Ticarette Korumacılığın Siyasi Ekonomisi:
Liberal Bir Yaklaşım
M. Sait Akman – M.Ü. Avrupa Topluluğu Enstitüsü
Öğretim Görevlisi
Ticarette "korumacılığa" karşı "serbest ticaret"
tartışması modern iktisat biliminin başlangıcından
bu yana süregelmektedir. Hemen tüm iktisatçıların,
en azından liberal gelenek içinde bulunanlann,
üzerinde ittifakla birleştikleri bir konu korumacı
politikaların serbest ticaret ile kıyaslandığında,
ülke ekonomisi açısından olumsuzluklar taşıdığıdır.
Buna göre, genel olarak serbest ticaretin ulusal
refahı maksimize edeceği ve Pareto-etkin bir
politika olduğu kabul edilir. Liberal bir ticaret
politikasının izlenmesinin yaratacağı ticaret
artışının ülke ekonomisi açısından sayısız faydalan
olduğu bilinmektedir. Piyasalarda mal
çeşitliliğinin artması ile tüketicinin tatmin
seviyesininde yükselmesi, tekelci durumların ortadan
kalkması ve ülke içi fiyat seviyesinin dünya
fiyatla-n seviyesine çekilebilmesi, ortalama üretim
maliyetlerindeki düşüşe bağlı olarak teknik açıdan
daha etkin bir üretim yapısına kavuşulması, emek
piyasalanndaki eksikliklerin azalarak istihdamda
artış sağlanması ve sermayenin daha verimli ve
rekabet edebilir sektörlere yönelmesi ve kâynaklann
daha iyi tahsisi bunlardan başlıcalarıdır.
Pek çok düşünüre göre serbest ticaretin ekonomik
etkileri yanında uluslararası ilişikiler açısından
da yararları mevcuttur. Bu konuda ileri sürülen
görüşler ticaret süreci ile bağlantılıdır. Buna
göre ticaret ülkeler arasındaki iktisadi ilişkileri
ve işbirliği imkanlarını geliştiren bir yapıya
sahiptir ve serbest ticaret ile dünya banşı arasında
bir ilişkiden bahsedilebilir, örneğin ünlü filozof
Immanuel Kant'a göre "tıcaret ruhu savaş ile ters
düşmektedir. C. Montes quieu barışı serbest
ticaretin doğal bir etkisi olarak görmektedir. John
S. Mili ise serbest ticareti dünya barışının en
önemli garantörü olarak tanımlamaktadır.
Ekonomik hayata ve uluslararası siyasete
getirilerinin zikredilmesi, liberal bir değer olarak
serbest ticaretin öneminin tam olarak kavranmasına
yetmez. Konunun, bir de ahlaki boyutu mevcuttur.
Devletin, ticaret hayatına müdahale etmemesi ve
kişinin özgürce ticaret yapabilmesi kaynağını modern
anlamda Locke'da bulan bir "doğal hak"tır. Norman
Barry'nin de belirttiği gibi eğer liberalizm
"başkalarına zorlama yapmadan ve onları kendi
tercihlerine göre yaşamaktan alıkoymadan ferdin
dilediği gibi yaşayabilmesi özgürlüğünü gerektirir"
ise ticarette özgürlükte liberalizmin bir gereğidir.
Bu da serbest ticaret ile mümkündür.
Bununla birlikte, uygulamada, farklı derecelerde de
olsa, hemen tüm ülkelerin çoğu zaman ticarette
korumacı politikaları benimsediklerini görebiliriz.
Tarife ve tarife dışı engellerin ekonomi
politikasının bir gereği olarak algılanması sonucu,
gümrük tarifeleri ve miktar kısıtlamaları, sık sık
başvurulan anti-dam-ping soruşturmalan, her ne kadar
Uruguay Round sonrası imzalanan anlaşmalar ile
yasaklanmış olsa da uygulanmaya devam eden gönüllü
ihracat kısıtlamalarını (voluntary export restraints),
ihracatta başvurulan devlet yardımlar: vb.
uluslararası iktisadi hayatin ayrılmaz bir parçası
haline gelmiştir. Korumacılığın yaygınlaşmasında ve
liberal iktisadi düşünce yapısının temel
dayanaklarından birini oluşturan serbest ticaret
karşısındaki bu ilerleyişinde hiç şüphesiz, serbest
ticaret teorisinin varsayımlarının genellikle
politika belirleyici kesimler ve hatta bazı iktisat
teorisyenleri tarafından yanlış olarak
algılanmasının payı büyüktür.
Bu yazıda, klasik liberal öğretinin serbest bir
ticaret politikası izlenmesi yolundaki tüm
uyanlarına rağmen, korumacılık politikasının tercih
edilmesinin altında yatan nedenlerin kısa bir
analizi yapılacaktır. Bu kısa analiz, korumacılığın
altında iktisadi nedenlerden ziyade siyasi ve sosyal
bazı nedenlerin yattığı görüşünü ele almaktadır.
Ancak, burada korumacılık kavramı ile ne
anladığımızın kısaca belirtilmesinde fayda vardır.
Bu çalışma çerçevesinde "korumacılık" ile "yerli
sanayinin rekabet edebilirliğine pozitif yönde etki
edebilecek veya yabancı üreticilerin söz konusu
yerli sanayinin rekabet gücüne zarar vermesini,
ekonomik açıdan etkin olmayacak türden önlemler
yoluyla engelleyecek her türlü hükümet uygulaması"
kastedilmektedir. Yerli sanayi açısından, pozitif
bir katkı ile kastedilen, bir tür ihracat
sübvansiyonu ya da ticarete doğrudan olumsuz etki
yapabilecek bir devlet yardımı olabilir. Yabancı
rakiplerin engellenmesi ise tarife ve tarife dışı
engeller yardımıyla yabancı ürünlerin görece fiyat
seviyesinin yükseltilmesi sonucu yerli üreticilere
piyasa şartlarında elde edemeyecekleri bir rekabet
avantajının sağlanmasıdır. Bu durum tamamıyla bir
tür devlet müdahalesi içermektedir ve serbest
piyasadan bir sapma olarak değerlendirilebilir.
Serbest Ticaretten Sapmalar
Serbest ticaret politikasından sapmaları genelde iki
temel baz üzerine oturtmak mümkündür. Bunlardan
ilki serbest piyasa anlayışına dayalı neoklasik
iktisadi düşüncenin temel varsayımlannın yeterince
inandırıcı bulunmaması sonucu geliştirilen
teorilerin uygulama fırsatı bulmasıdır. Neoklasik
iktisatçılar, bazı istisnai dunımlarda,
korumacılığın ülke refahını artırabileceğini kabul
etmekle beraber, tam rekabet modeline dayalı serbest
ticaret politikasını savunagelmişlerdir. Tam
rekabet piyasasının gerçek hayatta mümkün olmadığı
durumlarda ise serbest ticaretin geçerliliğini
yitirmemekle birlikte, inandırıcılığını
kaybettiğini belirten görüşler ortaya atılmıştır.
Özellikle "yeni ticaret teorisi" ya da "stratejik
ticaret teorisi" olarak adlandınlan bu iddialar
başta ABD olmak üzere pek çok ülkede giderek daha
fazla taraftar toplamaya başlamıştır. Esas
itibarıyla, devlete ekonomik hayat içerisinde daha
müdahaleci bir rol veren bu tür yaklaşımlar, klasik
iktisadi düşünceden daha da fazla uzaklaşılmasına
neden olmaktadırlar.
Serbest ticaret politikası yerine korumacı bir
politika benimsenmesinin ikinci önemli nedeni ise
siyasal süreç bağlamında ortaya çıkan
"rant-kollama" çabalarıdır. Buna göre, her ne kadar
ekonomik bağlamda rasyonel bir politika olmasa da,
siyasi alanda bazı çıkar gruplarının, kendileri
lehine rant aktarabilecek politikaların benimsemesi
konusunda siyasetçiler ve devlet kurumları üzerinde
etki yapmaları, ticarette korumacılığa yol
açabilmekledir. Korumacılığın varlık nedenlerinin
açıklanmasında siyasi ilişkilerin oynadığı etkin
rolün, ilk olarak en kapsamlı şekilde, liberal
düşünce çizgisindeki "kamu tercihi" okulu
tarafından dile getirildiğini görmekteyiz. Bu
yöndeki çalışmaların üzerinde durduğu ortak nokta,
serbest piyasa uygulamasının optimal sonuçlar
doğuramaya-bileceği (market failures) iddialarına
karşı hükümet politikalarının da yanılabileceği bir
başka deyişle siyasi piyasaların da eksik rekabet
altında çalıştığı görüşünün (government fail-ure)
savunulması ve devletin ekonomideki varlığına daima
temkinli yaklaşılması gerektiğidir.
Korumacılığın Siyasi Ekonomisi ve Rant Kollama: "Kamu Tercihi"
Yaklaşımı
Çoğu iktisat kitabında ticaret politikasının
toplumsal refah etkisi analizi yapılırken serbest
ticaretin pareto-etkin olduğundan bahsedilmekte
ancak neden korumacı bir politikanın serbest
ticarete tercih edildiği konusu tam olarak
anlatılmamaktadır. Genellikle neoklasik iktisada
dayalı bu yaklaşımlarda kabul edilen iki temel
varsayım konunun tam olarak anlaşılmasını
engellediği gibi aynı zamanda toplumun bazı
kesimlerinin devletin iktisadi hayata müdahalesi
sayesinde nasıl haksız kazanımlar elde
edebileceklerinin de tam olarak gözler önüne
serilmesine mani olmaktadır.
Neoklasik iktisadi yaklaşımın bu söz konusu iki
varsayımından birincisi devletin her zaman toplumun
genel çıkanını düşünen ve bu yolda hareket eden "iyi
niyetli" kişilerce idare
edildiğidir. Buna göre ülke için hangi politikalar
en optimal ise, bu kişiler o politikaları
benimsemekte hiç tereddüt göstermezler, örneğin
tarifelerin kaldınlması toplumsal refahı
ar-üracak5a, devlet mutlaka serbest ticarete dayalı
bir politika izlemekte ve dış ticareti
alabildiğince liberal bir hale getirmektedirler.
Oysa mevcut korumacı uygulamalar durumun her zaman
ve hatta çoğu zaman bunun tun tersine olduğunu
göstermektedir. Yani çoğu zaman devlet politikası
iktisat kitaplarında önerilen politikalardan tamamen
farklı istikamette cereyan edebilmektedir.
Neoklasik yaklaşımda tartışmaya açık olan diğer
varsayım ise, uluslararası ticaret ilişkilerinin
ülkeler arasında geçtiği ve ülke-içi toplumsal
kesimlerin dış ticaret politikasının belirlenmesinde
tamamen ya da büyük ölçüde etkisiz kaldıkları
inancıdır. Stolper-Samuelson teorisi, her ne kadar
sermaye ve emeğin farklı ticaret politikaları
uygulanması yönünde hareket edeceklerini açıklasa
dahi tam olarak yeterli görünmemektedir. Bu durumun
önemli bir nedeni vardır: Bu, söz konusu teorinin
emek ve sermayeyi karşıt kamplarda algılarken,
gerçek hayatta durumun bundan farklı olabileceği ile
ilişkilidir. Bir örnek vermek gerekirse, ABD'de,
Magee'nin yaptığı bir araştırmada ele alınan 21
yerli sanayi dalından tam 19'unda emek ve sermaye ya
serbest ticaret ya da korumacı bir politika
izlenmesi yönünde ortak hareket ettikleri tesbit
edilmiştir.'^ Yakın zaman öncesinde AB ile gümrük
müzakereleri tartışmaları yaşanan ülkemizde de kimi
sektörlerde benzer durumlara rastlanmıştır.
Aralarında "kamu tercihi" iktisatçılarının da
bulunduğu Mancur Olson, Anne Knıeger, James
Buchanen, Gordon Tullock, Charles Rowley, Bruno
Frey, Robert Baldwin ve Robert Tollison gibi pek çok
bilim adamı bu varsayımların doğruluğunu
araştırıken, aslında devletin tamamen rasyonel
politikalar uygulamadığını tam tersine çoğu zaman
toplumun genel çıkarlarının tersine rant elde etme
peşinde koşan çıkar gruplarının etkisi altında
kaldıklarım göstermeye çalışmışlardır. Buna göre,
örneğin çeşitli sanayi kartelleri, örgütleri ya da
sendikala-nn ekonominin serbest akışını kendi
lehlerine çevirebilmek için politikacılan ve devlet
kurumlarını kendi çıkarları doğrultusunda hareket
etmeye zorladıklan söylenebilir. Bunu şu şekilde de
ifade etmek mümkündür. Çeşitli menfaat grupları
siyasal iktidarı ele geçirmeden hükümet kararlarını
etkilemeye çalışmaktadırlar. Bu yolla kendilerine
rant sağlama peşindedirler.
Tollison'a göre rantın kaynakları ikiye
ayrılmaktadır. Bunlardan ilki fiyat sistemindeki arz
ve talepdeki kaymadan dolayı meydana gelen doğal
rantlardır ve rekabetin işlemesiyle ortadan kalkması
da kaçınılmazdır. Burada esas üzerinde durulması
gereken ise hükümetin ekonomiye müdehalesi
sonrasında yani piyasa mekanizması dışında cereyan
eden rantlardır. Tollison'a göre bu suni bir rant
yaratılmasıdır/10' Tekel veya ithalat
lisansı haklarının belirli kişilere verilmesi,
gümrük tarifesi veya kotalar yoluyla bazı yerli
sanayilerin fiyat dezavantajlarının ortadan
kaldırılması vb. bu türden rantların oluşumuna
neden olan uygulamalara örnek olarak verilebilir.
Devletin elinde böyle bir rant yaratabilme imkam
olduğu müddetçe bu rantın peşinde koşan kesimlerde
daima bulunacaktır. Aslında bu toplumun bir
kesiminden diğerine kaynak transferinden başka bir
şey değildir. Yani durum mevcut kaynakların devlet
eliyle yeniden dağıtımı anlamına gelmektedir.
Hükümeti arkasına alan çıkar grupları, normal
piyasa şartlarının işlemesi halinde toplumun başka
kesimlerinin cebinde kalması gereken kaynakları,
kendi ceplerine aktarmayı becermektedirler.
Doğal olarak bu transferin gerçekleşmesi göründüğü
kadar kolay olmamaktadır. "Kaz gelecek yerden tavuk
esirgenmez" zihniyetiyle hareket eden bu kesimler
suni (devlet tarafından yaratılan) bu rantlan ele
geçirebilmek için elbetteki bazı harcamaları da göze
alacaklardır. Bu tür harcamalar elbetteki söz
konusu kesimler açısından göze alınabilir ancak
ekonominin geneli açısından kaynak israfından öteye
geçemez. İşte Tollison'a göre de "rant kollama"
ekonomideki kıt kaynakların bu türden transferler
uğaına harcanmasından başka bir şey değildir. Bir
sektördeki gümrük tarifelerinin indirilmesini
engellemek, bazı sektörlerin korunma tarifeler veya
kotalar gibi ticaret politikası araçları ile altına
alınması için çaba göstermek, kota lisanslarını ele
geçirmeye çalışmak bunun en somut örnekleridir.
Liberal bir anlayıştan uzaklaşılması ticaret
politikasının bu türden örnekler ile dolmasına yol
açacak ve kaynak israfına neden olacaktır.
Kaynakların etkin bir şekilde dağılımının önündeki
en etkin çıkar gruplan baskı gruplarıdır (pressure
groups). Meynaud'a göre, bu gruplar istediklerini
elde edebilmek için çeşitli yöntemlere
başvurabilirler:'11'
1. Hükümetleri ve yetkili organlan isteklerinde ne
denli haklı olduklarına ikna etmeye çalışırlar,
2. Bekledikleri ilgiye mazhar olamamaları
dunımunda, bilhassa seçim zamanlarında siyasi parti
ve politikacılar üzerinde bir parasal güç tesis
etmeye çalışırlar; bu parasal desteğin çekileceği
tehdidi yoluyla olabilir,
3. Bazı politikacıları ve parlamento üyelerini
parasal yolla destekleyebilir ya da kamu
görevlilerine para yedirebilirler,
4. Hükümetin görevlerini yerine getirmesini
engellemeye çalışabilirler,
5. Genel grev, lokavt vb. yollarla doğrudan eyleme
geçerek ekonomik hayatı etkilerler. Hükümetler
böylesi durumlara uzun müddet seyirci kalamazlar.
Politikacıların ve yetkili devlet ya da hükümet
organlarının neden bu tür rant kollama peşinde koşan
grupların etkileri altında kaldığını anlamak
geleneksel iktisadi düşüncenin varsayımlan ile
hareket edilmesi halinde pek
de kolay olmamaktadır. Kamu tercihi yaklaşımı ise
bu konuya özel bir açıklık getirmektedir. Buchanen
bu durumu açıklarken kamu tercihi yaklaşımının temel
öğelerinden biri olarak homo economicus kavramını
vermektedir. Buna göre, politikacılar ve bürokratlar
da dahil tüm bireyler kendi çıkarlannı maksimize
etmeye çalışmaktadırlar. Buchanen bunun
açıklanmasındaki argümanlardan birisini şu şekilde
ifade etmektedir "Bireyler mal piyasasındaki alıcı
ve »atıcı rollerinden siyasi süreçteki seçmen,
vergi mükellefi, politikacı veya bürokrat rollerine
geçerken bir karakter farklılaşmasına manız
kalmazlar".
G. Tullock bu konuya daha açıklık getirirken
politikacıların genel refahtan ziyade kendi
çıkarlarını maksimize etmeye çalıştıklarını ve
seçmenin neyi ödüllendirmesi gerektiğinden daha
ziyade neyi ödüllendireceğini düşündüklerini
söylemektedir.
Politikacıların kendi çıkarlarını maksimize etmeye
çalışan aktörler olduklarını kabul etmek,
kendilerine yeniden seçim kazandıracak politikaları
tercih etmelerini beklemeyi gerektirir. Seçimlerin
kazanılabilmesi daha fazla oy ile mümkün olduğundan
bu da daha fazla seçmeni memnun etmeye
dayanmaktadır. Seçmenlerinde kendi çıkarlannı
maksimize edecek politikaları benimseyen
politikacıları ödüllendirmesi kadar normal bir şey
olamaz. Bu mantıktan hareketle serbest ticaretin
toplumsal refahı ve daha fazla sayıda insanın
gelirini artıracağı düşünülürse, politikacıların
korumacılık yanlısı politikalardan uzak durması
beklenmektedir. Gerçek hayattaki durumun
farklılığının anlaşılabilmesi toplumsal karar alma
mekanizması ile ilgili başka bazı noktalarında
açıklığa kavuşmasına bağlıdır.
Bunlardan ilki bireylerin kendileri ile ilgili
kararları alırken her zaman rasyonel bir davranış
sergileyemedikleridir. Pek çoğumuz hükümetin tercih
ettiği politikaların üzerimizde yaratacağı etki
konusunda tam bir bilgiye sahip olamadığımız
gibi;bazı durumlarda bu konu ile ilgili uğraşmanın
yaratacağı zaman ve
maddi kayıplardan dolayı ilgisiz de
kalabilmekteyiz. İşte bu "rasyonel ilgisizlik" ve
"bilgisizlik" cebimizdeki kaynağın başkalarının
cebine transfer olmasına (aktarılmasına) sessiz
kalmamıza yol açabilmektedir. Zaten çeşitli çıkar
ve baskı gruplarını harekete geçiren ve
politikacıları ekonomik hayata bu denli müdahale
etmeye iten teme! nedenlerin başında da bu olgu
gelmektedir
İkinci nokta küçük çıkar gruplarının taşıdığı
avantajlı konum ile yakından ilgilidir. Ol-son'a
göre toplumsal anlamda sayıca az olan bu gruplar
(örneğin tarife ya da kota kollayan yerli
sanayiciler ve işçi grupları vb.) daha geniş
çevrelere göre daha rahat bir kollektif hareket
imkanına sahiptirler. Olson bu durumu izah ederken,
küçük gruptaki üyelerden hiç olmazsa en az bir ya
da birkaçının, kollektif hareketin sürdürülmesinin
sonucu (örneğin hükümet nezdinde lobi faaliyetinde
bulunmak) kişisel kazancının ya da kazançlarının
böyle bir faaliyetin doğuracağı toplam maliyetini
aşabileceğine inandığını ve bu yüzden davalarında
daha kararlı olduklarını belirtmektedir.'14'
Dolayısıyla bu gruplarda "free rider" etkisi
kırılmıştır. Korumacılığın bu kesimler açısından
yaratacağı rant imkanının büyüklüğü korumacı çıkar
gruplarını her zaman, serbest ticaretin getireceği
genel ekonomi açısından toplam olarak büyük ama fert
başına küçük kazanımlar için mücadele etmesi
beklenen kesimlere göre daha aktif hale
getirmektedir. Stigler'in de belirttiği üzere grup
içindeki asimetriler daha etkin bir kollektif
hareket imkanı sağlayabilmektedir. Konımacılık
yanlısı çıkar çevreleri grup içinde kendilerini en
iyi şekilde temsil edemediklerinde amaçladıkları
politikalara ulaşamayacaklarını çok iyi
bildiklerinden dolayı konunun üzerine daha bir
hassasiyetle giderler. Oysa büyük (serbest ticaret
taraftarı) gruplarda bireyler eyleme katılmadan da
nihai faydalarından yararlanabileceklerine emin
oldukları için aktif bir lobi çalışması ya da grup
katılımı göstermezler. Bu da onlann hükümet
politikalarının tercihi aşamasında yeterince etkili
olamamalarına yol açar.
Kamu tercihi yaklaşımının ortaya koyduğu bu durum
aslında siyasi sürecinde tıpkı mal ve hizmet alım
satımında olduğu gibi bir tür piyasasının olduğunu
ve bu piyasanın tam rekabet şartlarında
çalışmadığını ortaya koymaktadır, Politikanın
karmaşık bir mübadele türü olduğu şeklinde
açıklayabileceğimiz bu duruma ünlü düşünür Hayek
catallaxy ismini vermiştir. İşte daha önce
bahsettiğimiz siyasi piyasaların eksik rekabet
ortamında çalıştığı faraziyesi böylesi bir dunımun
ürünü olup, hükümet politikalarının her zaman
pareto kriterlere bağlı kalmayabileceğim göstermesi
açısından önemlidir. Bu durum, devlet içindeki
unsurların iktisadi hayata daha fazla karışır hale
geldikçe rant fırsatı ve bunun kaçınılmaz sonucu
olarak rant kollayan bir kesim yarattıklarının
anlaşılmasının da kolaylaştırmaktadır. Bhagwati bu
faaliyetlerin mal ve hizmet üretimi yapmadan
parasal getiri sağlayan ve bu nedenle "doğrudan
üretken olmayan kar amacı kollayan aktiviteler
oduğunu belirtmiş ve bunların gerçek kaynakları
kullanıp tükettikleri müddetçe üretim imkanlarının
da aşağıya çekilmesine yol açacaklarını
söylemiştir.'16' Örneği gümrük tarifesi
lobiciliği ya da kota kollama özelde kimi kesimler
için karlı girişimlerdir ancak bunların doğrudan
mal ve hizmet üretimine doğrudan katkılan yoktur. Bu
faaliyetlerin ekonomide yaratacağı kaynak
tahribatın önlenmesi ancak liberal (serbest
ticaret) bir politika ile sağlanabilir.
|