|
Bankacılık Regülasyonu ve Ekonomik Etkinlik
Fuat OĞUZ
Türkiye'de son yıllarda ekonomik faaliyet içerisinde gittikçe daha
hâkim bir konuma gelen Bağımsız İdarî Otoriteler (BİO)
ve bunların yetki ve sorumluluklarının ne olacağı
hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Son olarak,
Danıştay'ın Pamukbank'm Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu'na devredilmesi kararının yürütülmesini
durdurması üzerine, özel olarak Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) ve genel olarak Bİ-O'ların
kararlarının ne kadar etkin olduğunun daha ciddî bir
şekilde sorgulanması gerekmektedir.
Konuyla ilgili gündemi belirleyen tartışmaların, etkinlik ve sosyal
refah açısından bu kurumların fonksiyonlarının
incelenmesini göz ardı ettikleri dikkat çekmektedir.
BDDK ve diğer BİO'lar kararlarını verirken nasıl bir
yaklaşım içinde olmalı ve topluma karşı
sorumluluklarını nasıl yerine getirmelidirler? Bu
soruların açık ve net bir şekilde cevap bulması
gerekmektedir. Kamudaki regülasyon reformunun
yönünün ne olacağı, politik tercihlerle değil, bu
kurumların ne ölçüde başarılı çalışabildiklerinden
hareketle belirlenmelidir.
Baskı grupları ve rant-arama faaliyetleri, başta BDDK olmak üzere,
BİO'larm kararları üzerinde ne derece etkili
olmaktadır? Siyaset piyasası, toplumsal refah
dışında hangi amaçlara ulaşmayı sağlamaktadır? Bu ve
benzeri soruların öncelikle sorulması ve BDDK ve
diğer BİO'larm düzenleme ve uygulamaları verilen
cevaplar çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Regülasyonun gerek lehinde, gerekse aleyhindeki
yaklaşımların sosyal refah üzerindeki etkileri
nelerdir? Kısaca, regülasyonların politik iktisadî
analizi, toplumun öncelikli olarak talep etmesi
gereken bir haktır.
BİO'larm varlık gerekçeleri, genel olarak, piyasa
başarısızlıkları argümanına dayanmaktadır. Kendi
haline bırakıldığında, piyasadaki gelişmelerin
tüketicilerin aleyhine olacağı düşüncesi,
regülasyonun altyapısını oluşturmaktadır. Neo-klâsik
iktisada dayanan bu anlayış, konunun önemli bir
boyutunu bir varsayımla dışlamaktadır: Regülasyon
otoritesinin sadece kamu yararını maksimize etmeye
çalışacağı, çıkar gruplarının etkisinde
kalmayacağı, siyasî ve sektörel rant arama faaliyetlerinden
etkilenmeyeceği varsayılmaktadır. Diğer bir
ifadeyle, bireysel piyasa oyuncularının piyasa
başarısızlıklarına neden olacağı peşinen kabul
edilirken, bağımsız idarî otoritelerin sistematik
olarak devlet başarısızlığına yol açabileceği
noktası daha başından analizden dışlanmaktadır.
Piyasa başarısızlıkları, piyasa sisteminin içinde açıklanan önemli
bir değişken iken, bürokratların başarısızlıkları,
onların hatalarına, eksik bilgiye sahip olmalarına
ve benzeri problemlere dayandırılmaktadır. Bu da,
ekonomik faaliyetlerinde şahsî çıkarım güden
bireylerin, regülasyon otoritesindeki masalanna
oturduklarında tamamen farklı bir kimlik ve kişiliğe
bürünüp kamu yararı gibi muğlak bir amaca hizmet
ettiklerini kabul etmeyi getirmektedir. Bu anlayış,
devlet başarısızlığının teorik ve ampirik olarak
incelenmesini engellemektedir. Siyasî-bürokratik
süreçlerin ekonomik analizi neo-klâsik modelin bu
yaklaşımında hiç hesaba katılmamaktadır.
Geleneksel regülasyon analizi, "kamu yararı" yaklaşımından hareket
eder. Bu anlayışa göre, regülatörler görevlerini
yerine getirirken sadece kamu yararını maksimize
etmeyi hedeflerler. Bireysel çıkarları, verdikleri
kararlar üzerinde hiçbir etki yapmaz. Regülasyon
literatüründe 1970'lerde tarihe kansan bu anlayışın,
bugün ülkemizde hâlâ, sanki geçerliliği varmış gibi
kabul ediliyor olması, regülasyon konusundaki temel
problemlerin anlaşılmasının önündeki en önemli
engeldir.
BİO' ların temel amacı, ilgili piyasada rekabeti sağlamak yoluyla
tüketicileri korumak ve sosyal refahı artırmaya
yardımcı olmaktır. Ekonomik etkinliği asıl amaç
olarak kabul ettiğimizde, bağımsız bir regülasyon
kurumunun toplum açısından refahı artıracak yönde
düzenlemeler yapması gerektiğini de kabul etmiş
oluruz. Bu varsayım, bize, BİO'lann ne kadar
bağımsız olduğu konusunda da bir ölçü vermektedir.
Böylece, bir regülasyon kurumunun ne zaman bağımsız
şekilde karar verdiğini teşhis etmek de mümkün hâle
gelmektedir.
Anayasal koruma, regülasyon kurumlarının hem sorumlulukları hem de
yetkileri açısından gerekli olacak gibi
gözükmektedir. Bu kurumların TBMM'ye karşı
sorumluluğu ve bu sorumluluğun kapsamı anayasal bir
çerçeve içinde belirlenmelidir. Daha genel bir ifade
kullanmak gerekirse, siyasî iradenin ekonomik hayata
müdahalesinin sınırları anayasada yerini bulmalıdır.
BİO'lann kararlarının iyiliği veya doğruluğu, sadece teknik bir
mesele olarak görülmemelidir. Herhangi bir kararın,
sosyal ve kurumsal çerçeveye de uyması
gerekmektedir. Bu nedenle, bağımsız otoriteler,
siyasî tercihten bağımsız olmalı ve bunu
hissetmeli, içselleştirmelidirler. Bağımsızlık
kılınmalarının amacı, siyasî tercihlerin etkinlik
kriterinin ötesinde çıkarlara hizmet etmesini
önlemeye yöneliktir. Piyasa ekonomisini hedefleyen
siyasî bir irade karşısında, devletçi bir regülasyon
otoritesi sadece problemleri artıracaktır.
BİO'lar, piyasa ekonomileri içinde kalıcı bir yapı
olarak görülmemelidir. Esas olan, rekabetçi bir
piyasanın oluşturulmasıdır. BDDK da faaliyetlerinin
hedeflediği amaçlara uygun olduğunu topluma ve onu
temsil eden TBMM'ye karşı göstermek mecburiyetinde
olmalıdır. Dolayısıyla, BDDK ve diğer BİO'lar,
piyasadaki rollerinin zaman içinde nasıl
değişeceğini, ilk başta, en azından, varlıkları için
gerekli koşulları sayıp tanımlayarak açıklamalıdır.
Kesin zamanlamaya dayanan bir takvim oluşturmak zor
ve yanıltıcı olabileceği için, bu kurullar, hangi
şartlar oluştuğunda piyasaya aktif müdahaleden
çekileceklerini de önceden açıklamalıdırlar.
Öncelikle, BDDK'nın kararlarını verirken ne ölçüde sosyal refahı
artıracak bir yaklaşım içinde olduğunun
sorgulanması gerekmektedir. Verilen kararların açık
bir şekilde hukuka aykırı olduğu durumlarda, ortaya
çıkacak toplumsal zararların çapı ve maliyetlerinin
kimler tarafından üstlenileceği de net olarak ifade
edilmelidir.
BDDK'nın piyasa üzerinde "çok fazla" kontrole sahip olmasının önüne
geçmenin bir yolu, BDDK kanununda yapılacak bir
değişiklikle, bu kurumun rekabeti artırmayı
hedeflemesini zorunlu hale getirmektir. Böyle bir
düzenleme hem Kurum'un düzenleme ve uygulamalarının
toplum tarafından denetlenmesini ölçülebilir bir
kritere bağlayacaktır hem de çıkar ve rant-arama
gruplarının Kurum üzerinde sahip olabileceği gücü
azaltacaktır. Regülatörün müşevvikleri yeni yapı
içinde eskiye göre farklılaşacaktır. Bu sistem,
aynı zamanda, BDDK ve diğer BİO'larm zaman içinde
fonksiyonlarını yeniden tanımlamalarına yol açar.
Bağımsız İdarî Otoriteler'in aşırı büyümesini
önleyecek bir oto-kontrol mekanizması da bu şekilde
yaratılmış olacaktır.
BDDK'nın piyasaya yoğun bir şekilde müdahale etmesi, bankacılık
sektöründe yer alanların piyasa sinyallerini yanlış
yorumlamalarına yol açmaktadır. BDDK temel amacının
piyasada rekabetin oluşmasını sağlamak olduğu
bilinciyle hareket etmeli ve piyasaya aktif
katılımını kurumsallaştıracak müdahalelerden
kaçınmalıdır. Pamukbank örneği, bu açıdan da
öğreticidir. BDDK'nın piyasadaki oyuncuların hareket
alanını kısıtlayacak şekilde müdahalelerde
bulunması, bankaları, rekabetin prensiplerini
değil, Üst Kurul'un yorumlarını temel alan bir
politika izlemeyi tercih etmek zorunda
bırakacaktır.
Andrei Shleifer ve arkadaşlarına göre2, devletin
bankacılık faaliyetine müdahalesi ve banka sahibi
olması hemen hemen her zaman ekonomi üzerinde
olumsuz etkiler yaratmıştır. Devletin bankacılık
sektörü üzerindeki kontrolünün kamu yararı amacının
ötesine taştığını, daha ziyade siyasî amaçlar ve
çıkar maksimizasyonunu hedeflediğini gösteren bu
çalışma, bankacılık sektörünün politik amaçların
gerçekleştirilmesinde yaygın olarak kullanıldığını
ortaya koymaktadır. BDDK, özellikle az gelişmiş
ülkelerde yaygın olan bu tür rant-yaratma ve
rant-arama faaliyetlerine karşı oto-kontrol
mekanizmaları geliştirmelidir. Kurul çalışanları
için getirilen etik kurallar, rant-arama
faaliyetlerini önlemekten uzaktır. Zira, bu tür
regülasyon kurumlarında, siyasî davranış,
çalışanların kendi çıkarlarını gütmesi yoluyla
değil, daha ziyade belirli bazı kurumlan diğerlerine
karşı korumaları yoluyla olmaktadır.
BDDK'nın önemli bir karar verirken uygulaması
gereken kriter, sosyal refahın artırılması
olmalıdır. Kurum, verdiği kararların sosyal refahı
nasıl ve ne ölçüde artıracağını da topluma açıklamak
mükellefiyetinde olmalıdır. Özerk bir yapıya sahip
olan bu tür bağımsız idari otoritelerin,
bağımsızlıklarını sorumsuzluk olarak tanımlamalarını
önlemenin en kısa yolu, bu kurumların ve
kurulların, kararlarının sorumluluğunu taşımalarını
sağlamaktır.
Kanımızca, BDDK ve diğer BİO'lar Türkiye Büyük Millet Meclisi
(TBMM) denetimine tâbi olmalıdır. Kurullar, TBMM'ye
verdikleri kararların sosyal refahı arttırdığını
göstermek yükümlülüğünde olmalıdırlar. Her ne kadar,
Meclise karşı sorumluluk, ilk başta, yürütme ve
yasama arasında bir yetki karmaşasına yol açacak
gibi görünse de, demokratik bir toplumun ekonomik
kurumlarının da toplumsal denetime açık olması bir
zarurettir.
BDDK'nın karar verme sürecinde tutarlılık sağlanması da temel
prensipler arasına yerleştirilmelidir. Kurumun
kararlarında tutarlılığın sağlanması, hem bankacılık
sektöründe hem de ekonominin genelinde belirsizliği
azaltacaktır. Daha da önemlisi, Kurum kararlarının
toplumsal açıdan etkin olmasını sağlayacaktır.
Bu çerçevede Danıştay'ın Pamukbank olayında yürütmeyi durdurma
vermesi de dikkatle incelenmelidir. Zira, öncelikle
BDDK Pamukbank konusunda bir karar verirken, bu
kararın ekonomik.etkinlik üzerindeki etkisini hesap
etmeliydi. Daha da önemlisi, bu hesaplama bir
sorumluluk bağlamında olmalıydı. BDDK, TBMM'ye karşı
böyle bir sorumluluğu üstlenmelidirler.
Danıştay'ın Pamukbank davasında yürütmeyi durdurma kararı vermesi,
ekonomik sonuçları açısından oldukça önemli bir
karardır. Piyasadaki büyük oyunculardan biri olan
Pamukbank'a yapılan müdahalenin ekonomik
etkilerinin, BDDK tarafından hesaplanması
gerekirdi. Bu, BDDK'nın topluma karşı görevini
yerine getirmesinin asgarî şartıdır. Bu yapıldıktan
sonra, yargı sürecinin herhangi bir şekilde BDDK
kararı üzerinde tasarrufta bulunması, BDDK'yı toplum
nezdine rahatsız etmeyecektir. Ancak, verilen
kararlarda ekonomik etkinlik kriterinin ne ölçüde
rol oynadığının toplum nezdinde bilinemiyor olması
ve BDDK'nın regülasyon kriterlerinin topluma açık ve
net bir şekilde anlatılmıyor olması, siyasî ve
teknik bağımsızlığı esas olan bu kurumun yeterince
şeffaf olamadığını göstermektedir.
Meselenin bir diğer boyutu, Danıştay kararlarının niteliği ve
Danıştay'ın yaklaşımıyla ilgilidir. Danıştay,
BİOTarm düzenlemeleri üzerinde yargı denetimini
gerçekleştirmektedir. Ancak, bu denetimin boyutları
ve sınırları ne olacaktır? Örneğin, Danıştay,
BİO'ların kararları üzerinde sadece usûl yönünden mi
bir inceleme yapacaktır? Yoksa, kararların esasına
ve hatta ardındaki ekonomik saike dair bir
değerlendirmede de bulunacaktır? Belki daha da
önemlisi, Danıştay kararları gelecek durumlar için
emsal ve örnek teşkil edeceği için, BİO'ların
hareket alanları üzerinde önemli bir belirleyici
faktör olacaktır. Bu ve benzeri problemlerin,
sorunlar ortaya çıkmaya başlamadan, genel
düzenlemeler yoluyla belirginleştirilmesi
gerekmektedir. Aksi takdirde, bir yanda AB
düzenlemeleri, bir yanda yargı kararları, bir yanda
regülatörlerin tasarrufları, ilgili piyasalarda
oldukça karmaşık ve toplumsal refahı azaltacağı
kesin olan problemlere yol açacaktır.
BİO' larm uygulamaya yönelik olarak hazırladıkları
yönetmeliklerin Danıştay denetimine tâbi olması da
önemlidir. Tüzüklerde olduğu gibi, Danıştay'ın
önceden onayının alınması, her ne kadar BİO'ların
hareket kabiliyetini azaltacaksa da, Danıştay ve
BİO'lar arasındaki uyum problemlerini asgariye
indirmekte yardımcı olacaktır. Bu durumun da
öncelikle ekonomik sonuçları itibariyle incelenmesi
ve bir fayda-maliyet analizine tâbi tutulması
gereklidir.
BİO'ların verdikleri kararlara itiraz
aşamasında dava sürecinin uzunluğu da menfi
sonuçlara yol açmakta. Pamukbank örneğinde, BDDK
tarafından kararın verilmesi, yürütmeyi durdurma
kararının çıkması, ve hâlâ yasal sürecin devam
ediyor olması, bankacılık sektöründe maliyetlerin
artmasına ve belirsizliğin devam etmesine neden
olmaktadır. Belki de daha önemli bir problem,
Danıştay'ın, BDDK kararını nihaî olarak bozması
durumunda ortaya çıkacaktır. Eğer, BDDK haksız
bulunursa, söz konusu zararlar nasıl
hesaplanacaktır? Tazminat hukukunun da etkinliği
artıracak yönde yapılandırılması gerekmektedir.
Farklı tazminat sistemleri ekonominin işleyişinde
farklı sonuçlar doğuracak ve bireylerin
müşevviklerini şekillendirecektir.
Diğer bir önemli nokta, BDDK'nın, Pamukbank örneğinde olduğu gibi,
dava sürecinin gereklerini zamanında yerine
getirmekte zorlanmasıdır. Davanın sonuçlarının
beklenmeyi-şi ve hukukî teamüllerin aksi yönünde
tasarrufta bulunulması, ancak sonuçlarının önemi
çerçevesinde çok istinaî durumlarda kabul
edilebilecek bir yol olmalıdır. Böyle durumlarda
bile, BİO, kararının gerekçelerini ayrıntıları ile
açıklamak zorunda olmalıdır. Daha da önemlisi,
kararın sorumluluğunu da üstlenmelidir. Kurumun
TBMM'ye karşı sorumluluğu bu çerçevede de önem
kazanmaktadır.
Pamukbank kararıyla ilgili olarak, BDDK'ya yönelik olarak düşünülen
soruşturma, bu kurulların sorumluluklarının ne
olduğu konusunda hükümetin net bir tavra sahip
olmadığını da göstermektedir. "Görevin kötüye
kullanılması", veya usûle uygun davranılmaması, her
ne kadar idarî yargılama açısından önemliyse de, söz
konusu kayıp ekonomik bir değerdir ve öncelikle,
ekonominin işleyişine yapılan müdahalenin
maliyetinin ne olduğu hesaplanmalıdır.
Danıştay'ın yürütmeyi durdurma gerekçesi zorunlu olarak tamamen
usûl açısından olmuştur. Mevcut inceleme sistemi
içerisinde bu karann ekonomik sonuçlarının
hesaplanması ve bunun karar üzerinde etkili olması
mümkün değildir. Danıştay'ın bu türden uzmanlık
gerektiren kararları vermek üzere özel bir ihtisas
dairesi oluşturması ve bu dairenin mensuplarının
yeterli incelemeyi yapabilecek ekonomi-hukuk
anlayışına sahip olması zorunludur. Özellikle, daha
rekabetçi bir sisteme geçmeye çalışan bankacılık,
enerji ve tele-kom gibi endüstrilerde idare
hukukunun fonksiyonun sınırları, olayların kendi
gelişimine bırakılmamalı, bir çerçeve kanun veya
anayasal bir tanımlama ile belirlenmelidir.
Unutulmamalıdır ki, bu düzenlemeler ve yeni yapı
artık ekonomik hayatın vazgeçilmez bir parçası
haline gelmiştir.
Danıştay'ın bu değişime ayak uydurması mecburiyeti ortaya
çıkmaktadır. Danıştay 10. Dairesinin yapısı
düşünüldüğünde, BİO'lara yönelik bir yapılanmanın
önümüzdeki yıllarda acil bir ihtiyaç olacağı
anlaşılmaktadır. Bu tür yeni bir yapılanmanın en
önemli nedeni, Danıştay'ın karar verme süreçlerinde
tutarlılığın sağlanmasıdır. Her ne kadar, farklı BİO'-lar
farklı yapılara sahip olsalar da, hukukun ekonomik
analizini de dikkate almak zorunda olan Danıştay,
ekonomik hayatı düzenleyen kararlarında toplumsal
refahı artırmayı esas alan bir yaklaşımı
benimseyebilecek bir yapılanmaya sahip olmalıdır.
Zira, BİO'ların temel amacı, ekonomik faaliyette
rekabetin yolunun açılması ve piyasa sisteminin
etkin biçimde işlemesinin sağlanmasıdır..
Özetle, unutmamak gerekir ki, BDDK ve diğer BİO'lar,
özünde, ekonomik kurumlardır ve yaptıkları
düzenlemeler de ekonomik regülasyonlardır. Bu
kurumların düzenlemelerinin ve kararlarının her
şeyden önce ekonomik etkileri ve sonuçları
itibariyle değerlendirilmesi gereklidir.
|