|
24 Ocak Kararlarından Devalüasyona
24 Ocak kararları, bir yönü ile ekonomide gelinmiş
olan birikimli noktanın topluma dayatıldığı bir
olgudur. Döviz darboğazını aşmak için, korumacı bir
ekonominin hızla dışarıya açılması ve döviz
kazanması gerekiyordu. Bunun için de, elde ne varsa,
iç talep bastırılarak satılacaktı. Dışarı kaçmış
olan dövizler yurda çekilecekti. Turizm vb. gibi
döviz kazandırıcı faaliyetler artırılacaktı.
Ekonomik ve mali önlemler bu doğrultuda
gerçekleştirildi ve bu operasyonun kısa-dönemli
sonucu da alındı. Toplum bastırıldı, gelir dağılımı
bozuldu, hayali ihracat gelişti, kamu kesimi
çökertildi. Doğal olarak, böyle bir ekonomi
politikası için, arkaya belirli bir siyasal yapı
almak gerekli idi. O da 12 Eylül kararları ile,
güçlülerin emrine sunuldu.
24 Ocak kararları, diğer yönü ile de dünya
ekonomisinde gelinmiş olan bir noktanın Türkiye'ye
dayatmasıdır. Sıkışan dünya ekonomisi, etkisi alına
alabileceği ekonomilerden kaynak aktarır. Bunun için
gerekli ilk koşul, o ülke ile ilişki kurmaktır.
Uluslararası mali kuruluşlar kanalı ile ilişki
sağlandıktan sonra, önce borç verilerek, giderek
artan faiz yükü ile o ülkeden kaynak aktarılır.
Verilen borçlarla, o ülkenin ithalat yapması
sağlanarak, hem kendi ihracatları desteklenir, hem
de kıtlıklar ortadan kaldırılmış gibi gösterilir,
fakat borç batağı diz boyuna yükselir. İş bununla da
bitmez, o ülkeye, eski teknolojiye sahip, üretim
araçları devredilir, böylece hem geri ülkelerde bazı
kıpırdanmalar görülür, hem de ileri ülkeler eski
mallarına pazar bulmuş olur.
Sonuç; çok eski çalışan bir makina gibi gürültülü
bir görüntü, vitrinde bazı mallar, fakat çekilen
külfete ve katlanılan maliyete değen birşeyin
olmaması! Niçin böyle oldu? Çünkü, 1980
politikalarında sanayileşme stratejisi yoktur,
plânlama kavramı yoktur, üretime değil, ticarete ve
hizmetlere ağırlık verilmiştir. Bu politikalarla
önce kamu kesimi, emekçiler ve toplumun zayıf
kesimleri çökertilmiştir, ikinci aşamada ise, gerçek
yatırımlar çökertilmiştir. Bir tür borsacı-bankacı
mafyası yaratıldı. Bu kesim, milli gelirin giderek
büyük bir kısmını, havadan gelir olarak ele
geçirmekte, oluşturduğu serseri para ile de borsa ve
döviz kanalları ile ufak tasarrufçuya, hatta tüm
topluma açıkça saldırarak, avantasını almaktadır. Bu
sonuçlar tahmin ediliyor, hatta biliniyordu.
1980'lerin sonuna doğru ihracatın duraklamaya
başlaması ve ülkeye sıcak para girişinin zorunlu
hale gelmesi sonucunda, ekonomi tümü ile finans
kesiminin boyunduruğu altına sokuldu. İç finans
çevreleri yüksek faizle kendilerini koruyup,
büyütürken, dış finans çevreleri de değerlenmiş TL
ve yüksek faizle besleniyordu. Böylesine
hayali-parasal denge ya da dengesizliklerle ekonomi
bir yere ulaşamazdı. Üstelik,. Türkiye'de borsa ve
finans kesimi, bu kurumların kendilerinden
beklendiği biçimde, gerçek yatırımları beslemekte,
tam ters, içeride tüketimi beslemek ve dışarıya
kaynak aktarma işlevini görmektedir.
Bugünlerde yaşanan kriz, hazine bonosu faizlerinin
yapay olarak düşük tutulma çabaları, Türkiye'nin
kredibilite notunun düşürülmesi gibi nedenlerle
patlak veren, uzun bir oluşumdur. Bu krizde
Hazinenin ve Merkez Bankası'nın rehavet içindeki
yavaşlığının bazı kurumları, kişileri ya da aileleri
borsada ve döviz piyasasında bir günde milyarder
ettiği de ortadadır. Açık döviz pozisyonu olan
bankalar da bundan pay almamışlarsa, bu bankalar
finans koordinatörlerini çıkartmalıdırlar. Nasıl bir
vergi yasası yapılırken, ilgili "baba"lar otel
lobilerinde, Çanakkale savaşı gazileri misali, "ülke
yararına" ve "ekonomi bilimi doğrultusunda" karar
alıp, bu kararlarını iktidarlarına uygulatırlarsa,
aynı şekilde finansal operasyonlarda da, acemilerin
ya da güçsüzlerin bir gün hatta bir saatlik
gecikmesi, işini bilen zarif profesyonellere çok şey
kazandırır. Neyin pahasına? İçinde yaşadığı ve
sırtına bindiği halkın pahasına!.
Son olaylar, siyasilerin sığındığı "serbest piyasa
koşullarının" bir sonucu değildir. Bu olayın iki
açıklaması olabilir. Eğer Hazine ve Merkez Bankası,
tüm bu operasyonlarda kasıtlı davrandı ise, bu konu
soruşturulup, ortaya çıkartılmalıdır. Eğer bu kurum
yetkililerinin davranışlarında bir kasıt yok ise, bu
kişilerin diplomaları zaman aşımına uğramış
demektir: Her iki hal de, çaresine bakılması
gereken, vahim birer durumdur.
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|