Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ulus-Devletin Değişen işlevleri, Küreselleşme ve Ulus Devlet 

Globalleşme sürecini gerek olumlu gerekse olumsuz değerlendirenlerin   üzerinde   durduğu   ortak   nokta,   ulus-devletin aşındırıldığı konusudur. Burada sorulabilecek temel soru, "Ulus-devlet aşınıyor ama nasıl ve hangi yönde?" olma­lıdır. Ulus-devletin aşındırıldığı konusu üzerinde duran aka­demisyenler ulus-devletin aşağıya ve yukarıya olmak üzere iki düzeyde aşındırıldığını belirtir: Aşağıya doğru, yerel yönetim­ler önplana çıkarılarak; yukarıya doğru, uluslararası resmi ve gayri resmi örgüder aracılığıyla... Bu düzlemlerde önplana çıkarılan kurum ve kuruluşlar da ulus-devletin aşındırılma-sında etkin olarak kullanılan araçlardır. Bu araçlar yardımıyla da devletin birtakım işlevlerinde farklılaşmalar olmaktadır. Eroğul, devletin zayıflatılmasında birtakım stratejilerden bah­seder.  Bunlardan ilki bölgesel oluşumlar yoluyla devletin doğrudan bu örgütienmeler içerisinde eritilmesidir. ikincisi devletin   doğrudan   parçalanmasıdır. Burada  globalleşme önemli bir etkendir. Diğer yol ise devletin egemenliğini50 parçalamaktır. Buna örnek olarak IMF, Dünya Bankası gibi kurumların politikaları gösterilebilir. Uluslararası konjonktür de buna imkan tanımıştır. Egemenliği azaltmadaki diğer fak­tör ise, yukarıda bahsedildiği şekliyle yerelliğin önplana çıkarılmasıdır. 

Ulus-Devletin Kaybettiği İşlevler 

Ulus-devletin globalleşme sürecinde bazı işlevleri de­ğişmiştir. İşlevlerdeki bu değişim olumlu ve olumsuz yakla­şımlar için de önemli bir farklılaşma konusudur. Değişen işlevler bu iki yaklaşım açısından farklı yorumlanmaktadır. Olumlular ulus-devletin kaybettiği birtakım işlevlerden hare­ketle, ulus-devletin ortadan kalktığını veya kalkacağını ve bunun da olumlu bir gelişme olduğunu belirtirken; olumsuz yaklaşımlar, işlevlerdeki bu değişimlerden hareketle ulus-devletin ortadan kalktığı sonucunun çıkarılamayacağını be­lirtmektedir. Onlara göre, ulus-devletler globalleşme sürecin­de yeni birtakım işlevler üstlenerek varlığını koruyacak ve global sistemin temel aktörleri olma görevini sürdürecektir. Ayrıca ulus-devletin ortadan kalkması en azından bazı unsur­lar için -çevre, yerel olma ve vasıfsız emek- hiç de olumlu bir gelişme değildir. Ulus-devletin ortadan kalması global ölçekte eşitsizliğin kurumsallaşması anlamına gelmektedir.

Genel olarak olumsuz yaklaşımın bütün temsilcileri u-lus-devletin ekonomik alandaki işlevlerinin büyük bir bölü­münü kaybettiğini belirtmektedir. Yitirilen bu işlevler 1945 sonrasında Keynesçi iktisat politikalarının benimsenmesi ile devletin ekonomik alanda üsdendiği işlevdir. Bauman'a göre, sermayenin değişmez bir yurdunun olmadığı ve finans akışı­nın büyük ölçüde hükümederin kontrollerini aştığı bir dün­yada,    ekonomik    politikanın    kolu    kanadı    kırılmıştır. Pierson'a göre, uluslararası siyasi ekonomide son yıllarda görülen değişmelerin iki önemli sonucu olmuştur. İlki, ser­mayenin kazandığı uluslararası hareketliliğine uyum sağlaya­mayan emek üzerinde pazarlık konumunu güçlendirmesidir. İkincisi, müdahaleci devletin otoritesinin ve pazarlık kapasi­tesinin zemininin yok edilmesidir. 

Bu durum ulus-devlederin ekonomik özerkliğine kısıt­lamalar getirmiş, ulusal ekonominin global ekonomiye uyar­lanmasını doğurmuştur. Tek tek devletlerin kendi sınırlan içinde ve boyunca süren ekonomik faaliyederi, düzenlemeleri gün geçtikçe daha az mümkün olmaya başlamıştır. Devleder sermayenin kendi ülkesinde yatinm yapmasını sağlamak için cazip bir ortam yaratmak konusunda diğer devlederle çetin bir rekabete girmiştir. Kendini iç ve dış yatırımcılar için daha cazip kılmaya çalışan devlet, işgücü piyasalarını, ulaşım yapı­sını, vergi yapısını hatta eğitim müfredatını bu misafirlere uygun hale getirmeye çalışmaktadır. McGrew, bu değişimleri ulus-devletin sonunun geldiğinin habercisi olarak görmekte­dir. Bu çerçevede McGrew, ulus-devletin otoritesini, özerkli­ğini, doğasını ve yeterliliğini tehlikeye atan dört özgül tehdit tanımlamaktadır:

Devletin yeterliliğine tehdit: Devletin vatandaşlarının çıkar­larının ve refahının belirleyicisi kendi dışında güçler olmaya başladığından, ulus-devlet kendi yurttaşlarının kaderini gide­rek daha az belirleyebilir olmuştur. 

Devletin biçimine tehdit: Yaşanan gelişmeler, ulus-devlederin artan ölçüde uluslararasılaşmasına neden olmuş­tur. Ulus-devleder, devlederarası politikaları belirleyebilmek için uluslararası forumlar etrafında konumlanmaya başlamış­tır. 

Devletin özerkliğine tehdit: Globalleşme, devlet yöneticile­rinin siyasi seçeneklerini keskin biçimde kısıdamışür. Eko­nominin kontrolünden çıkması ile ulus-devleder politika üreten olmaktan çıkıp, giderek daha çok hazır politikaları uygulayan haline gelmiştir.

 

Devletin otoritesine tehdit: Globalleşmenin, ulus-devletin yeterliliğini ve özerkliğinin temellerini aşındırması, hüküme­tin etkinliğini dolayısıyla da devletin meşruiyetinin ve otorite­sinin temellerinin aşınmasına neden olmuştur. 

Ancak Pierson, global piyasalara bu denli bağlı oluşun ille de devletin faaliyederinin gerilemesi anlamına gelmediği­ni, yatırımlar için elverişli ortamın hazırlanmasında devletin belli alanlara katılmasının gerektiğini belirtmiştir. 

Global ekonomide yaşanan değişimin doğal sonucu o-larak ulus-devletin kapasitesinin azaldığını ve bu azalışı devle­tin ekonomiye müdahale yollarının değişmesinde gören Cerny, bunun devlet yansımasını "refah devletten rekabet devletine" dönüş olarak nitelendirmekte ve gidişi şu şekilde özetlemektedir: 

"Çağdaş dünyada, devlederin ve ekonomilerin etkileşim yollarında kökten değişmeler olmuştur. Özellikle uluslararasılaşan etkenler, üç değişimi zor­lamıştır:

1.  Makro ekonomik müdahalecilikten mikro ekonomik müdahaleciliğe bir kayma; bu durum pa­radoksal olarak hem yasal sınırların dışına çıkarıl­masında hem de sanayi politikalarında kendini gös­terir; 

2.  Bu müdahaleciliğin odağının kalkınmadan ve genel görece üstünlüğü elinde tutma amaçlı bir dizi "stratejik" veya "temel" ekonomik faaliyederin sürdürülmesinden farklılaşmış ve hızla evrilen ulus-lan piyasalardaki rekabetçi koşullara esnek tepki vermeye yani "rekabet" üstünlüğünü sağlamaya kayması;

3.  Parti ve hükümet politikalarının odak nok­tasının, ülke içindeki refahın genel maksimizas-yonundan hem özel sektörde hem de kamu sektö­ründe girişimin, yenilenmenin ve kârlılığın teşvikine

kayması." Cerny'nin refah devletinden rekabet devletine geçiş sü­recinde devlet "minimal devlet" konumuna indirgenmiştir. 

Refah devleti II. Dünya Savaşı'ndan sonra sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerde çalışan kesimler, iş dünyası ya da işverenler ve devlet arasında varılan bir uzlaşmaya ba'ğlı olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum devletin toplumsal rol ve işlevini kapsandı bir şekilde değiştirirken, siyasal rejim, hızlanmış ve demokratikleşme sürecine girmiştir. 1970'lerden itibaren netleşen kapitalizmin bunalımı, refah devletinin de bunalımı olarak nitelendirilerek devletin ekonomik faaliyet­lerinden çekilmesi ve küçülmesi politikaları uygulamaya konmuştur. Devletin bunalımı, kamu tasarruflarının devletin üstlendiği işlevleri yerine getirememesi olarak kendini göstermiştir. Bu bağlamda refah devletinin bunalımı mali temele dayanmaktadır. Refah devletinin çöküşü, kaçınılmaz olarak kapitalizmin bir düzen olarak her yönü ile yeniden yapılanması sorununu gündeme getirmiştir. Bu yeniden yapılanma süreci içerisinde devletin radikal bir şekilde küçülmesi ileri sürülmektedir. Devletin küçülmesi özelleş­tirme, pazarın koşulsuz egemenliği gibi değerleri önplana çıkarmıştır. Kazgan, devletin ekonomik alandaki değişen işlevlerini bu değişimde etkin olarak kullanılan araçlarla bir bütünsellik içinde ele almaktadır. Öncelikle de devletin ekonomik alanda müdahale ve koruma işlevi ortadan kaldı­rılmıştır. Bu amaç doğrultusunda özelleştirme stratejik bir araç olarak genştkilmiştir. Keynesçi refah devleti KİT'leri oluşturarak teknolojik önderlik gerektiren maliyeti veren maliyeti ve rizikosu yüksek alanlarda -özel teşebbüsün cesaret edemediği alanlarda- ve aynı zamanda kân düşük alanlarda yatırım yaparak özel girişimi özendirmeyi amaçla­mıştır. 1980 ve sonrasında benimsenen liberal iktisadi politi­kalar ile KİT'lerin tasfiyesine dayanan özelleştirme politikala­rı benimsendi. Özelleştirme politikaları ilke olarak zarar eden KİT'lerin daha verimli hale getirilmesi için özel girişimciye devredilmesi olarak sunulmuştur. 

Globalleşme süreciyle birlikte ulus-devletin bazı işlev­lerini kaybettiği görüşünü savunanlar, başta ekonomik alan olmak üzere pek çok geleneksel aracın ortadan kalkmasının ya da yapı değiştirmesinin, ulus-devlet kadar veya ondan da­ha güçlü hükümetler dışı örgütlerin ve çok uluslu şirketlerin öne çıkmasının, toplum kesimlerinin devletten beklentileri­nin değişmesinin, teknoloji, iletişim ve bilgi alanlarında ulaşı­lan ve önüne geçilmez bir hal alan ilerlemelerin olmasının, devletin varlığı nedeniyle büyük öneme sahip askeri savunma yönünün asgari düzeye inmesinin ulus-devlet aleyhine geliş­meler olduğunu savunmaktadır. Bacık'a göre, kendi ülkesin­de özelleştirme hareketleriyle müdahale yeteneğini kaybeden devlet, uluslararası alanda da hükümet dışı örgütlere, sivil inisiyatiflere ve çok-uluslu şirketlere geri adım atmıştır. The Economist'e göre globalleşme sürecinde ulus-devletin gide­rek etkinliğini yitirmesi üç önemli gelişmeye bağlıdır: 

Ekonomik olarak; mal ve hizmetlerin, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmeler nedeniyle ülke sınırları dışında kolaylıkla ulaşılabilir hale gelmesi, ulus-devletin kendi kendine yeterli olma ilkesini ge­çersiz hale getirmesi, 

Askeri olarak; kara harekâtları ile yapılan savaşlara uçak ve füzelerin katılmasıyla ve ulus-devletin kendi sınırları içinde, sınırlarını korumaya .dayalı savunma anlayışının kendini güvende hissedemeyecek bir noktaya gelmesi,

Bilgi teknolojisindeki gelişme sayesinde diğer dev­letler ve uluslar hakkında hızlı ve geniş bilgi edinme imkanlarıyla insanların birbirine yaklaşması, ulus-devletlerin kendine özgü ideolojik ayrıcalıklarını kaybetmesi anlamına gelmektedir. 

Ulus-Devletin Koruduğu/Kazandığı İşlevler, ulus Devlet Anlayışı 

Bu yaklaşımın temsilcileri, yukarıda bahsedilen ve ulus-devletin kaybettiği birtakım işlevleri olduğu görüşünü kabul etmekle birlikte hâlâ birtakım işlevlerini koruduğunu; aynı zamanda birtakım yeni roller üstlendiğini belirtmektedir. (Ulus Devlet Makale) 

Ulus-devlet hâlâ meşru şiddet araçlarını kullanma teke­line sahiptir. Bu işlev globalleşme sürecinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü globalleşme sürecine karşı geliştirilebilecek tepkilerin denetim altında tutulması için kullanılmasa bile, bu tepkilerin caydırılmasında şiddet araçları ulus-devletin elinde önemli bir ikna aracıdır. Bu işlevle bağlantılı olarak ulus-devlederin günümüzde koruduğu diğer bir işlev, ulusal gü­venliği sağlama işlevidir. Bu görevi yerine getirmesi için de devletin meşru şiddet araçlarını kullanma tekeline sahip ol­ması gerekir. 

Ulus-devletin ayrıca globalleşme sürecinde değişikliğe uğrayan, sınırlı olarak koruduğu bir diğer işlevi sınırların kontrolü işlevidir. Bu nüfus ve vasıfsız emeğin denetimi ile ilgili bir işlevdir. Sınırların kontrolü, bu yaklaşıma göre dün­yadaki eşitsizliğin sürdürülmesinde önemli bir işleve sahiptir. Ulus-devletin bu bağlamda koruduğu diğer bir işlevi ise tem­sil işlevidir. Ulus-devlet meşruluğunu ve egemenliğini sınırları altında tuttuğu nüfusu, temsil işlevinden alır. Ulus ötesi firmalar, dünyayı dönüştürmek kapasitesine sahip olsalar da globalleşmiş ekonomik sistemi büyük krizlere düşürmeden sürdürebilecek bir regülasyon sistemi geliştirmekte ve ona meşruiyet sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Böyle bir sisteme meşruiyet sağlayabilecek uluslararası sistemin aktörleri gü­nümüzde ancak ulus-devletler olabilir. Uluslararası yöneti­şim mekanizmalarının meşruiyetini sağlayan temel kurumlar ulus-devletlerdir. 

Ulus-devlederin koruduğu diğer bir işlev ise teknoloji­lerin gelişmesi için gerekli olan AR-GE projelerine gerekli olan en büyük finansman desteğini sağlamaktır. Ulus-devletin global ölçekte en büyük finans gücüne sahip olması -merkez ülkeler açısından bu geçerlidir- özellikle çok-uluslu şirketlerin gelişmesini sağlayan teknolojik yatırımlarda başat rol oynaması ve aynı zamanda bunlara global ölçekte meşrui­yet sağlaması işlevi ulus-devletin globalleşme süreci ile orta­dan kalkmadığına dair olumsuz yaklaşımlar için temel veri­lerdir. 

Ulus-devlet günümüzde hâlâ büyük harcamalar yap­makta, büyük vergiler toplamakta ve büyük borçlar almakta­dır. Aynı zamanda büyük bir işverendir. Devlet sadece emek satın almaz, ayrıca büyük sermaye projelerine fon sağlar, alt yapı çalışmalarını üstlenir. Devletin üretim sürecinde gerile­mesi; aynı ölçüde tüketici olma, yani mal ve hizmet alma sürecinde aynı ölçüde ilerlemesi demektir. Daha çok tüketici olarak ekonomide piyasaya girerek yine yer alır. Hatta sa­vunma gibi belli sektörlerde bazı özel şirketlerin tek müşterisi devlettir. Dolayısıyla devletin ekonomi üzerindeki müdaha­lesinde bir yok oluş değil, bir farklılaşma ya da bir yeniden yapılanma söz konusudur. Günümüzde pek çok gelişmiş devletin, ekonomideki en büyük ve en belirleyici aktör rolü devam etmektedir. Ulus-devletin vergi alması hâlâ ulusaldır. Devlet, ya para politikasında olduğu gibi doğrudan doğruya ekonomiyle, ekonomik aktör olarak etkide bulunmakta ya da sağlık hizmeti şeklindeki sosyal politikalarda olduğu gibi do­laylı olarak ekonomik sürece etkide bulunmaktadır. Ulus-devlet hem toprak sahibi, hem de sermaye sahipliği görevini sürdürmektedir. Devlet, 20. yüzyılda her ulus-devlette farklı derecelerde de olsa büyüyüp, büyük bir işveren haline gelmistir. Ekonominin devletin yasal müdahale alanından çıkması birdenbire olmuş bir olay değildir. Geçtiğimiz son 20 yılın devlet reformlarının başlıca amaçlarına bakıldığında, bunlardan birinin piyasalara ve rekabete daha fazla ağırlık vererek devletin yetki alanını ve devlet elindeki tekeli kırmak olduğu görülür. 

Ulus-devletin globalleşme sürecinde iki temel düzlem­de, alttan ve üstten aşındırılmasına karşın tam bu noktada yeni bir rol üstlenmektedir. Hirst ve Thomson bu yeni rolü şu şekilde ifade etmiştir:

"Paradoksal bir şekilde dünya ekonomisi uluslararasılaştığı ölçüde ulus-devlet ihtiyacı ortaya çıkar fakat ulus-devletler geleneksel görünümleri ile tek egemen güç olarak değil, uluslararası yönetişim düzeyleri ve gelişmiş dünyanın eklemlenmiş halka­ları arasındaki kaçınılmaz bir bağlantı mekanizması olarak belirir. Devlederin, yukarı doğru uluslararası düzeye; aşağı doğru ulus-alü ajanlara dağıtma pra­tikleri ve politikaları yönetim sistemini birarada tu­tacak eklem yerleridir. Ulus-devlet bu 'birleşme' iş­leminin merkezidir." 

Bahsedilen bu ulus-üstü ve ulusal örgütlenmelerin bir güç odağı olarak belirmesinde neredeyse ulus-devletin kendi egemenliğine rakip olarak güçlenmesinde ve bunların global ölçekte meşruiyet kazanmasında ulus-devlet merkezi bir rol oynar. Bu örgütlenmelere ulus-devlet egemenliğinin bir kısmını gönüllü olarak teslim edip zayıflar gibi algılanır­ken; öte yandan globalleşme sürecinde temel aktör olarak varolma çabasında bu örgütlenmeleri kullanır. Bu yüzden bu örgütlenmeler globalleşme sürecine bir tepki görünümü de kazanmaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005