2008 Ekonomik Krizi'nin
Tarihçesi
15 Eylül
2008' de ABD'de Lehman Brothers Inc. yatırım bankası
iflas başvuru-sunda bulundu. Bu ünlü yatırım
bankasının batışı krizin gerçek başlangıç tarihi de-ğildir;
ama ciddi bir kriz içinde olunduğu ilk kez dünya
kamuoyunun dikkatini böyle çekti
(Eğilmez, 2009: 68). Krizin ciddiyeti bir kez
anlaşılınca akla hemen 1929 Bunalımı geldi. IMF
dahil pek çok kurum ve kişi yaşananları "Büyük
Bunalım'dan bu yana yaşanmış en büyük finansal şok"
diye niteledi (Ferguson, 2009: 355).
Yaşananlardan neyin ve kimin sorumlu olduğu krizden
bu yana en çok tartışılan konulardan biri oldu.
Sorumlu görülenlerden biri efsanevi FED başkanı Alan
Greenspan’dır. 2001-2007 yılları arasında yürüttüğü
düşük faiz politikası nedeniyle emlak ve borsada
fiyatların şişmesine yol açarak bugünkü krizin
zeminini oluşturdu-ğu iddia edildi. Greenspan
küresel tasarruf fazlası nedeniyle bunun kaçınılmaz
oldu-ğunu söyleyerek kendini savundu. Greenspan
ayrıca 2004'te faizleri yükseltmek için harekete
geçtiklerini ama uzun vadeli oranlar üzerinde etkili
olamadıklarını söylüyor:
" Uzun vadeli oranlar, bu arada morgıç oranlarının
da yükseleceğini - tıpkı 1980'e kadar geri giden 5
ayrı sıkı para döneminde olduğu gibi- varsaymıştık.
Ama başlangıçtaki bir yükselişten sonra uzun vadeli
oranlar geriye döndü ve Fed'in bütün 2005 yılı
boyunca sıkılaştırma çabalarına rağmen bu uzun
vadeli oranlar neredeyse hiç kıpırdamadı" (Greenspan,
2007, ç.i).
Greenspan’ın hareketsizliğinin bir nedeni de
finansal balonların kendiliğinden çökmeden, parasal
politikalar yoluyla güvenli biçimde ortadan
kaldırılamayacağı yönündeki görüşüydü.
"Para politikası ile ilgili geleneksel görüş, merkez
bankalarının, varlık fiyatlarındaki şişmenin (boom)
finansal sistemdeki sonuçlarına karşı reaktif
davranmaları ve bu sonuçlarla şişme patladıktan
sonra ilgilenmeleri gerektiğini iddia eder. (…)
Alternatif bir görüş ise (örneğin gayrimenkuldeki
gibi) bir varlık köpüğü ufukta görünüyorsa, o
takdirde FED önleyici tarzda davranarak bu köpüğü
dağıtmalı (Cecchetti, 2000) şeklindedir" (Bordo,
2008: 16)
Eski başkan Greenspan kadar kriz sırasında iş
başındaki FED başkanı Ben Bernanke de eleştirildi.
Bernanke bir akademisyen olarak varlık balonlarına
karşı proaktif yerine reaktif bir merkez bankası
politikasının teorik zeminini oluşturmuş olmasıyla
sorumlu tutulabilirdi. Ayrıca merkez bankacısı
kişiliğiyle de krizi en azın-dan demeçlerinde
fazlaca hafife almıştı.
" 'Eşikaltı (morgıç) piyasasından ekonominin geri
kalanına veya finansal sisteme önemsenecek bir
bulaşma beklemiyoruz!' Mayıs 2007, Ben Bernanke"1
Sonradan olup bitenleri beklemeyen sadece FED
yönetimi değildi.
" ABD emlak fiyatlarında bir düşüş beklenmekle
birlikte (…) finansal sonuçları şaşır-tıcı oldu."
(Dünya Bankası, 2009a: 94)
Aslında daha 2005’ten itibaren kimi iktisadi yorumcu
gayrimenkul piyasasındaki bir köpüğe dikkat
çekmişti. Bazıları bu balonun patlamasının yakın ve
ardından da tam bir kabusun geleceğinde ısrarlıydı.
(Wright, 2005) Sıradan yorumcuların yanı sıra
radikal iktisatçıların bulunduğu Monthly Review
dergisi de üstelik oldukça teknik yöntemler
kullanarak aynı sonuca varmıştı (Foster, 2006).
Tanınmış iktisatçılardan da konuya dikkat çekenler
vardı. Robert Shiller bu konuyu işleyen kitabına
Irrational Exuberance adını vermişti. Bu terim
köpüğün tam ortasında Alan Greenspan'ın da olan
biten hakkında altını fazlaca da çizmeden yaptığı
uyarıda kullandığı terimin aynısıydı: Akıldışı
Taşkınlık!
Türkiye’de de morgıç krizinin büyük bir finansal
krize onun da 1930'ları çağrıştıracak bir büyük
uluslararası küresel krize dönüşebileceği uyarısını
yapılmıştı (Ak-man, 2006: 67-68). Aslında morgıç
piyasasından çıkmış gibi görünse bile krizin kök-leri
1980’lerden itibaren gelişmekte olan spekülatif
finans piyasalarında, özellikle türev piyasalarında
bulunabilirdi. Daha 2000’lerin başında bu
piyasaların küresel bir krize zemin hazırladığı
vurgulanmaktaydı (Akman, 2001a: 45).
Morgıç krizi ve sonrasını tahmin etmekte yerleşik
iktisadın büyük ölçüde yeter-siz kalma nedeni biraz
da iş çevrimleri ve krizlerle ilgili teorik
çalışmaya karşı yıllardır süren ilgisizlikti. Arada
S&L Krizi veya Asya Krizi gibi sorunlar çıktığında
kriz teorisi yerleşik iktisadın gündemine giriyor
sonrasında ise aynı hızla unutuluyordu.
Görevi gereği ABD’deki iş çevrimlerini ihmal etmesi
mümkün olmayan NBER’in Başkanı Martin Feldstein
ekonomik kriz teorisine olan akademik ilgisizliğe
dikkat çekiyordu.
" Gerçi çevrimsel dalgalanmalar bütün endüstriyel
dünyanın bir problemi olmaya devam etse de 1930'lar,
bir finansal krizi takiben gelişen bir ekonomik
çöküşün, yani hem ABD'de hem Avrupa'da yüzyıllardır
kendini tekrar eden türden bir krizin son
yaşanışıydı. Bu tür son kriz-den bu yana geçen uzun
zaman iktisatçıların geçen onyıllarda niçin konuya
(kriz C.A.) nispeten az ilgi gösterdiğini
açıklayabilir. Bu konu yerine iktisadi araştırma
ekonominin normal çalışması hakkındaki anlayışımızı
geliştirmeye ve küçük fakat önemli ilerlemeler
yaratacak, ekonomik durumu geliştirici politikalara
önem verdi: enflasyon oranını sıfıra yaklaştırmak,
işsizlik oranını düşürmek, kaynak kullanımındaki
aksaklıkları azaltmak gibi. (...) Çoğu profes-yonel
iktisatçıların tersine, ekonomik politikayı yürüten
bürokratlar ve özel sektörün liderleri ekonominin
işleyişini bozabilecek büyük çapta bir kırılma
riskinden ciddi endişe duyuyordu. (...) Biz
1980'leri ekonomik çöküşe yol açacak bir finansal
krizi tetikleyecek böyle risklerle karşılaşmadan
atlattık ve 1990'lara geldik.(Feldstein, 1991: 1)
Feldstein’a göre İktisatçılar aldırmasa da kriz
tehlikesi devam ediyordu Feldstein o zamanlar
deregülasyon modası zirvedeyken bunun risklerine
Adam Smith’e atıf yaparak dikkat çekmeye çalıştı
(Feldstein, 1991: 2). Bankalara regülas-yon isteyen
Adam Smith veya Feldstein'ın önerileri yerine tam
tersi yapılıp olan re-gülasyonlar da azaltıldı.
1991'de zaten fiilen çiğnenmesine göz yumulan ABD'de
1930 krizinin bir dersi olarak konulmuş Glass
Seagal Act kaldırıldı ve yatırım ban-kaları
ticari bankacılık ayrımı arasındaki sınırlar son
derece gevşetildi. Krizin öncesindeki teorik ve
pratik sorunlara böylece kısaca değindikten sonra
2008 krizi nasıl ortaya çıktı, nasıl gelişti kısaca
göz atmak uygun olacaktır.
Her ne kadar tezimizin konusu 2008 Krizi adını
taşıyorsa da aslında kriz 2 yıla ve aynı zamanda 2
aşamaya yayılıyor: 1. 2007 morgıç veya eşikaltı
krizi 2. 2008
finansal ve küresel ekonomik krizi. Asıl olarak
işlediğimiz 2008 küresel ekonomik kriz aşamasını
anlamak için önce krizin ilk kısmını belirli bir
sektöre ve ülkeye özgü gibi görünen 2007 morgıç
krizini ele almak gerekir.
Krizin ilk belirtileri 2007'nin öncesinde yavaş
yavaş kendini gösteriyordu. Aileler özellikle de
eşikaltı denen düşük gelirli aileler, aldığı morgıç
kredilerinde zor duruma düşmeye başlamış, kimileri
ödemelerini aksatırken, kimilerinin düşen ev
fiyatları nedeniyle evlerinin değeri morgıç
borçlarına göre eksiye (negative equity)
düşmeye başlamıştı. Bankalar giderek daha fazla
sayıda konuta borçları karşılığı el koyuyordu.2
Amerikan hukukunda morgıç borçlarında sadece eve
haciz gelebiliyor, kişinin gelirine veya başka
mallarına haciz konamıyordu. Birçok uzman bunun
insanların ödeyemeyebileceği morgıç borçları altına
girmeyi kolaylaştıran bir etken olduğu için
eleştiriyordu. Ancak aynı etken işler kötüyü
gittiğinde bankaların eve biran önce haciz koymakta
acele etmesine de neden oldu (Ferguson, 2009: 272).
Krizi yaratan ana nedenleri görmek için önceki
sistemin nasıl yürüdüğüne dikkat etmek gereklidir.
Sistemin yürümesi için uzun dönem faiz oranlarının
düşük seyrini koruması gerekiyordu. İlk sarsıntı
FED’in faiz oranlarını arka arkaya yaptığı
artışlarla %1 seviyelerinden % 5 1/4'e
yükseltmesiyle beklenebilirdi. Bir diğer neden ev
fiyatlarının önce eskisi kadar artmayışı, sonra da
iyice durgunlaşması ve belli bölgelerde düşmeye
başlamasıydı. Morgıç piyasasının aşırı büyümesi ve
giderek ev için kredi oluşturmak değil de kredi
oluşturmak için ev yapılmasının da etkisiyle aşırı
genişleyen emlak arzına giderek doygunlaşan emlak
talebi yetişememeye başladı. Ev fiyatları önce
eskisi kadar hızlı artmamaya, sonra durgunlaşmaya,
en sonunda da bazı bölgelerden başlayarak düşmeye
başladı. Faiz oranı artışı aslında morgıç
kredilerine çok az yansımıştı. Sadece % 5.34'ten %
6.66'ya çıkmıştı ortalamada... Bu kadarlık bir faiz
artışı bile zaten sallanmak için bahane arayan
doygun piyasayı sarsmaya yetti. Sarsmaya yetti çünkü
faiz oranlarının artması morgıç kredilerine sınırlı
yansısa da emlak fiyatlarına hiç de sınırlı
yansımadı. Bu farklılıkta yatırım kararlarını
almakta kullanılan kimi tekniklerin de katkısı
vardı. Alışıldık yatırım kararlarını almada
kullanılan ‘halihazır değer’ veya ‘iskonto edilmiş
halihazır değer’ yaklaşımlarında bir yatırım
varlığının değeri getireceği gelir akımlarının cari
veya gelecekte beklenen faiz oranları ile iskonto
edilmesiyle bulunur. Faiz oranlarının artması hem
iskontoda kullanılacak şimdiki faiz oranı olarak,
hem de bu artış gelecekle ilgili
faiz oranlarında da artış beklentisini artırdığı
için gelecekte beklenen faiz oranlarında da artış
olarak yani bir bütün olarak beklenen değer
kısımlarının çok daha yüksek bir oranla iskonto
edilmesi demekti. Emlak gibi uzun vadeli
yatırımlarda bu iskontonun ve böylece onun bugünkü
değere indirgenmesinin etkisi özellikle büyük
oluyordu. Yani faizler düşerken varlıklar otomatik
olarak değerlenirken bu kez tersine arz ve talepten
bağımsız olarak da otomatik olarak değer
kaybediyordu. Daha doğrusu konut talebi bu kağıt
üstündeki hesabi değer kaybı dolayısıyla da
azalıyordu.
İstihdam seviyesinin yüksek seyretmesi morgıç
sisteminin o haliyle ayakta kal-masını sağlayan son
dayanaktı. Ama yükselen faizler zaten problemli olan
Amerikan oto sanayinin merkezi Detroit gibi yerlerde
derhal sektörel durgunluğa, o da işten çıkarmalara
yol açtı. Bu durum Detroit ve çevresi gibi önemli
morgıç merkezlerinden birinin adeta çökmesi sonucunu
doğurdu (Ferguson, 2009: 271). Bu tür erken
çöküşler giderek başka bölgelere de yayıldı. Çünkü
görüldüğü gibi morgıç borçlarının üzerinde kurulu
sistemin bütün sütunları çökmüştü.
Kriz öncesi yıllarda ABD büyümesinin önemli bir
bölümü inşaat sektörü ile gay-rimenkul piyasasına
bağlı alanlara dayanmaya başlamıştı. O nedenle bu
aşamada kalsa kriz sadece inşaat sektörüne has bir
kriz olarak kalmayıp, belki ekonomik bir durgunluğa
da yol açacaktı. Fakat finansal, ekonomik ve sonunda
uluslararası bir krize yol açmayabilirdi.
Krizin ani alevlenmesindeki kilit etken
menkulleştirme ve türev piyasalardı.
Menkulleştirmenin bu aşamadaki stratejik unsuru ise
CDO'lardı (collateral debt obligations).
Sadece 2006 yılında bunlardan 1/2 trilyon $
tutarında satılmıştı, hem de dünyanın her
köşesine... Ve bu CDO denilen menkullerin yaklaşık
yarısında eşikaltı morgıçların içerildiği tahmin
ediliyordu. Tahmin ediliyordu; çünkü hangi CDO'larda
ne kadar riskli borç var; bunların gerçek tutarı ne
kadar ve bunlar ne oranda ne şekilde
paçallaştırılmış, bunları derli toplu ifade
edebilecek tarafsız ve güvenilir hiç bir merci
yoktu. Öyle olunca içinde sorunlu morgıç borcu olsun
veya olmasın hemen bütün CDO'lar zan altında kalır
hale geldi. Üstelik bunun doğru bir yanı da vardı.
Ödenememe (default) riski bakımından değilse
de fiyatlandırma bakımından. Genel olarak eşikaltı
morgıçların ödenememe riskleri de piyasanın iyi
olduğu dönemlerde düşük hesaplanmıştı. Öyle olunca
bunların fiyatları, daha doğrusu bunları da içeren
CDO'ların fiyatları da olması gerektiğinden daha
yüksek tespit edilmişti. Gerek risk belirsizliği,
gerek yüksek fiyat belirlenmesi nedeniyle CDO'ların
talepleri de fiyatları da helezoni biçimde düşmeye
başladı. Şimdi artık Triple-A de-
recesi almış CDO'lar bile ödenememe (default)
durumuna gelebiliyordu. Ve Özellikle en riskli CDO
dilimlerini (tranch) almakta uzmanlaşmış
'hedge fund'lar, bu fonların geçmiş sabıkaları da
göz önüne alındığında en önce çökecek kurumlar gibi
gö-züküyordu. Zaten eşikaltı krizinin başlangıcı
Haziran 2007 olarak konulabilir.3 Bu
kilometre taşı Bear Stearns yatırım bankasının sahip
olduğu iki fonda meydana gelen sıkıntıydı. Bu
fonlara borç veren o sıra dünyanın en büyük yatırım
bankası Merrill Lynch'in ek teminat istemesi zincir
reaksiyonu başlattı. Parasal olarak zorlanan
fon-lara müdahale eden Bear Stearns bir fonunu
kurtarırken öbürünü kaderine yani batmaya terk
etmeye mecbur kaldı. Bu olayı takiben Temmuz
2007'den itibaren de-recelendirme kuruluşları, RMSB
CDO'ların (Konut Morgıçlarına Dayalı Menkuller
Teminatlandırılmış Borç Obligasyonları) derecelerini
düşürmeye başladı. Bu tutum eskiden yaptıkları
derecelendirme 'hata'larını telafi etmekten çok
fiyat düşüşlerini serbest düşüş haline çevirmekten
başka işe yaramadı.
Menkul değerlerin düşen fiyatları portföyünde bu
menkulleri bulunduran bütün finans kuruluşlarını
ciddi zararlar yazmaya mecbur etti. Problem zaten
büyüktü ama asıl sorun yazılan veya yazılmak için
bilanço dönemini bekleyen zararlardan çok, bu
menkullerin alımında yüksek miktarda kredi
kullanılmış olması yani kaldıraç oranlarının çok
yüksek oluşuydu. Menkul değerler alınan kredi
karşılığında teminat olarak gösterildiğinden teminat
olan CDO'ların fiyatları düştüğünde teminat açığı
ortaya çıktı. Bütün bu kuruluşlar 'margin call'
durumuna düştüler. Yani ek teminat yatıra-madıkları
takdirde menkulleri kredi veren kuruluşça borsada
haraç mezat satılacaktı. Birçokları için de öyle
oldu. Bu duruma düşen menkul değerlerin varlığı
CDO'ların düşüş ivmesini daha da arttırdı.
Ayrıca bu krizde bir gölge bankacılık sorunu
mevcuttu. 'Hedge fund'lar daha çok getiri için
bankalara aşırı borçlanmış olabilirdi ama yatırım
bankalarının kendileri de bu SP (eşikaltı)
morgıçlarla ilişkili varlıkları conduit ve
SIV denilen yan kuruluşlarda toplamışlardı. Bankalar
da çok miktarda SP riskine maruz kalmışlardı ama bu
bilan-çolarında görülmüyordu. Bilanço dışı (Off
Balance Sheet) bu işlemler yüzünden banka
sektörü ilk bakışta sağlam görünse de durum hiç de
öyle değildi. İşin gerçeği bu konuda uyarıda
bulunması gereken denetim kuruluşları da tıpkı
yıllar önce Enron olayındaki gibi görevlerini yerine
getirmemişlerdi. SIV, Strategic Investment
Vehicles (Stratejik Yatırım Vasıtaları)
kelimelerinin kısaltmasıydı. Bankalar riskli
yatırımlarını bilançolarında tutsalar bunlar için
bankacılık kurallarına uygun karşılık ayırmak,
sermaye artırmak ve ayrıca denetimci ve yatırımcı
dikkatlerini daima üzerlerinde tutmak gibi çeşitli
sorunlarla karşılaşacaklardı. Bu sorunlarından
SIV’ler sayesinde kurtuldular fakat söz konusu
riskler yerinde duruyordu. SIV’ler ise
yatırımlarını hepsi de kısa vadeli olan ticari
kağıtlar (commercial paper) ya da interbank
piyasalarında bazen gecelike (overnight)
kadar düşen kısa vadeli fonlarla fonluyordu. İşler
iyi giderken ve sürekli yeni para ve yeni talep
varken kısa vadeli fonlarla doğası gereği aslında
uzun vadeli olan morgıç içeren kağıtları fonlamak
daha az sorun teşkil ediyordu. Akış durunca derhal
bir vade uyuşmazlığı sorunu çıktı. Ama daha bu 'matching'
sorunu için endişelenmeye vakit kalmadan bizzat bu
piyasaların da çöküşüyle karşı karşıya kalındı. En
risksiz borç verme vadelerinden biri elbette ki
gecelik borçlardı ve en risksiz borç alıcılar da
interbank piyasasındaki bankalardı. Ama bizzat bu
piyasa ve hatta bir gecelik vade bile riskli
sayılmaya başlandı. Kimse diğer bankanın hangi
durumda olduğunu ve morgıç riskine ne kadar maruz
kaldığını bilemediğinden diğer bankaya borç vermek
istemiyordu. İnterbank piyasası en lazım olduğunda
belki çöktü denilemez ama inanılmaz ölçüde daraldı.
Bu yaşananlar sonucu 2007'de eşikaltı krizi likidite
krizine dönüştü. Nitekim Ağustos 2007'de American
Home Mortgage Şirketi iflas başvurusunda bulundu.
BNP Paribas morgıçlara yatırım yapan üç yatırım
fonunu kapattı. Likidite krizine dönen ve oradan da
ödeyememe krizine, kredi krizine dönüşen kriz zaten
bu aşamada küresel hale gelmeye başlamıştı. Örneğin
İngiliz Northern Rock battı ve kamu-laştırıldı.
Böyle bir olay İngiltere'de 1866'dan bu yana
görülmemişti.
Krizin sonuçları, banka iflaslarında veya zorunlu
satışlarında görülmeye başlandı. Bear Stearns
fonlarını kurtarayım derken aslında kendisi zora
düşmüştü. Batmaktan FED'in müdahalesiyle bir rakip
firmaya, yine FED'in aracılığıyla ucuz fiyattan
satılarak kurtarıldı. Çok sayıda 'hedge fund' battı.
'Yazılan' (write-downs) banka zararları daha
ilk anlarda 318 milyar $'a vurdu. Toplam beklenen
zararların 1 trilyonu aşacağı henüz 2008 ortasında
yazılıp çizilmeye başlandı (Ferguson, 2009: 274).
Wall Street'in, hatta bütün dünya borsalarının
üzerlerinde döndüğü yatırım bankalarının batışı
paniği arttırıyordu. Fakat yatırım bankaları da
sonuçta borsa gibi riskli alanlarda çalıştığı
bilinen kuruluşlardı. Fakat Hükümet Sponsorluğundaki
Kuruluşlar (GSE) denilen ve bütün Amerikan morgıç
sisteminin üzerinde kurulu olduğu Fannie Mae,
Freddie Mac, Ginnie Mae gibi kuruluşların sıkıntıya
girmesi bardağı
taşıran son damlaydı.4 Bu kuruluşlar
tıpkı yatırım bankaları gibi 1933 sonrası New Deal
ile Roosevelt döneminde yani Büyük Bunalım ardından
yeni bir sistemin mi-henk taşları olarak kurulmuştu.
Onların zor duruma düşüşü bir anlamda devletin zor
duruma düşüşü, bütün finansal sistemin temellerinden
sarsılışı gibi algılandı. Yaşananın artık tam
anlamıyla bir kriz olduğu üzerinde şimdi herkes
mutabıktı.
"2000'de ABD piyasasında yaşanan subprime mortgage
kredilerindeki batışların yol açtığı küresel
sarsıntı o haliyle kalmış olsaydı ona kriz yerine
dalgalanma denecekti. Ama gelişim 2008'de mortgage
kredi piyasasının iki dev kurumu Fannie May ve
Freddie Mac kamu kesimince devralınınca ve bu banka
batışlarına yayılan bir süreç halini alınca kriz
denmeye başlandı." (Eğilmez, 2009: 49)
Kriz kelimesinin kökeni Yunanca 'krino'
kökünden gelir; ayırmak, kararlaştırmak
anlamındadır. Aslında tıpla ilgili kullanımı
yaygınlaşmıştır. Genel kullanıma geçmesi daha
sonradır. Orijinal tıp anlamı şöyledir: hastalığın
seyrinde ölüme veya iyileşmeye işaret olabilecek
kritik değişme. Buradan daha genel kullanıma, benzer
bir anlamla geçmiştir: Bir olayın en üst noktasına
eriştiği ve bu andan sonra ya yok olacağı ya da
maddi bir değişime uğrayacağı zaman noktası; dönüm
noktası.5 1970’ler krizinden çıkmak için
1930'larda yeniden ve farklı biçimde kurulmuş bütün
bir mali yapı değiştirilmişti; 2008 krizinden çıkmak
için de bu yarı değiştirilmiş ku-rumsal sistem çökme
noktasına geldiğinde, işte yaşananlar sözlük
anlamıyla da kriz adını hak etmiş oldu.
|