Kapıkulu Liberalizmi
Siyaset Adamı, Hukukçu; Ertuğrul Günay
Bizim düşünce dünyamızda liberalizm kavramının yahut
bu kavramla nitelendirilebilecek yaklaşımların
tarihi son iki yüzyılın içindedir.
İmparatorluğun, askeri ve ekonomik sorunlar
karşısında bocalayıp toprak kaybetme, giderek
dağılma sürecine girmesi devlet ricalini ve
aydınları bu sorunlar üzerinde düşünmeye,
tartışmaya, çareler aramaya yöneltmiştir.
Bu arayış dönemi, batıda burjuva devrimlerinin
yaşandığı, sosyal sınıfların siyaset sahnesine
çıktığı, ulusal devletlerin kurulup güçlendiği ve
bütün bu olanları açıklamaya yönelik yeni
düşüncelerin ortaya çıktığı bir dönemle eş zamanlı
veya onun hemen ardındandır.
Osmanlı toprağında "nizamın yeniden tesisi" üzerinde
kafa yoranların, Avrupa' yi sarsan bu yeni
fikirlerden etkilenmemesi olanaksızdır Nitekim
Fransız Ihtilali'nin ünlü sloganı, yüzyıla yakın bir
gecikmeyle -fakat aynen- Osmanlı'da "hürriyet -
müsavat - adalet (yahut uhuvvet)" vurgulamalarıyla
tekrar edilmiştir.
Bundan da önce, bu yeni fikirlerin ilk izlerini
Osmanlı'ya uzun yıllar hizmet etmiş
Fuat ve Ali Paşalar gibi ünlü sadrazamların
padişaha olağanüstü nezaket ve zerafet kuralları
içinde sundukları "arzların" kapsamında da bulmak
mümkündür.
Fuat ve Ali
Paşalar, devleti Avrupa devletleri düzeyine
(eskiden olduğu gibi daha yüksek ve güçlü bir düzeye
değil) çıkarmak için yeni kurum ve kurallar
önerirlerken, Ali Paşa, liberalizmin temel kuralının
altını önemle çizmiştir: "Mülkiyete hürriyet
veriniz." "Mülkiyet belirlilik kazanınca, mülk
sahibi malını değerlendirmek için gereken parayı
kolaylıkla bulabilir."
Ali Paşa'nın padişaha arzındaki bu ifadeler dikkat
çekicidir. Çünkü "mülkiyet" Fransız Devrimi'nden
sonra yayınlanan İnsan ve Yurttaş Haklan
Bildirisi'nde "kutsal ve dokunulmaz" ilan edilmiş
bulunan tek haktır.
imparatorluğun yeniden ihyası için aynı samimiyetle
çareler arayan bir başka ünlü devlet adamı, Cevdet
Paşa farklı bir çıkış noktasından sonuçta yine
benzer talep ve önerilere varmaktadır: "Serbest-i
ticaret." Fakat Cevdet Paşa himayecidir.
Tanzimat paşalarının bu görüşlerini
ileri sürerken gözden kaçırdıkları önemli bir nokta
vardır. Batıda bu düşüncelerin ortaya çıkmasına yol
açan olgu, o toplumlardaki sınıfsal yapı ve bunlar
arasındaki güç ve etkinlik mücadelesidir. Fransız
ihtilali, gelişen ticaret burjuvazisinin her türlü
hak ve yetkiyi elinde bulunduran soylulara
(aristokratlar ve ruhban sınıfına) karşı yasa
önünde eşitlik ve özgürlük iddiasının sonucudur. Bir
anlamda, ekonomik ve sosyal konumu güçlenen bir
toplum kesiminin, merkezi yönetimin ve onun doğal
müttefiklerinin iktidarını sınırlandırması,
paylaşması ve giderek etkisiz hale getirmesidir.
Yukarıda görüşlerine değindiğimiz Osmanlı aydınları
ise, bütün bu sosyal hareketlilik sonucu ortaya
çıkan düşünce ve uygulamaları soyut biçimde ele alıp
padişaha sunmakta, bir bakıma batıda sosyal
sınıfların merkezi iktidara zorla kabul ettirdiği
bazı haklan, Osmanlı Imparatorluğu'nun merkezi
gücünü bütünüyle elinde tutan padişahın, bunlan
kendiliğinden kabulüne arz etmektedirler.
Tanzimattan bu yana bütün Osmanlı aydınlarının,
Yeni Osmanlılar'ın, Jöntürklerin, hatta bu geleneğin
bilinçaltı izlerini devralan cumhuriyet kuşağının
düşünsel trajedisi bu noktadadır. Savundukları
düşüncelerin arkasında etkili bir sosyal güç
yoktur. Onlar, çoğu tercüme olmakla birlikte, samimi
olarak savundukları fikirlerini merkezi iktidara
sunmakta, çözümü ondan beklemekte, en radikal
olanları bu düşüncelere açıkça direnen bir padişahı
halledip, yerine bu düşünceleri sinsice erteleyen
bir başka padişaha kapukulu olmaktan öteye
geçememektedirler.
Esasen amaçları yeni bir insan ve toplum yapısını
geliştirmek değil, imparatorluğun parçalanmasını
önlemek, devletin bekasını sağlamaktır.
Liberal düşünce çerçevesinde değindiğimiz bu
serüven, öteki düşünce akımları için de benzer bir
kader çizgisini ifade etmektedir. Burada önemli olan
ve bizim de kısaca altını çizdiğimiz, liberalizm
gibi devleti sınırlı ve temel fonksiyonlarına
çekmek iddiasıyla yola çıkmış bir fikriyatın, bizim
toprağımızda nasıl bir kapukulu ideolojisine
dönüştüğünün görünmesidir.
Yirminci yüzyılın başında Ittihat-Terakki ve 1923-29
döneminde cumhuriyet yönetimleri de esas olarak
liberal ekonomi kurallarını benimsemiştir. Ittihat-Terakki
döneminde "mesleki tesanüt" ve "milli iktisat"
akımları Fırka içerisinde taraftar bulmakla
birlikte, iktidarın maliye nazırı Cavit Bey, su
katılmamış bir liberaldir. Bu konularda değerli
araştırmalar yapan ve kitaplar yayınlamış bulunan
sayın Tev-fik Çavdar'ın yerinde deyişiyle
"liberalliğin şampiyonu"dıır.
4923 İzmir İktisat Kongresi de, bilindiği gibi
ekonomide devletçi değil, liberal görüşleri
benimsemiştir.
Ancak her iki dönemde de, katıksız liberal ekonomik
politikalar uygulandığını söylemek mümkün değildir.
Buna bir ölçüde 1912'den 1922'ye kadar süren
savaşlar ve savaş sonrası koşulları izin
vermemiştir; ülkenin sosyo-ekonomik yapısı da böyle
bir uygulamaya yeterince uygun değildir. Yeterli
sermaye birikimi ve kendi ayakları üzerinde
durabilecek girişimci yok derecesindedir.
Liberal politikalar adı altında yapılan, devlet
olanaklarının ve öncülüğünün özel sektörü
geliştirmek için seferber edilmesidir. Serbest
ticaretten anlaşılan mal, hizmet ve bir ölçüde iş
gücünün serbest dolaşımıdır. Yoksa hiçbir zaman bir
rekabet özgürlüğü söz konusu değildir.
O yüzden, Türk özel kesiminin bir siyasal
liberalizm projesi ve hedefi olmamıştır. 1930'lardan
45'lere kadar süren tek parti devletçiliği
karşısında liberal söylemin zaferi sayılabilecek
D.P. iktidarı döneminde yaşanan en büyük siyasal
krizin 1955'te basın özgürlüğü (ispat hakkı)
nedeniyle çıktığı hatırlanırsa, bu görüşün bir
karamsar niteleme değil, objektif bir durum
saptaması olduğu anlaşılır.
Siyasal liberalizm, Türkiye'de garip bir biçimde
ekonomik liberalizm karşıtlarınca savunulmuş,
üstelik ekonomide liberalizm yanlıları, düşünce ve
örgütlenme özgürlüklerine karşı çıkmalarının
yanısıra, bunları savunan kesimleri eleştirici,
hatta suçlayıcı tavırlar almışlardır.
Bu durum, Türkiye siyasal yelpazesinin akıl ve bilim
dışı yapısını ortaya koyan çarpıcı bir örnektir.
Durum, akıl ve bilim dışıdır ama, Türk özel
sektörünün kolaycı alışkanlıklarına, devletten
beklenen kayırılma, kollanma içgüdülerine uygundur;
bu anlamda siyaseten devletçidir.
Ekonomik liberalizm yanlılarının siyasal bir
liberalizm projesiyle ortaya çıkmasından belki
80'lerin sonlarında söz edilebilir. Ancak bu dönemde
Türk özel kesimi ve onların siyasal temsilcileri,
dünyadaki rüzgarlara uygun olarak Friedmancı
akımlann aşın ölçüde etkisi altına girmiş; her türlü
sosyal duyarlılıktan uzaklaşmış, kitlesel
yoksullaşmalara, işsizliğe, sosyal dengenin
bozulmasına, erik kaygıların gözardı edilmesine
seyirci kalmıştır.
Bu yeni veçhesiyle Türkiye liberalizmi düşünsel
köklerini A. Smith yahut D. Ricardo'da bulan akılcı
bir akım olmak yerine, savunuculuğunu papaz
Malthus'un üstlendiği "vahşi" bir görünüm
kazanmıştır. Bu görünümle eşzamanlı olarak ortaya
çıkan "özgürlükçülük" iddiası, bu nedenle yeterince
inandırıcı bulunmamıştır.
|