Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

ABD Ekonomisi ve ABD Ekonomisinin Geleceği 

Abstract

The US Economy and its Future
We held an interview with Aydın Çeçen on the state of the VS economy. We asked him to assess for us the problems associated with the increasing current account and budget dejicits and the depreciation of the VS dal/ar. We alsa tried to interpret the future dynamics of globalization. 

Dünya ekonomisinin büyümesinde yarı yarıya katkısı olan ABD'nin iktisadi krize girmesi ne demek? Mevcut durum kriz midir? 

Aydın Çeçen: ABD'nin toplam üreti­mi mevcut kurlarla hesapladığında dünya GSH'sının yaklaşık üçte birine eşit. Satın alma pariteleriy1e değerlendirildiğinde ise dünya üretiminin yüzde 21'ine yaklaşıyor. Ağırlığı bu denli yüksek olan bir üretim biriminin daralması, yada büyüme hızının düşmesi tabii ki tüm uluslararası piyasaları ve ülke ekonomilerini etkiler. Bilindiği gibi, standart iktisat kuramında genelde bir ekonominin darboğaza girmesi, literatürdeki teknik tanımı olan "resesyon" kavramı aracılığıyla ifade edilir. Kabaca klasik resesyon durumundaki bir ekonomide ekonomik genişleme yavaşlar, ve giderek negatif değerlere kayar; istihdam düşme ye başlar; genel fiyatların artışında da bir ya­vaşlama olur (dezenflasyon). Teknik olarak resesyon durumu bir ekonomide ard arda iki üç aylık dönem boyunca reel GSYİH'nin sürekli düşmesi olarak tanımlanır. 

ABD ekonomisinin bugünkü durumunu "kriz" olarak nitelemek bence doğru değil: şöyle ki ne büyüme hızında sürekli bir düşüş izleniyor, ne de istihdamda "olağanüstü" bir artış var. Borsada oluşan köpüğün patlamasıyla ABD ekonomisinde başlayan durgunluk, bazı iktisatçılara göre teknik anlamda bir resesyon değil çünkü reel GSVİH birbirini takip eden iki üç aylık dönem boyunca düşüş göstermedi, her ne kadar 2000 yılının ortasından başla­yarak 5 üç aylık dönemden 3 'ünde .düşme olduysa da. 2000-2002 yılları süresinde ABD ekonomisinde 1.8 milyon civarında iş kaybı oldu. Reel toplam üretim 2000 yılının üçüncü çeyreğinde ve 2001 'in ilk ve üçüncü çeyreğinde büyük düşme göster­di. Öte yandan sabit yatırımlarda da ciddi boyutlarda gerilemeler oldu. Tabii bu mak­roekonomik gelişmeler endişe vericiydi ve ekonominin bir durgunluğa kaydığının kanıtlarıydı. Daha da önemlisi bu yıllarda ABD ekonomisi deflasyonist bir riskle karşı karşıyaydı. FED panik yaratmamak için, bu deflasyon tehlikesini pek açık olarak tar­tışmadıysa da, başkan Greenspan'ın farklı bağlamlarda, özellikle de Japonya'daki duruma değinirken söyledikleri deflasyon tehlikesine işaret ediyordu ve büyük sermaye bunun farkındaydı. 

Irak savaşı, vergi politikaları ve petrol fiyatlarındaki artışlarla bu eğilimler şimdi­lik kontrol altına alındı. İstihdam alanında çarpıcı başarılar sağlanmasa da (örneğin Michigan Eyaletinde işsizlik hala yüzde 7.1 civarında ve bu haliyle ülke ortalamasının çok üstünde), 2003-2004 süresinde ABD ekonomisi önceki iki yılda yaşanan res es­yonist eğilimi geride bırakmış gibi. Reel büyüme hızı 2004 yılında yüzde 3.7' e erişti ve genel işsizlik düzeyi de yüzde 5.4'lere dek indi. 2005 de beklenen büyüme hızı ise yine yüzde 3.5 düzeyinde. OECD ekono­milerindeki yüzde 2’lik ortalama büyüme hızıyla karşılaştırıldığında, bu makroeko­nomik endikatörler en azından şu dönemde ABD ekonomisinin durgunluktan çıktığına işaret ediyor. Bu bağlamda vurgulanması gereken, tüm bu büyüme trendine karşın, işsizlikle mücadelede büyük bir başarı­dan söz etmenin mümkün olmadığı. ABD ekonomisinin mevcut dönemdeki yapısal özellikleri temelinde iktisatçıların "doğal işsizlik oranı" diye adlandırdıkları enflas­yon yaratmayan "denge" işsizlik oranının ne olduğu hakkında bir konsensüs olmadığı için var olan iş sizliği tam olarak kalibre etmek güç. Ama son iki yılda yaratılan iş­lerin niteliği ve ücret düzeyleri göz önüne alındığında, istihdam alanındaki başarı­sızlık daha açık görülebiliyor. Öte yandan bu teşhis bir anlamda "statik" bir analize dayanıyor: borç stoku, dış ticaret, kur ve uzun dönem büyüme dinamiklerinin ileride getirebileceği riskleri göz önüne almıyor. 

ABD ekonomisi iç ve dış açıklarının (ikiz açıklar) büyüklüğü nedeniyle ne ölçüde sıkıntı yaşamaktadır? ABD'nin dış açıklarını kapaması için doların de­ğerinde yüzde 40'lık bir düşmeye gerek olduğu hesaplanmaktadır. Kurda böyle bir düzelme olmasını düşünmek 'saflık' mıdır? Olabilir mi? Olduğu taktirde ABD'ye ve dünya ülkelerine etkilerini tartışabilir misiniz? 

Çeçen: ABD bütçe açığı 430 milyar dolar civarında. Bu kabaca ABD GSYİH'sinin % 4'üne tekabül ediyor. Var olan politikalar devam ederse bu açığın orta dönemde bile kontrol altına alınması imkansız. Halbu­ki çok eskiden değil, daha 2000 yılında GSYİH'nin % 1,3 'ne eşit olan bir artık vardı bütçede. Bu artık Bush yönetimi döneminde kısa sürede eritildi ve şimdiki muazzam boyuttaki açık ortaya çıktı. Ben­ce deflasyonist eğilimin yenilmesi de savaş ekonomisinin başlatılmasıyla gerçekleşti. Çifte açıkların diğerine gelince, dış tica­retin ABD ekonomisindeki konumu, hem ampirik hem de teorik bazı nedenlerden dolayı paradoksal. Uluslararası standartlar­la bakıldığında ABD ekonomisi neredeyse "kapalı' bir ekonomi görünümünde çünkü toplam ithalat ve ihracatın GSVİH içinde­ki payı oldukça düşük. Tabii bu durum 2 trilyon dolarlık paydanın büyüklüğünden kaynaklanıyor. Bu nedenle dış ticaretteki dengesizliklerin etkisi, örneğin dış ticarete çok açık bir Japonya'da olduğu gibi aniden büyük istikrarsızlıkları tetiklemiyor. Doğal olarak dış ticarete konu olan bazı sanayi kesimlerinde devirsel daralmalar yaratıyor ama toplam üretim üzerindeki kısa dönemli etkisi genelde daha sınırlı: tarihsel olarak en tepe noktalara erişmesine rağmen, örne­ğin bu açıklar 2002-2004 döneminde ABD ekonomisinin reel büyüme hızını düşürme­di. Öte yandan, teorik olarak cari işlemler kalemi aslında dinamik bir değişken ve bundan dolayı ekonomilerin uzun dönemde "zamanlararası kaynak kullanımı" dinamiklerini belirliyor. Yani "normal" şartlar altında etkileri ekonomide gelecek kuşak­ların ve iktidarların devralacağı koşulları belirliyor. Kısaca, bu durumun ekonomi politik diline tercümesi, cari işlemler açık­larındaki uzun dönemli sorunların palliatif önlemlerle bir süre ertelenebilmesi. İşsizlik ve enflasyon makul düzeylerde tutulduğu sürece, çözümü ertelenen sorunlar, var olan iktidarı değil, gelecek nesilleri ve hükü­metleri ipotek altında alıyor. Zira biriken borçların ileriki yıllarda ödenmesi onların sorumluluğu oluyor. Ta ki durum artık idare edilemeyecek bir aşamaya gelene kadar. 

ABD' de dış ticaret 1983 yılından itibaren düzenli olarak açık veriyor. Dış ticaretten daha geniş kapsamlı bir kategori olan cari işlemler dengesi ise 1981 yılından itibaren açık vermeye başladı; 1990'ların başında dengeye yaklaştıktan sonra tekrar açık vermeye devam etti. ABD ilk kez 1987 yılında net borçlu duruma düştü ve şu anda dünyanın en büyük borçlu ülkesi. 2004 yılında cari işlemler açığı 670 milyar dolar civarında. Açığın GSVİH içindeki payı ise bugün yüzde 5’ye dayanmış durumda. Cari işlemler açığının ABD ekonomisinde yüzde 4 'ün üstüne çıkması en son 1816 yılında görülmüştü. Bazı iktisatçıların yap­tıkları projeksiyonlara göre, bugünkü ko­şullar devam ederse açık oranı 2008 yılında yüzde 7.8' e kadar yükselebilir. 

Tüm bu gelişmeleri nasıl yorumlamak gerekir? İç tasarruf ve vergi gelirleriyle dengelenemeyen yatırımlar doğal olarak cari hesaplar açığını artırıyor ve borç sto­kunun büyümesine yol açıyor. Hem petrol fiyatları, hem de Irak savaşıyla artan hükü­met harcamaları bu trendi daha da güçlen­diriyor. Kısaca toplam harcamalar gelirleri aştığı için dışarıdan sürekli para transferi gerekiyor. Bu para ya dış yatırımcıların ABD ekonomisine yaptıkları yatırımlarla, örneğin hisse senetleri satın alınarak; ya da ABD Hazine bonoları yada şirket tahville­rine yapılan yatırımlarla geliyor. Buradaki temel sorun şu: ABD'de son beş yılda uzun dönemli normların altında kalan borsa getirileri ve sürekli değer kaybeden dolar yüzünden ABD hisse senetlerine yapılan yatırımlar giderek düşüyor. ABD dışında­ki yabancı yatırımcılar açısından şimdilik görece cazip bir alternatif hazine ya da özel şirket bonolarına yatırım yapmak. Yani dış fonlar büyük ölçüde hükümet bütçe açığını finanse etmeye yarıyor: yeni yatırımlara gi­den para, özellikle bazı sektörlerde giderek düşme trendi gösteriyor. Petrol fiyatlarının artışı, örneğin Exxon'un cebine birden 25 milyarlık bir nakit para aktarırken, GM ve Ford gibi geleneksel otomotiv sanayide yer alan şirketler Üretimlerini daraltmak zorun­da kalıyor. Orta dönemde makro stabilite açısından bence önemli olan bir konu da Irak savaşı ve petrol fiyatları nedeniyle bazı sanayi şirketlerinin elinde biriken bu geçici karların nasıl kullanılacağı. özel konut pazarlarındaki aşırı değerlenme ve hane halkının elinde biriken iç borç stoku da aynı sorunun bir başka boyutu. Her iki alandaki gelişmeler ABD sermaye ve para piyasalarının yakın ve orta dönemdeki is­tikrarıyla yakından ilişkili. 

Giderek artan bu cari işlemler açığı doların değer kaybetmesine yol açıyor. Ya­tırımları ürkütmemek için de FED gevşek para politikaları uygulayarak reel faizlerin artmasını önlüyordu. Bu da nominal faiz­leri düşük tutmaya katkıda bulundu. Düşük nominal ve hatta negatif reel faizler doların değerlenmesine engel oldu. Ticaret açığını kontrol altına almak açısından doların de­ğer kaybetmesi aslında otomatik bir denge­leyici; düşük değerli dolar ihracatı artırıyor, ithalat üzerinde ise düşürücü etkisi oluyor. Nitekim 2004 yılında ABD ihracatı yak­laşık yüzde 4 oranında arttı. Ancak dolar kurunun ABD ekonomisinde tüketici fiyat­larına getirdiği "pass- through" enflasyon oranı %50'nin altında. Başka bir değişle kur dinamiklerinin tüketici fiyatları yoluyla ticaret açığını kısa sürede kapatmasını bek­lemek doğru değil. 

Sorunuzdaki doların yüzde 40'lık değer kaybetme olasılığına gelirsek, sanı­yorum bu noktaya Obstfeld ve Rogo[f'un geçen yıl yaptıkları bir araştırma çerçe­vesinde işaret ediyorsunuz. Söz konusu makale ABD cari hesaplar açığının sürdü­rülemez boyutlara geldiğini ve bu nedenle dolar kurunda ani ve büyük bir çöküşün yaratacağı sonuçları inceliyor. Öncelikle iki önemli konuya temas edeyim. Bu araştırma ampirik verilerin analizi üzerine kurulmuş klasik zaman serili ekonometrik bir model değil. Yani ekonometrik tahmin yada projeksiyona yönelik değil. Gerçek verilerin F modelin parametrelerinin kalibre edilme­sinde kullanıldığı bir optimizasyon modeli i özünde. Bilindiği gibi, bu tip yapısal modellerin kısa dönemli kur tahminlerindeki  başarıları çok sınırlı. Bundan dolayı son 20 t yıldır uluslararası finans ve kur dinamikleri üzerinde araştırma yapan iktisatçılar gide­rek doğrusal olmayan zaman serisi temelli ekonometrik modellere yöneldiler. Ancak belirtmek gerekir ki, bu iktisatçıların ista­tistiksel anlamda projeksiyon yapma diye bir amaçları da yok aslında. Kendilerinin de vurguladığı gibi, amaçları uzun dönem­de ABD ekonomisinin karşı karşıya olduğu riskleri ortaya koymak. Vardıkları sonuçlar da gerçekten çarpıcı. 

Öte yandan buradaki temel sorun dolar kurundaki yüzde 40'lık düşüş değil, dü­şüşün nasıl olacağı ve uluslararası sermaye piyasalarının bu düşüşü nasıl hazmedeceği. Bu nedenle % 40'lık bir değer kaybetme tek başına kriz anlamına gelmez. Nitekim hatırlanacağı gibi 1980'lerin ortalarında dolar efektif olarak % 50 civarında değer kaybetmişti diğer paralar karşısında. Zaten doların bu düzeyde değer kaybetmesi bile ABD ticaret yada cari hesaplar açıklarının bir anda kapanmasını getiremez. Ama dolar kurundaki ani bir çöküş diğer ülkeler açı­sından tam bir felaket olur. çünkü bu çöküş hem yabancı merkez bankalarının, hem de özel yatırımcıların elindeki dolar cinsinden tuttuğu değerlerin bir anda % 40 değer kay­betmesini getirir. Bu da artık resesyon de­meyelim, tam bir krize yol açar uluslar arası piyasalarda. Zira sermaye piyasalarının bu derece entegre olduğu bir dönemde dolar merkezli bir çöküş çok kısa zamanda tüm dünya ekonomisini etkisi altına alır. 

ABD'nin doların rezerv para olması nedeniyle iç ve dış açıklarını dünyaya finanse ettirdiğini, başka ülkelerin tasarrufları ile açıklarını kapadığını, Irak savaşının maliyetini de bu şekilde karşıladığı ileri sürülüyor. Özellikle büyük miktarda ABD doları elinde tutan ülkeler, bu durumu devam ettirmeme yönünde bir politika tercihi yaparlarsa, bunun so­nuçları neler olabilir? 

Çeçen: Bu bence son dönemlerde ortaya çıkan yeni bir durum değil: İkinci Dünya Savaşından beri ABD doları ulusla­rarası "taşıt para" ve "rezerv para" niteliği­ni sürdürmüştür ve ABD ekonomisi, diğer bir sürü politik avantajların yanında bir de "senyoraj" geliri elde etmiştir. Geçen yıl gelişmekte olan Ülkelerin dolar rezervleri 400 milyar dolar civarında arttı. Bu ülke­lerin merkez bankalarının kasalarındaki dolar rezervleri yaklaşık olarak toplam GSYİH'lerinin yüzde 10'a yaklaşmaktadır. Asya'da ise bu oran yüzde 20'lere varmak­tadır. Bilindiği gibi özellikle de Japonya ve Çin merkez bankaları ellerinde büyük dolar rezervleri tutuyorlar. 2004 yılının birinci yarısında yabancı merkez bankaları yakla­şık 180 milyar dolar tutarında ABD devlet tahvili aldılar. Sonra bu alışlar yavaşladı. Bugünkü durumuyla ABD hazine bonoları­nın kabaca % 47' si yabancı yatırımcıların ve merkez bankalarının elinde. Tahmin edilmesi güç olan bu dolar biriktirmenin ne zaman duracağı, yani merkez bankalarının dolar rezervlerini azaltmaları ve Euro'ya daha fazla ağırlık vermeleri. 

FED faiz artırımları daha ne kadar bu şekilde devam edebilir? Faiz artırımı politikasıyla global sermayenin ABD hazine bonolarına ve ABD piyasalarına gitmesi bir büyük krizin öncü göstergesi olabilir mi? 

Çeçen: Fed' in faizleri artırmaya baş­lamasının iki nedeni var: birincisi yavaştan yükselmeye başlayan enflasyonun hızını kesmek. Geçen hafta açıklanan enflasyon rakamları beklentilerin Üzerinde çıktı ve anlaşılan bu durum Greenspan'ı bile öylesine rahatsız etti ki, bütçe açıklarına değinirken kullandığı dili epeyce sertleş­tirdi. İkinci neden ise doların değer kaybını hafiften kontrol altına almak 

Faiz artırımı genelde riskli bir politi­ka. Çünkü büyümenin yavaşladığı bir eko­nomide yatırımları düşürerek resesyonist eğilimleri kamçılar. Tabii bu enflasyonun ne düzeyde gerçekleşeceğiyle, yani reel faizlerle yakından ilgili. Öte yandan borsa değerlerini de etkiliyor bu faiz artırımları. Bu bağlamda ABD ekonomisi için orta dönemde çok önemli bir konu da gayri menkul piyasalarının bu faiz artışları karsı­sında göstereceği tepki. Hatırlanacağı gibi 2001' de patlayan borsa krizinin etkilerini bir derece yumuşatan sektör gayri menkul sektörüydü. Bu sektörde çalışan bazı uzmanlara göre ise şu anda bu sektörde aşırı bir değerlenme, bir şişme söz konusu. Faiz artışlarıyla bu sektörde oluşan köpüğün aniden patlama riski var.

Kaynak: Prof. Dr. Aydın Çeçen – Michigan Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005