Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İktisadi Sistemlerin Mukayesesi ve Piyasaya Dayalı Liberal Düzen 

Dr. Necmiddin Bağdadioğlu 

Günümüzde "karma" bir nitelik arzeden iktisadi sistemler, iktisadi kararların alınmasın­da planlamadan ve piyasadan yararlanılma de­recesine bağlı olarak "planlamaya dayalı" ya da "piyasaya dayalı" iktisadi sistemler şeklinde genel bir ayırıma tabi tuuılmaktadırlar. 

ister planlama isterse piyasa ağırlıklı ol­sun, her iktisadi sistemin amacı, toplumdaki her ferdin, en çok istediği mal ve hizmetlerden istediği miktarlarda sahip olabilmesine imkan verecek bir iktisadi ortamın yaratılmasıdır. Bu­na bağlı olarak, her iktisadi sistemde çözüm bulunması gereken iki temel sorun; mevcut kaynakların kısa ve uzun vadede etkin kulla­nılmasının ve üretimden elde edilen gelirin üretime katılanlar arasında adilane paylaşımının sağlanmasıdır. Bu çalışmanın amacı, ilk  önce her bir iktisadi sistemin bu sorunlara niçin değişik başarı dereceleri ile çözüm bulabildiği hususunda bilgi vermektir. Bunu takiben, hem piyasa sistemleri hem de merkezi planlamaya dayalı sistemlere musallat olmuş -konut, kredi, döviz açığı ve işsizlik gibi- bazı önemli sorunların kalıcı olmasının nedenleri üzerinde durulacaktır. Son olarak, piyasaya dayalı libe­ral bir iktisadi sistemin başarısı için gerekli olan unsurlar ele alınacaktır. 

İktisadi Sistemlerin Mukayesesi 

En çarpıcı ifade şekli ile mevcut kaynakların etkin kullanılması demek, çalışmak iste­yen her ferdin bir iş bulabilmesi demektir. Bu hususta, hemen hemen herkesin bir işinin ol­duğu planlamaya dayalı iktisadi sistemin daha üstün olduğu uzun süre kabul görmüştür. An­cak, mesele, işyerinde geçirilen zamanın ne kadar etkin kullanıldığı hususuna geldiğinde bu üstünlük piyasaya dayalı liberal bir iktisadi sistemin tarafına geçmektedir. Zira, planlı sis­temde, çalışanlar, tahammül edilemeyecek uzunlukta bir zaman süresini ya iş yerlerinde boş oturarak ya da alışveriş amacıyla bekledik­leri mağazaların önündeki kuyruklarda bekler­ken heba ederler. Buna karşılık, bir piyasa sis­teminde, bir müteşebbis, üretim için istihdam ettiği üretim faktörlerine yaptığı ödemeler ile satış hasılatı arasındaki fark olarak tarif edilen kendi katkısını, yani kâr'ını, mümkün olduğu kadar arttırmayı hedeflediği için, bu tür zaman ve kaynak israflarını önlemeye yönelik olarak hareket eder.

Bununla beraber, daha uzun vadede, fertlerin sadece bir işinin olması ve çalışma sa­atlerini etkin bir şekilde kullanmalarının sağ­lanması da çoğu zaman yeterli değildir. En az bunlar kadar önemli olan diğer bir husus; fert­lerin hangi mal ve hizmetlerin üretimi için ve hangi teknolojik imkanları kullanarak çalıştık­larıdır. Bu hususlarda da, piyasaya dayalı sis­temin, planlamaya dayalı sistemden üstün ol­duğunu göstermiştir. Zira, piyasa sistemi, ge­rek tüketici tercihlerindeki değişmelere gerek­se mal ve hizmet üretim teknolojilerindeki de­ğişmelere bağlı olarak üretim yapısını nispeten çok daha kolay ve çok daha çabuk bir şekilde değiştirebilmektedir. Planlı sistemin bu husus­ta başarısız sayılmasının en önemli nedenleri arasında, bu sistem altında çalışan hiçbir mües­sese müdürünün yeni bir üretim teknolojisini istihdam etmenin gerektireceği riskleri üstlen­mek istememesi gösterilebilir. Ayrıca, bu sis­tem altında, mülkiyet haklarının önemli bir kıs­mı devlete ait olduğu için, üretimdeki verimli­lik artışı sonucunda ortaya çıkacak kârları sa­hiplenecek bir malik ya da malikler zümresi de mevcut değildir. Daha da ötesi, planlı sistemde çoğu mal ve hizmetin fiyatı, merkezi idare ta­rafından piyasa fiyatının çok altında belirlenir. Bu da, tüketicilerin aslında daha fazla tüket­mek istediği mal ve hizmetlerin hangileri oldu­ğunun planlamacılar tarafından bilinmesini zorlaştırır. Bu bakımdan, iktisadi planlama, tü­ketici taleplerinin tatmininden ziyade plan fizi­ki hedeflerinin gerçekleşmiş olmasının çok da­ha önemli olduğu bir sistem haline gelmiştir. 

Bir iktisadi sistemden, kaynakların etkin kullanılmasını sağlaması kadar üretimden elde edilen gelirin de mümkün olduğu kadar adil bir şekilde paylaştırması beklenir. Bu bakım­dan, üretim ile ilgili kararların aynı anda alın­ması esastır. Piyasaya dayalı bir iktisadi sistem­de, bu tür kararlan müteşebbisler alır, planla­maya dayalı bir iktisadi sistemde ise, aynı ka­rarları merkezi idare (planlama bürokrasisi) alır ve emirler, direktifler vasıtasıyla müessese ve üretim birimlerinin bu kararlar çerçevesin­de hareket etmesini sağlamaya çalışır. Planlı sistemde, üretimden dolayı ortaya çıkan gelirin paylaşımına esas teşkil eden görüş; herkesin verebildiği kadar katkıda bulunması ve dile­diği kadar alabilmesine dayanır. Bu şekilde, üretim ile ilgili kararların gelir dağılımı ile ilgili kararlardan ayrı olarak verilmesine yönelik bir çaba serfedilmektedir. Diğer taraftan, piyasaya dayalı bir iktisadi sistemde, gelirin (vergi ve transferlerden önceki) paylaşımı ve üretim ile ilgili kararlar aynı anda belirlenir. Çünkü, mü­teşebbis hangi mal ve hizmetleri hangi üretim teknolojisi ile üreteceğine karar verdiği anda, aslında bu üretim sürecinde istihdam edeceği üretim faktörlerinin elde edecekleri geliri de belirlemiş olur. Bu faktörlerin piyasadaki cari fıyatlan, elde edecekleri gelirlerini oluşturur. 

Her müteşebbis üretimle ilgili kararlan kendisi aldığına göre, planlı sistemin aksine bir piyasa sistemi merkezi-olmayan bir iktisadi sis­temdir. Diğer taraftan, planlamaya dayalı bir iktisadi sistemde, ne üretileceği, ürünlerden hangilerinin müesseselere ara üretim malze­mesi c'arak verileceği, ve hangi ürünlerin tü­keticilere doğrudan satılacağı hususunda ka­rarlan planlamacılar alır. Diğer bir ifade tarzı ile, merkezi idare, sadece nihai malların üreti­mi ile ilgili kararlan değil, müesseselerarası arz kararlanın da almaktadır, Böylece, bir piyasa sisteminde fiyatlar müesseselere bilgi taşırken, planlı sistemde aynı işi merkezi idare tarafın­dan belirlenen plan fiziki miktarları, pek de başarılı olmayan bir şekilde, yapmaya çalış­maktadır. 

Netice itibariyle, planlı sistemin, tüketici tercihlerindeki değişmelere ve üretim teknolo­jilerinde meydana gelen yeniliklere ayak uy­durarak üretim yapısını kısa bir zaman zarfın­da değiştirebilecek kadar esnek olmaması, ik­tisadi büyüme hususunda piyasa sisteminin eriştiği mertebenin çok gerisinde kalmasına neden olmuştur. Bunun en çarpıcı kamu, eski Doğu Avrupa Bloku ülkelerinin planlamaya dayalı iktisadi sistem altında yaşadıkları düşük hayat seviyesidir. Nitekim, söz konusu bu bir türlü iyileşmeyen düşük hayat seviyelerine atıfta bulunmadan, bu ülkelerin niçin süratle piyasaya dayalı bir iktisadi sisteme geçiş yap­maya çalıştığım anlayabilmek kolay değildir. 

Konut, Kredi, Döviz ve işsizlik Meseleleri 

Konut, kredi, döviz açıklan ile işsizlik meseleleri, hem piyasa sistemleri hem de mer­kezi planlı iktisadi sistemlere musallat olmuş önemli sorunlardır. Bildik nedenlerden dolayı konut ihtiyacı insanoğlunun en önemli sorun­larından biri olagelmiştir. Kamu lojmanları için tutulan bekleme listelerinin uzunluğu, bugün giyecek ve gıda maddelerinin bol olduğu nis­peten gelişmiş ülkelerde dahi, konut sorunu­nun hala mevcut olduğunu göstermektedir. Planlamaya dayalı iktisadi sistemlerdeki konut açığı ise efsanevidir. Bu durumun en önemli nedeni, konut piyasasında, fiyatının, piyasada serbestçe belirlenmesine izin vermek yerine, kiıa kontrolleri vasıtasıyla piyasa fiyatının altında tutulmuş olmasıdır. 

Tipik bir konut piyasasında taiep edilen kira miktarı, diğerlerinin yanında konutun bü­yüklüğüne, standardına, ve bulunduğu semte bağlıdır. Kiralardaki bir düşme, genellikle, ko­nuta olan talebi arttırır. Örneğin, aileler daha düşük kira seviyelerinde, oda sayısı daha fazla olan bir konutu kiralayabilirler; aileleri ile bir­likte bedava oturan gençlerin ise ayrı bir eve çıkması ihtimal dahilinde olur. Kiralardaki bir artış ise, konut sektörüne yatırım yapmayı kâr­lı kılar, mevcut konutların da diğer kullanım şekillerinden kira piyasasına doğru yönlenme­sine neden olur. Fiyatın "doğru", yani, piyasa­da serbestçe belirlenmiş olduğu durumda ise, talep ile arz eşit olduğu için açık sözkonusu ol­mayacaktır. 

Bununla beraber, konut piyasasında ge­nellikle karşılaşılan durum, bir "açık" halinin mevcudiyeti şeklinde kendini göstermektedir, Bu durumda, kira değeri piyasada geçerli olan kira değerinden düşük olduğu için, arz edilen konut miktarı daha düşük olur. Diğer taraftan, düşük kira değerinde, talep edilen konut mik­tarı, arz edilen konut miktarını aşar; bu da, "açık" ile ifade edilmek istenen durumu ortaya çıkarır. Söz konusu "açık", konut kira bedeli, piyasa kira bedelinin altında kaldığı sürece de­vam edecektir. 

Konut açığı tartışması, etkinlik ve adalet bakımından en azından iki önemli hususun dikkate alınmasını gerektirir. Bir kere, konut açığı eğer sadece kiraların arttırılması yoluyla ortadan kaldırılabilecekçe neden bu olmamak­tadır? Diğer bir değişle, neden konut açığı se­nelerden beri bazı ülkelerde devam etmekte­dir? İkincisi, kiraların artmasına izin verilmesi yoluyla sorunun çözülmeye çalışılması kira ödeyenler açısından adil bir çözüm olur mu? 

Birinci soruya cevap olarak, pı/asada kiraların artmasına engel olan bazı güçlerin iş­lediğine dikkat çekilebilir. Planlı sistemlerde, kiralar, kiracıların lehine resmen, yasa ile dü­şük düzeyde tutulmaktadır. Piyasaya dayalı sistemlerin çoğunda da, aynı amaçla kiraların piyasa değerinin altında kalması, kira kontrol­leri yoluyla sağlamaktadır. Aslında her iki du­rumda da, kiraların yapay olarak düşük tutul­ması etkin olmayan bir durumdur. Çünkü, bu şekilde konut arzı düşmekte, talebi artmakta ve böylece bir "açık" ortaya çıkmaktadır, Adalet açısından ise, yapay olarak dü­şük tutulmuş kiralar, sınırlı arz ve aşırı talep nedeniyle konut piyasasından dışlanmış olan­ların yararına değildir. Zor koşullar altında, ko­nuta sahip olacak kadar şanslı ya da torpilli olanların çoğu içinse, düşük kiralar oldukça karmaşık bir lütuftur. Çünkü, düşük kiralı ko­nutlar herşeyden önce, genellikle, kötü bir şe­kilde inşaa edilmiştir ya da yetersiz bakım nedeniyle durumları zamanla kötü hale gelmiştir. Bu bakımdan, merkezi planlı iktisadi sistem­lerdeki konut standartlarının piyasaya dayalı iktisadi sistemlerdekilere kıyasla çok daha kö­tü durumda olmalan tesadüf değildir. Bununla beraber, çoğu piyasaya dayalı iktisadi sistem­lerde bile bazı kentsel alanların büyük bölü­mü, yetersiz bakım-onarım yapıldığı ve bunu müteakkip konutların durumunun kötüleşme­si nedeniyle harap hale gelmiştir. Bu durum, özellikle kira ve konut fiyatlarının sürekli ola­rak arz ve talebin eşitlendiği ve normal bakım ve yenileme harcamalarının yapılabilmesini sağlayacak düzeylerin altında tutulması nede­niyle ortaya çıkmaktadır. Bu tür yasal kısıtla­maların ortadan kaldırılması, bu sorunu, kira piyasasında fiyatın kendiliğinden piyasa rayici­ne doğru hareket etmesine izin vermek sure­tiyle çözülebilir. 

Benzer bir hikaye, kredi piyasası için de tekrar edilebilir. Birçok gelişmekte olan ülke­de mevcut olan kronik kredi açıklarının temel nedeni, kredi fiyatının -yani, faiz oranının- res­mi makamlar tarafından düşük tutulmasıdır. Kredi açıklan, faiz oranının kredi talebinin kre­di arzına tekabül ettiği noktaya kadar yüksel­mesine izin vermek suretiyle ortadan kaldınla-bilir. Aksi halde, faiz oranı kontrolleri (ve ba­zen de kötü hazırlanmış tefecilik yasaları), kira Kontrollerinde olduğu gibi, kredi tayınlaması yapılmasını zonınlu kılmakta, dolayısıyla da sık sık erkinsizliğin yanısıra ayrancılığın ve rüş­vetin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca, bu sonucun ortaya çıkmasını, ne yazık ki bazen, kredi için biribirleri ile yarışan müş­teriler arasında, kıt olan kredileri paylaştırma işinin vereceği gücün cazibesine kapılan bazı kamu görevlilerinin kendileri de arzu edebilir. Mamafih, birçok gelişmekte olan ülkenin sene­ler boyunca elde ettiği tecrübeler, borç verile­bilir fonların arzını kısma yoluyla yatırımları kamçılama ve iktisadi büyümeyi teşvik etmeye yönelik faiz oranı kontrollerinin sık sık ters et­ki yaptığını bariz bir şekilde ortaya koymuştur. 

Bir üçüncü örnek olarak, döviz piyasası verilebilir. Yabancı para fiyatının -yani, müba­dele oranının- döviz için mümkün olduğunca düşük bir ödeme yapmak isteyenlerin yararı­na, devlet tarafından yapay olarak düşük tutul­duğu ülkelerde, bir döviz açığı ortaya çıkar. Bu durum, kaçınılmaz olarak, çoğu kez dışarıdan ithal edilen zaruri mal ve hizmetlere yönelik olarak, ülkenin ödeme kabiliyeti ve dış borç yükümlülüklerini yerine getirmesi bakımından ağır sonuçlar yaratır. Döviz açığına neden olan husus, yukarıda verilen konut ve kredi örneklerindekiler ile aynıdır; eğer dövizin fiyatı ya­pay olarak çok düşük tutulursa, arz, talebin al­tında kalmaktadır. 

Bu bölümü, "açık" ile ilgili bir örnek da­ha vererek bitirelim: Bu da, iş açığıdır. İşsizlik uzun zamandan beridir dünyanın birçok yerin­de, bundan etkilenen fertler ve toplumlar açı­sından ciddi ve bazen yıkıcı iktisadi ve "sosyal sonuçları ile beraber sık sık tekerrür eden bir olaydır. Bu olay da arz ve taleple ilgilidir. Şöy­le ki, piyasaya dayalı iktisadi sistemlerde, emek hizmetleri, mallarda olduğu gibi, piyasalarda alınıp satılırlar. Müesseselerin mal ve hiz­met üretebilmek için emeğe ihtiyacı vardır. Müesseselerin emek talebi emeğin fiyatına -ya­ni ücrete- bağlıdır. Müesseseler, ödeyecekleri ücretlerin seviyesi yükseldikçe, genellikle, da­ha az emek istihdam etmeyi isteyeceklerdir.

İşçiler müesseselere emeklerini arz ederler. Genellikle, işçiler, ücretler yükseldik­çe, daha fazla emek arz etmeye istekli olurlar. Ancak, bu her zaman böyle olmayabilir, çünkü ücretlerdeki bir artış işçilerin gelirlerini arttırır ve bu durumda, işçiler daha az çalışarak boş zamanın tadım çıkarmayı tercih edebilirler (Örneğimizi mümkün olduğunca basit kılmak için bu ihtimali bir an gözardı edelim). 

Ücretlerin genellikle piyasa rayicinin yukarısında kalması, piyasaya dayalı sistemin can alıcı sorunlarından biridir. Bunun niçin böyle olduğunu bulabilmek için, işsizlikle karekterize edilen bir dunımdan kimin kazançlı, kimin zararlı çıkacağı hususunu düşünmek ya­rarlı olabilir. Bir kere, halihazırda işleri mevcut olanların, ücretlerinin düşmesini engellemek için gayet makul nedenleri vardır. Diğer taraf­tan, bu durumda işsiz olan ancak daha düşük ücrette iş bulabilecek olanların durumu daha kötüdür, zira işi olanların aldığı yüksek ücretin bunlara hiçbir yararı yoktur. Çünkü, normal olarak ellerine bir işsizlik ödemesi geçmesine rağmen, bu miktar, işte çalışırken alabilecekle­ri ücretlerinden oldukça düşüktür. Netice itiba­rıyla, "işi olanlar" ücretlerinin yüksek kalması­nı isterken, "işi olmayanlar" düşmesini isterler.

Bu durumda, işveren tercihleri, "işsizle­rin" talepleri ile çakışıyormuş gibi görülebilir; ancak, böyle olması her zaman şart değildir. Bunun nedeni, emek hazmederinin kalitesi ile ilgilidir, işverenler, işçileri demoralize edece­ğinden korktukları için ücretleri düşürmekten çekinebilirler. Aksi halde, kalifiyeli işçiler baş­ka yerlerdeki daha iyi ücret ödenen işleri kapmak için aynlabilirler. Kalan işçiler de daha öncekiler kadar iyi performans gösterecek kadar motive olamayabilirler. Bu nedenle, işve-renler daha yüksek ücretin olduğu durumun devam etmesini tercih edebilirler. Özetle, emek piyasasındaki güç yapısı, en azından bir dereceye kadar, ücretlerin bazen neden "her­kese iş prensibi"ne uymayan bir seviyede tu­tulduğunu açıklamaktadır. Bu sonuç, ücret dü­zeyi, piyasa ücret haddinin üzerinde kaldığı sürece ortaya çıkmaya devam edecektir. 

Buraya kadar izlediğimiz bu basit ama güçlü fikir yürütme şekli, diğer birçok piyasa­ya uygulanabilir. Hakikaten, merkezi planla­maya dayalı iktisadi sistemlerin belirleyici özelliklerinden biri olan birçok mal ve hizmet­lerdeki kronik açıkların ana sebebi, söz konu­su fiyatların merkezi plancılar tarafından çok düşük tutulmasıdır. Bu nedenle, fiyatlann serbest bırakılması bu açıkların ortadan kaldırıl­ması açısından son derece önemlidir. 

Piyasaya Dayalı Liberal İktisadi Sistem 

Piyasaya dayalı liberal bir iktisadi sis­tem, birçok kişinin düşündüğü gibi, devletin meydanı tümüyle özel sektöre bırakması anla­mına gelmez. Bilakis, piyasa güçlerinin ser­bestçe hareket etmesine dayalı bir iktisadi sis­temin iyi bir şekilde işleyebilmesi ve en azın­dan şu üç hususu sağlayabilmesi için, devletin piyasada güçlü bir şekilde mevcudiyetine ihti­yaç vardır. Bunlar, özel mülkiyetin garanti altı­na alınması, rekabet ve malların serbestçe mü­badelesinin mümkün olmasının sağlanması ve müesseselerin iflası ve tasfiyesi ile ilgili izlene­bilecek çok iyi hazırlanmış bir düzenleme ya­sasının hazırlanması hususlarıdır.

İktisadi sistemde alınan kararların koor­dinasyonunu, merkezi olarak belirlenmiş plan rakamları yerine fiyatlann yapabilmesi için, üretim araçlarının özel mülkiyetin elinde olma­sı gerekir. Devletin görevi, özel mülkiyeti ga­ranti altına alan uygun bir yasal düzenlemeyi yapmak ve insanlara bu hakkın ileriki bir tarih­te sınırlanmayacağına ya da ellerinden alınma­yacağına dair güven vermektir. 

Aksi halde; örneğin,  bugün ektiği tarla­sını gelecek  senelerde* de  ekebileceğinden emin olmayan bir çiftçinin, toprağı iyileştirme­ye ve daha iyi mahsûl elde etmesini sağlayacak sulama tesisatları için yatırımlar yapmaya yö­nelik arzusu önemli ölçüde azalacaktır. Veya, işleri çok iyi gittiğinde, devletin, vergileri bek­lenmedik bir şekilde arttıracağından, üretimi için gerekli girdi arzım geciktireceğinden, ya da bu girdilerin fıyatlarını çok fazla arttıraca­ğında, çekinen bir müteşebbisin, ileriye dö­nük planlar yapmaya hevesi kalmayacaktır. Bu dunımda, günlük faaliyetlerden kazandıkları paralan işlerini genişletmek için bir kenara koymak yerine, müteşebbisler, kazandıkları­nın çoğunu tüketmeyi ya da servetlerini değer­li eşyalar formunda tutma yolunu seçecekler­dir. 

Ayrıca, sermaye sahiplerinin sağlıklı ve büyüyen bir iktisadi faaliyet ortamı yaratmada kendilerine düşenleri yapabilmeleri için geniş­lemelerine de izin verilmesi, yani çok daha faz­la sermaye biriktirmelerine de fırsat verilmesi gereklidir. Bununla beraber, kârlı olmayan alanlara yatırım yaptıklannda ise, müteşebbis­lerin, başlangıç sermayelerinin hepsini ya da bir kısmını kaybetmelerini de doğal karşılama­ları gereklidir. 

Ancak, bütün bunlar iktisadi büyüme­nin tümüyle başıboş bırakılması gerektiği anla­mına gelmemelidir. Zira, tekellerin oluşmasına yönelik eğilimler ile mücadele edilmesi de devletin görevleri arasındadır. Bunun nedeni, bir malın tek bir arz edicisinin (yani bir tekelin) olması halinde, tüketicilerin seçim yapma ola­nağının kalmamasıdır. Bu durum, üretici-teke-line önemli ölçüde güç sağlayacak ve iktisadi faaliyetler üretici güdümlü olacaktır. Bu da, yüksek fiyatlara, kötü kaliteye ve kaynakların etkin olmayan şekilde kullanılmasına neden olacaktır. 

Devletin piyasaya dayalı bir iktisadi sis­temde müdahale etmesi gereken ikinci alan, etkili rekabet ve malların serbestçe mübadele edilmesini sağlayacak düzenlemelerin oluştu­rulması hususudur. Bu tür düzenlemelerin olmaması halinde, bir endüstrideki üreticiler, ço­ğu zaman rekabetin sınırlandınlmasına yöne­lik olarak birbirleri arasında anlaşmaya varmak suretiyle, kârlannı arttırabilecektir. Bu sonınu kolayca halletmenin yolu dışandan ithalata izin verilmesidir. Ayrıca, sıkı rekabet ve malla-nn serbestçe mübadelesinin gerçekleşebilmesi için tüketicilere yönelik doğru ve tatmin edici bilgilerin mevcut olması da son derece önem­lidir. Burada devlere düşen önemli diğer bir görev, tüketicileri yanlış ve aldatıcı reklamdan korumak amacıyla önlemler almaktır. 

Piyasanın iyi işlediğinden emin olmak için devletin faal olarak çalışması gereken bir üçüncü alan, iflaslar ve iktisadi faaliyetlerin ye­niden tanzimi ile ilgilidir. Piyasaya dayalı bir iktisadi sistemde, senede, müesseselerin yak­laşık olarak yüzde onunun iflas etmesi normal karşılanır. Bunların çoğunluğunu, küçük ve faaliyetine yeni başlamış olan müesseseler oluşturur, iflas, bu tür müesseseler finansal ta­ahhütlerini yerine getirmediklerinde ve bu ne­denle de ticari faaliyetlerine son vermeye zor­landıklarında ortaya çıkmaktadır.

Bir piyasa sisteminde, bu kadar sıklıkta iflasların ortaya çıkması belirsizlik durumu ile yakından ilgilidir. Belirsizlik bakımından, do­ğal bilimlerin alanına giren konularda hemen hemen kesin yasa ve ilişkilere ulaşılabilirken, sosyal bilimlerde daha az kesinlikte bir vukuf ile yetinilmek durumunda kalınmaktadır. Ör­neğin; bir mühendis bir arabanın beygir gücü­nü, yanma etkinliğini ve hızlanma gücünü ke­sin olarak hesaplayabilir. Ancak, bir iktisatçı­nın, arabanın üretim ve geliştirme maliyetinin ne kadar pahalıya mal olacağı ve hesaplanan fiyattan yeterli miktarda satılıp satılamayacağı hususundaki bilgisi kesin olmaktan çok uzak­tır. Bu durumda, maliyetler ve piyasa ile ilgili beklentilerin yanlış bir şekilde tahmin edilme­si, satış sorunlarına neden olacak ve kaynakların etkin olmayan bir şekilde kullanılmış oldu­ğu anlamına gelecektir. Müessese para kaybe­decek ve üretimini yeniden tanzim etmesi ge­rekecektir. 

Müessese, ancak bu yeniden tanzimi beceremediği zaman, yani para kaybetmeye devam ettiği zaman, iflas mekanizması devre­ye girecektir. Bu durumda alacaklılar, yani mü­essesenin kendilerine borçlu olduğu kişiler, müessesenin tasfiyesini talep edeceklerdir. Iflas halinde, müessese bir bütün halinde, bazı durumlarda ise kısım kısım satılır ve ele geçen para miktan müessese ile ilgili hakları kanıt­lanmışlar arasında bölüştürülür. 

Burada iflasın iki dezavantajı, bir avanta­jı vardır. Dezavantajlarından birisi, her zaman olmasa da, insanlann işlerini kaybetmeleridir. Diğeri, kredidatörlerin borç verdikleri paranın genellikle ancak bir kısmını geri alabilmeleri­dir. Avantajı ise, etkin olmayan müesseselerin ayıklanmasını sağlamasıdır. Böylece, buralarda kullanılan kaynaklar diğer daha etkin alanlar­daki kullanımlar için serbest kalacaktır. 

Etkin olmayan teşebbüslerin kapanma­sının avantajı o kadar önemlidir ki, iflas meka­nizmasının sözü edilen iki dezavantajına ağır basar. Bunu daha iyi görebilmek için, iflaslara izin verilmeyen bir iktisadi sistemin durumu ile karşılaştırma yapılması yeterli olacaktır. Yumu­şak bütçe kısıtlarının karakterize ettiği bu tür bir iktisadi sistemde, zayıf bir üretim perfor­mansı gösteren teşebbüsler ayıklanamayacak-tır. Bu yüzden, kaynaklar, bir süre için olsa da­hi, toplum için çok daha az kullanışlı mal ve hizmetlerin üretiminde sıkışıp kalacaktır. 

Kreditatörlerin kayıpları ne kadar bü­yük olursa olsun, toplum açısından, iflasa izin verilmesi etkin olmayan üretimin devam ettiril­mesinden daha iyidir. Kuşkusuz, bu durum kreditatörler açısından da öğreticidir. Çıkara­cakları ders, kime borç verdikleri hakkında da­ha dikkatli olmaları gerektiğidir. Bu durum, gelecek sefer daha temkinli davranmalarına neden olacaktır. İflasın, bu bakımdan, piyasa­daki  katılımcılan birbirlerinin teşebbüslerini  karşılıklı olarak gözetlemeye zorladığı ve sistemin bir bütün olarak kaynak kullanımında daha etkin hale gelmesini sağladığı kabul edilmektedir. 

Sonuç 

Buraya kadar ele aldığımız hususlardan çıkanlabilecek sonuç, piyasaya dayalı liberal iktisadi sistemin, nispeten çok daha fazla sayı­da insana, çok daha yüksek bir metaryalistik hayat seviyesi sağlayabileceğidir. Son seneler­de giderek artan sayıda ülkenin, iktisadi karar­larında piyasa güçlerinin daha fazla söz sahibi olmalarına imkan verecek şekilde iktisadi sistemlerinde değişiklikler yapmaya başlaması bu yargımızı desteklemektedir. Ancak, mevcut bir iktisadi sistemde değişiklikler yapılması çe­şitli sıkıntı ve zorluklara katlanmayı gerektirir. Bu bakımdan, söz konusu ülkelerin bu deği­şiklikleri yapabilme bakımından basan derece­leri, geçiş devresinde insanların kaçınılmaz ola­rak katlanmaları gerekecek ödünleri vermeye ne kadar hazır olduklarına bağlı olacaktır

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005