|
Amerikan
Ekonomisinde İşsizlik, Verimlilik ve Artan
Korumacılık Eğilimleri
Amerikan ekonomisi, 2000'lerin başında yaşadığı
krizden çıkmaya çalışıyor. Epeyce bir mesafe de
alınmış durumda ama ekonomi, tıpkı Türkiye' deki
gibi, istihdam yaratamama sorunuyla karşı karşıya.
Bu eğilimin seçim yılı olan 2004'te hala devam
etmesi ise başlı başına bir mesele. Diğer yandan,
artık kronikleşmiş olan dış ticaret açığı yeni
rekorlar kırarken, Clinton Yönetimi'nin son
dönemlerinde "bu bütçe fazlasını ne yapacağız?" diye
soranlar, şimdi GSYİH'nın yüzde 5'ine ulaşan açığı
nasıl kapatacaklarını düşünüyorlar. Babasının .
kaderini paylaşmak istemeyen oğul Bush, yeniden
seçilebilmek için ekonomide işi sıkı tutmaya
çalışıyor. Ancak, vergi indirimleri ve artan
güvenlik amaçlı harcamalar yoluyla istediği
istikrarlı büyümeyi ve istihdam artışını
sağlayabilecek mi? İçinde bulunduğumuz seçim
yılında, ABD' deki siyasi tartışmanın özünde, Irak
sorunu yanısıra, ekonomiyle ilgili bu soru da var.
Bu
yazıda, başlı başına ayrı birer yazı konusu olan
bütçe ve ödemeler dengesi açıklan üzerinde
durmayacağım. Güncelliği çok daha fazla olan
işsizlik, verimlilik ve korumacılık eğilimlerini
mercek altına almaya çalışacağım.
* Yazıdaki görüşler yazarın kişisel görüşleridir,
çalıştığı kurumu bağlamaz.
Greenspan'in ekonomiye ilişkin değerlendirmeleri
Amerikan ekonomisinin
genel durumuna Federal Reserve Başkanı Alan
Greenspan'in son değerlendirmeleri ışığında
bakmakıa yarar var. Greenspan yılda iki kez
Kongre'ye "Para Politikası Raporu" sunuyor. Bu
sunumlar genellikle Şubat ve Temmuz aylarında
yapılıyor. Ama bu rapor sadece para politikasını
içeren dar kapsamlı bir içeriğin çok ötesine gidip,
piyasaların ve birçok iktisadi aktörün yakından
takip ettiği genel bir ekonomik değerlendirme
haline gelmiş durumda. Şubat 2004 raporunda da ciddi
mesajlar vardı.
Greenspan'in 2004 yılına ilişkin beklentileri genel
olarak olumlu. Faiz oranlarının düşük olduğu bir
ortamda para politikasının esas olarak büyümeye
destek vermeye devam edeceğini öngörüyor. Diğer
yandan, maliye politikasının, göründüğü kadarıyla,
ekonomik büyümeye destek vereceğinin altını çiziyor.
Bütün bunlar toplam talebi canlı tutmaya devam
ederken, verimlilikteki artışın ve düşük kapasite
kullanımının enflasyonu kontrol altında tutacağını
ifade ediyor. İstihdam cephesinde ise, büyümenin
kalıcı hale geldiğine inancın artmasıyla firmaların
işgücü talebini artırmaya başlayacaklarını tahmin
ediyor.
2004 yılında Amerikan ekonomisine ilişkin,
yukarıdaki olumlu sayılabilecek öngörüleri yapan
Greenspan, aynı sunuşta bazı potansiyel risklerin de
altını önemle çiziyor. Bunlardan birisi enerji
fiyatlarında olabilecek bir artış. Bir başka uyarıyı
faiz oranlarına ilişkin olarak yapıyor ve ekonomik
büyümenin faiz oranlarının bu seviyede tutulmasını
mümkün kılamayabileceğini özellikle belirtiyor.
Hisse senedi fiyatlarında 2003'te görülen artışın
süremeyebileceğine de işaret eden FED başkanı, bütçe
açığının, uzun vadeli büyüme beklentileri açısından
en kritik gösterge olduğunu vurguluyor. Uzun vadede
de bütçe açığının devam edeceğine dair sinyallerin
söz konusu olduğunu belirten Greenspan, özellikle
sosyal güvenlik sisteminde yakın gelecekte beklenen
tehlikelere de işaret ediyor.
Ödemeler dengesindeki açıkla bütçe açığının bir
şekilde birbirini beslediğini hatırlatan Greenspan,
bütçe ve ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasına
imkan veren yabancı portföy yatırımlarının sonsuza
kadar devam etmeyebileceğini, dolayısıyla ABD'nin,
izlenecek maliye politikalarıyla ulusal tasarrufları
artırma yönünde adımlar atması gerektiğini de
belirtiyor.
İşsizlik ve verimlilik artışı
ABD' de işsizlik oranı, ekonominin hızla
büyüdüğü 2000 öncesi dönemde yüzde 3.8'e kadar
düşmüştü. Geçtiğimiz yıl bir ara yüzde 6.3' e kadar
çıkmış olan bu oran Ocak ayı sonu itibarıyla yüzde
5.6 AB ve Türkiye ölçülerinde bu oran düşük gibi
görünse bile, sosyal güvence sisteminin zayıf olduğu
ABD için yüksek sayılıyor. Ekonomi büyürken
işsizliğin azalmayışı, bazılarınca "serbest ticaret"
nedeniyle yurt dışına giden işlere bağlanıyor. (Bu
konu aşağıda daha detaylı ele alınacak.) Yani,
serbest ticaretin sadece gelişmiş ülkelere hizmet
ettiğini düşünen az gelişmiş ülkelere nazire
yaparcasına bir suçlama söz konusu.
Aklı başındaki insanların günah keçisi ise durmak
bilmeyen verimlilik artışı. Verimlilik, kısaca, saat
başına üretilen mal veya hizmet olarak
tanımlanabilir. ABD' de verimlilik 1990'lı yıllar
boyunca, özellikle bilgisayar ve haberleşme
teknolojilerinin yaygın kullanımı nedeniyle, çok
ciddi bir şekilde arttı. Tarihsel bir perspektifte
bakıldığında, tarım dışı sektörlerde verimlilik
artışının 1950-73 döneminde yıllık ortalama yüzde
2.8 olduğu görülüyor. Bu artış 1973-95 döneminde
yüzde 10 olmuş. 1995-2000 döneminde ise tekrar yüzde
2.5'e yükselmiş Krizin başladığı 2000 yılından sonra
da verimlilikte artışın devam ettiği görülüyor.
2000-2003 döneminin ortalaması yüzde 3.7. Yani
zaten yüksek olan bir önceki döneme göre bile yüzde
50'yi bulan bir verimlilik artışı var. 2000'li
yıllardaki verimlilik artışının 1990'lardan bir
farkı, firmaların, yüksek teknoloji kullanımı
yanısıra ciddi bir yeniden yapılanma ve maliyet
düşürme çabasına girmiş olmaları. Üstelik
verimlilikteki bu artış, reel ücretlerin de aşağı
yukarı benzer bir trend içerisinde yükseldiği bir
ortamda gerçekleşiyor.
Gerçekten, şu anda ABD' de yaşanan işsizlik
sorununun konjonktürel boyutları da" olmakla
beraber, bunun asıl kaynağı şirketlerin yöneldiği
yapısal değişimler. Amerikan şirketleri, global
rekabet nedeniyle, inanılmaz bir ölçüde maliyetler
(özellikle de personel maliyetleri) üzerine
yoğunlaşmış durumdalar. Şirketler, sürekli olarak
teknolojinin sağladığı nimetleri daha efektif
olarak kullanıp, özellikle satın alma, satış,
pazarlama, tasarım, muhasebe ve diğer yönetim
süreçlerini nasıl daha etkinleştirebileceklerinin
ve bu kademelerdeki eleman sayısını nasıl
azaltabileceklerinin hesabın] yapıyorlar. Esnek bir
işgücü piyasasının varlığı da bu trendi destekliyor.
Kısacası, meseleye ABD'den bakınca, teknolojinin
sonu olmadığına göre, verimlilik artışının da sonu
gelmeyecek gibi görünüyor.
İşsizlik sorununa karşın önerilen tek reçete,
küresel anlamda rekabet şansı olmayan sektörlerdeki
insanlara eğitim ve iş edindirme programlarıyla yeni
beceriler sağlanması. Özellikle düşük gelirli
işlerde çalışan, kalifiye olmayan işgücü için
önerilen bu. Bu sefer de bu amaçla ayrılmış
kaynakların yetersizliği ile bu tür programların
etkinliği tartışma konusu oluyor. Diğer yandan,
özellikle "outsourcing" yoluyla dışarıya giden
işlerin artık beyaz yakalılarda da işsizliğe yol
açtığı iddia edilerek, bunun nasıl çözümleneceği
sorusu gündeme getiriliyor.
Artan korumacılık eğilimleri
İşsizliğin bir seçim yılında bu kadar
gündemde olması yanısıra politikacıların dünyanın
her yerinde benzer özellikler taşımaları, ABD'deki
işsizliğin suçunun diğer ülkeler üzerine yıkılması
eğilimini artırdı. Ayrıca, neredeyse herkesin hisse
senedi yatırımcısı olduğu bu ülkede, verimliliği
artırarak karlarını yükselttikleri veya ürettikleri
ürün fiyatlarını düşürdükleri için kimse şirketlere
kızamadığından, faturanın başkalarına çıkarılması
için bir gerekçe daha ortaya çıkmış oluyor.
Fatura, öncelikle, 2003 yılında da ABD ile dış
ticaretinde 125 milyar dolar civarında fazla veren
Çin' e çıkartılmış gibi. Çin'in bir başka günahı,
para birimi yuanı dolara bağlayarak, doların diğer
paralar karşısındaki değer kaybından Çin'in de ABD
lehine etkilenmesini engellemesi. Topun ağzındaki
ikinci ülke Hindistan. Hindistan da, bilgisayar
programlaması, veri girişi ve call center hizmetleri
gibi hizmet sektörü işlerini ABD' den çektiği için
şimşekleri üzerine çekiyor. Kısmen fatura çıkarılan
bir diğer ülke, ABD'nin NAFTA ortağı Meksika. Bu
ülkelerin, sosyal haklardan yoksun ucuz işçi
çalıştırılmasına, çocuk işçi kullanımına ve çevrenin
tahrip edilmesine izin vererek "haksız rekabet"e yol
açtıkları iddia ediliyor ve ABD pazarına
ulaşmalarının önüne çeşitli engeller konulması talep
ediliyor. Tabii ki, verimlilik artışından dolayı
değilse bile, işlerini bu Ülkelere götürdüklerinden
dolayı şirketlere kızanlar da çok.
Şu
an ABD'de yaşanan sıkıntının bir başka önemli boyutu
ise, eskiden sadece imalat sanayi işlerinin başka
ülkelere gidebileceği düşünülürken, servis
sektöründeki işlerin de teknoloji sayesinde başka
diyar1ara kaçabileceğinin anlaşılması oldu.
Özellikle Hindistan'a giden işlerin büyük kısmı bu
tür işlerden oluşuyor.
Demokrat Parti'den başkan adaylığı kesinleşmek üzere
olan Senatör Kerry de toplumun işsizlik konusundaki
hassasiyetini görerek konunun Üzerine gitmeye
başladı. Serbest ticarete karşı herhangi bir argüman
getirmemeye dikkat eden Kerry, bir takım teşviklerle
işlerin yurt dışına gitmesini engelleyeceklerini ve
diğer Ülkelerin haksız rekabetine karşı önlemler
alacaklarını söylüyor. Bunun dışında, düşük
maliyetli krediler ve eğitim programlarıyla ABD
içerisinde yeni iş sahalarının açılmasını teşvik
edeceklerini vurguluyor.
Tüketici perspektifinden ve serbest ticaret
felsefesi boyutundan meseleye bakanlar artan
korumacılık eğilimlerine karşı çıkıyorlar. Bu
kesimler, serbest ticaret sayesinde tüketicilerin
mal ve hizmetlere çok daha ucuza sahip
olabildiklerini ve toplam refahın arttığını
savunuyorlar. Öte yandan, ABD'nin de serbest ticaret
sonucunda birçok ülkede işsiz yarattığının altını
çizip, "ABD bu konuda bir adım atarsa, ciddi bir
misilleme ile karşılaşır ve bundan biz zararlı
çıkarız" mesajını vermeye çalışıyorlar.
Aslında, benzer korumacılık eğilimleri her yerde,
her zaman olmuş ve olmaya da devam edecek.
İnsanların doğal eğilimi, meselenin özüne bakmak
yerine kolayca bir günah keçisi bulup, bütün suçu
ona atmak oluyor. Seçim yılında siyasetçilerin bu
konulara duyarlılıkları da artınca, aranan ortam
bulunmuş oluyor. ABD özelinde hatırlanan yakın bir
örnek, 1980'lerde Japonlara, özellikle de artan
Japon otomobil ihracatına duyulan tepki. sonucu
ortaya çıkan korumacılık dalgası. Japon otomobil
firmaları, bunu aşmak için "gönüllü ihracat
kısıtlama" programı uygulamışlar. Diğer yandan da
ABD içerisinde fabrikalar kurup, üretimi ülke
içerisinde yaparak dikkatleri üzerlerinden atmaya
çalışmışlar. Bunda da çok başarılı olmuşlar.
Daha yakın bir zamanda yaşanan diğer bir örnek ise
ABD'ye yapılan çelik ihracatıyla ilgili. Bilindiği
gibi, yapılacak ara seçimlerde bazı eyaletlerdeki
oylarını artırmak için Bush 2002 yılında çeşitli
Ülkelerden yapılan çelik ithalatı üzerine yüzde 30'a
varan gümrük vergisi getirmişti. Ancak, özellikle AB
ve Japonya'dan gelen tepkiler ve DTÖ'nün aleyhte
karar vermesi üzerine bu koruma 2003 sonlarında
kaldırıldı.
Greenspan de, Kongre'ye sunduğu raporda korumacılık
eğilimleri Üzerinde durdu ve bu eğilimlere şiddetle
karşı çıktı. Serbest ticaretin Amerikan ekonomisinin
istikrarına çok önemli bir katkısı olduğunu ileri
süren Greenspan, dış ödemeler dengesindeki ciddi
sorunlar nedeniyle, herhangi bir korumacılık
girişiminin küresel ekonomideki esneklikleri ortadan
kaldıracağını belirtti. FED başkanının burada altını
çizmeye çalıştığı husus, ticaretteki bir
misillemenin ABD'ye akan uzak doğu kaynaklı portföy
yatırımlarını geriye döndürebileceği korkusu.
Korumacılık yönünde ciddi bir politika
değişikliğinin olmasını yakın vadede kimse
beklemiyor. "İşsizlik rakamları biraz düzelsin, şu
seçimler de geçsin bu mesele unutulur" şeklinde
özetlenebilecek bir hava var. Açıkcası bu sene bir
şekilde atlatılacak. Buna şüphe yok. Ama bu işsizlik
meselesi şu anda Başkan Bush'a seçimi bile
kaybettirebilecek kadar önemli bir konu gibi
duruyor. Daha da önemlisi, küreselleşme ve serbest
ticaret eğilimi geri döndürülemeyeceğine,
teknolojideki ilerleme ve şirketler kesimindeki
verimlilik artışı durdurulamayacağına göre
işsizliğin kronik bir sorun haline gelme olasılığı
da çok yüksek. Bunun sonucunda, ABD'de artık hiçbir
başkan iki dönem Beyaz Saray'da oturamaz duruma
düşebilir.
Türkiye için bazı notlar
ABD'deki gelişmelerin Türkiye'ye doğrudan ve
dolaylı birçok yansıması olabilir. ABD ve AB'de faiz
oranlarının seyri, doların özellikle euro
karşısındaki değerinin ne olacağı, dolara yüklü
miktarda yatırım yapan uzak doğu ülkelerinin nereye
kadar buna devam edecekleri, dış ticaret açığının
artmasının ve bir türlü azalmayan işsizliğin
yaratabileceği korumacı eğilimlerin hangi noktalara
kadar gidebileceği gibi hususlar Türkiye için de çok
önemli. ABD'de faizlerin az da olsa artma
olasılığının, yabancıların Türkiye'deki portföy
yatırımlarını nasıl etkileyebileceğini çok yakın
geçmişte gördük. (2003 yılında ABD'ye yapılan
ihracatta kurun olumsuz bir etki yapmadığı, hatta
dış ticaret dengesinin ilk defa Türkiye lehine
yaklaşık 900 milyon dolar fazla verdiği görülüyor.
Sanıyorum bu gelişmeyi, genel ihracat performansını
açıklamakta kullanılan dinamiklerle açıklamak daha
doğru olacak.) Doğrudan olabilecek bir başka etki,
Sn. Başbakan'ın Ocak ayındaki ABD seyahatinde bir
kez daha gündeme gelen ve bu sefer tekstilsiz de
olsa kabul edilebileceği yönünde ABD' ye mesaj
verilen Nitelikli Sanayi Bölgeleri (NSB) ile ilgili.
Şunu açıkca belirtmek gerekiyor ki, Türkiye'den çok
önemli bir siyasi/askeri beklenti olmadıkça (ki şu
anda böyle bir beklenti yok) NSB'ne ilişkin bir yasa
teklifinin böyle bir ortamda Yönetim tarafından
Kongre 'ye getirilmesi, getirilse bile çıkartılması
mümkün değil.
ABD
deneyiminden daha uzun vadeli olarak ders
çıkarılabilecek ve kanaatimce daha önemli bir konu
verimlilikle ilgili olanı. Türkiye'deki ekonomik
toparlanmaya karşılık istihdamın artmayışı,
ABD'dekine benzer bir şekilde, verimlilik artışına
bağlanıyor. Ancak, verimlilik artışının biraz daha
detaylı analizine girildiğinde, Türkiye'deki bu
artışın daha çok reel ücretlerdeki ciddi düşüşe,
enerji maliyetlerindeki göreli azalmaya ve düşük
dolar kuru nedeniyle ithal girdilerdeki ucuzlamaya
dayandığı görülüyor. Yani ABD'de görülen, daha
kalıcı ve yapısal verimlilik artış trendine karşılık
Türkiye'de daha konjonktürel bir artış söz konusu.
Eğer bu analiz doğru ise, Türk özel sektörünün
önünde, gerek yeniden yapılanma, gerekse yoğun
teknoloji kullanımı yoluyla ulaşılması mümkün olan
daha çok verimlilik artış potansiyeli mevcut
demektir. Bu potansiyel önümüzdeki yıllarda
kullanıldığında (ki AB ile entegrasyon ve
küreselleşme süreci yanısıra düşen enflasyon
ortamında mutlaka kullanılmak zorunda kalınacak)
işsizlik rakamları çok daha ciddi sinyaller verecek.
Ayrıca, hala bekleyen büyük özelleştirmeler de bu
tabloya dahil edilince resim biraz daha sevimsiz
hale gelebilecek. Önümüzdeki yıllarda, yatırımların
bu kadar az, yabancı sermaye girişinin ise cılız
olduğu bir ortamda istihdam cephesinde pek keyif
vermeyecek gelişmelere hazırlıklı olunmasında yarar
var.
Kaynak: Abdullah Akyüz – Tüsiad ABD Temsilcisi
|