Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

"Liberal" Olmak 

Gazeteci, Yazar; Taha Akyol 

Türkiye artık eski kavramlara sığmıyor. Kavramları yenilemek, varolan fikirlere de yeni nitelemeler eklemek bir ihtiyaç haline gelmektedir.

Değerli hukukçu Doç. Dr. Sami Selçuk, "liberal Atatürkçü" olduğunu söylüyor! Neden resmi söylem ve kanunlardaki "Atatürk ilke ve inkılapları", yahut tek parti devrinden kalma "Kemalizm" gibi kavramları tekrarlamakla ye­tinmiyor da, Atatürkçü olduğunu belirtirken bir de "liberal" demeye gerek duyuyor? 

"Liberal sol" eğilimli değerli yazar Kürşat Bumin, yeni yayınlanan kitabında, "liberal" kavramını ilginç bir bağlamda kullanmış. Rah­metli anayasacı Prof. Ali Fuat Başgil, 1953'te yazdığı "Din ve Laiklik" adlı kitabını, o sırada çıkarılan yasakçı bir kanun sebebiyle yayınlayamamış, "değiştirmek" zorunda kalmıştı. Kür-şat Bumin, zihinlerimizi düşünmeye "kışkır­tan" bu ilginç kitabında yasakçılığı eleştirirken, bu olayı da anlatıyor. Dikkat çekici husus, Bumin'in Başgil'i "Müslüman liberal" olarak nite-lemis olmasıdır.' 

Bir "siyasi islamcı"nın, ya da bir Kema-list'in, her hangi bir kişi ya da akımı "müslüman liberal" Siye nitelediğini hiç duymuş muyduk?! Başgil, gerçekten, daha 1940'larda Türkiye'de "liberal devlet" kavramını savunan ilk hukukçu ve düşünürlerimizden biridir.

Başgil, Kemalist laikliği eleştirmiş, buna karşılık liberal bir laikliği savunmuş muhafaza­kar bir hukuk bilgini ve düşünürdü. Özellikle 27 Mayıs darbesi sırasında darbecilerle alkışçı­ları tarafından "mürteci, yobaz" diye suçlan­mıştı. Ticaniler de. Başgil de "mürteci" idi 

Şimdi ise, Kürşat Bumin Başgil'i "müsüman liberal" olarak niteliyor. Ben olsam "mu­hafazakar liberal" derdim. 

Görülüyor ki, gelişen Türkiye'de gözü­müz hayata açıldıkça hayatın renklerini anlat­mak için yeni kavramlara ihtiyaç duyuyoruz. Resmi ideolojinin kalıplarını aşan, yeni boyut­lar kazanarak zenginleşen ve çeşitlenen dü­şünce hayatımızın "Islami" kanadında da "libe­ral" kavramı ilgi çekmeye başlıyor.

İslam felsefesi uzmanı ve birinci sınıf dindar bir düşünür olan Prof. Mehmet Aydın diyor ki:

"Sosyalizm, (islam düşüncesinde) me­sela sosyal adaletle ilgili bazı hususların boyut­larının anlaşılmasında yardımcı olmuştur... Li­beralizm söz konusu olduğunda ise, acaba be­nim kaynağım Kur'an, birey bakımından ne söylüyor, bireyin yeri nedir, birey düşüncesi­nin önemi nedir? diye merak ediyoruz. Oradan yola çıkarak diyoruz ki, isteyen inansın, iste­yen inanmasın..

Değerli düşünür Prof. Aydın, bu sözle­riyle, yeni kavramların mevcut düşüncelere nasıl yeni boyutlar, zenginlikler kazandırabile­ceğini çok güzel anlatıyor. 

Resmi ideoloji ve Liberalizm 

Halbuki, tek parti devrinde resmi ideo­loji, bütün siyasi felsefeleri, bu arada liberaliz bile yasaklamış, Kemalizmden başka fikir­leri gereksiz, hatta zararlı ilan ederek siyasi kültürümüzü kısırlaştırmıştır. Eleştirisiz ve rekabetsiz bu ortamda Kemalizm de konformizme, durgunluğa sürüklenmiştir. Atatürk zama­nında bile, bunca inkılap yapıldığı" halde, siste­matik bir "inkılabın ideolojisi" oluşturulama­mış, sürekli bir felsefe sıkıntısı çekilmiştir. 

Bugünkü Türkiye o dönemleri çoktan aşmıştır. Atatürk artık bir ideolog ve doktrin babası olarak değil, milli bir kahraman ve dev­let kurucusu olarak geniş bir fikirler yelpaze­sinde, bayrak gibi, saygı duyulan bir milli sem­boldür. 

Atatürk gibi milli bir sembolle, belli bir konjonktürün ürünü olan Kemalizmin bu ay­rışması, ülkemizde yeni fikirlerin ve eleştirel düşüncenin gelişmesi bakımından önemli bir süreçtir. 

Türkiye'de artık akademik çevrelerde de "irtica- aydınlık" atgözlüğüne hapsolmadan bilimsel çalışmalar yapılmakta, siyaset kültürü­müz yeni kavramlar kazanmaktadır. 

Fakat bu gelişme hünüz çağdaş düzey­de değildir ve özellikle askerin siyasetteki ağır­lığının arttığı zamanlarda özel bir Kemalizm yorumu otoriter dönemlerin gerekçesi olarak kullanılmaktadır. Tanklar, iç politikaya daima bu gerekçeyle müdahale etmiştir. (sol liberalizm) 

Prof. Metin Heper'in 1977'de yazdığı "Atatürkçülük: Karizmanın emredici 'siyasal çerçeve'ye dönüşmesi"''" başlıklı bilimsel ma­kalesinden esinlenerek diyebiliriz ki, ülkemiz­de "mevzuat" ve hukuk, "karizma" içinde kal­makta ve liberal değerlere açılması gecikmek­tedir. Hatta "karizma" hukuk devleti fikrinin ve uygulamasının gelişmesini frenlemektedir. Bu da sivil toplum üzerinde otoriter "devletçi seçkinler"in egemenliğinin "muhafaza" edilme­sine yaramaktadır; otoritenin liberalleşmesine değil...

Toplumdaki radikal akımları besleyen kaynaklardan biri, devletin kendisinin otoriter bir örnek oluşturması, otoriter bir siyasi kült re modellik etmesidir! 

Her radikal "kendi" otoriter devlet ütoj yasının kavgasını yapmaktadır. Siyasi kültürü müz nasıl bir açılımla bu otoriter kısır döngüyü aşabilir? 

"Radikal İslam" tabiatı gereği, Kemalizı de resmi ideoloji olduğu için Türkiye'de siya; kültürün yeni açılımlar kazanmasına katkıda bulunamaz. 

Sol ise "sosyal demokrat" olamamaktadır. Siyasi kültürümüzde yeni açılımlar sağlayabilecek modern siyasi felsefe olarak libera lizm gözükmektedir.

Resmi Kemalizmin yetersizliğini gören bir Atatürkçünün "liberal Atatürkçülük" deyimini seçmesiyle, İslam düşüncesinin tarihte durakladığı noktadan çağımıza doğru evrim­leşmesi için liberalizmle tanışması gerektiğin, söyleyen bir İslam felsefecisinin görüşleri, te­sadüfi değildir. 

Liberal değerlerin etkisi solda da yavaş yavaş hissedilmektedir. Görülüyor ki, bizde li­beralizm sadece entellektüel bir siyasi felsefe sorunu olmayıp, resmi ideolojinin yorumu ve hukuk anlayışımızın "açılım" yapması bakı­mından da önemlidir: Resmi ideoloji ve yargı hukuku "içtihat kapıları kapalı" bir dogma mı olacak, yoksa liberal değerlere de kapılarını açacak mı? 

Önemle belirteyim ki, Kemalizmin, libe­ral aşıyla yenilerek yaşatılması gereken milli mirası da vardır: Millet ve üniter devlet kav­ramları gibi... 

Neden Liberal Değerler 

Çağımızda bütün geleneksel ya da varo­lan ideoloji, felsefe ve kültürlerin liberal değer­lere açılmasının önemi, liberalizmin hürriyetçi, uzlaşmacı, müzakereci özelliklerinden gel­mektedir. Hürriyet fikrini, dayatma yerine uz­laşmayı, dogma yerine müzakereyi kabul ede­ceksek, bu değerlerin felsefi derinliğine ancak liberalizmi "anlayarak" ulaşabiliriz. 

Mehmet Aydın da bunu anlatıyor zaten. 

"Liberalist" olup olmamak önemli değil Ben de şahsen kendimi "liberalist" olarak ta­nımlamayı reddederim.

Vurgulamak istediğim husus şudur: Sağ­cı, Solcu, İslamcı, Atatürkçü, Marksist, Muhafa­zakar, Milliyetçi gibi siyasi kimlikleri ve değerle­ri koruyarak da liberal değerlere açılmanın geti­receği olumlu sonuçlar!..

Ülkemizde liberal düşüncenin öncü isimlerinden akademisyen Atilla Yayla, "Libera­lizm" adlı önemli eserinde, büyük filozof Ha-yek'ten şu alıntıyı yapıyor: 

"Liberalizm prensiplerinde, liberalizmin değişmez bir dogma haline gelmesini icap etti­recek hiç bir cihet yoktur; liberalizmin bir defa­ya mahsus olmak üzere tesbit edilmiş sabit ka­ideleri mevcut değildir. Bir temel prensibi var­dır: işlerin idaresinde kendiliğinden doğan (spontane) sosyal kuvvetlere kabil olduğu ka­dar yer verilmeli ve zorlayıcı, tazyik edici tedbir­lerden kabil olduğu kadar kaçınılmalıdır. Fakat bu prensibin sonsuz derecede çeşitli tatbik şe­killeri olabilir." 

İşte liberalizmin her ideolojiye ufuk ge­nişliği ve analiz derinliği kazandırabilmesi bun­dandır: Liberalizm "tek yol" kafasını reddeder, ideolojik "iç düşman" kavramını, iç politikada "topyekün savaş" histerisini reddeder. Huku­kun içinde, ılımlı arayışlarla, radikalleri "görül­düğü yerde ezmek" yerine sisteme entegre edici politikalarla ılımlılaştırmak gibi tedbirler arar. 

Burada liberalizmle çağdaş bilim fel­sefesi arasında yakın bir ilişki de vardır: Dev­rimci ve radikal ideolojiler bilimi "mutlak doğ­ru" şeklinde anlarken, Kari Popper'in göster­diği gibi, çağdaş bilim felsefesinde bilimsel hipotezler "yanlışlanabilirlik" alanıyla sınırlı tutulur Dolayısıyla hiçbir siyasi ideoloji "bilim­sel, akılcı, ilerici, itikadi" gibi gerekçelerle dayatılamaz. 

Ve bu sebeple, liberal değerler hem ılımlı olmayı hem eleştirelliği geliştirir.

İşte bu felsefe sayesindedir ki, bir kültür olarak liberal değerlerin geliştiği toplumlarda devrimler, karşı devrimler, diktatörlükler, kitlevi radikal ideolojiler görülmemiştir; İngiltere, ABD ve İskandinav ülkeleri gibi... (Atilla yayla liberalizm)

"Katolik" ve "Jakoben" Fransa ile dev­rimle karşı devrimin, sağla solun, dinle laikliğin yaklaşık iki asır vuruştuğu, kavgalı, krizli bir seyir izlemiştir. 

Liberal değerler ise, "eleştirilemez resmi dogma"yı da "karşıt dogma"yı da kabul et­mediği için radikalizmi yumuşatır. 

Konuyu, muhafazakar - liberal Ali Fuat Başgil'in, 27 Mayıs darbesinin yarattığı kitle his­terisine karşı yazdığı satırlarla noktalamak is­tiyorum: 

"Gelişme ve evrim eleştiri ruhundan doğar... Eleştiri ruhu, yaratıcı milletlerin ruhudur... İlim bir takım bilgiler ezberlemek ve ezber bilgileri tekrar etmek değildir. İlim her şeyden evvel yaratıcı, eleştiricidir. Eleştiri ol­mayan memlekette, ilim doğup yaşayamaz... Fikirden korkmaymız. Emin olunuz ki, yer­yüzünde zararlı tek fikir, tenkit süzgecinden geçmeyendir...

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005