Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

1982 Latin Amerika Borç Krizi

Bu kriz Meksika’da başlayan bir borç ödeyememe durumu ile başladı. Sonra da sermayenin özellikle benzer şekilde yüksek borçlu olan Latin Amerika ülkelerin­den de kaçmasına, dolayısıyla bunların da borçlarını ödemekte zorlanmasına neden oldu. IMF’nin yeni başlattığı bir dizi ‘yapısal uyum programı’ çözüm olarak görüldü. 1982 yılında başlayan kriz, 1980’lerin sonuna kadar sürerken buralara kredi vermiş birçok ABD bankasını çok zor durumda bıraktı. Kayıtlarındaki büyük miktarlardaki borçları zarara yazdılar (write off); bu yüzden özellikle banka sermayeleri azaldı; bu durum merkez ülkelerin ekonomik performansını da etkiledi. ‘Brady Planı’ gibi borç­ları yeniden yapılandırma projeleri ve IMF yardımları kadar 1990 başlarında ulusla-rarası faiz oranlarının düşmesi de krizin nihayet sona ermesine vesile oldu. İleride de göreceğimiz gibi her kriz kendinden önceki krizlerden izler, etkiler taşıyor kendi varoluş nedenleri eski krizlerden doğmuş olabiliyordu. 1982 borç krizi de istisna de­ğildir. Bu krizin kaynaklarında 1970’li yılların ortasındaki petrol krizi yatmaktadır. Petrol krizi Venezüella, Meksika gibi petrol ihracatçısı kimi çevre ülkeleri önce olum­lu etkiledi. Aynı şekilde yüksek petrol fiyatları özellikle bazı Ortadoğu ülkelerinin elinde daha sonra petrodolar fonları olarak anılacak çok büyük fonlar oluşmasına neden oldu. Petrodolar fonları 2007/8 krizinde önemli rol oynayacak spekülatif yüzer gezer fonlar veya sıcak paranın ilk örnekleri, başka bazı fonlarla birlikte daha sonra­ki serbest ve devlet denetiminden uzak, dolayısıyla spekülatif yatırımlara teşne eurodolar piyasası ve offshore hareketlerinin de ilk nüvesini oluşturacaktı. Bunlar bir anlamda doğuştan spekülatif fonlardır. Çünkü örneğin bugünün Çin’i gibi büyük bir sanayi potansiyeli olan ülkelerin eline geçseydi bu fonlar pekala dünya sanayi üretimini artıran bir unsur da olabilirlerdi. Ancak bu fon fazlalığı, paranın girdiği ülke­nin ve ele geçiren toplumsal sınıf ve tabakaların hangisi olduğuna bağlı olarak deği­şen etkisini vurgulayan 'Cantillon effect’in işaret ettiği gibi çok farklı sonuçlar do-ğurdu. Tıpkı İspanya’ya giren Potosi gümüşünün önce İspanya’da fiyatları artırması sonra da enflasyon dalgasının tüm yeniçağ dünyasına yayılması gibi bu likit fonlar da benzer etkiyi 1970’ler dünyasında yaptı.

Bu fonlar, yeni doğan petrodolar/eurodolar piyasaları yardımıyla uluslararası borç piyasasına aktı. Böylece başta ABD ile ilişkileri daha yoğun Latin Amerika ülke­leri biraz da enflasyona güvenerek- boğazlarına kadar borçlandılar. ABD bankaları bu Latin Amerika borçlarını sadece petrodolar fonlarıyla değil fakat ülke çapındaki bölgesel ve yerel bankaların küçük fonlarını sendikasyon kredileri yoluyla bir araya getirerek de finanse ettiler. Böylece Latin Amerika serüveni ülkenin her yanındaki mali kuruluşlar için çekici bir alan haline gelmişti. Çünkü diğer taraftan bakıldığında devletin örtülü teşviki eğer aksi bir olay olursa devletin devreye gireceğini ve banka-ları zor durumdan kurtaracağı izlemini bu bankalara veriyordu. Mevduat sigortası uygulaması da bankaların risk alma eğilimini artırdı. 1979’a gelindiğinde yeni FED başkanı Volcker süregiden enflasyon tehlikesini bertaraf etmek için şok bir sıkı para politikasına yöneldi. FED faiz oranlarını artırdı. ABD ekonomisini 1979’dan 1982’ye kadar sürecek ciddi bir durgunluğa girdi. ABD’de reel ve nominal faiz oranlarının hızlı artışının bir etkisi ABD Doları’nın değerinin de arması oldu. 1985 yılına kadar ABD Doları hızlı bir yükseliş içine girdi. Bu durum borçlu Latin Amerika ülkeleri için tam bir felaket oldu. ABD ve başka önemli merkez ülkeler durgunluk içindeydiler ve Latin Amerika’nın ihraç ürünlerine olan talepleri azalmıştı. Genel olarak durgunluk bu etkenin dışında da Latin Amerika’nın büyümesini engellemeye başlamıştı. Ve parasal daralma yüzünden Latin Amerika ülkeleri yeni borç bulamamaya başlamıştı –ki uzun zamandır aslında Minsky’nin tabiriyle bir cins Ponzi finans durumu içindey-diler. Mevcut borçları büyük ölçüde ABD Doları cinsindendi ve doların hızlı değer kazanmasıyla birlikte potansiyel kur riski gerçekleşmiş, borçları yerel paralar ve hat­ta başlıca merkez ülke paraları cinsinden de büyük bir hızla büyümeye başlamıştı. Sonunda 1982’de Meksika’da, çok geçmeden de diğer Latin Amerika ülkelerinde kriz patlak verdi. O zamanki tahminlere göre meselenin çapı çok büyüktü. Sadece ABD bankaları özelinde bile borcun çapının 600 milyar doları bulduğu söyleniyordu (Bruck, 1988: 353). Bütün bunların sonucu ABD’de büyük bankaların birbiri ardına zor duruma girmesi demekti. Üstelik payları az da olsa diğer büyük merkez ülke bankaları da Latin borcu vermişlerdi. Krizin 2007/8 krizi gibi küresel bir krize doğru yaygınlaşması an meselesiydi. Ancak ABD liderliğinde Batı dünyasının başlıca ban-kaları bir araya geldi ve krizi, hemen önleyemedilerse de köprü kredileri oluşturarak zamana yaymayı başardılar. 1989’a gelindiğinde ABD Hazine Bakanı Brady kendi adıyla anılan planı ile yeni bir adım attı. Borçların faiz oranları indirildi, anaparanın da önemli bölümü silinip atıldı. Üç önemli borçlu ülke Meksika, Venezüella ve Filipin-ler ile bu temelde anlaşıldıktan sonra diğer borçlu ülkeler de Brady Planı’na katıldı.

Krizde bankaların riskinin büyümesi sonuç olarak (zorunlu ve ihtiyati karşılık oranlarının, mevduat sigorta primlerinin yükselmesi gibi nedenlerle) bankaların kredi verme maliyetlerinin artmasına neden oldu. Bütün bunların bir sonucu olarak banka dışı finans kuruluşlarının maliyetleri daha düşük kaldı. Böylece o zamana kadar büyük bankalardan kredi alan şirketler başka kanallara ve bu arada sermaye piyasala­rından borsa aracı kurumları vasıtasıyla veya doğrudan borçlanma yoluna gittiler. Yani korkulan şey bir panik ile gerçekleşmedi ama daha tedrici olarak yine de ya­şandı. Bankacılık sektörü ve ekonomistlerin bu krizden çıkardıkları bir de ders –daha doğrusu yanlış ders vardı:

“ Aşırı AGÜ borçlarından doğan ciddi riskler borcun bankalarda yoğunlaşmış olmasını yansı­tıyordu. Eğer borç, tahviller şeklinde olsaydı ve kişi ve kuruluşların portföylerine dağılmış olsaydı sonraki borç ödenememesi durumu borçların banka sisteminde yoğunlaşmış olma­sından ötürü yaşanan, finansal sisteme yönelik risklere sebebiyet vermeyecekti. Evet, belki böylesi yaygın bir dağılım daha geniş çapta bir ödememe sıkıntısı (default) yaşanmasına neden olsa bile...” (Feldstein, 1991: 6)

Böylece 2007 yılı olaylarına giden yolun taşları önce zihinlerde sonra da uygu­lamada döşenmeye başladı, 1982 sonrasında geleneksel bankaları terk eden büyük kuruluşlar kaynak için giderek daha fazla sermaye piyasalarına veya banka dışı para piyasalarına başvurur oldular. Yatırım bankaları böylece geleneksel bankacılık sis-temlerine göre daha aktif bir rol oynar oldu. Piyasa psikolojik olarak 2007’ye götüren yıllardaki hatalı tercihleri yapmaya artık hazırdı. Ve Feldstein’ın alıntısındaki ‘ders’ -ki kanımızca yanlış alınmış bir dersti- bankalar ve bütün piyasa açısından ‘riskleri bir yerde, özellikle bankalarda yoğunlaştırmak yerine menkul değerler şeklinde portföy­lere yaygınlaştırsak bunları yaşamazdık’ tezi 2007’ye giden yolda yapılan şeyin ta kendisiydi. Ve aslında oldukça sıkıntılı ama yine de ülke içinde ciddi bir sektörel kriz olarak kalacak morgıç krizi işte bu tür uygulamalar sonucu hem ABD içinde her sek­töre, hem de dünyadaki her yere yayılma olanağı buldu.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005