|
İktisadi Sistemlerin Mukayesesi ve
Piyasaya Dayalı Liberal Düzen
Dr. Necmiddin Bağdadioğlu
Günümüzde "karma" bir nitelik arzeden iktisadi
sistemler, iktisadi kararların alınmasında
planlamadan ve piyasadan yararlanılma derecesine
bağlı olarak "planlamaya dayalı" ya da "piyasaya
dayalı" iktisadi sistemler şeklinde genel bir
ayırıma tabi tuuılmaktadırlar.
ister planlama isterse piyasa ağırlıklı olsun, her
iktisadi sistemin amacı, toplumdaki her ferdin, en
çok istediği mal ve hizmetlerden istediği
miktarlarda sahip olabilmesine imkan verecek bir
iktisadi ortamın yaratılmasıdır. Buna bağlı olarak,
her iktisadi sistemde çözüm bulunması gereken iki
temel sorun; mevcut kaynakların kısa ve uzun vadede
etkin kullanılmasının ve üretimden elde edilen
gelirin üretime katılanlar arasında adilane
paylaşımının sağlanmasıdır. Bu çalışmanın amacı,
ilk önce her bir iktisadi sistemin bu sorunlara
niçin değişik başarı dereceleri ile çözüm
bulabildiği hususunda bilgi vermektir. Bunu takiben,
hem piyasa sistemleri hem de merkezi planlamaya
dayalı sistemlere musallat olmuş -konut, kredi,
döviz açığı ve işsizlik gibi- bazı önemli sorunların
kalıcı olmasının nedenleri üzerinde durulacaktır.
Son olarak, piyasaya dayalı liberal bir iktisadi
sistemin başarısı için gerekli olan unsurlar ele
alınacaktır.
İktisadi Sistemlerin Mukayesesi
En çarpıcı ifade şekli ile mevcut kaynakların etkin
kullanılması demek, çalışmak isteyen her ferdin bir
iş bulabilmesi demektir. Bu hususta, hemen hemen
herkesin bir işinin olduğu planlamaya dayalı
iktisadi sistemin daha üstün olduğu uzun süre kabul
görmüştür. Ancak, mesele, işyerinde geçirilen
zamanın ne kadar etkin kullanıldığı hususuna
geldiğinde bu üstünlük piyasaya dayalı liberal bir
iktisadi sistemin tarafına geçmektedir. Zira, planlı
sistemde, çalışanlar, tahammül edilemeyecek
uzunlukta bir zaman süresini ya iş yerlerinde boş
oturarak ya da alışveriş amacıyla bekledikleri
mağazaların önündeki kuyruklarda beklerken heba
ederler. Buna karşılık, bir piyasa sisteminde, bir
müteşebbis, üretim için istihdam ettiği üretim
faktörlerine yaptığı ödemeler ile satış hasılatı
arasındaki fark olarak tarif edilen kendi katkısını,
yani kâr'ını, mümkün olduğu kadar arttırmayı
hedeflediği için, bu tür zaman ve kaynak israflarını
önlemeye yönelik olarak hareket eder.
Bununla beraber, daha uzun vadede, fertlerin sadece
bir işinin olması ve çalışma saatlerini etkin bir
şekilde kullanmalarının sağlanması da çoğu zaman
yeterli değildir. En az bunlar kadar önemli olan
diğer bir husus; fertlerin hangi mal ve hizmetlerin
üretimi için ve hangi teknolojik imkanları
kullanarak çalıştıklarıdır. Bu hususlarda da,
piyasaya dayalı sistemin, planlamaya dayalı
sistemden üstün olduğunu göstermiştir. Zira, piyasa
sistemi, gerek tüketici tercihlerindeki değişmelere
gerekse mal ve hizmet üretim teknolojilerindeki
değişmelere bağlı olarak üretim yapısını nispeten
çok daha kolay ve çok daha çabuk bir şekilde
değiştirebilmektedir. Planlı sistemin bu hususta
başarısız sayılmasının en önemli nedenleri arasında,
bu sistem altında çalışan hiçbir müessese müdürünün
yeni bir üretim teknolojisini istihdam etmenin
gerektireceği riskleri üstlenmek istememesi
gösterilebilir. Ayrıca, bu sistem altında, mülkiyet
haklarının önemli bir kısmı devlete ait olduğu
için, üretimdeki verimlilik artışı sonucunda ortaya
çıkacak kârları sahiplenecek bir malik ya da
malikler zümresi de mevcut değildir. Daha da ötesi,
planlı sistemde çoğu mal ve hizmetin fiyatı, merkezi
idare tarafından piyasa fiyatının çok altında
belirlenir. Bu da, tüketicilerin aslında daha fazla
tüketmek istediği mal ve hizmetlerin hangileri
olduğunun planlamacılar tarafından bilinmesini
zorlaştırır. Bu bakımdan, iktisadi planlama,
tüketici taleplerinin tatmininden ziyade plan
fiziki hedeflerinin gerçekleşmiş olmasının çok
daha önemli olduğu bir sistem haline gelmiştir.
Bir iktisadi sistemden, kaynakların etkin
kullanılmasını sağlaması kadar üretimden elde edilen
gelirin de mümkün olduğu kadar adil bir şekilde
paylaştırması beklenir. Bu bakımdan, üretim ile
ilgili kararların aynı anda alınması esastır.
Piyasaya dayalı bir iktisadi sistemde, bu tür
kararlan müteşebbisler alır, planlamaya dayalı bir
iktisadi sistemde ise, aynı kararları merkezi idare
(planlama bürokrasisi) alır ve emirler, direktifler
vasıtasıyla müessese ve üretim birimlerinin bu
kararlar çerçevesinde hareket etmesini sağlamaya
çalışır. Planlı sistemde, üretimden dolayı ortaya
çıkan gelirin paylaşımına esas teşkil eden görüş;
herkesin verebildiği kadar katkıda bulunması ve
dilediği kadar alabilmesine dayanır. Bu şekilde,
üretim ile ilgili kararların gelir dağılımı ile
ilgili kararlardan ayrı olarak verilmesine yönelik
bir çaba serfedilmektedir. Diğer taraftan, piyasaya
dayalı bir iktisadi sistemde, gelirin (vergi ve
transferlerden önceki) paylaşımı ve üretim ile
ilgili kararlar aynı anda belirlenir. Çünkü,
müteşebbis hangi mal ve hizmetleri hangi üretim
teknolojisi ile üreteceğine karar verdiği anda,
aslında bu üretim sürecinde istihdam edeceği üretim
faktörlerinin elde edecekleri geliri de
belirlemiş olur. Bu faktörlerin piyasadaki cari
fıyatlan, elde edecekleri gelirlerini oluşturur.
Her müteşebbis üretimle ilgili kararlan kendisi
aldığına göre, planlı sistemin aksine bir piyasa
sistemi merkezi-olmayan bir iktisadi sistemdir.
Diğer taraftan, planlamaya dayalı bir iktisadi
sistemde, ne üretileceği, ürünlerden hangilerinin
müesseselere ara üretim malzemesi c'arak
verileceği, ve hangi ürünlerin tüketicilere
doğrudan satılacağı hususunda kararlan
planlamacılar alır. Diğer bir ifade tarzı ile,
merkezi idare, sadece nihai malların üretimi ile
ilgili kararlan değil, müesseselerarası arz
kararlanın da almaktadır, Böylece, bir piyasa
sisteminde fiyatlar müesseselere bilgi taşırken,
planlı sistemde aynı işi merkezi idare tarafından
belirlenen plan fiziki miktarları, pek de başarılı
olmayan bir şekilde, yapmaya çalışmaktadır.
Netice itibariyle, planlı sistemin, tüketici
tercihlerindeki değişmelere ve üretim
teknolojilerinde meydana gelen yeniliklere ayak
uydurarak üretim yapısını kısa bir zaman zarfında
değiştirebilecek kadar esnek olmaması, iktisadi
büyüme hususunda piyasa sisteminin eriştiği
mertebenin çok gerisinde kalmasına neden olmuştur.
Bunun en çarpıcı kamu, eski Doğu Avrupa Bloku
ülkelerinin planlamaya dayalı iktisadi sistem
altında yaşadıkları düşük hayat seviyesidir.
Nitekim, söz konusu bu bir türlü iyileşmeyen düşük
hayat seviyelerine atıfta bulunmadan, bu ülkelerin
niçin süratle piyasaya dayalı bir iktisadi sisteme
geçiş yapmaya çalıştığım anlayabilmek kolay
değildir.
Konut, Kredi, Döviz ve işsizlik Meseleleri
Konut, kredi, döviz açıklan ile işsizlik meseleleri,
hem piyasa sistemleri hem de merkezi planlı
iktisadi sistemlere musallat olmuş önemli
sorunlardır. Bildik nedenlerden dolayı konut
ihtiyacı insanoğlunun en önemli sorunlarından biri
olagelmiştir. Kamu lojmanları için tutulan bekleme
listelerinin uzunluğu, bugün giyecek ve gıda
maddelerinin bol olduğu nispeten gelişmiş ülkelerde
dahi, konut sorununun hala mevcut olduğunu
göstermektedir. Planlamaya dayalı iktisadi
sistemlerdeki konut açığı ise efsanevidir. Bu
durumun en önemli nedeni, konut piyasasında,
fiyatının, piyasada serbestçe belirlenmesine izin
vermek yerine, kiıa kontrolleri vasıtasıyla piyasa
fiyatının altında tutulmuş olmasıdır.
Tipik bir konut piyasasında taiep edilen kira
miktarı, diğerlerinin yanında konutun büyüklüğüne,
standardına, ve bulunduğu semte bağlıdır.
Kiralardaki bir düşme, genellikle, konuta olan
talebi arttırır. Örneğin, aileler daha düşük kira
seviyelerinde, oda sayısı daha fazla olan bir konutu
kiralayabilirler; aileleri ile birlikte bedava
oturan gençlerin ise ayrı bir eve çıkması ihtimal
dahilinde olur. Kiralardaki bir artış ise, konut
sektörüne yatırım yapmayı kârlı kılar, mevcut
konutların da diğer kullanım şekillerinden kira
piyasasına doğru yönlenmesine neden olur. Fiyatın
"doğru", yani, piyasada serbestçe belirlenmiş
olduğu durumda ise, talep ile arz eşit olduğu için
açık sözkonusu olmayacaktır.
Bununla beraber, konut piyasasında genellikle
karşılaşılan durum, bir "açık" halinin mevcudiyeti
şeklinde kendini göstermektedir, Bu durumda, kira
değeri piyasada geçerli olan kira değerinden düşük
olduğu için, arz edilen konut miktarı daha düşük
olur. Diğer taraftan, düşük kira değerinde, talep
edilen konut miktarı, arz edilen konut miktarını
aşar; bu da, "açık" ile ifade edilmek istenen durumu
ortaya çıkarır. Söz konusu "açık", konut kira
bedeli, piyasa kira bedelinin altında kaldığı sürece
devam edecektir.
Konut açığı tartışması, etkinlik ve adalet
bakımından en azından iki önemli hususun dikkate
alınmasını gerektirir. Bir kere, konut açığı eğer
sadece kiraların arttırılması yoluyla ortadan
kaldırılabilecekçe neden bu olmamaktadır? Diğer bir
değişle, neden konut açığı senelerden beri bazı
ülkelerde devam etmektedir? İkincisi, kiraların
artmasına izin verilmesi yoluyla sorunun çözülmeye
çalışılması kira ödeyenler açısından adil bir çözüm
olur mu?
Birinci soruya cevap olarak, pı/asada kiraların
artmasına engel olan bazı güçlerin işlediğine
dikkat çekilebilir. Planlı sistemlerde, kiralar,
kiracıların lehine resmen, yasa ile düşük düzeyde
tutulmaktadır. Piyasaya dayalı sistemlerin çoğunda
da, aynı amaçla kiraların piyasa değerinin altında
kalması, kira kontrolleri yoluyla sağlamaktadır.
Aslında her iki durumda da, kiraların yapay olarak
düşük tutulması etkin olmayan bir durumdur. Çünkü,
bu şekilde konut arzı düşmekte, talebi artmakta ve
böylece bir "açık" ortaya çıkmaktadır, Adalet
açısından ise, yapay olarak düşük tutulmuş kiralar,
sınırlı arz ve aşırı talep nedeniyle konut
piyasasından dışlanmış olanların yararına değildir.
Zor koşullar altında, konuta sahip olacak kadar
şanslı ya da torpilli olanların çoğu içinse, düşük
kiralar oldukça karmaşık bir lütuftur. Çünkü, düşük
kiralı konutlar herşeyden önce, genellikle, kötü
bir şekilde inşaa edilmiştir ya da yetersiz bakım
nedeniyle durumları zamanla kötü hale gelmiştir. Bu
bakımdan, merkezi planlı iktisadi sistemlerdeki
konut standartlarının piyasaya dayalı iktisadi
sistemlerdekilere kıyasla çok daha kötü durumda
olmalan tesadüf değildir. Bununla beraber, çoğu
piyasaya dayalı iktisadi sistemlerde bile bazı
kentsel alanların büyük bölümü, yetersiz
bakım-onarım yapıldığı ve bunu müteakkip konutların
durumunun kötüleşmesi nedeniyle harap hale
gelmiştir. Bu durum, özellikle kira ve konut
fiyatlarının sürekli olarak arz ve talebin
eşitlendiği ve normal bakım ve yenileme
harcamalarının yapılabilmesini sağlayacak düzeylerin
altında tutulması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu
tür yasal kısıtlamaların ortadan kaldırılması, bu
sorunu, kira piyasasında fiyatın kendiliğinden
piyasa rayicine doğru hareket etmesine izin vermek
suretiyle çözülebilir.
Benzer bir hikaye, kredi piyasası için de tekrar
edilebilir. Birçok gelişmekte olan ülkede mevcut
olan kronik kredi açıklarının temel nedeni, kredi
fiyatının -yani, faiz oranının- resmi makamlar
tarafından düşük tutulmasıdır. Kredi açıklan, faiz
oranının kredi talebinin kredi arzına tekabül
ettiği noktaya kadar yükselmesine izin vermek
suretiyle ortadan kaldınla-bilir. Aksi halde, faiz
oranı kontrolleri (ve bazen de kötü hazırlanmış
tefecilik yasaları), kira Kontrollerinde olduğu
gibi, kredi tayınlaması yapılmasını zonınlu
kılmakta, dolayısıyla da sık sık erkinsizliğin
yanısıra ayrancılığın ve rüşvetin ortaya çıkmasına
sebebiyet vermektedir. Ayrıca, bu sonucun ortaya
çıkmasını, ne yazık ki bazen, kredi için biribirleri
ile yarışan müşteriler arasında, kıt olan kredileri
paylaştırma işinin vereceği gücün cazibesine kapılan
bazı kamu görevlilerinin kendileri de arzu edebilir.
Mamafih, birçok gelişmekte olan ülkenin seneler
boyunca elde ettiği tecrübeler, borç verilebilir
fonların arzını kısma yoluyla yatırımları kamçılama
ve iktisadi büyümeyi teşvik etmeye yönelik faiz
oranı kontrollerinin sık sık ters etki yaptığını
bariz bir şekilde ortaya koymuştur.
Bir üçüncü örnek olarak, döviz piyasası verilebilir.
Yabancı para fiyatının -yani, mübadele oranının-
döviz için mümkün olduğunca düşük bir ödeme yapmak
isteyenlerin yararına, devlet tarafından yapay
olarak düşük tutulduğu ülkelerde, bir döviz açığı
ortaya çıkar. Bu durum, kaçınılmaz olarak, çoğu kez
dışarıdan ithal edilen zaruri mal ve hizmetlere
yönelik olarak, ülkenin ödeme kabiliyeti ve dış borç
yükümlülüklerini yerine getirmesi bakımından ağır
sonuçlar yaratır. Döviz açığına neden olan husus,
yukarıda verilen konut ve kredi örneklerindekiler
ile aynıdır; eğer dövizin fiyatı yapay olarak çok
düşük tutulursa, arz, talebin altında kalmaktadır.
Bu bölümü, "açık" ile ilgili bir örnek daha vererek
bitirelim: Bu da, iş açığıdır. İşsizlik uzun
zamandan beridir dünyanın birçok yerinde, bundan
etkilenen fertler ve toplumlar açısından ciddi ve
bazen yıkıcı iktisadi ve "sosyal sonuçları ile
beraber sık sık tekerrür eden bir olaydır. Bu olay
da arz ve taleple ilgilidir. Şöyle ki, piyasaya
dayalı iktisadi sistemlerde, emek hizmetleri,
mallarda olduğu gibi, piyasalarda alınıp satılırlar.
Müesseselerin mal ve hizmet üretebilmek için emeğe
ihtiyacı vardır. Müesseselerin emek talebi emeğin
fiyatına -yani ücrete- bağlıdır. Müesseseler,
ödeyecekleri ücretlerin seviyesi yükseldikçe,
genellikle, daha az emek istihdam etmeyi
isteyeceklerdir.
İşçiler müesseselere emeklerini arz ederler.
Genellikle, işçiler, ücretler yükseldikçe, daha
fazla emek arz etmeye istekli olurlar. Ancak, bu her
zaman böyle olmayabilir, çünkü ücretlerdeki bir
artış işçilerin gelirlerini arttırır ve bu durumda,
işçiler daha az çalışarak boş zamanın tadım
çıkarmayı tercih edebilirler (Örneğimizi mümkün
olduğunca basit kılmak için bu ihtimali bir an
gözardı edelim).
Ücretlerin genellikle piyasa rayicinin yukarısında
kalması, piyasaya dayalı sistemin can alıcı
sorunlarından biridir. Bunun niçin böyle olduğunu
bulabilmek için, işsizlikle karekterize edilen bir
dunımdan kimin kazançlı, kimin zararlı çıkacağı
hususunu düşünmek yararlı olabilir. Bir kere,
halihazırda işleri mevcut olanların, ücretlerinin
düşmesini engellemek için gayet makul nedenleri
vardır. Diğer taraftan, bu durumda işsiz olan ancak
daha düşük ücrette iş bulabilecek olanların durumu
daha kötüdür, zira işi olanların aldığı yüksek
ücretin bunlara hiçbir yararı yoktur. Çünkü, normal
olarak ellerine bir işsizlik ödemesi geçmesine
rağmen, bu miktar, işte çalışırken alabilecekleri
ücretlerinden oldukça düşüktür. Netice itibarıyla,
"işi olanlar" ücretlerinin yüksek kalmasını
isterken, "işi olmayanlar" düşmesini isterler.
Bu durumda, işveren tercihleri, "işsizlerin"
talepleri ile çakışıyormuş gibi görülebilir; ancak,
böyle olması her zaman şart değildir. Bunun nedeni,
emek hazmederinin kalitesi ile ilgilidir,
işverenler, işçileri demoralize edeceğinden
korktukları için ücretleri düşürmekten
çekinebilirler. Aksi halde, kalifiyeli işçiler
başka yerlerdeki daha iyi ücret ödenen işleri
kapmak için aynlabilirler. Kalan işçiler de daha
öncekiler kadar iyi performans gösterecek kadar
motive olamayabilirler. Bu nedenle, işve-renler daha
yüksek ücretin olduğu durumun devam etmesini tercih
edebilirler. Özetle, emek piyasasındaki güç yapısı,
en azından bir dereceye kadar, ücretlerin bazen
neden "herkese iş prensibi"ne uymayan bir seviyede
tutulduğunu açıklamaktadır. Bu sonuç, ücret
düzeyi, piyasa ücret haddinin üzerinde kaldığı
sürece ortaya çıkmaya devam edecektir.
Buraya kadar izlediğimiz bu basit ama güçlü fikir
yürütme şekli, diğer birçok piyasaya uygulanabilir.
Hakikaten, merkezi planlamaya dayalı iktisadi
sistemlerin belirleyici özelliklerinden biri olan
birçok mal ve hizmetlerdeki kronik açıkların ana
sebebi, söz konusu fiyatların merkezi plancılar
tarafından çok düşük tutulmasıdır. Bu nedenle,
fiyatlann serbest bırakılması bu açıkların ortadan
kaldırılması açısından son derece önemlidir.
Piyasaya Dayalı Liberal İktisadi Sistem
Piyasaya dayalı liberal bir iktisadi sistem, birçok
kişinin düşündüğü gibi, devletin meydanı tümüyle
özel sektöre bırakması anlamına gelmez. Bilakis,
piyasa güçlerinin serbestçe hareket etmesine dayalı
bir iktisadi sistemin iyi bir şekilde işleyebilmesi
ve en azından şu üç hususu sağlayabilmesi için,
devletin piyasada güçlü bir şekilde mevcudiyetine
ihtiyaç vardır. Bunlar, özel mülkiyetin garanti
altına alınması, rekabet ve malların serbestçe
mübadelesinin mümkün olmasının sağlanması ve
müesseselerin iflası ve tasfiyesi ile ilgili
izlenebilecek çok iyi hazırlanmış bir düzenleme
yasasının hazırlanması hususlarıdır.
İktisadi sistemde alınan kararların
koordinasyonunu, merkezi olarak belirlenmiş plan
rakamları yerine fiyatlann yapabilmesi için, üretim
araçlarının özel mülkiyetin elinde olması gerekir.
Devletin görevi, özel mülkiyeti garanti altına alan
uygun bir yasal düzenlemeyi yapmak ve insanlara bu
hakkın ileriki bir tarihte sınırlanmayacağına ya da
ellerinden alınmayacağına dair güven vermektir.
Aksi halde; örneğin, bugün ektiği tarlasını
gelecek senelerde* de ekebileceğinden emin olmayan
bir çiftçinin, toprağı iyileştirmeye ve daha iyi
mahsûl elde etmesini sağlayacak sulama tesisatları
için yatırımlar yapmaya yönelik arzusu önemli
ölçüde azalacaktır. Veya, işleri çok iyi gittiğinde,
devletin, vergileri beklenmedik bir şekilde
arttıracağından, üretimi için gerekli girdi arzım
geciktireceğinden, ya da bu girdilerin fıyatlarını
çok fazla arttıracağında, çekinen bir müteşebbisin,
ileriye dönük planlar yapmaya hevesi kalmayacaktır.
Bu dunımda, günlük faaliyetlerden kazandıkları
paralan işlerini genişletmek için bir kenara koymak
yerine, müteşebbisler, kazandıklarının çoğunu
tüketmeyi ya da servetlerini değerli eşyalar
formunda tutma yolunu seçeceklerdir.
Ayrıca, sermaye sahiplerinin sağlıklı ve büyüyen bir
iktisadi faaliyet ortamı yaratmada kendilerine
düşenleri yapabilmeleri için genişlemelerine de
izin verilmesi, yani çok daha fazla sermaye
biriktirmelerine de fırsat verilmesi gereklidir.
Bununla beraber, kârlı olmayan alanlara yatırım
yaptıklannda ise, müteşebbislerin, başlangıç
sermayelerinin hepsini ya da bir kısmını
kaybetmelerini de doğal karşılamaları gereklidir.
Ancak, bütün bunlar iktisadi büyümenin tümüyle
başıboş bırakılması gerektiği anlamına
gelmemelidir. Zira, tekellerin oluşmasına yönelik
eğilimler ile mücadele edilmesi de devletin
görevleri arasındadır. Bunun nedeni, bir malın tek
bir arz edicisinin (yani bir tekelin) olması
halinde, tüketicilerin seçim yapma olanağının
kalmamasıdır. Bu durum, üretici-teke-line önemli
ölçüde güç sağlayacak ve iktisadi faaliyetler
üretici güdümlü olacaktır. Bu da, yüksek fiyatlara,
kötü kaliteye ve kaynakların etkin olmayan şekilde
kullanılmasına neden olacaktır.
Devletin piyasaya dayalı bir iktisadi sistemde
müdahale etmesi gereken ikinci alan, etkili rekabet
ve malların serbestçe mübadele edilmesini sağlayacak
düzenlemelerin oluşturulması hususudur. Bu tür
düzenlemelerin olmaması halinde, bir endüstrideki
üreticiler, çoğu zaman rekabetin sınırlandınlmasına
yönelik olarak birbirleri arasında anlaşmaya varmak
suretiyle, kârlannı arttırabilecektir. Bu sonınu
kolayca halletmenin yolu dışandan ithalata izin
verilmesidir. Ayrıca, sıkı rekabet ve malla-nn
serbestçe mübadelesinin gerçekleşebilmesi için
tüketicilere yönelik doğru ve tatmin edici
bilgilerin mevcut olması da son derece önemlidir.
Burada devlere düşen önemli diğer bir görev,
tüketicileri yanlış ve aldatıcı reklamdan korumak
amacıyla önlemler almaktır.
Piyasanın iyi işlediğinden emin olmak için devletin
faal olarak çalışması gereken bir üçüncü alan,
iflaslar ve iktisadi faaliyetlerin yeniden tanzimi
ile ilgilidir. Piyasaya dayalı bir iktisadi
sistemde, senede, müesseselerin yaklaşık olarak
yüzde onunun iflas etmesi normal karşılanır.
Bunların çoğunluğunu, küçük ve faaliyetine yeni
başlamış olan müesseseler oluşturur, iflas, bu tür
müesseseler finansal taahhütlerini yerine
getirmediklerinde ve bu nedenle de ticari
faaliyetlerine son vermeye zorlandıklarında ortaya
çıkmaktadır.
Bir piyasa sisteminde, bu kadar sıklıkta iflasların
ortaya çıkması belirsizlik durumu ile yakından
ilgilidir. Belirsizlik bakımından, doğal bilimlerin
alanına giren konularda hemen hemen kesin yasa ve
ilişkilere ulaşılabilirken, sosyal bilimlerde daha
az kesinlikte bir vukuf ile yetinilmek durumunda
kalınmaktadır. Örneğin; bir mühendis bir arabanın
beygir gücünü, yanma etkinliğini ve hızlanma gücünü
kesin olarak hesaplayabilir. Ancak, bir
iktisatçının, arabanın üretim ve geliştirme
maliyetinin ne kadar pahalıya mal olacağı ve
hesaplanan fiyattan yeterli miktarda satılıp
satılamayacağı hususundaki bilgisi kesin olmaktan
çok uzaktır. Bu durumda, maliyetler ve piyasa ile
ilgili beklentilerin yanlış bir şekilde tahmin
edilmesi, satış sorunlarına neden olacak ve
kaynakların etkin olmayan bir şekilde kullanılmış
olduğu anlamına gelecektir. Müessese para
kaybedecek ve üretimini yeniden tanzim etmesi
gerekecektir.
Müessese, ancak bu yeniden tanzimi beceremediği
zaman, yani para kaybetmeye devam ettiği zaman,
iflas mekanizması devreye girecektir. Bu durumda
alacaklılar, yani müessesenin kendilerine borçlu
olduğu kişiler, müessesenin tasfiyesini talep
edeceklerdir. Iflas halinde, müessese bir bütün
halinde, bazı durumlarda ise kısım kısım satılır ve
ele geçen para miktan müessese ile ilgili hakları
kanıtlanmışlar arasında bölüştürülür.
Burada iflasın iki dezavantajı, bir avantajı
vardır. Dezavantajlarından birisi, her zaman olmasa
da, insanlann işlerini kaybetmeleridir. Diğeri,
kredidatörlerin borç verdikleri paranın genellikle
ancak bir kısmını geri alabilmeleridir. Avantajı
ise, etkin olmayan müesseselerin ayıklanmasını
sağlamasıdır. Böylece, buralarda kullanılan
kaynaklar diğer daha etkin alanlardaki kullanımlar
için serbest kalacaktır.
Etkin olmayan teşebbüslerin kapanmasının avantajı o
kadar önemlidir ki, iflas mekanizmasının sözü
edilen iki dezavantajına ağır basar. Bunu daha iyi
görebilmek için, iflaslara izin verilmeyen bir
iktisadi sistemin durumu ile karşılaştırma yapılması
yeterli olacaktır. Yumuşak bütçe kısıtlarının
karakterize ettiği bu tür bir iktisadi sistemde,
zayıf bir üretim performansı gösteren teşebbüsler
ayıklanamayacak-tır. Bu yüzden, kaynaklar, bir süre
için olsa dahi, toplum için çok daha az kullanışlı
mal ve hizmetlerin üretiminde sıkışıp kalacaktır.
Kreditatörlerin kayıpları ne kadar büyük olursa
olsun, toplum açısından, iflasa izin verilmesi etkin
olmayan üretimin devam ettirilmesinden daha iyidir.
Kuşkusuz, bu durum kreditatörler açısından da
öğreticidir. Çıkaracakları ders, kime borç
verdikleri hakkında daha dikkatli olmaları
gerektiğidir. Bu durum, gelecek sefer daha temkinli
davranmalarına neden olacaktır. İflasın, bu
bakımdan, piyasadaki katılımcılan birbirlerinin
teşebbüslerini karşılıklı olarak gözetlemeye
zorladığı ve sistemin bir bütün olarak kaynak
kullanımında daha etkin hale gelmesini sağladığı
kabul edilmektedir.
Sonuç
Buraya kadar ele aldığımız hususlardan
çıkanlabilecek sonuç, piyasaya dayalı liberal
iktisadi sistemin, nispeten çok daha fazla sayıda
insana, çok daha yüksek bir metaryalistik hayat
seviyesi sağlayabileceğidir. Son senelerde giderek
artan sayıda ülkenin, iktisadi kararlarında piyasa
güçlerinin daha fazla söz sahibi olmalarına imkan
verecek şekilde iktisadi sistemlerinde değişiklikler
yapmaya başlaması bu yargımızı desteklemektedir.
Ancak, mevcut bir iktisadi sistemde değişiklikler
yapılması çeşitli sıkıntı ve zorluklara katlanmayı
gerektirir. Bu bakımdan, söz konusu ülkelerin bu
değişiklikleri yapabilme bakımından basan
dereceleri, geçiş devresinde insanların kaçınılmaz
olarak katlanmaları gerekecek ödünleri vermeye ne
kadar hazır olduklarına bağlı olacaktır
|