|
Adam Smith: Bir Ahlâk Filozofu, Adam Smith Ekonomi
Adam Smith, günümüzde bir iktisatçı olarak bilinmesine rağmen,
sadece bir iktisatçı değildir. Milletlerin
Zenginliğinin Kaynakları ve Mahiyeti Hakkında Bir
İnceleme adlı eseri Batı geleneğinin en mühim
eserlerinden biridir. Adam Smith Milletlerin
Zenginliği adlı eseriyle bugün dünya ölçüsünde
geçerli bir norm haline gelen piyasa temelli modern
ekonomik düzen çağını açmaya ilaveten, standart
ekonomi teorisi haline gelen yaklaşımın temellerinin
bazılarını atmıştır. İş bölümünün hayatî önemi,
uzmanlaşmanın mevcut piyasanın genişliğine
dayanması, arz ve talep arasındaki
malların/eşyaların fiyatlarını belirleyen dinamik
ilişki; serbest ticaretin yararlı genel etkileri
öğrencilerin ilk iktisat dersinde öğrendikleri
nosyonlardır. Bu meselelerin hepsi ilk defa Smith'in
kitabında sistematik şekilde tetkik edilmiştir.
Milletlerin Zenginliği'nin muhakeme stratejisi gayet basittir: Bu
temel fonksiyonların işlemesi halinde, maddî refah
seviyesinin, piyasanın devlet tarafından regüle
edilmesine bağlı olarak (dolaylı biçimde)
değişmesini beklemeliyiz (daha az hükümet
müdahalesi, daha yüksek refah seviyesi); ve tarihî
bilgiler/kayıtlar incelendiğinde -ki Smith bunu
devamlı ve bıktırıcı derecede teferruatlı olarak
yapmaktadır- bu doğrultudaki tahminlerimizin
doğrulandığını görürüz. Dolayısıyla, Milletlerin
Zenginliğinin hipotetik buyruk şeklinde vardığı
hüküm şudur: Maddî refahın gittikçe artmasını
istiyorsak, piyasalara devlet müdahalesini
azaltmalıyız.
Milletlerin Zenginliği 1776'da yayınlandı ve Smith'in tezini büyük
ölçüde benimseyen ülkelerin - Amerika ve İngiltere
-1776 sonrası tarihi Smith'in tezinin doğruluğunu
ispatladı: Dünyada hiçbir yer, 1776 öncesi veya
sonrasında, maddî refahın bu ülkelerde görüldüğü
ölçüde artışına sahne/şahit olmadı. Muazzam tarihî
tesiri ve temel tezlerinin doğrulanması sayesinde,
Smith'in Milletler Zenginliği kitabı haklı olarak
kendisine Batı geleneğinin büyük eserleri dizisinde
merkezî bir yer buldu.
Smith, hayattayken, hem İngiltere'de hem de Kıta Avrupası'nda çok
meşhur oldu, fakat, şaşırtıcı bir şekilde,
Milletlerin Zenginliği sayesinde değil, 1759'da
yayınlanan ilk kitabı Ahlâkî Duygular Teorisi
sayesinde. Ahlâkî Duygular Teorisi etik düşüncenin
son derece hareketli olduğu bir dönemde yazıldı.
Duygusal Etik Okulu denilen ekolü kuran Francis
Hutcheson Smith'in öğretmeniydi, David Hume,
Smith'in en iyi arkadaşı ve entellektüel
çalışma/yardımlaşma ortağıydı. Ve, Smith'i dikkatle
okuyan Immanuel Kant sahneye çıkmak üzereydi. Şunu
söylemek abartma olmayacaktır: Smith'in kitabı
Smith'den önce yapılan teorik çalışmaların bir
sentezini gerçekleştirmeye muktedir olmakla kalmadı,
aynı zamanda ahlâk felsefesinin yazarın ölüm tarihi
olan 1790'dan sonraki en az bir nesil boyunca
izleyeceği programım da belirledi. Mamafih, aşağı
yukarı 19. asrın ortalarından beridir, Smithci
iktisatçıların bazıları görüşlerini değiştirdi. Ve
Milletlerin Zenginliği bilinmede, okunmada ve
dolayısıyla tesirde Ahlâkî Duygular Teorisini geride
bıraktı.
Sanırım Smith'in ilk kitabına yeterli dikkatin gösterilmemesi bir
hatadır. Ahlâkî Duygular Teorisi bilimsel dikkat
çekmeye yeterli olacak derecede ince ve olgun bir
eserdir ve nitekim 19. yüzyıl boyunca ahlâk
felsefesi üzerinde çok etkili olmuştur. Ahlâkî
Duygular Teorisi'nin, okunmasını zorunlu/gerekli
kılan, bir diğer meziyeti daha vardır: Milletlerin
Zenginliği'nde olduğu gibi Ahlâkî Duygular
Teorisi'nin tezi de, özü itibariyle, çok sağlamdır.
Burada, Smith'i sadece bir iktisatçı olarak değil,
onun kendisini gördüğü gibi, belki de daha yüksek
"rütbeli" biri, bir ahlâk felsefecisi olarak görme
noktasına gelmemiz umuduyla, filozofun görüşlerini
özetleyeceğim.
Ahlâkî Standartlar Edinmek
Smith'in Ahlâkî Duygular Teorisi 'ndeki amacı ampirik araştırma
yoluyla iki fenomeni izah eden bir süreci
keşfetmekti: Bir tarafta bireylerin başkalarının
davranışlarını yargılamada (değerlendirmede)
kullandıkları ahlâkî standartları
benimsemeleri/seçmeleri ve diğer tarafta yine
bireylerin bu sefer kendi kendilerinin
davranışlarını yargılamada (değerlendirmede)
kullandıkları ahlâkî standartları
benimsemeleri/seçmeleri. Her iki fenomenle ilgili
çarpıcı bir nokta şudur: Hayat süreleri boyunca
bireyler çocuklar olarak hemen hemen bu tür hiçbir
standarda sahip olmama noktasından, yetişkin
olarak, bütünüyle diğer insanlarla paylaşılan
standartlara sahip olma noktasına doğru yol alırlar.
Bu dönüşüm/geçiş nasıl izah edilebilir?
Smith, bütün insanların, tabiat itibariyle duyguların "karşılıklı
benzeşirliği/sem-patisi" arzusu dediği bir özelliğe
sahip olduğunu ileri sürdü. Bununla Smith'in
kastettiği, her birimizin, kendi duygularımızın
başkalarında yansımasından mutluluk duymasıdır.
Meselâ, arkadaşlarımızın bizim komik bulduğumuz bir
şeyi aynı ölçüde komik bulması veya bizim
arkadaşlarımızın nahoş bulduğu bir şeyi aynı
derecede nahoş bulmamız bize haz/memnuniyet verir.
Smith duyguların bu karşılıklı uyumunun veya mutabakatının -Smith
"sempati" terimini kullanır- haz verici olmasının
insan tabiatının bir gerçeği olduğunu düşünür. (Smith'in
"sempati" terimini özel kullanış biçimine dikkat
edin: Sempati her heyecanda/duyguda ahenk veya
mutabakat anlamına gelir, sadece merhamet veya acıma
anlamına gelmez). Gerçekte Smith bu hazzın
insanoğlunun tecrübe ettiği hazların en hoşlarından
biri olduğu kanaatindedir.
Herkes, arzuya şayan bulduğu için onu (sempatiyi) arar; ve bu
karşılıklı duyguların benzeşirliği (sempatisi)
arayışı, Smith'e göre, sosyal birleşmenin (cohesi-on)
motoru ve dünden bugüne insan toplumlarının
merkezcil (merkeze çekici) gücüdür. Bu (karşılıklı
arayış) sadece insanları gruplara, ittifaklara ve
topluluklara girmeye (ki bu sayede insanlar ısrarla
aranan duyguların karşılıklı benzeşirliğini elde
etme imkânlarına/fırsatlarına kavuşurlar) teşvik
etmekle kalmaz, fakat aynı zamanda insanları aynı
fikirden insanlarla birlikler kurmaya da teşvik eder
(çünkü bu böyle bir sempatiyi bilfiil elde etme
şansını artırır)
Smith düşünür ki, bu mekanizma şöyle işler: Ben seninle
duygularımızın karşılıklı sempatisini arzu ederim,
ki bu beni, duygularımı, geçmişteki tecrübeme
dayanarak, senin muhtemelen "dahil olacağın"
seviyeye gelecek şekilde tadil etmeye iter. Öbür
taraftan, sen de, aynı şeyi arzu ettiğinden,
duygularını benim muhtemelen paylaşacağım seviyeye
gelecek şekilde tadil edersin. Zamanla bu süreç
duygularımızı karşılıklı olarak kabul edilebilir
seviyelere çekilecek şekilde terbiye eder. Bundan
dolayı, Smith'in yaklaşımını açıkça anti-Freudcu bir
yanı vardır. Bu yaklaşım insan duygularıyla ilgili
şu hidrolik tasviri reddeder: Duygular "baskı"
yaratır, bu baskıların "gevşetilmesi" ("serbest
bırakılması") gerekir. Bunun yerine, daha yerinde
olarak, Smith'in teorisi, duyguları, Smith'in "kendi
kendini kontrol / idare" adını verdiği şeyi tatbik
ederek/deneyerek kontrol edilebilecek ve
eğitilebilecek şeyler olarak algılar. O zaman,
karşılıklı uyum faaliyeti, bir bireyin hayat süresi
boyunca, bireyin ait olduğu topluluk içinde bireyler
arasında ve tüm toplulukta, sayısız defa tekrarlanır
ve bu niyetlenmemiş ve büyük ölçüde bilinçsiz bir
standartlar sistemiyle sonuçlanır. Daha sonra bu
standartlar belirli durumlarda kendilerine bakarak
hangi davranışın, Smith'in deyişiyle, "münasip" ve
hangisinin "uygunsuz" -yani diğerlerinin makul
ölçüler içinde dahil olmasının bekleneceği-
davranış olduğunu belirleyeceğimiz kurallar haline
gelir.
Şakalara çok fazla/uzun süre gülen bir kişiyi düşünün: Bir noktada
bu kişinin gülüşünün çok fazla olduğu, yani
"uygunsuz" olduğu yolunda bir yargı oluşturmaya
başlarsınız. Fakat, kişinin gülüşünün hangi noktadan
itibaren aşırı/fazla olduğunu nasıl bilirsiniz?
Smith'e göre bunu, niyetlenmeden ve muhtemelen
bilinçsizce topluluğumuzun diğer mensuplarıyla
birlikte zaman içinde geliştirdiğiniz standartlarla
değerlendirerek bilirsiniz. Değişik durumlarda kabul
edilebilir gülüş miktarı değişebilir; fakat her bir
durumda, diğer insanlarla benzer hallerdeki
tecrübemiz münasiplik yargımızın parametrelerini
belirler.
Aynı şey kıyafet için de geçerlidir. Uygunsuz şekilde giyinme -her
bakımdan, meselâ, bir sahil partisinde siyah kravat
takmak veya bir düğün töreninde banyo kıyafeti
giymek- diye bir şey vardır ve sizin bir kişinin
kıyafetinin ne zaman uygunsuz olacağı ile ilgili
yargınız Smith'in tasvir ettiği mekanizmanın bir
fonksiyonudur. Nihaî bir örnek ele alırsak, Smith,
yetersiz (az) hiddet/öfke diye bir şeyin bile var
olduğunu söyler. Eğer bir adamın karısı başka bir
adam tarafından başkalarının gözü önünde
aşağılanıyorsa, o zaman o kadının kocasının hiddet
göstermesi gerektiğini veya Smith'in "cesaret"
(ruh) olarak adlandırdığı şeyi göstermesi
gerektiğini düşünürüz. Şayet bunu yapmazsa -karısını
müdafaa etmeye kalkışmaz, korkarsa- o zaman onun
uygunsuz bir şekilde davrandığına hükmederiz. O
zaman, bir kişinin davranışının uygunluğuna veya
uygunsuzluğuna, bu standartlar sistemi tarafından
tavsiye edilen/tesis edilen şeyle uyumlu veya
uyumsuz olmasına göre karar verilir. Smith'e göre,
davranışımızın ne olması gerektiğini (yani neyin
diğer insanların karşılıklı sempatisini çekeceğini)
tahmin etme kabiliyetimizi geliştirmek için, kendi
davranışımızı yargılayacağımız bir "tarafsız
seyirci" pozisyonu almalıyız. Smith, zaman içinde
tarafsız seyircinin yargılarını -önce kendimiz ve
sonra başkaları/diğerleri için- ahlâkın standardı
olarak kabul etme noktasına geldiğimize inanır.
Hepimiz, gayri adil şekilde, yani peşin hükümlü veya
eksik bilgi temelinde yargılanmanın (durumumuzu
bilmeyen kimselerin hakkımızda kötü düşünmesinin)
rahatsızlığını (upleasantness) tecrübe etmişizdir.
Bu, bizi, diğer insanların, bütün hikâyeyi bilinceye
kadar bizleri yargılamaktan sakınmasını/geri
durmasını istemeye sevk eder; fakat hepimizin/her
insanın bunu istemesi yüzünden duyguların
karşılıklı sempatisi (için duyduğumuz) arzumuz ince
bir şekilde bizi, bizzat kendi davranışımızı
yargılamada bir haricî perspektif benimsemeye
(adapte etmeye) teşvik eder. Diğer insanların bizim
duygularımızla ortak olmaya (duygularımızı
paylaşmaya) muktedir olmasını istediğimiz için bu
duygularımızı diğerlerinin de sempati duyacağı hale
gelecek şekilde tadil etmeye çabalarız, fakat bunun
(sempati duyulacak duygunun) ne olduğunu kendimize
ancak tarafsız seyircinin ne düşüneceğini sorarak
bilebiliriz.
Tarafsız seyircinin sesi ikinci tabiat kaynaklı davranış rehberimiz
olur. Smith bunun "vicdan"ımız olarak
adlandırdığımız şey olduğunu düşünür. "Vicdanının
rehberin olmasına müsaade et" ifadesi gerçekten
hayalî tarafsız seyircinin senin rehberin olmasına
müsaade etmen demektir. Ve bu tarafsız seyirciye
bizzat kendi davranışlarımızı yargılamada (istihdam
edeceğimiz) sahih ahlâkî rehber/yol işaretleri
vermesi bakımından dayanma/güvenme/bağlı olma
noktasına gelişimizden dolayı, (tarafsız
gözlemcinin) yargılarına olan güvenimiz/itimadımız
bizi onu (tarafsız seyirciyi) diğer insanları
yargılamada da istihdam etmeye sevk eder. Bu
şekilde, tarafsız seyirci ahlâkın standardı haline
gelir.
Smith'in ahlâkî standartların gelişme süreciyle ilgili izahatını
özetleyeyim: Bebeklerin yalnızca arzulan vardır;
onlarda uygunsuz bir şeyi arzu etmekten kaynaklanan
bir nedamet, mahcubiyet veya mücrimlik (suçluluk)
izi yoktur. Mamafih, büyüyüp çocuk olurken, onlara
diğer insanların onların davranışlarını
yargıladığını ve belirli şekilde davranmalarını
beklediğini öğreten ilk disiplini (disiplin adımını)
tecrübe ederler. Ve, herkesin hayatındaki en mühim
kişi olmadıkları -yalnızca kendileri için önemli
oldukları- şok edici/mahkûm edici keşfini yaparlar.
Sonra, karşılıklı sempati arzuları onları
başkalarının onlardan ne istediğini keşfetmeye ve
buna ulaşmak için çabalamaya teşvik eder. Bu
doğrultuda daha çok tecrübe kazandıkça başkalarının
beklentilerini tahmin etmede ve bu sayede karşılıklı
sempatiye yol açacak şekilde davranmada daha
başarılı olurlar. Ve zamanla çocuklar, öğrendikleri
şeylerin, bir zamanlar kendilerine yukarıdan
(büyüklerinden/ başkalarından) aktarılan kuralların,
çocukların hayatını onlar yoluyla rutin olarak
düzenleyecekleri (artık) içselleştirilmiş kurallar
olduğunu yansıtacak / gösterecek davranış
alışkanlıkları geliştirirler.
Yetişkinler olarak her geçen an artan yaşanmış tecrübeler, gitgide
daha karmaşık, daha fazla içselleştirilmiş
kurallara yol verir. Artık bu kurallar geniş bir
davranışlar ve motivasyonlar yelpazesini
kapsamaktadır ve beşerî ihtiyaçlara cevap verecek
şekilde gözden geçirilmiş, düzeltilmiş ve
inceltilmiştir. İlkeler Smith'in moral yargılara
varma sürecini / usulünü bilgilendirirler. Onlar
insanların kendilerini ve başkalarını yargılamada
başvurdukları/kullandıkları standartlardır. Onlar,
pratikte, ahlâkî yargıyı veren şeydirler.
Dolayısıyla, sonuç olarak, bir ahlâkî yargı,
bireyin, belirli bir davranış veya motivasyonun bu
ilkelerle uyum içinde olup olmadığını belirlemede
başvuracağı bir istidlalin (çıkarsamanın) sonucudur.
Kurumsal Teori, Adam Smith Ulusların Zenginliği
Smith'in insanların ve toplumların ortak ahlâkî standartlar
noktasına gelişiyle ilgili analizi merakı tahrik
edicidir -ve, gerçekten, büyük ölçüde doğru
olabilir. Sadece bu bile bu yaklaşımın ciddî biçimde
ele alınmasını gerekli kılabilir. Fakat, Smith'in
insan ahlakıyla ilgili tetkiki geniş çaplı beşerî
kurumların gelişmesini ve muhafaza edilmesini genel
olarak açıklamak için bir model ilham eder -ki bunun
anlamı kitabın öneminin ilk bakışta sanıldığından
daha büyük olduğudur. Smith'in modelini "Pazar yeri
modeli" olarak adlandırıyorum. Şimdiye kadarki
anlatıma dayanarak bu modelin ne olduğunu
özetleyeceğim.
İlk olarak, Smith, ahlâkî yargıların, onları ifa(de) ettiğimiz
kurallarla birlikte, toplu ve daha önceden
ayarlanmış -yapılmış- bir plana dayanmadan, tasvir
ettiğim şekilde geliştiğini ileri sürer. Bunlar
değerler ve sayısız muayyen durumlarda varılmış
sayısız bireysel yargılar temelinde, ortak bir ahlâk
sistemi -meziyetin mahiyetiyle ilgili veya Smith'in
erdem ve münasiplik olarak isimlendirdiği şeyle
alâkalı bir genel mutabakat (consensus)- haline
gelecek şekilde inkişaf ederler.
İkinci olarak, Smith şunu ileri sürer: Bebeklikten çocukluğa ve
çocukluktan erişkinliğe geçerken gitgide daha
karmaşık davranış ve yargı ilkeleri geliştiririz, ki
bu kurallar bizi gittikçe karmaşıklaşan bir değişik
davranış ve motivasyonlar yelpazesini
değerlendirmeye ve yargılamaya muktedir kılar.
Üçüncüsü, çocuk olduğumuz zaman bize diğerleriyle tecrit
edilmiş(tek) ve tesadüfi karşılıklı davranış (interaction)
gibi görünen şeyler, biz büyüdükçe davranış
alışkanlıklarına dönüşür; yetişkinler olunca bu
alışkanlıklar "vicdan"ımız olarak adlandırdığımız
şeye rehberlik eden katı ilkeler haline gelir.
Dördüncü olarak, insanların ilgileri (menfaatleri), tecrübeleri ve
çevreleri, uzun ömürlü (dayanıklı) birliklerin ve
kurumların ortaya çıkmasına (doğmasına) müsaade
edecek şekilde yavaş yavaş değişir. Bu birlikler ve
kurumlar kurallara, standartlara, protokollere
sağlam bir temel verir, ki bunlar da hem bu
birliklerin ilk ortaya çıkışının (yaratılışının)
parametrelerini tesis eder hem de bu birlikler
tarafından desteklenir. (Bu birlikler/cemiyetler
günümüzde Elks kulüplerini, Genç Erkek Hrıstiyan
Birliklerini, İzci Kulüplerini, Amerikan Tıp
Birliğini, Millî Bilimler Akademisini ve hatta
Katolik Kilisesini (dinî kuruluşları) kapsar.
Bundan sonra, Smith şahsî ahlâkî standartların, vicdanın, tarafsız
seyirci tarzının ve bir topluluğun kabul edilmiş
ahlâkî standartlarının gelişmesinin hepsinin
insanların birbirleriyle oluşturdukları düzenli
birliklere (cemiyetlere) bağlı olduğunu/dayandığını
iddia eder. İşte bu birliklerde, birbirleriyle
günlük ilişkileri içinde, insanlar, birbirlerini
karşılıklı sempatiye yol açacak/meydan verecek
davranış ve yargı (hüküm verme) kurallarını
keşfetmeye ve benimsemeye teşvik ederler. Smith
diğer insanlarla böyle bir etkileşim olmaksızın,
insanların, bu tür kuralları takip etmesi için bir
sebebinin olmayacağını ve bundan dolayı bu tür
kuralları takip etmeyeceklerini söyler. Bu durumda
ahlâkî kurallar asla oluşturulmayacak ve insanlar,
Robinson Crusoe gibi, erdem veya günah, uygunluk
veya uygunsuzluk hakkında fikir/düşünce sahibi
olmayacaktır. (Gerçekte Smith bir "(tek başına
yaşayan) yalnız ada sakini"nden söz eder; ki bu
kişi, davranışlarını görmek için bakabileceği bir
"toplumsal ayna"ya sahip değildir, davranışlarının
erdemli veya kusurlu olduğunu düşünmez -aynen
fiziksel görünümü hakkında "güzellik veya
biçimsizlik" anlamında düşünmeyeceği gibi).
Son olarak, bir bireyin genel kuralları (büyük ölçüde bilinçsiz
olarak) adaptasyonu/benimsemesi ve tarafsız
seyirciyi istihdam etmesi işlemi bir temel ve insan
tabiatına gömülü arzu tarafından motive edilir
-karşılıklı sempati arzusu. Bu arzu Smith'in ahlâkî
duygular teorisinin olmazsa olmazıdır: Onsuz,
insanları onu kazanmaya muktedir kılacak kurallar
geliştirmenin hiçbir sebebi olmaz ve Smith'in
teorisinde, bundan dolayı, hiçbir ahlâkî standart
olmaz/kalmaz.
Şu halde Ahlâkî Duygular Teorisinde işleyen modelin dört temel yapı
özelliği vardır: 1) Bireylerin davranışlarından
niyetlenilmeden doğan bir düzen/sistem (Smith,
Hayek'in iki asır sonra şöhret kazandırdığı
"kendiliğinden doğan düzen" nosyonunu geliştiren ve
bu nosyon üzerinde çalışan ilk kişiydi. 2) Sistemin
işleyiş kurallarının bilinçsiz ve yavaş gelişimi 3)
Sistemin özgürce (özgür iradeyle) bir araya
gelen/birleşen insanlar arasındaki düzenli
etkileşime / mübadeleye dayanırlığı / bağımlılığı
4) Başlangıç ve devam ediş gücünü (itişini)
kendisinden istifade eden insanların arzularından
alan bir sistem.
Bana göre, Smith'in teorisinin bu dört merkezî özelliği aynı
zamanda bir ekonomik pazarın karakteristik merkezî
özellikleridir. O halde, haklı olarak, Smith'in
moral standartların içinde geliştiği karşılıklı
davranış/etkileşim sistemi konseptini, ahlâkın pazar
yeri olarak görebiliriz.
Diğer Pazar Yerleri
Geliştirdiği modeli bir "pazar yeri" modeli olarak adlandırmak
suretiyle, Smith' in analizinin, insan hayatının
moral yargı oluşturmanın dışında kalan alanlarını
nasıl açıklayabileceğiyle ilgili bir fikir ortaya
koymuş oldum. İlk ve en açık uygulama ekonomik
pazar yerleriyle ilgilidir. Buralarda Smith'in
Ahlâkî Duygular Teorisinde geliştirdiği model
mükemmel bir karşılık bulur. Bir diğer uygulama
sahası lisan denilen beşerî kurum alanındadır. Yazı
hayatının erken çağlarında yayınladığı "Lisanların
İlk Ortaya Çıkışı (Oluşumu) Üzerine Düşünceler"
başlıklı bir denemesinde Smith lisanların ilk nasıl
doğduğu ve zaman içinde nasıl değişti-ğiyle ilgili
düşüncelerini ortaya koyar. Bu denemede Smith'in
tasvir ettiği süreçler, Ahlâkî Duvgular Teorisi'nde
daha uzun açıkladığı süreçlerin örnekleridir ve
lisandaki değişimle ilgili modeli bir çok mühim
husus bakımından dillerin değişimiyle ilgili çağdaş
teorileri önceden haber vermektedir - bu hususta göz
önüne alınması gereken dikkat çekici / hayret verici
bir nokta, dilbilimin o zamanlar henüz bebeklik
çağında olmasıydı. Gerçekte, üç alan, ahlâk, ekonomi
ve linguistik yukarıda sıraladığım dört merkezî
özellik bakımından hoş bir şekilde birbirinin
içine/alanına geçebilir.
Motive Edici Arzu
1. Ahlâkî Duygular Teorisi: Duyguların "karşılıklı sempatisinin
(benzeşirliği-nin) tadı / hazzı / memnuniyeti
2. Milletlerin Zenginliği: "Her bireyin kendi durumunu
iyileştirme doğal çabası"
3. "Diller": "Karşılıklı isteklerimizi / taleplerimizi
birbirimiz tarafından anlaşılır" hale getirme
arzusu
Geliştirilen Kurallar
1. Ahlâkî Duygular Teorisi: Uygunluk ve meziyeti belirleyen
kurallar
2. Milletlerin Zenginliği: Özel mülkiyeti, sözleşmeye dayalı
anlaşmaları ve gönüllü mübadeleyi koruyan kurallar
3. "Diller": Gramer kuralları, heceleme kuralları ve benzer
kurallar...
Piyasa (Mübadele ortamı veya alanı)
/. Ahlâkî Duygular Teorisi: Şahsî duyguların ve moral yargıların
karşılıklı mübadelesi
2. Milletlerin Zenginliği: Özel eşyaların ve hizmetlerin
mübadelesi
3. "Diller ": Sözlü iletişim
Sonuçta Doğan "Niyetlenmemiş Düzen Sistemi"
1. Ahlâkî Duygular Teorisi: Ortak/paylaşılan ahlâkî yargı
standartları
2. Milletlerin Zenginliği: Ekonomi (geniş ölçekli malların ve
hizmetlerin mübadeleleri sistemi)
3. "Diller": Dil
Artık Smith'in Ahlâkî Duygular
Teorisi'ndeki analizinin neden genel bir uygulanma
kabiliyetine sahip olduğuyla ilgili görüşlerini
açıklayabilirim. Smith'in Ahlâkî Duygular Teorisi 'ni
inşada istihdam ettiği ahlâkî standartların
oluşmasını açıklama modeli, verimli bir şekilde
sadece ahlâkın, ekonomik pazarların ve lisanların
nasıl geliştiğini anlamada değil, fakat, gerçekten,
bütün beşerî/sosyal kurumların gelişmesini
açıklamada da kullanılabilir. Meselâ, yirminci
yüzyılın sonlarındaki Amerikan iş hayatının
davranış protokolleri kadar bir onbeşinci yüzyıl
Hindistan pazarının davranış protokollerini de izah
edebilir. Bir taraftan akademi-yadaki profesörler,
diğer taraftan büyük şehirlerdeki çetelerin üyeleri
arasında neden belirli hitap ve konuşma biçimlerinin
bilhassa kabul edilebilir/münasip/makbul olduğunu
izah edebilir. Neden Amerikalıların İngilizlerin
eski kafalı ve İngilizlerin Amerikalıların laçka
olduğunu düşündüğümü izah edebilir. Bu yüzden,
Smithin modeli istisnaî şekilde güçlüdür ve bu
modelin alanı/kapsamı bütün insanî sosyal faaliyetle
hemhudut/bitişik olabilir.
Bu demek değildir ki Smith'in sunduğu model mükemmeldir veya
kusursuzdur. Bir muhtemel problem bu modelin hemen
hemen bütünüyle duyguların karşılıklı
sempatisi/benzeşirliği arzusuna dayanmasıdır. Bu
arzunun insanın tabiatının temel bir unsuru
olabilecek olmasına rağmen, açıktır ki, (insan
tabiatında) daha başka motive edici arzular da
mevcut olabilir. Smith'in insan motivasyonunu
manzarasına çok basit olduğu itirazı yapabilir.
Diğer taraftan insan motivasyonuyla ilgili daha
zengin bir yelpazenin mecburen Smith'in formel
unsurlarıyla bağdaştı-rılamaz olması için bir sebep
göremiyorum. İnsanların arzularını gidermek için
çabaladığı ve bu arzuların tatmini diğer insanların
mevcudiyetini ve bazen işbirliğini gerektirdiği
sürece Smith'in modeli geçerli olmaya devam
edecektir. Bir diğer muhtemel problem, Smith'in
tasvir ettiği şekilde gelişen ahlâkî standartların
bir nihaî müeyyideden mahrum görünecek olmasıdır-Bu
standartlar, sadece, kendilerine mahsus tarihî
sosyal etkileşim süreci/olayı onları istihsal ettiği
için haklı görüneceklerdir. Bu, -ben de dahil-
birçok kişinin nahoş bulacağı bir kültürel ahlâkî
rölativizm ima edecektir. Smith uzmanları arasında
ihtilaflı bir nokta, Smith'in gerçekte ahlâkî
yargıların herhangi bir türden bir aşkın
(transandantal) haklılaştır-maya sahip olup
olmadığıdır. Sanırım bu yargıların tabiî insan
arzularından ve ihtiyaçlarından neşet etmiş olmaları
gerçeği onlara objektiflik kazandırmaya başlar;
Smith'in bu "tabiî" arzuların ve ihtiyaçların Allah
tarafından biz insanların yapısına gömüldüğü
iddiasının yaptığı gibi -ki bunun anlamı şu
olacaktır: Bu arzuların ve ihtiyaçların işlemesiyle
niyetlenmeden doğan/ortaya çıkan ahlâkî kurallar
hakikatte Allah'ın iradesini/isteğini yansıtır.
Bununla beraber, bazı bilim adamları şunu kabul eder: Smith'çi
ahlâkî standartlar, adabı muaşeret standartları
gibi, basitçe, mahallî, muhtemel ve değişen arzuları
tatmin etmedeki nisbî yararları tarafından
sürüklenen bir teamül/anlaşma meselesidir. Ben
burada Adam Smith'in fiilen dediği bir şeye işaret
edeceğim: Bana öyle görünüyor ki insan tabiatı
-kişisel sübjektivizm ve mutlak/kesin üstün
objektivizm arasında- bir "orta yol" objektivizme
temel sağlayacak kadar sabit/ değişmezdir. Yani,
insan tabiatı rölativizmle ilgili çoğu endişeye
cevap vermeye (endişeleri gidermeye) yeterlidir.
Smith'in Ahlâkî Duygular Teorisi, bu yüzden, çok uzaklara/uç
noktalara varabilecek ihtimallerle doludur.
Şaşırtıcı bir sürpriz, Darvvin'in Türlerin
Orijini'nden 100 yıl önce yayınlanmış olmasına
rağmen Ahlâkî Duygular Teorisi'nin, bu, benim
adlandırmamla, niyetlenmemiş düzenlerin gelişme ve
zaman içinde değişmesini tetkik biçimi, önemli
ölçüde, Darvvin'in teorisinin türlerin gelişme ve
değişmesini izah biçiminin taslağını/yolunu
çizmektedir. Sosyobiyoloji - insanın sosyal
davranışının bir çok yanını evrimci feraset/kavrayış
kullanarak açıklamaya teşebbüs eden inceleme sahası
-dalındaki son çalışmaların bir meziyeti/anlamı
varsa, o zaman Smith'in Ahlâkî Duygular Teorisi- ki
Batı geleneğinde bu tür bir görüşü geliştirmeye
çalışan ilk kitaptır- gerçekten çok mühim bir şeye
temas etmiş olabilir.
Bu yüzden, Ahlâkî Duygular Teorisi muazzam bir tarihî tesire sahip
olmuştur, ince ve olgundur, mantıklı ve ikna edici
bir ahlâk görüşü geliştirmektedir ve hemen hemen
insan hayatının her alanını kuşatacak kadar güçlü
bir insanların karşılıklı davranışını/etkileşimini
açıklama modeli geliştirmektedir. Hepsinin
tepesinde, bazı yeni ampirik araştırmalar Smith'in
teorisinin doğru olabileceğini göstermektedir. Batı
geleneğinin en büyük eserlerinden biri olarak kabul
edilecek daha iyi bir kitap düşünemem. Bundan
dolayı, Ahlâkî Duygular Teorisine dikkatinizi
çekerim. Ve umarım ki, Smith'i sadece bir iktisatçı
olarak değil, fakat daha ziyade, onun kendisini
gördüğü gibi bir ahlâk filozofu olarak görürsünüz.
Çeviren:
Atilla Yayla
Kaynak: James R. Otteson
|