oluşturulan tasarruflar, daha güvenli olduk. için başka ülkelerde yatırıma dönüştürülmeye çalışılmakladır.  Hukuki  değil "siyası':  olarak meşru ve gayrimeşru firmaların listesi yayın­lanmaktadır. Böyle bir ortamda özgür bireylerin ortaya çıkması alabildiğine zorlaşmaktadır. 

Özellikle kamu sektöründen atıldığında iaşe sorunu ile karşılaşabileceğini düşünen insanlar, bir çok konuda özgür bir birey olarak ira­de ortaya koymak bir yana, gerçek düşünce ve hissiyatlarının fark edilmemesi için kişilik zaafı derecesine varacak kamuflajlara bürünmekte­dirler. Bu tehlikeli gidiş, toplumda ciddi eroz­yonlar ortaya çıkarma işaretleri vermektedir. 

Özel sektörün daralıp kamu sektörünün büyümesi, hem büyük bir rant kavgası ortaya çıkarmakta hem de kendi ayakları üzerinde duracak, böylece doğru olmadığını düşündü­ğü otoriteye tavır koyacak insan sayısının azal­masına yol açmaktadır. Sonuçta böyle bir top­lumda sivil toplum unsurları gelişememekte, kültürel, dini veya etnik farklılıkların ortaya çı­karabileceği zenginlik yok edilmektedir. Bu nedenle, birey özgürlüğünün oluşması ve ken­dini yeniden üretebilmesi için kişilerin hayatla­rını nasıl kazandıkları son derece önemlidir. "Maaşını nereden aldığını söyle, sana ne dü­şündüğünü söyleyeyim" anlamlı bir özdeyiş haline gelmektedir. Çünkü hayatını piyasadan kazananlar ile devlet mekanizmasının işleyişi­ne olan katkıları yoluyla kazanların hem öz­gürlük anlayışları, hem de bu anlayışı sürdüre-bilme imkanları birbirinden farklı olmaktadır. 

Bu bağlamda son yıllarda dünyanın bir çok coğrafyasında farklı inanç ve ideolojilere mensup olan insanların, kendilerine güvenleri arttıkça ve özgürlüklerini sürdürecek maddi imkanları çoğaldıkça, devletin iktisadi faaliyet alanını daraltan bir iktisadi sisteme doğru yö­neldikleri görülmektedir. Piyasanın merkezi planlamaya göre verimliliği ve üretimi artırma kabiliyetinin daha üstün olduğunun görülme­si, dünya çapında bir liberalleşme dalgasının yayılmasına yol açmaktadır. Bu dalganın ide­olojik bir işlev de görerek bazı ülkelerin lehine bazılarının da aleyhine sonuçlar doğurduğu da inkar edilemez bir vakıadır. Ancak, dün, toplumsal dönüşümün "her şeyi yerli yerine otur­tacak iyi bir devleti ile" gerçekleştirilebileceği­ni düşünen sosyal kesimlerin, özellikle de dini gruplann bugün, özgürlüklerini ancak toplum­dan elini çekmiş, özellikle de bireylerin ekonomik yaşamlarına karışmayan bir devletle elde edebileceklerini fark ederek "liberal" söy­lemlere kucak açmalarını anlayışla karşılamak gerekmektedir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005