Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Amerikan Ekonomisinde İşsizlik, Verimlilik ve Artan Korumacılık Eğilimleri

Amerikan ekonomisi, 2000'lerin başında yaşadığı krizden çıkmaya çalışıyor. Epeyce bir mesafe de alınmış durumda ama ekonomi, tıpkı Türkiye' deki gibi, istihdam yaratamama sorunuyla karşı karşıya. Bu eğilimin seçim yılı olan 2004'te hala devam etmesi ise başlı başına bir mesele. Diğer yandan, artık kronikleşmiş olan dış ticaret açığı yeni rekorlar kırarken, Clinton Yönetimi'nin son dönemlerinde "bu bütçe fazlasını ne yapacağız?" diye soranlar, şimdi GSYİH'nın yüzde 5'ine ulaşan açığı nasıl kapatacaklarını düşünüyorlar. Babasının . kaderini paylaşmak istemeyen oğul Bush, yeniden seçilebilmek için ekonomide işi sıkı tutmaya çalışıyor. Ancak, vergi indi­rimleri ve artan güvenlik amaçlı harcamalar yoluyla istediği istikrarlı büyümeyi ve istihdam artışını sağlayabilecek mi? İçinde bulunduğumuz seçim yılında, ABD' deki siyasi tartışmanın özünde, Irak sorunu yanısıra, ekonomiyle ilgili bu soru da var.

Bu yazıda, başlı başına ayrı birer yazı konusu olan bütçe ve ödemeler dengesi açıklan üzerinde durmayacağım. Güncel­liği çok daha fazla olan işsizlik, verimlilik ve korumacılık eğilimlerini mercek altına almaya çalışacağım. 

* Yazıdaki görüşler yazarın kişisel görüşleridir, çalıştığı kurumu bağlamaz. 

Greenspan'in ekonomiye ilişkin değerlendirmeleri  

Amerikan ekonomisinin genel durumuna Federal Reserve Başkanı Alan Greenspan'in son değerlendirmeleri ışığında bakmakıa yarar var. Greenspan yılda iki kez Kongre'ye "Para Politikası Raporu" sunuyor. Bu sunumlar genellikle Şubat ve Temmuz aylarında yapılıyor. Ama bu rapor sadece para politikasını içeren dar kapsamlı bir içeriğin çok ötesine gidip, piyasaların ve birçok iktisadi aktörün yakından takip etti­ği genel bir ekonomik değerlendirme haline gelmiş durumda. Şubat 2004 raporunda da ciddi mesajlar vardı. 

Greenspan'in 2004 yılına ilişkin bek­lentileri genel olarak olumlu. Faiz oranlarının düşük olduğu bir ortamda para politika­sının esas olarak büyümeye destek vermeye devam edeceğini öngörüyor. Diğer yandan, maliye politikasının, göründüğü kadarıyla, ekonomik büyümeye destek vereceğinin altını çiziyor. Bütün bunlar toplam talebi canlı tutmaya devam ederken, verimlilik­teki artışın ve düşük kapasite kullanımının enflasyonu kontrol altında tutacağını ifade ediyor. İstihdam cephesinde ise, büyüme­nin kalıcı hale geldiğine inancın artmasıyla firmaların işgücü talebini artırmaya başlayacaklarını tahmin ediyor. 

2004 yılında Amerikan ekonomisine ilişkin, yukarıdaki olumlu sayılabilecek öngörüleri yapan Greenspan, aynı sunuşta bazı potansiyel risklerin de altını önemle çiziyor. Bunlardan birisi enerji fiyatlarında olabilecek bir artış. Bir başka uyarıyı faiz oranlarına ilişkin olarak yapıyor ve ekono­mik büyümenin faiz oranlarının bu seviyede tutulmasını mümkün kılamayabileceğini özellikle belirtiyor. Hisse senedi fiyatlarında 2003'te görülen artışın süremeyebileceğine de işaret eden FED başkanı, bütçe açığının, uzun vadeli büyüme beklentileri açısından en kritik gösterge olduğunu vurguluyor. Uzun vadede de bütçe açığının devam edeceğine dair sinyallerin söz konusu olduğunu belirten Greenspan, özellikle sosyal güvenlik sisteminde yakın gelecekte beklenen tehlikelere de işaret ediyor. 

Ödemeler dengesindeki açıkla bütçe açığının bir şekilde birbirini beslediğini hatırlatan Greenspan, bütçe ve ödemeler den­gesi açıklarının kapatılmasına imkan veren yabancı portföy yatırımlarının sonsuza kadar devam etmeyebileceğini, dolayısıyla ABD'nin, izlenecek maliye politikalarıyla ulusal tasarrufları artırma yönünde adımlar atması gerektiğini de belirtiyor. 

İşsizlik ve verimlilik artışı 

       ABD' de işsizlik oranı, ekonominin hızla büyüdüğü 2000 öncesi dönemde yüz­de 3.8'e kadar düşmüştü. Geçtiğimiz yıl bir ara yüzde 6.3' e kadar çıkmış olan bu oran Ocak ayı sonu itibarıyla yüzde 5.6 AB ve Türkiye ölçülerinde bu oran düşük gibi görünse bile, sosyal güvence sisteminin zayıf olduğu ABD için yüksek sayılıyor. Ekonomi büyürken işsizliğin azalmayışı, bazılarınca "serbest ticaret" nedeniyle yurt dışına giden işlere bağlanıyor. (Bu konu aşağıda daha detaylı ele alınacak.) Yani, serbest ticaretin sadece gelişmiş ülkelere hizmet ettiğini düşünen az gelişmiş ülkelere nazire yaparcasına bir suçlama söz konusu. 

Aklı başındaki insanların günah ke­çisi ise durmak bilmeyen verimlilik artışı. Verimlilik, kısaca, saat başına üretilen mal veya hizmet olarak tanımlanabilir. ABD' de verimlilik 1990'lı yıllar boyunca, özellikle bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinin yaygın kullanımı nedeniyle, çok ciddi bir şekilde arttı. Tarihsel bir perspektifte bakıldığında, tarım dışı sektörlerde verim­lilik artışının 1950-73 döneminde yıllık ortalama yüzde 2.8 olduğu görülüyor. Bu artış 1973-95 döneminde yüzde 10 olmuş. 1995-2000 döneminde ise tekrar yüzde 2.5'e yükselmiş Krizin başladığı 2000 yılından sonra da verimli­likte artışın devam ettiği görülüyor. 2000­-2003 döneminin ortalaması yüzde 3.7. Yani zaten yüksek olan bir önceki döneme göre bile yüzde 50'yi bulan bir verimlilik artışı var. 2000'li yıllardaki verimlilik artışının 1990'lardan bir farkı, firmaların, yüksek teknoloji kullanımı yanısıra ciddi bir ye­niden yapılanma ve maliyet düşürme çaba­sına girmiş olmaları. Üstelik verimlilikteki bu artış, reel ücretlerin de aşağı yukarı benzer bir trend içerisinde yükseldiği bir ortamda gerçekleşiyor.

Gerçekten, şu anda ABD' de yaşanan işsizlik sorununun konjonktürel boyutları da" olmakla beraber, bunun asıl kaynağı şir­ketlerin yöneldiği yapısal değişimler. Ame­rikan şirketleri, global rekabet nedeniyle, inanılmaz bir ölçüde maliyetler (özellikle de personel maliyetleri) üzerine yoğunlaş­mış durumdalar. Şirketler, sürekli olarak teknolojinin sağladığı nimetleri daha efek­tif olarak kullanıp, özellikle satın alma, sa­tış, pazarlama, tasarım, muhasebe ve diğer yönetim süreçlerini nasıl daha etkinleştire­bileceklerinin ve bu kademelerdeki eleman sayısını nasıl azaltabileceklerinin hesabın] yapıyorlar. Esnek bir işgücü piyasasının varlığı da bu trendi destekliyor. Kısacası, meseleye ABD'den bakınca, teknolojinin sonu olmadığına göre, verimlilik artışının da sonu gelmeyecek gibi görünüyor. 

İşsizlik sorununa karşın önerilen tek reçete, küresel anlamda rekabet şansı olmayan sektörlerdeki insanlara eğitim ve iş edindirme programlarıyla yeni beceriler sağlanması. Özellikle düşük gelirli işlerde çalışan, kalifiye olmayan işgücü için önerilen bu. Bu sefer de bu amaçla ayrılmış kaynakların yetersizliği ile bu tür programların etkinliği tartışma konusu oluyor. Diğer yandan, özellikle "outsourcing" yoluyla dışarıya giden işlerin artık beyaz yakalılarda da işsizliğe yol açtığı iddia edilerek, bunun nasıl çözümleneceği sorusu gündeme getiriliyor. 

Artan korumacılık eğilimleri 

         İşsizliğin bir seçim yılında bu kadar gündemde olması yanısıra politikacıların dünyanın her yerinde benzer özellikler taşımaları, ABD'deki işsizliğin suçunun diğer ülkeler üzerine yıkılması eğilimini artırdı. Ayrıca, neredeyse herkesin hisse senedi yatırımcısı olduğu bu ülkede, verim­liliği artırarak karlarını yükselttikleri veya ürettikleri ürün fiyatlarını düşürdükleri için kimse şirketlere kızamadığından, faturanın başkalarına çıkarılması için bir gerekçe daha ortaya çıkmış oluyor. 

Fatura, öncelikle, 2003 yılında da ABD ile dış ticaretinde 125 milyar dolar civarında fazla veren Çin' e çıkartılmış gibi. Çin'in bir başka günahı, para birimi yuanı dolara bağlayarak, doların diğer paralar karşısındaki değer kaybından Çin'in de ABD lehine etkilenmesini engellemesi. Topun ağzındaki ikinci ülke Hindistan. Hindistan da, bilgisayar programlaması, veri girişi ve call center hizmetleri gibi hiz­met sektörü işlerini ABD' den çektiği için şimşekleri üzerine çekiyor. Kısmen fatura çıkarılan bir diğer ülke, ABD'nin NAFTA ortağı Meksika. Bu ülkelerin, sosyal hak­lardan yoksun ucuz işçi çalıştırılmasına, çocuk işçi kullanımına ve çevrenin tahrip edilmesine izin vererek "haksız rekabet"e yol açtıkları iddia ediliyor ve ABD pazarına ulaşmalarının önüne çeşitli engeller konulması talep ediliyor. Tabii ki, verimlilik artışından dolayı değilse bile, işlerini bu Ülkelere götürdüklerinden dolayı şirketlere kızanlar da çok. 

Şu an ABD'de yaşanan sıkıntının bir başka önemli boyutu ise, eskiden sadece imalat sanayi işlerinin başka ülkelere gi­debileceği düşünülürken, servis sektörün­deki işlerin de teknoloji sayesinde başka diyar1ara kaçabileceğinin anlaşılması oldu. Özellikle Hindistan'a giden işlerin büyük kısmı bu tür işlerden oluşuyor. 

Demokrat Parti'den başkan adaylığı kesinleşmek üzere olan Senatör Kerry de toplumun işsizlik konusundaki hassasiyetini görerek konunun Üzerine gitmeye başladı. Serbest ticarete karşı herhangi bir argüman getirmemeye dikkat eden Kerry, bir takım teşviklerle işlerin yurt dışına gitmesini engelleyeceklerini ve diğer Ülke­lerin haksız rekabetine karşı önlemler alacaklarını söylüyor. Bunun dışında, düşük maliyetli krediler ve eğitim programlarıyla ABD içerisinde yeni iş sahalarının açılma­sını teşvik edeceklerini vurguluyor. 

Tüketici perspektifinden ve serbest ticaret felsefesi boyutundan meseleye ba­kanlar artan korumacılık eğilimlerine karşı çıkıyorlar. Bu kesimler, serbest ticaret sa­yesinde tüketicilerin mal ve hizmetlere çok daha ucuza sahip olabildiklerini ve toplam refahın arttığını savunuyorlar. Öte yandan, ABD'nin de serbest ticaret sonucunda bir­çok ülkede işsiz yarattığının altını çizip, "ABD bu konuda bir adım atarsa, ciddi bir misilleme ile karşılaşır ve bundan biz zararlı çıkarız" mesajını vermeye çalışıyorlar. 

Aslında, benzer korumacılık eğilimle­ri her yerde, her zaman olmuş ve olmaya da devam edecek. İnsanların doğal eğilimi, meselenin özüne bakmak yerine kolayca bir günah keçisi bulup, bütün suçu ona atmak oluyor. Seçim yılında siyasetçilerin bu konulara duyarlılıkları da artınca, ara­nan ortam bulunmuş oluyor. ABD özelinde hatırlanan yakın bir örnek, 1980'lerde Ja­ponlara, özellikle de artan Japon otomobil ihracatına duyulan tepki. sonucu ortaya çıkan korumacılık dalgası. Japon otomobil firmaları, bunu aşmak için "gönüllü ihracat kısıtlama" programı uygulamışlar. Diğer yandan da ABD içerisinde fabrikalar kurup, üretimi ülke içerisinde yaparak dikkatleri üzerlerinden atmaya çalışmışlar. Bunda da çok başarılı olmuşlar. 

Daha yakın bir zamanda yaşanan diğer bir örnek ise ABD'ye yapılan çelik ihracatıyla ilgili. Bilindiği gibi, yapılacak ara seçimlerde bazı eyaletlerdeki oylarını artırmak için Bush 2002 yılında çeşitli Ülkelerden yapılan çelik ithalatı üzerine yüzde 30'a varan gümrük vergisi getirmişti. Ancak, özellikle AB ve Japonya'dan gelen tepkiler ve DTÖ'nün aleyhte karar vermesi üzerine bu koruma 2003 sonlarında kaldırıldı. 

Greenspan de, Kongre'ye sunduğu raporda korumacılık eğilimleri Üzerinde durdu ve bu eğilimlere şiddetle karşı çıktı. Serbest ticaretin Amerikan ekonomisinin istikrarına çok önemli bir katkısı olduğunu ileri süren Greenspan, dış ödemeler denge­sindeki ciddi sorunlar nedeniyle, herhangi bir korumacılık girişiminin küresel ekonomideki esneklikleri ortadan kaldıracağını belirtti. FED başkanının burada altını çizmeye çalıştığı husus, ticaretteki bir misillemenin ABD'ye akan uzak doğu kaynaklı portföy yatırımlarını geriye döndürebileceği korkusu. 

Korumacılık yönünde ciddi bir poli­tika değişikliğinin olmasını yakın vadede kimse beklemiyor. "İşsizlik rakamları biraz düzelsin, şu seçimler de geçsin bu mesele unutulur" şeklinde özetlenebilecek bir hava var. Açıkcası bu sene bir şekilde atlatılacak. Buna şüphe yok. Ama bu işsizlik meselesi şu anda Başkan Bush'a seçimi bile kay­bettirebilecek kadar önemli bir konu gibi duruyor. Daha da önemlisi, küreselleşme ve serbest ticaret eğilimi geri döndürülemeyeceğine, teknolojideki ilerleme ve şirketler kesimindeki verimlilik artışı dur­durulamayacağına göre işsizliğin kronik bir sorun haline gelme olasılığı da çok yüksek. Bunun sonucunda, ABD'de artık hiçbir başkan iki dönem Beyaz Saray'da otura­maz duruma düşebilir. 

Türkiye için bazı notlar 

      ABD'deki gelişmelerin Türkiye'ye doğrudan ve dolaylı birçok yansıması olabilir. ABD ve AB'de faiz oranlarının seyri, doların özellikle euro karşısındaki değerinin ne olacağı, dolara yüklü miktarda yatırım yapan uzak doğu ülkelerinin nereye kadar buna devam edecekleri, dış ticaret açığının artmasının ve bir türlü azalmayan işsizliğin yaratabileceği korumacı eğilim­lerin hangi noktalara kadar gidebileceği gibi hususlar Türkiye için de çok önemli. ABD'de faizlerin az da olsa artma olası­lığının, yabancıların Türkiye'deki portföy yatırımlarını nasıl etkileyebileceğini çok yakın geçmişte gördük. (2003 yılında AB­D'ye yapılan ihracatta kurun olumsuz bir etki yapmadığı, hatta dış ticaret dengesinin ilk defa Türkiye lehine yaklaşık 900 milyon dolar fazla verdiği görülüyor. Sanıyorum bu gelişmeyi, genel ihracat performansını açıklamakta kullanılan dinamiklerle açıklamak daha doğru olacak.) Doğrudan olabilecek bir başka etki, Sn. Başbakan'ın Ocak ayındaki ABD seyahatinde bir kez daha gündeme gelen ve bu sefer tekstilsiz de olsa kabul edilebileceği yönünde ABD' ye mesaj verilen Nitelikli Sanayi Bölgeleri (NSB) ile ilgili. Şunu açıkca belirtmek gerekiyor ki, Türkiye'den çok önemli bir siyasi/askeri beklenti olmadıkça (ki şu anda böyle bir beklenti yok) NSB'ne ilişkin bir yasa teklifinin böyle bir ortamda Yönetim tarafından Kongre 'ye getirilmesi, getirilse bile çıkartılması mümkün değil. 

ABD deneyiminden daha uzun vadeli olarak ders çıkarılabilecek ve kanaatimce daha önemli bir konu verimlilikle ilgili ola­nı. Türkiye'deki ekonomik toparlanmaya karşılık istihdamın artmayışı, ABD'dekine benzer bir şekilde, verimlilik artışına bağla­nıyor. Ancak, verimlilik artışının biraz daha detaylı analizine girildiğinde, Türkiye'deki bu artışın daha çok reel ücretlerdeki ciddi düşüşe, enerji maliyetlerindeki göreli azal­maya ve düşük dolar kuru nedeniyle ithal girdilerdeki ucuzlamaya dayandığı görü­lüyor. Yani ABD'de görülen, daha kalıcı ve yapısal verimlilik artış trendine karşılık Türkiye'de daha konjonktürel bir artış söz konusu. Eğer bu analiz doğru ise, Türk özel sektörünün önünde, gerek yeniden yapı­lanma, gerekse yoğun teknoloji kullanımı yoluyla ulaşılması mümkün olan daha çok verimlilik artış potansiyeli mevcut demek­tir. Bu potansiyel önümüzdeki yıllarda kul­lanıldığında (ki AB ile entegrasyon ve kü­reselleşme süreci yanısıra düşen enflasyon ortamında mutlaka kullanılmak zorunda kalınacak) işsizlik rakamları çok daha ciddi sinyaller verecek. Ayrıca, hala bekleyen büyük özelleştirmeler de bu tabloya dahil edilince resim biraz daha sevimsiz hale gelebilecek. Önümüzdeki yıllarda, yatırım­ların bu kadar az, yabancı sermaye girişinin ise cılız olduğu bir ortamda istihdam cep­hesinde pek keyif vermeyecek gelişmelere hazırlıklı olunmasında yarar var.

Kaynak: Abdullah Akyüz – Tüsiad ABD Temsilcisi

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005