75. Yılında Türkiye Ekonomisi
MÜSİAD Eski Yönetim Kurulu Başkanı Erol Yarar
Cumhuriyetimizin yetmişbeşinci yılı
kutlamalan devam ederken, Maliye Bakanlı-ğı'nın
tanıtım reklamları, kamunun 75 yılda aldığı
ekonomik mesafeyi çok iyi özetliyor. Büyük
gazetelere yarım sayfa halinde verilen reklamlardan
birinin tam orta yerinde, "Türkiye 1999 bütçesinin %
50'sini faize ödese gene yetmeyecek!" deniyor.
Aslında, yüzde 80'ini ödeseler yetmeyecek! Dört yıl
önce MÜSÎ-AD'da hazırlayıp yayınladığımız borç
raporunun başlığını "Devletin İç Borç Krizi ve
İflas 99" adını koymuştuk. Ne kadar haklı
olduğumuzu Maliye Bakanlığı Gelirler Genel
Müdürlüğü bugün sayfa sayfa reklamlarla teyit
ediyor. Kendilerini kutluyoruz!
Başka bir reklamda, Türkiye'de gelir dağılımındaki
bozukluk bütün çıplaklığı ile gözler önüne
seriliyor: "Toplumun yüzde 40'ı açlık sınırında
yaşamaktadır!" Kimdir bu yüzde 40 ? Cumhuriyetimizin
cumhuru! Bu da alınan mesafenin iyi bir göstergesi.
Kutlamalara cumhurun niçin itibar etmediği açık
değil mi? Halk, kendi halinde, ay sonlarında iki
yakasını biraraya getirmeye çabalıyor çünkü. Bütün
bu gürültü, kelimenin her anlamıyla "azınlık"
teşkil eden aydın ve bürokratlardan geliyor. Bir de
monopolist iş çevrelerinden.
Gerçeği açık seçik dile getirmenin zamanıdır:
Türkiye'de büyük sermaye hiçbir zaman Cumhuriyeti
koruma arayışı içinde olmadı! Ne dünya sisteminin
1945-70 arasındaki olağanüstü genişleme evresinde
üstüne düşeni yaptı, ne 1970-95 arasındaki 'daralma'
evresinde. Topu hep taca attı, bekçiliği hep
devlete yaptırıp, son anda bürokratlarla fotoğraf
çektirdi. Şimdi üçüncü evredeyiz. Dünya ekonomisi
tam bir belirsizlik içinde. Kriz kapıda, büyük
sermaye sahipleri paniğe kapılmış durumda. Dört bir
yanda, sadece ekonomik krizden değil, siyasî
kargaşadan da son derece korkuluyor. Tam cumhura
dayanılması gereken bir aşamada, "büyük işadamlan"
yine cumhuaın camna okuyup resim çektirme
sevdasındalar.
Konuyu açalım biraz. Dünya ekonomisi 1961-73 arası
dönemde yılda ortalama yüzde 7 büyüdü. Bugün ortak
para birimine geçmek üzere olan 11 Avrupa ülkesi (EU)
(11) yılda ortalama yüzde 5,2, ABD yüzde 4, Japonya
ise yüzde 9,7. Petrol şoklanna sahne olan 1974-85
arası dönemde ise EU (11) yüzde 2,1, ABD yüzde 2,3,
Japonya ise yüzde 3,4 büyüyebildi. Genel bir
durgunluk ve (büyüme hızında) gerilemenin olduğu
son derece açık. Müteakip beş yılda (1986-90) sanayi
ekonomileri biraz açıldı: EU (11) ortalama yüzde
3,4, ABD yüzde 2,8, Japonya ise yüzde 4,6'lık
büyümeler kaydetti. 1991-95 arasındaysa merkezî
ekonomiler adeta dibe vurdu: (EU) (11) ortalama
yüzde 1,5, ABD yüzde 2, Japonya ise yüzde 1,4
büyüyebildi.
Petrol şokları öncesindeki çeyrek yüzyılda,
kapitalist sistemde kâr hadleri son derece
tatminkâr olup, marifet sadece yüksek büyüme
kaydetmiş olmak değil (bunu herkes yapmış çünkü!),
optimum kapasiteye ulaşmış olmaktı. Cumhurbaşkanımız
Süleyman Demi-rel kendi riyaset yıllarıyla 1980'leri
karşılaştırırken, "biz ülkeyi sanayileştirdik,
onlar ticaretle uğraştılar" anlamına gelebilecek
sözler söyler di. Oysa 1980'lerde dünya ekonomisine
daral ma hakimdir. Demirel'in "sanayileştik" iddiası
ise tavzihe muhtaçtır: Uygun ölçekli sanayileşme
gerçekleşmediği gibi, bu dönemde ekonomide mevcut
fonlann çok büyük kısmı sanayiye değil ticarete
yönlendirilmiştir. Gerçi bunun suçunu sadece Sayın
Demirel'e yıkmak doğru değil; genel bir eğilimdi bu.
Mesela 1964 yılın-- da, bankaların özel sektöre
verdiği ticari krediler 6 milyar lirayı aşarken,
sınai yatırım kredileri 491 milyon lira, küçük
sanat ve esnaf kredileri de 240 milyon liraydı.
Uemırel dönemi bu durumu tersine çevirmezken, kumlan
tesislerin neredeyse hepsi sadece iç talebi göz
önünde bulundurmuşlardı.
Önceki Cumhurbaşkanımız rahmetli Turgut Özal, içe
dönüklüğün yol açtığı döviz sıkıntısını aşmak,
ekonomiyi dışa açarak ölçekleri büyütmek istedi.
Bugün Cumhuriyet bekçiliği yapan büyük sanayiciler
bunu kârsız gördüler. 1980-90 arasındaki olağanüstü
ihracat teşviklerine rağmen, iç pazardan
vazgeçmediler, ilk 100'e giren sanayi şirketlerinin
1980 yılında ihracat/satış oranlan yüzde 1 ise, on
yıl sonra olsa olsa yüzde 2 veya 3 oldu. Şirketler
büyüdü, kâr ihtiyaçları arttı, fakat ihracatları
yerinde saydı. Bugün kârlannın üçte ikisini
sanayicilikten değil de, devlete verdikleri
borçlardan aldıkları faizle sağlamalan bu
yüzdendir. Kronik yüksek enflasyondan ötürü halk
giderek yoksullaşan, dünya halkalarına da mal
satamayan bir burjuvazinin, dönüp kendi devletini
(dolayısıyla, vergilerin ana kaynağı olan cumhuru)
soyması kaçınılmazdı.
Başa dönelim. Maliye Bakanlığı, acı bir itirafname
olan reklamlarıyla neyi amaçlıyor? Daha fazla vergi
toplamayı. Hemen belirtelim ki, devlet sistemi ve
siyasî rejim ne olursa olsun, insanların yergi
ödemesi iyi bir şeydir. Ik-tisaden iyidir, kamu
hizmetleri daha iyi görülür. Siyaseten iyidir,
vergi ödeyen insan "hesap sorma" duygusuna sahip
olur ve devletini sorgular. Bu alışkanlığı
edinmeyen toplumlarda, cumhuriyet veya demokrasi
gibi kelimeler, içi-boş lakırdılar haline gelir. Ama
toplanan vergilerin nasıl harcandığı belirtilmiyor,
bu hususta halka itimat telkin edil(e)miyorsa, o
zaman halkı daha fazla vergi ödemeye zorlamak
adaletsizlik değil midir? Maliye Bakanlığı;- bütçe
üzerindeki faiz yükünün azaltılmasıyla ilgili hiçbir
şey söylemiyor, hiçbir vaatte bulunmuyor. Mesela,
reel bazda vergiler ikiye katlansa ve faizlerin
bütçedeki payı yüzde 50'den yüzde 40'a indirilse,
bu iyi bir gelişme midir? Şüphesiz ki hayır!
Faizcilere reel olarak yüzde 60 daha fazla kaynak
aktanlmış demektir. Bu durumda, ülkedeki en zengin
yüzde 20'lik dilim milli gelirin yüzde 55'ini değil,
daha yüksek bir kısmını cebe indiriyor hale
gelecektir.
Refahyol hükümeti,'kaynak programlarıyla iç borcu
azaltmaya ve mümkünse sıfırlamaya çalışıyordu. Bu
bir hedefti elbette; ne ölçüde gerçekleşebileceğini
zaman gösterecekti. Anasol-D maliyesi bu yaklaşımı
hayalci sayabilir. Ama onun yerine millete bir
program sunmak zorundadır. Devlet faiz batağından
nasıl çıkarılacaktır? Vergi toplamak, en az kayıtlı
ekonomi büyüklüğünde olduğunu ileri sürdükleri
kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına çekmek (kendi
içlerinde doğru uygulamalar olmakla beraber)
yeterli değildir. Yeterli şart, iç borcu azaltmayı
hedefleyen ve ayakları yere basan bir programdır
Hükümet bu hususta bugüne kadar hiçbir niyet
beyanında bulunmuş değildir. Böyle bir hükümetin
maliyesinin ülkedeki gelir dağılımını iyileştirme
vaadine ne derece güvenilebilir?
Bu aşamada şöyle bir soru sorulabilir: îç borç
batağı kısa vadede kurutulabilir mi; cevap evet ise,
nasıl? Cevabımız evettir, çünkü iç borç batağı ancak
ve ancak "kısa vadede" kurutulabilir. Vade
uzadıkça, bataklık derinleşir. Nasıl kurutulacağı
konusunda ve ülkemiz ekonomisinin "yüksek
borç-yüksek faiz-yüksek enflasyon" kısır döngüsü
ile saplandığı rant ekonomisi batağından nasıl
kurtulacağı konusundaki reçetemiz aşağıdaki
önerilerden oluşmaktadır:
Çözüm Önerilerimiz
1) Bütçe Harcamalarının Azaltılmasında aiz
Alacaklarından Fedakarlık Yapılmalı
Kamunun bütçe açığının en önemli sebebi olan iç
borç faiz ödemelerinin (vergi gelirlerinin % 74'ü)
azaltılması için büyük sermayeden faiz fedakarlığı
istenmeli. Gerek üretim yerine rant faaliyetini
tercih eden büyük işletmeler (gelirlerinin %
52,7'sini faiz, repo gelirinden sağlıyorlar),
gerekse bankacılık kesimi ellerindeki bono ve
tahvillerin faizinden bir yıllık süre ile
fedakarlık etmelidir. Veya onlardan sözkonusu iç
borcun, faiz alınmadan ana parasının bir yıllık
süre ile ABD doları kuruna sabit-lenmesi talep
edilmelidir.
2) Büyük Sermayeden Fedakarlık İstenmeli
Türkiye'de büyük sermaye ve tekeller kamu
kaynaklarının % 42'sini (devlet % 55'ini) alırken,
KOBÎler ancak % 3'iük bir kaynak alabilmektedir.
Ekonomimizin içinde bulunduğu temel sorun, son 50
yıldır hakim olan kartelci ekonomik yapı ve devlet
teşviklerinin, bugünkü kamu açıkları, ağır
borçlanma ve yüksek enflasyon gibi sonuçları
beraberinde getirmesinden kaynaklanmaktadır.
Siyaset ve ekonomi yönetimi, artık büyük sermayeden
fedakarlık istemeli, diğer taraftan orta ve küçük
işletmeleri geliştirmeye yönelik kaynaklar
oluşturmalı, Eximbank kredilerinde belirli miktarda
kontenjanı KOBl'lere tahsis etmelidir. Güneydoğu
Asya ve Rusya'daki ekonomik krizler, büyük sermayeye
dayanan hantal ekonomik yapıdaki ülkelerin krize
sürüklendiğini göstermiştir. Halbuki, "toptan
kalkınma" modeli olarak adlandırabileceğimiz
hareket kabiliyeti ve esnekliği yüksek KOBÎ'ler,
Almanya, Japonya ve Tayvan örneğindeki gibi
ekonominin motoru olmalıdır.
3) Yattnm-Üretim-lhracat Seferberliği Acilen
Başlatılmalı:
Son yıllarda rant ekonomisinin hakim olduğu ekonomik
yapıda, İSO'nun 500 büyük işletme analizine göre
faaliyet-dışı gelirlerin toplam gelirlerin %
52.7'sini oluşturduğu bir ortamda, unutulan
yatırım-üretim-ihracat seferberliğinin başlatılması
Türkiye'nin temel yapısal ekonomik sorunlarının
çözümü için elzemdir. Yatırımları ve üretimi
arttırmak için ciddi teşvik tedbirlerinden oluşan
bir paket hazırlanmalı, kamu, orta ve uzun vadeli
yatırım kredileri için kaynak ayırmalıdır.
Vadeli akreditif işlemlerinden alınan %6 KKDF
kesintisi kaldırılmalı.
Ayrıca yerli makine üretimini teşvik etmek için
teşvik belgeli yerli makine alımlarında verilen KDV
+10 puan desteği yeniden uygulamaya konulmalıdır.
ihracatı arttırmak amacıyla ikinci bir atılım
programına (birincisi 1980-1987 arasında geçerli
idi) ihtiyaç vardır. Hükümet ihracatı arttırmayı,
ithalatı asgari düzeyde tutmayı amaçlayan bir "Dual
Ekonomik ModeP'i benimsemeli ve uygulamalıdır. Bu
amaçla planlama-teşvik etme-koordinasyon ve kontrol
fonksiyonlarını birlikte üstlenecek bir Dış Ticaret
Bakanlığı kurulmalı ve hem yurtiçinde hem de
yurtdışında teşkilatlanmalıdır.
ihracat pazarlanmız da (ABD % 50, Almanya % 23.8)
ve ihraç ürünlerimizde (tekstil-giyimde % 38.8)
mutlaka çeşitlendirmeye gidilmelidir. Komşu
ülkelerle sınır ticareti desteklenmelidir, ikinci
büyük dış ticaret ortağımız Rusya'daki ekonomik
krize karşı, bu ülkeye ihracatı teşvik edici
tedbirler alınmalıdır.
İhracat artışı vergi indirimi, finansman ve sigorta
prim indirimleri ile teşvik edilmeli, ihracatı
destek kredilerinde KOBl'lere belirli bir kontenjan
pay tahsis edilmeli, belirli miktarda ihracatı aşan
ihracatçılara kırmızı diplomatik pasaport
verilmelidir.
4) Ekonomik Büyüme Fiyat İstikrarı İçinde
Hedeflenmeli
Yüksek oranlı kronik enflasyonun düşürülmesi ve
aynı zamanda ekonomik büyüme hedefinin başanlması
için, güçlü bir hükümetin, toplumun geniş
kesimlerinin de desteğini alarak, "orta vadeli,
sürekli kalkınma içinde bir istikrar programı"
uygulanması gereklidir.
IMF ile yapılan Yakın Gözetim Anlaşması, durgunluk
içinde enflasyon "stagflasyon" etkisi meydana
getirmiştir. Bizim önerdiğimiz program, büyümenin
ve ihracatın arttırılması, kamu harcamalarının
disiplin altına alınması ve toplam arzın artması
yanmda adil rekabet ortamının sağlanması ile
oluşacak fiyat istikran temeline dayanmalıdır.
5) Ciddi bir Tasarruf Politikası Uygulanmalı,
Yurtiçi ve Yurtdışı Fon Kaynakları Yatırıma Teşvik
Edilmeli
Bugün kamuda isfaf boyutunda, gereksiz harcamaların
yapıldığı görülmekte, lüks köşkler, kamu lojmanları,
idari binalar, hizmet binaları inşa edilmekte,
gereksiz lüks makam araçları alınmaktadır. Bütçenin
giderek büyüyen açık durumuna rağmen, politik kadro
atamaları yapılmaktadır.
Vatandaşları tasarrufa teşvik etmede kamu öncü rolü
oynamalı, bunun için en tepeden en alt düzeydeki
kurum ve birimlere kadar azami tasarrufa riayet
edilmelidir.
Ayrıca kamu ve özel sektör yatırımlan için kaynak
sıkıntısı çekildiği bir ortamda, yurtiçi ve yurtdışı
fon kaynaklarının yatınma cezbedilmesine
çalışılmalıdır. Almanya'daki vatandaşlarımızın 30
milyar doları aşan tasarrufları olduğu ve
Türkiye'de yastık altında yaklaşık 70 milyar dolar
tutarında altın ve döviz stoku bulunduğu gerçeği
unutulmamalıdır.
6) Özelleştirme, Şeffaf ve Objektif Kriterler
Uygulanarak Hızlandırılmalı, Kartelleşme Önlenmeli
Giderek hızlanan özelleştirme uygulamalarında (GSM
lisans satışları, TEDAŞ dağıtım müesseseleri,
Etibank ve POAŞ, v.s.) kamunun daha fazla gelir elde
edilmesi önlenmiş, şaibeli kararlar ile kamuoyu
vicdanı yaralanmış, kartel oluşumlarına yolaçılmış
ve haksız rekabet unsuru oluşturulmuştur. Bugün
büyük holdingler, sanayi veya müteahhitlik+bankacı-lık+TV
yayıncılığı işlerini birlikte yaparak, ihalelerde ve
özelleştirme satışlarında etkin bir güce
ulaşmışlardır.
Özelleştirme hızlandınlarak, belirli bir sürede
bitirilmeli. Ancak şeffaflık, objektif ve manipüle
edilmemiş kriterler bazında ve sermayenin tabana
yayılması prensipleri göz önünde tutularak
gerçekleştirilmeli. Hedef, özelleştirilen
müesseselerin, verimliliğinin arttırılarak
ekonomiye katkı yapmak olmalıdır, kamuya yeni
harcamaları için kaynak temin etmek olmamalıdır.
Başta Rekabet Kanunu ve RTÜK Kanunu gibi mevzuat
hükümleri mutlaka ve ayırım yapmadan uygulanmalıdır.
Özelleştirilen müesseselerdeki işçilerin ortak
teklifleri, sermayenin tabana yayılması açısından
titizlikle ve tercihen değerlendirilmelidir.
7) Vergi Kanunları Değişiklik Paketinde Yeni
Düzenlemeler Yapılmalı
Tahvil, bono, repo gibi rant gelirlerine yeniden
stopaj uygulanmasına başlanmalı ve diğer gelir
unsurları ile aynı oranda vergilendi-rilmelidir.
Vergi tanımı için yeniden kazanç esası baz alınmalı,
tasarruf ve harcamalardaki artışın vergi tanımı
içine alınması uygulanmasından vazgeçilmelidir.
Vergi kaybını telafi için, orta ve küçük işletmeler
değil, kazancın % 70'ine sahip olan büyük işletmeler
hedef alınmalıdır.
8) Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Açıkları
Kapatılmalı
Emeklilik yaşı erkeklerde 60, kadınlarda ise 55'e
yükseltilmeli; özel sigorta kuruluşlarının
kurulması teşvik edilmeli, prim tahsilini
hızlandırarak, iştirakleri daha iyi değerlendirerek
gelir arttırıcı çalışmalar yapılmalı; SSK, BAĞ-KUR
ve Emekli Sandığı tek ve etkin işleyen bir yapı
içinde birleştirilmeli.
9) Güneydoğu Sorununa Sosyo-Ekonomik Çözümler
Bulunmalı
Savunma harcamalannın devlet bütçesi içinde
gereğinden fazla bir oranda artmasına yol açan
Güneydoğu Sorununa ülkemizin birlik ve bütünlüğünü
bozmayacak şekilde ekonomik, sosyal ve dış politika
bağlantılı çözümler bulunması gerekmektedir.
10) Türkiye Aleyhine İşleyen Gümrük Birliği Yeniden
Ele Alınmalı, Serbest
Ticaret Bölgesi Anlaşmasına Dönülmeli
Türkiye böylece AB ile gümrük vergisiz ve kotasız
serbest ticaret yapabilirken, aynı zamanda üçüncü
ülkelerle ilişkilerini daha etkin bir şekilde
geliştirebilecektir. Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey
Afrika ülkeleri, Balkanlar, Rusya, ECO ülkeleri,
Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri ile olan
ilişkilerinde jeo-kültürel avan-tajlannı ekonomik
faydaya dönüştürecek atı-lımlan yapmalıdır. AB'den
aynca vizenin işadamları için kaldırılması, zaten
yetersiz olan 2,5 milyar ECU'lük mali yardım yanında
geçmişte ispanya, Portekiz, şu anda ise Orta ve
Doğu Avrupa ülkelerine verilen miktarlarda mali
destek istenmelidir.
11) Siyasi istikrar ve Toplumsal Uyum İçin Erken
Genel Seçimler Mutlaka Yapılmalı.
12) Hür Düşünce, Teşebbüs Hürriyeti ve 1-nanç
Özgürlüğünü Geliştirmek İçin Hukuk Reformu
Yapılmalı.
Ancak o zaman demokratik, parlamenter bir rejimin
uygulandığı Türkiye, geçmişteki ;ibi bir medeniyet
kaynağı konumunu yerden elde edebilir.
|