Mustafa Kemal Atatürk'ün Ekonomi Alanındaki
Görüşleri
(1930-1939) Ekonomi ile İlgili Görüş ve Değerlendirmeleri
• Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine
miras kalan bütün hayati işler, zamanın
mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir.
Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde
de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek, doğru
olamaz. Mühim ve büyük işleri, ancak milletin umum
servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine
dayanarak; milli egemenliğin tatbik ve icrasını
düzenleme ile görevli olan hükümetin mümkün olduğu
kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır.
Özet olarak Türkiye Cumhuriyetini idare edenlerin,
demokrasi esasından ayrılmamakla beraber "mutedil
devletçilik" prensibine uygun yürümeleri bugün
içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve
mecburiyetlere uygun olur.
Bizim takibini uygun gördüğümüz
"mutedil devletçilik" prensibi; bütün istihsal ve
tevzi vasıtalarını fertlerden alarak, milleti
büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek
gayesini takip eden sosyalizm prensibine müstenit
kollektivizm yahut komünizm gibi hususi ve ferdi
iktisadi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir
sistem değildir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.
Atatürk'ün El Yazıları, s. 447-449)
• Herhalde devletin, siyasi ve fikri hususlarda
olduğu gibi bazı ekonomik işlerde de
düzenleyiciliğini prensip olarak kabul etmek uygun
görülmelidir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak
müşkülat şudur: Devlet ile ferdin karşılıklı
faaliyet sahalarını ayırmak.
Devletin bu husustaki faaliyet hududunu çizmek ve bu
hususta dayanacağı kaideleri tesbit etmek.
Prensip olarak devlet ferdin yerine geçmemelidir.
Fakat "ferdin gelişmesi için umumi şartları göz
önünde bulundurmalıdır." Fertlerin gelişmesine mani
olmamak, onların her görüş noktasından olduğu gibi,
bilhassa ekonomik sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri
önünde devlet kendi faaliyetiyle bir engel vücuda
getirmemek, demokrasi prensibinin en mühim esasıdır.
O halde diyebiliriz ki "ferdiyet gelişiminin, mani
karşısında kalmağa başladığı nokta, devlet
faaliyetinin hududunu teşkil eder."
Memlekette her nevi üretimin daha fazlalaşması için,
ferdi teşebbüsün, devletçe elzem olduğunu da
ehemmiyetle kaydettikten sonra, ifade etmeliyiz ki
"Devlet ve fert birbirine muarız değil, birbirinin
tamamlayıcısıdır." 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.
Atatürk'ün El Yazılan, s. 441-445)
• Kanaatim odur ki muhakkak surette birleşmede
kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddi ve manevi
kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmektir.
Yoksa bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden
bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi zayıf olanın,
kuvvetliye esir olması demektir. Birleşmeden doğan
fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine
varacağımızdan şüphe etmiyorum. Böyle bir teşebbüs
olurken, bir takım şikayetçiler olabilir.
Üreticilerin birleşmesinden şahsi menfaatleri
bozulacağını düşünenler, tabii şikayet
edeceklerdir. Fakat, memleketimiz el değmemiş bir
sahadır. Görülecek çok iş vardır. Onları da tatmin
edecek birçok meşguliyetler bulunabilir. Hakiki
ticaret erbabı için hiçbir zarar tasavvur etmiyorum.
1931 (Vakit ve Cumhuriyet Gazeteleri, 1.2.1931)
• 1935 Ağustosunda Milletlerarası İzmir Fuarının
açılışına gönderdiği mesaj :
Türkiye'nin tatbik ettiği Devletçilik sistemi,
ondokuzuncu asırdan beri sosyalizm nazariyecilerinin
ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme
edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin
ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye has bir
sistemdir. Devletçiliğin bizce manası şudur:
Fertlerin hususi teşebbüslerini ve faaliyetlerini
esas tutmak; fakat büyük bir milletin bütün
ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz
önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline
almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında
asırlardan beri ferdi ve hususi teşebbüslerle
yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi
ve kısa bir zamanda yapmağa muvaffak oldu. Bizim
takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi,
liberalizm'-den başka bir yoldur. 1935 (Nurullah
Esat Sümer, Sümerbank Dergisi, Cilt :3, Sayı:29,
1963, s.138)
• Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılamaz;
bununla beraber hiçbir piyasada başıboş değildir.
1937 (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I, Sh.381).
c) 1940-1945 Dönemi: Atatürk'ün
Ekonomi Alanındaki Devrimleri
Savaş Ekonomisi olarak da nitelendirilen bu dönemde
Devletçiliğin, tarihi misyonunu tamamladığı
savunulmuş, ancak sınırlı kaynaklarla bir savaş
ekonomisinin gereklerini sürdürmek mümkün olmayacağı
için devlet kontrol ve müdahaleleri öne çıkmıştır.
İkinci Dünya Savaşı, sınırlarımız içine taşmamakla
birlikte ekonomik kalkınma çabalarımızı büyük ölçüde
baltalamıştır. Bir milyona yakın bir orduyu her
zaman hazır tutabilmek için Milli Kaynaklarımızın
büyük bir kısmı savunmaya ayrılmıştır. Darlık,
enflasyon ve harp ekonomisi şartlan, fiyatlar, kar
hadleri, birçok önemli maddelerin dağıtımı gibi
iktisadi konularda sıkı kontrol tedbirlerinin
uygulanmasını gerektirmiş, ağır cezai hükümler
içeren Milli Korunma Kanunu çıkarılarak, ekonomik
hayata etkin bir biçimde müdahale edilmiştir.
18.1.1940 gün ve 3780 sayılı Milli Korunma Kanunu
ile bu kanunda
25.Arahk.1940
tarihli ve 3954 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler
hükümete, özel teşebbüs tarafından üretilen veya
ithal edilen malların dağıtımını organize etme
yetkisini vermiştir. Bu yetkileri kullanmak ve
MKK'nda mevcut bazı diğer denetim görevlerini ifa
etmek amacıyla, 3954 sayılı Kanunu izleyen 104
sayılı Bakanlar Kurulu Koordinasyon Kararı ile
Ticaret Vekaletine bağlı bir İaşe Müsteşarlığı ve
onun denetimi altında da bir Ticaret Ofisi
kurulmuştur.»
İaşe Müsteşarlığının 1942 yılında Saraçoğlu hükümeti
tarafından lağvedilmesi, Ticaret Ofisinin
etkinliğini de olumsuz yönde etkilemiştir.
Bu dönemde, ayrıca Varlık Kanunu ve Toprak
Mahsulleri Vergisi yürürlüğe konulmuştur.
1939'da patlak veren İkinci Dünya Savaşı'nın dışında
kalabilen Türkiye, bunu fırsat bilerek sanayini daha
da geliştirmek olanağını bir türlü kullanamamıştır.
Bunun nedeni her an savaşa girme endişesi olmuştur.
İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı'nın uygulanamadığı bu
yıllarda sanayileşme hareketinin hemen hemen
tamamiyle durmasının en önemli sebepleri olarak;
savaş dolayısıyla büyük bir üretici sınıfın silah
altına çağırılması, dış ticaret hacminin önemli
ölçüde azalması, yatırım maddesi ile hammadde
ithalatının zorlaşması, tüketimin kısıtlanması ve
bir kısım maddelerin vesikaya bağlanması gibi
hususları saymak mümkündür. Diğer taraftan, 1942
yılında Sanayi Teşvik Kanunu'nun süresi dolmuş ve
Kanun mali zorunluluklar nedeniyle uzatılma veya
yenileme yapılmadığı için yürürlükten
kaldırılmıştır.
Bu devrede imalat sanayinde de ancak devlet
sektöründe bir gelişme kaydedilebilmiştir. Özel
sektör bu defa kendisine öncelik verilmesini
beklediği İkinci Beş Yıllık Planın uygulanamaması
dolayısıyla desteksiz kaldığı gibi, Varlık Vergisi
ve Muamele Vergisi gibi hiç beklemediği iki ağır
vergi ile karşı karşıya kalmıştır.
1945'de hazırlanmış olan Üçüncü Beş Yıllık Sanayi
Planı ile; kağıt, çimento ve dokumacılık gibi mevcut
sanayileri yeni yatırımlarla geliştirmek ve
verimliliklerini artırarak bunların savaş sonrası
dış rekabete dayanabilir hale getirilmesi istenmiş,
ancak bu plan daha sonra yoğun bir şekilde tenkide
uğradığı için uygulanamamıştır.
Bütün bu olumsuz etkilerine rağmen İkinci Dünya
Savaşı'ndan Türkiye, dış borçlarını ödemiş ve önemli
miktarda altın ve döviz rezervi yapmış olarak
çıkmıştır. Savaş sonrasında Avrupa ülkeleri
üretimlerinin hızla artması karşısında, fiyatlar
gerilemiş ve memleketimize bol miktarda tüketim
eşyası girmeye başlamıştır. Bu nedenle elde mevcut
döviz stoklan kısa zamanda erimeye yüz tutmuştur.
1943 yılında yapılan cüz'i ölçüdeki devalüasyon
1946'da sonradan "7 Eylül Kararları" diye anılan
ikinci bir devalüasyonla yüzde 50 oranında
yükseltilmiştir.
d) 1946 - 1950 Dönemi: Atatürk
Dönemi Ekonomi
Bu dönem, Devletçilikte Yumuşama ve Gevşeme Dönemi
olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemin en önemli olayı
büyük sanayi devletlerinin ABD'nin önderliğinde
gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yaptıkları
yardımların kurumsallaşmasıdır.
Bu yardımlar bağlamında, Türkiye'ye yapılan ve 1947
yılında askeri amaçla başlayıp 1948'den sonra
Marshall Yardım Planı altında ve ekonomik amaçlarla
devam eden ABD yardımlarının Türkiye'nin
sanayileşmesi üzerinde olumlu bir etkisi
olmamıştır.
Genelde bu dönemdeki yatırımlar daha çok ordunun
taleplerine cevap verir niteliktedir. Kumaş, cam,
şeker gibi zorunlu ihtiyaç maddeleri, krom, linyit
gibi stratejik öneme sahip ham maddeler ve silah
yapımında bazı olumlu gelişmeler sağlanmıştır.
Devletçiliğe cephe alan, gelişme halindeki ÖZEL
KESİM; 1948 yılı Kasım ayında İstanbul'da toplanacak
olan MİLLİ EKONOMİ KONGRESİ'nde seslerini
duyurmuşlardır. Bu, 1923 İzmir İktisat Kongresinden
sonra 2'nci büyük Kongredir.
e) 1950-1960 Dönemi: Atatürk'ün
Ekonomi Politikası
Özel Kesimin Ağır Bastığı Müdahaleci Kapitalizm
Dönemi olarak nitelendirilen bu dönemde Devletin,
aktif kapitalistleşme gayretleri söz konusudur.
1950 yılında yeni bir partinin yönetime geçmesi ile
önceki dönemden farklı bir ekonomik gelişme modeli
uygulanmaya başlanmıştır.
27.Mayıs.1960
tarihine kadar uygulanan bu model, ana hatları
itibariyle aşağıdaki noktalarda toplanabilir:
Özel kesim köklü bir teşvik görmüştür. Buna rağmen,
yatırımlarla ilgili ayrıntılı bilgilerin varolduğu
1950-1959 yıllarında, toplam yatırımlar içinde kamu
kesiminin payının zamanla arttığı görülmektedir.
Dış yardıma, kayda değer bir yönelme olmuştur. Dış
yardımlar daha ziyade alt yapıya ve tarımsal
gelişmeye yöneltilmiştir.
Yabancı sermaye köklü bir teşvik görmüştür.
Cumhuriyet'in ilanından sonra ilk defa yabancı
sermayeye yurt içinde yatırım yapma izni sağlayan
Kanun 1950 yılında yürürlüğe girmiştir.
31.7.1958'de, üyelik için Ortak Pazar'a
başvurulmuştur.
Tarım kesiminin gelişmesi sanayileşmeye kıyasla daha
fazla teşvik görmüştür.
Ulaştırmada demiryoluna nazaran karayollarına
ağırlık verilmiştir.
Özel girişimin öncülüğünde ithal ikameci tüketim
mallan sanayi geliştirilmiştir.
Dönem süresince sanayi kesimi, tarımsal değişime ve
kentleşmeye bağlı olarak iç pazarın genişlemesi
sonucu canlılık kazanmıştır. Dönemin temel
özelliği,sınai üretimde dışalım yerine yerli üretim
(ithal ikameci sanayileşme) türü sanayileşmenin
birinci aşamasının tamamlanmış olmasıdır. Bu
niteliğiyle dönem, bir bakıma özel sanayiye "geçiş"
dönemi sayılabilir. Devletçi sanayileşme döneminde
başlatılan temel tüketim mallarının yerli üretimi
girişimi bu dönemin sonunda tamamlanmıştır. 1950'li
yılların ikinci yarısında, özel sınai üretimin
genişleyen iç pazarın taleplerini karşılayamaması
sonucu, kamu kesimi de bu yönde üretimini
genişletmek durumunda kalmıştır. Kısacası, özel ve
kamu kesimi birlikte gelişmiştir.
Bu dönemde özel sanayi üretiminin özendirilmesine
ilişkin yasal düzenleme yoktur. Teşvik-i Sanayi
Yasası'nın 1942'de süresini tamamlamasıyla, 1963'e
kadar yasal özendirme yoluna gidilmemiştir.
Özendirme-siz dönem bir bakıma, tüketimin artması
sonucu, doğal özendirme dönemi. olmuştur.
Bu dönemde yapılan işlerden biri Türkiye Sınai
Kalkınma Bankası'nın kurulmasıdır. Banka uzun vadeli
ve makul faizli kredi veren ve yatırımların döviz
ihtiyaçlarını karşılayabilen tek kuruluş olarak
görev yapmıştır.
İmalat sanayi ile buna bağlı madencilik ve enerji
sektöründe ikame malı ve hizmet üretmeye yönelik
olarak gelişen sanayi, zamanla tüketici kesimin
ikame mallarına olan talebinin çeşit ve miktar
olarak artması sonucunda, montajcılığa doğru
kaymaya başlamıştır. Gerçekte ikame malı üretmenin
ikinci aşaması olan montajcılık Türk imalat
sanayinin büyük gelişme göstermesine neden olmuş ve
sonuçta güçlü bir özel imalat sanayi ve güçlü bir
özel sektör yaratmıştır.
Bu dönemde sanayin genelinde gerçekleştirilen
aşamalar şu şekilde özetlenebilir:
Azot sanayi ve petrol rafinerileri kurulmuştur.
Tekstil, çimento ve şeker sanayi ülke ihtiyaçlarını
karşılayacak düzeye getirilmiştir.
Et kombinaları kurulmaya başlanmıştır.
Özel sektör dokuma sanayinde devletle boy ölçüşür
hale gelmiştir.
İlerdeki gelişmelere zemin hazırlayan karayolu ve
liman gibi alt yapı yatırımları yoğunluk
kazanmıştır.
Dönem süresince sanayinin gelişmesine katkıda
bulunan bir başka etmen, altyapı olanaklarının,
özellikle ulaştırma, enerji ve haberleşme alanındaki
gelişmelerin sağlandığı dışsal ekonomilerdir. Bu
dönem, izlenen ekonomi politikasına bağlı olarak dış
ekonomik ilişkilerde önceki dönemden çok farklı bir
yaklaşıma tanıklık etmiştir.
Başlangıçta kamu sektörünü daraltıcı, özel sektörü
genişletici liberal felsefenin yerini zamanla
müdahaleci karakterde politikalar almıştır. 1954'den
sonra izlenen enflasyoncu politikalar sonucunda 4
Ağustos 1958 devalüasyon.kararları diye anılan
istikrar tedbirleri yürürlüğe konulmuştur. İktisadi
politikaya yeni bir yön verecek olan söz konusu
tedbirleri şu noktalarda özetlemek mümkündür.
a) Türk Lirası örtülü olarak devalüe edilmiş
(1920 yılında 82 kuruş olan Dolar, bu devalüasyonla
282 kuruşa yükselmiştir) ve katlı kur sistemi
getirilmiştir.
b) Para arzı ve emisyon artışları durdurulmuş,
kredi hacmi 30.6.1958 tarihindeki seviyede
dondurulmuştur.
c) Kredi ve mevduat faiz hadlerinin yeniden
tesbiti öngörülmüştür.
d) Dış ticarete kota sistemi getirilmiştir.
e) KİT ürünlerine yüksek oranda zam
yapılmıştır.
f) Dış ticaret borçlarının konsolide edileceği
ilan edilmiştir.
Alınan bu tedbirler sonucunda enflasyon durdurulmuş,
ekonomide durgunluk başlamıştır.
f) 1961-1980 Dönemi:
Kamusal Kesimin Ağır Bastığı bu dönem, Karma Ekonomi
Dönemi olarak nitelendirilebilir.
Kamusal kesimin ağırlığında yeniden bir Müdahaleci
Kapitalizm dönemi başlayacak ve Anayasaya giren
Karma Ekonomi, resmi bir İktisadi Politika haline
gelecektir. Kısacası 1950-60 döneminin plansız
yönetimine karşı (tepki), Türkiye'de Müdahaleci
Kapitalizmin Karma ve Planlı Dönemi uygulanacaktır.
27 Mayıs 1960 ihtilali ile devlet yönetimini ele
alan Milli Birlik Hükümeti özellikle devlet kesimine
ait sınai tesislerin plan ve programlara bağlı
olarak faaliyet göstermesine büyük çaba sarf
etmiştir.
Türkiye, 1961 yılında IMF'ye mektup vermeye başlamış
ve 1960'lı yıllarda yılda bir mektup imzalamıştır.
Ancak bu mektupların hiçbiri uygulanamadığından
iptallerine de gerek duyulmamıştır.
Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) 1960 yılında
kurulmasından sonra ise önce geçici nitelikte olmak
üzere 1962 yılını kapsayan bir plan hazırlanarak
hemen uygulanmış, sonra da 1963-1967 yıllarına ait
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanarak
uygulamaya konulmuştur.
1963-1983 yılları arasında uygulanan 4 adet 5 Yıllık
Planın ortak özelliklerini (*) şu şekilde
sıralayabiliriz;
a) Üretim yapısını veri almaları,
b) Ekonominin her yıl belli bir hızla
büyümesini temel amaç edinmeleri,
c) Sanayileşmeye, sanayinin teşviki için
organize sanayi bölgeleri (OSB) ile küçük sanayi
sitelerinin (KSS) devletçe kurulmalarına önem ve
öncelik vermeleri,
d) Belli bir uzun dönem stratejisinin bir
parçası olmalarıdır.
Birinci
Beş Yıllık (1963-1967) Kalkınma Planı
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1963-1967
yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmış ve l.Ocak.1963
tarihinden itibaren uygulamaya konulmuştur.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın amacı,
ekonominin yılda %7 büyümesini sağlamaktır.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda sanayi sektörü
öncü ve sürükleyici bir sektör olarak kabul
edilmiş, yatırımların bu sektöre yönelmesini
sağlayacak çeşitli önlemler ile özellikle yatırım ve
ara malları üreten temel ve stratejik endüstrilerin
kurulması hedeflenmiştir. Bu amaçla, organize sanayi
bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinin ülkenin uygun
bölgelerinde kurulması suretiyle sanayi
yatırımlarının teşviki ile sanayi üretiminin miktar
ve kalite olarak artırılması öngörülmüştür.
Organize sanayi bölgelerinin yapımındaki
politikalar; şehirlerin planlı gelişmesi, sanayinin
az gelişmiş bölgelere yaygınlaştırılması, tarım
alanlarının sanayide kullanılmasının önlenmesi,
ortak arıtma tesisleri ile çevre kirliliğinin
önlenmesi, altyapı ve sosyal tesisleri hazırlanmış
ucuz arsa üretimi suretiyle sanayinin teşvik
edilmesi, olarak sıralanabilir. Küçük sanayi
siteleri ile benzer iş kollarında çalışan
işletmeleri aynı site içinde toplamakta, bölgesel
ihtiyaçları hep birlikte daha kolay ve ekonomik
olarak karşılayabilen bu işyerlerine yeni
teknolojilerin taşınması da daha kolay olmaktadır.
KİT'lerde de Plan hedefleri belirli olmasına ve her
işletmenin bu hedeflere katkısı gösterilmiş
olmasına rağmen, kısa zamanda politik tercihlerin
etkisi görülmeye başlamıştır. Hızla artan nüfusun
istihdamı ekonominin en önemli sorunu haline geldiği
için, politik iktidarlar KİT'leri plan hedeflerine
göre yeniden düzenleyecekleri yerde, istihdam
sorununu çözmede kullanmayı tercih etmişlerdir.
Ereğli Demir-Çelik ve Kütahya Azot İşletmelerinin
üretime başlamaları Birinci Plan dönemine
rastlamıştır. Yine bu dönemde özellikle lastik,
plastik, petrol ürünleri, çimento, seramik
sanayileri gibi genellikle ara malı üreten sanayiler
hızla gelişmişlerdir.
Bu dönemde yatırım mallan imal eden sanayilerden
hızla gelişenler tarım makineleri, elektrik
makineleri ve gemi inşa ve makine sanayileri
olmuştur. Montaj sanayileri için getirilen
düzenlemeler, karayolu taşıtları ve traktör imalinde
yerli yapım oranının yükselmesini sağlamıştır.
İkinci Beş Yıllık (1968-1972) Kalkınma Planı
1968 yılı başından itibaren İkinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı yürürlüğe girmiştir. Bu plan da
birincisi gibi, ekonominin %7'lik bir hızla
gelişmesini hedeflemiştir.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde, Birinci
Beş Yıllık Kalkınma Planının aksine özel sektöre
ağırlık verilmiştir. Ekonominin ve giderek toplumsal
gelişmenin "Sanayileşmeye" dayandırılması
öngörülmüştür.
Plan, sanayi kesiminde modern teknolojilerin
kullanılacağını da belirtmiştir.
Plan, kesimler arasındaki gelişmede önceliği imalat
sanayine vermiş, bu dönemde toplam yatırımın
%22,4'ünün imalat sanayine ayrılması öngörülmüştür.
Birinci Planın yalnızca tüketim malları sanayini
bıraktığı özel kesime, İkinci Plan tüm imalat
sanayini bırakmayı amaçlamıştır.
Sanayileşme hareketi içinde önemli bir aşamayı
oluşturan ara malları sanayilerinden kağıt, plastik,
kimya, gübre, petrokimya, çimento, cam sanayileri bu
dönemde hızla gelişmiştir.
Yatırım malları sanayilerinden de tarım makineleri
elektronik, karayolu taşıtları, demiryolu taşıtları
ve gemi inşa sanayileri hızla gelişmiştir. Artan
traktör talebi tarım makineleri sanayinin, dayanıklı
tüketim mallan talebi de elektronik sanayinin hızla
gelişmesini etkilemiştir.
Sanayi ürünleri ihracatında da hem artış olmuş, hem
de çeşitlilik başlamıştır. Bu alanda en hızlı
gelişme dokuma, giyim sanayi ve deri sanayi
ürünlerinde olmuştur.
Sanayi ürünleri ihracatı 1963 yılındaki 65 milyon
dolar seviyesinden 1972 yılında 242 milyon dolara
yükselmiştir.
1963-1972 yıllarını kapsayan 10 yıllık planlı
dönemde, İskenderun Demir-Çelik, Karadeniz Bakır,
Seydişehir Alüminyum, Aliağa Rafinerisi, Samsun
Gübre Kompleksi, Mersin Gübre Kompleksi, İzmit
Petro-Kimya Kompleksi, Aksu, Dalaman, Çaycuma Kağıt
tesisleri gibi büyük sınai tesisler
gerçekleştirilmiş veya son aşamaya getirilmiştir.
Üçüncü
Beş Yıllık (1973-1977) Kalkınma Planı
1973 yılında uygulamaya konulan III. Beş Yıllık
Kalkınma Planı Türkiye'nin, 22 yılın bitiminde yani
1995'de AET ülkelerinden birinin o günkü gelir
düzeyine ve ekonomik yapısına ulaşılmasını
amaçlamaktadır. Bu söz konusu AET üyesi ülke
İtalya'dır. III. Beş Yıllık Kalkınma Planının uzun
dönem gelişme stratejisinin özünü bu "benzetme
özlemi" oluşturmaktadır. Bu yapılırken de kamu
kesimi önceliği esas alınmıştır. Bu plan, 22 yıllık
bir perspektifte Türkiye'nin AET ile önce Gümrük
Birliği, daha sonra tam üyeliği hedefleyen stratejik
bir kalkınma ve gelişme yaklaşımı öngörmüştür.
Plan döneminde, imalat sanayinde hızlı bir
holdingleşme olgusunun varlığı da gözlenmektedir.
Plan döneminde, ekonominin gereksindiği enerji
zamanında ve yeterli ölçüde karşılanamamıştır. Başta
elektrik olmak üzere enerji sektörü önemli bir
darboğaza girmiştir.
Ekonomi, kendi teknolojisini üreten bir düzeye
ulaşamamıştır. Sanayinin ihtiyacı olan teknoloji,
transfer yoluyla karşılanmaktadır. Teknoloji
politikasının Plan hedefleri doğrultusunda
uygulanabilmesi için Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı'nda "Bilim ve teknoloji Dairesi"
kurulmuşsa da, bu daire plan dönemi içinde etkin bir
çalışma gerçekleştirememiştir.
|