Atatürk ve Ekonomik Rejim Devletçilikten Günümüzde Piyasa
Ekonomisine
Prof. Dr. Mükerrem Hiç
Giriş
Bu yazıda Atatürk'ün uyguladığı ekonomik rejim ve
ekonomi politikalarını ele almak istiyorum. Yazımın
1. kısmında Atatürk'ün uyguladığı ekonomik rejim ve
ekonomi politikası, önce 1923-1933'de uygulanan
"liberal rejim" ve daha sonra, 1933-1938'de
uygulanan devletçilik rejimi, Atatürk'ün
devletçilikle ilgili olarak kabul ettiği esnek,
akılcı, pragmatik ve dinamik esaslar
hatırlatılacaktır. Bunu izleyerek 1938-1950
döneminde İsmet İnönü tarafından uygulanan ve daha
katı ve yoğun bir nitelik gösteren "devletçilik"
rejimi kısaca anlatılacaktır.
Yazımızın ikinci kısmında 1950'den günümüze kadarki
gelişmeler, Atatürk'ün devletçilik anlayışı ve
yorumu muvacehesinde değerlendirilecektir. Önce
1950-1960 döneminde DP tarafından uygulanan
"liberal" ekonomik rejim ve bu dönemde CHP'nin
benimsediği "devletçilik" anlayışı kısaca
eleştirilecektir. Daha sonra, 1962 Anayasası ile
getirilen karma ekonomi ve planlı kalkınma,1963-1980
boyunca AP tarafından benimsenen ve uygulanan
"liberal" ekonomi rejimi, bu dönemde CHP'nin
benimsediği devletçilik anlayışı ve "ortanın solu"
ilkesi Atatürk'ün devletçilik ile ilgili olarak
kabul ettiği ilkeler açısından
değerlendirilecektir.
Bunu izleyerek 24 Ocak 1980 ve dışa açılma ile
1983'den itibaren "piyasa ekonomisine yönelme,
küreselleşme ve buna karşı dünyadaki ve bizdeki
merkez sol partilerin benimsediği ılımlı
yaklaşımlar ele alınacaktır. Avrupa'da bugün merkez
solun piyasa ekonomisini sosyal hedeflerle
bağdaştıran bu tutumu "3.yol" olarak
adlandırılmaktadır.
Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk
ekonomik rejim ve devletçilikten daha önemlisi,
cumhuriyeti ve laiklik ilkesini getirmiş, hilafeti
kaldırmış, buna uygun gerekli Anayasa değişikliği
ve hukuki düzenlemeler yapmıştır. Eğitimin
yaygınlaşması için harf inkılabını yapmış ve
eğitime, milli eğitim bakanlığına en büyük önemi
vermiştir. Yine Atatürk'ün en önemli ilkelerinden
biri "üniter devlet"tir. Atatürk "misakı milli",
"yurtta sulh, cihanda sulh" ilkelerini ortaya atarak
bunlara sadık kalmıştır. Bağımsızlık savaşını Batı
ülkelerine ve bu ülkelerin desteklediği
Yunanistan'a karşı vermekle beraber zihniyet,
teknoloji, hukuk düzeni vb. açılardan batı
ülkelerini ve "muasır medeniyetler"i hedef almıştır
Tüm bu inkılaplarında en büyük engeli şeriat
yanlılan oluşturmuştur. Atatürk Cumhuriyetin bu ilk
kuruluş yıllannda ikinci bir partiye izin vermeyi
ve çok partili demokratik rejime geçmeyi denemişse
de bu nedenle bu kez reformlar tehlikeye düşmüştür.
Nitekim, 1924'de kurulan Terakkiperver Fırka 1925
Şeyh Said isyanını müteakip kapatılmıştır. 1930'da
liberal ekonomik düşünceyi temsil etmek üzere Fethi
Okyar tarafından kurulan Cumhuriyetçi Serbest Fırka
da kısa sürede seri at yanlılan ile dolduğu için
bizzat Fethi Okyar
tarafından kapatılmıştır. Demek ki, Atatürk
döneminde reformlann gerçekleştirilmesine öncelik
verilmiş, fakat demokrasiye geçiş Atatürk'ün uzun
vadeli hedefi olarak açıklığa kavuşmuştur.
I. Atatürk'ün Devletçilik Rejimi ve 1923-1950 Yıllarında Uygulanan
Ekonomi Politikaları
1.1. 1923-1933 Döneminde Uygulanan
Ekonomi Rejimi
Ekonomik kalkınma olmadan, tek başına bağımsızlığa
kavuşmanın bir fayda vermeyeceğinin bilincinde olan
Atatürk, daha Cumhuriyetin ilanından önce bu konuyu
çözmek gereğini duymuşuı. Nitekim, Lozan
müzakerelerinin kesintiye uğradığı bir dönemde, 17
Şubat - 4 Mart 1923 tarihinde iktisadi rejim ve
iktisat politikaları hakkında tavsiye kararları
almak üzere, kamu kesimini tüccarı, çiftçiyi ve
sanayicileri temsil eden 1135 delege ile 1. îzmir
İktisat Kongresini toplamıştı.0' Bu
kongrede delegeler özel teşebbüsün esas alınmasını
ve teşvik edilmesini tavsiye etmişlerdir. Atatürk,
bu tavsiyeler uyarınca Cumhuriyetin kuruluşuyla
birlikte "liberal" bir ekonomik rejim uygulamaya
başlamış, 1927 özel sınai girişimleri teşvik için
"Teşviki Sanayi Kanunu"nu çıkartmıştır
Atatürk, İzmir İktisat Kongresi tavsiye kararları
çerçevesinde ekonomiye faydalı olabilecek özel
sermayenin girmesine ilke olarak müsaade edileceğini
belirtmiştir. Fakat, o dönemde gelişmiş ülkelerden
gelişen ülkelere yönelen özel sermaye akımı esasen
dünyada sözkonusu değildi. Bu nedenle Türkiye'ye de
herhangi bir özel yabancı sermaye girişi olmamıştır
Osmanlı döneminde gelen özel yabancı sermayeye ise
kapitülasyon denen ve milli egemenlikle bağdaşmayan
imtiyazlar verilmişti. Atatürk ilke olarak
bunlardan ulaşım ve askeri yahut stratejik alanda
olanlan, bedeli ö-denmek suretiyle millileştirme
(devletleştirme) yoluna gitme kararı almış,
diğerlerinin ise kapitülasyonlardan arınmış olmak
şartıyle faaliyetlerini sürdürmelerine izin
vermiştir. Fakat, mali imkansızlıklar dolayısıyla
Atatürk döneminde millileştirme çok sınırlı kalmış,
millileştirme daha sonra ismet İnönü döneminde hız
landınlmıştır
Yine, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Osmanlı
devletinden k'alan Düyunu Umumiye (Genel Borç)
ödemeleri yapılmıştır. Lozan Anlaşması gereğince
Türk hükümeti 5 yıl için ve 1929 yılına kadar yeni
gümrük vergisi ihdas etmek hakkına sahip olamamıştı.
O yıllarda 19l6'da çıkartılan spesifik nitelikli
gümrük vergileri geçerli idi. Bu vergiler ise o
günkü fiyatlar karşısında çok düşüktü.ö>
Tarım sektörünün aşann kaldırılması suretiyle teşvik
edilmesi öngörülmüştür.
Fakat "liberal" ekonomik rejim diyebileceğimiz bu
rejim ve politikalarla Türkiye'nin yeterli hızla
sanayileşmesini ve kalkınmasını sağlayamadığı
kanaatine varılmıştır. Türkiye'nin o yıllarda niçin
kalkınma hızının daha yüksek olmadığını başlıca
aşağıdaki noktalarda toplayabiliriz.
Herşeyden önce Türkiye'de o yıllarda özel teşebbüs
ve özel tasarruf çok azdı. Türkler daha çok
askerlik, memurluk ve bunun dışında çiftçilikle
meşguldüler. Ticaret ise azınlıkların ve
levantenlerin elindeydi. Bunlann dahi sanayie
aktaracak yeterli tasarruf ve teşebbüs birikimi
yoktu. Tanm ise ulaşım noksanı nedeniyle
piyasalardan kopuk, kapak ekonomi içinde bulunuyor
ve çok düşük teknoloji, altyapı ve sermaye ile
çalışıyordu. O halde, tarımda tasarrufun ve özel
teşebbüsün ortaya çıkması sözkonusu olamazdı. Kaldı
ki, 1929 yılına kadar Gümrük Vergisi koyma hakkının
olmaması yeni kurulacak sanayiin dış rekabetten
korunmasını imkansızlaştırıyordu.
Bu temel sorunlar yanında bu kez 1929 yılında Büyük
Dünya Buhranı başgöstermiş ve 1934 yılına kadar
süren buhran Türkiye ekonomisi üzerinde de dolaylı
derin menfi etkiler icra etmeye başlamıştı.
Aynı dönemde ABD'de Franklin Delano Roosevelt
1933-1939 yıllarında NeıoDeal ile işsizliğe ve
buhrana karşı devletin müdahalesine dayanan yeni bir
dizi poliüka getirmiştir. 1936 yılında Keynes
makroekonomik analizleri tamamen değiştiren
görüşlerini sunarak, buhrana karşı para ve
özellikle maliye politikaları önermişti, ingiltere
başta birçok Avrupa ülkesi Keynes' in görüşlerini
benimseyerek ekonomiye devletin makro düzeyde ve
para ve maliye politikaları ile müdahalesi suretiyle
buhrandan çıkabilmişlerdir.
Aynı dönemin ağır işsizlik şartlan alün-da Almanya
1933'de Adolf Hitler ile Nasyonal Sosyalizm'e (nazizm)
sürüklenmişti, italya'da ise Benito Mussolini, daha
önceki bir tarihte, 19İ9ua "faşizm" adını verdiği
hareket ile 1922-1927 döneminde diktatörlüğünü
pekiştirmişti. Kısa sürede faşist İtalya nazi
Nasyonal Sosyalist Almanya'nın uydusu durumuna
düşmüştü.
Atatürk kalkınma ve sanayileşmede Türkiye'nin
karşılaştığı zorlukları ve kalkınmanın
hızlandırılması gereğini gözönüne alarak 1933
yılından itibaren "devletçilik" rejimini uygulamaya
koymuştur. Önce 1933'de CHP parti programında yer
alan devletçilik ilkesi 1936 yılında yapılan tadil
ile Anayasa'ya geçirilmiştir. Atatürk devletçilik
rejimine karar vermeden önce ABD'deki, özel
teşebbüse dayanan liberal ekonomik rejimi,
Rusya'nın 1917 ihtilaliyle uyguladığı komünist
rejimi ve Hitler ve Musso-lini'nin uyguladığı
nasyonal sosyalist ve faşist rejimleri incelemiştir.
Yurtiçinde ise bir taraftan başını çekenlerin
Marksizmden esinlendiği, fakat retorik olarak
Kemalizme sosyalizm ile kapitalizm arası üçüncü bir
yol olarak bakmak isteyen "kadro hareketi"
oluşurken esas iki görüş hakim olmaya başlamıştı:
İsmet İnönü'nün liderliğini yaptığı ve bürokratlann
oluşturduğu birinci grup ekonomik tedbir olarak
yoğun ve kalıcı devlet müdahaleleri ve devlet
denetimi istiyordu. Liderliğini Celal Bayar'ın
yaptığı ve daha çok işadamlarından, tüccar ve
sanayiciden oluşan ve eskiden "liberal" ve özel
teşebbüsü esas alan ikinci gnıp ise ekonomik krizden
çıkmak ve daha süratli kalkınma ve sanayileşme
sağlamak üzere devlet yatırımlarını geçici telakki
ediyor, demek ki "ılımlı" bir devletçilik tavsiye
ediyordu. Atatürk bu ikinci yolu seçmiş ve bunun
uygulanması için, İsmet İnönü'nün istifası üzerine
başbakanlığı Celal Bayar'a vermiştir.
1.2. Atatürk'ün Devletçiliğinin Başlıca İlkeleri
Atatürk'ün 1933'de açıkladığı devletçilik rejimi
aşağıdaki ilkeleri içeriyordu:
- Özel teşebbüs (ve özel teşebbüsün teşviki)
esastır. Ancak özel teşebbüsün ele alamadığı sektör
devlet yatırımlarıyla ele alınacak, böylece kalkınma
ve sanayileşme hızlandırıla-cakür.
-Devlet teşebbüsleri esas itibariyle sanayi sektörü
(imalat sanayii, enerji, madenler) için sözkonusu
olacaktır. Yine ulaştırma sektörü de büyük ölçüde
devlet tarafından ele alındığı gibi, madencilik ve
sanayi alanlarında devlet teşebbüslerini fınansal
bakımdan desteklemek üzere, devlet tarafından
bankalar da kurulmuştur.
Fakat, tarımda devlet üretimi olmayacaktı. Devletin
tarımda araştırma amacıyla kurduğu ve çiftçilere
teknoloji aktaracak üretim çiftlikleri, yine devlet
tarafından da yapılacak, sulama, köy yolu gibi
alt-yapı yatırımlan ayn-dır.
- Özel teşebbüs herhangi bir alanda yeterince
yetiştiği takdirde o sektör kamudan özel teşebbüse
devredilecektir.
Atatürk 1934'de iktisadi Devlet Teşebbüsleri
kanununu çıkarttığında bunların "basiretli tüccar"
gibi faaliyet göstermelerini önermiştir. Bu,
ÎDT'nde (bugünkü KİT'lerde) verimlilik ve kârlılık
amacının ön planda olması demekti.
Devletçilik rejimiyle birlikte 1. Sınai Kalkınma
Planı (1934-1938) yürürlüğe konmuş ve bu dönemde
ekonomi ÎDT'Ieri ile eskiye kıyasla daha yüksek bir
kalkınma ve sanayileşme hızına kavuşmuştur Bu
dönemde, ÎDT öncülüğüyle madencilik (demir-çelik,
kömür, bakır krom), dokuma, kağıt, cam sanayi ve
bunların yanında demiryollan, geliştirilmiş, uzun
vadeli yatırım olarak eğitime büyük önem
verilmiştir.1:9'
Gerek Atatürk döneminde gerek daha sonra ismet inönü
döneminde dış ticaret açığını düşük düzeyde tutmak
üzere yoğun kambiyo kontrolleri, 1931'den itibaren
ithal kotaları ve ayrıca takas ve kliringe
başvurulmak zorunda kalınmıştır.
1.3- 1938-1950 İsmet İnönü ve Devletçilik Uygulaması
Atatürk'ün ölümünü izleyerek 1938'de ismet inönü
Cumhurbaşkanı seçilmiş ve 1950 seçimlerine kadar
iktidarda kalmıştır. Ancak, Atatürk'ün ölümünü
izleyerek 1939'da 2. Dünya Savaşı başlamış
(1939-1945) ve savaşın ekonomik kalkınmamız
üzerinde ciddi menfi etkileri olmuştur, ismet inönü
kısmen savaşın etkileri dolayısıyla, fakat esas
itibariyle kendi felsefesi doğrultusunda yoğun bir
devletçilik rejimi uygulamıştır. Örneğin, bu arada
Teşviki Sanayi Kanununu 1942'de yürürlükten
kaldırmış, devler kontrol ve müdahalesi arttırılmış,
ormanlar devletleştirilmiştir, inönü toprak
reformu için de teşebbüste bulunmuş fakat bunu
gerçekleştirmekten 1950 seçimi öncesi
vazgeçilmiştir. Yine savaşın menfi etkileri
dolayısıyla 2. Sınai Kalkınma Planının
uygulanmasından zorunlu olarak vazgeçilmiştir
1938-1950 döneminde Türkiye ekonomisinde
kalkınmanın durduğu, aksine gerilediği, fiyat
artışlannın yani enflasyonun ise önemli ölçüde
arttığı görülür/11' Bu ciddi menfi
sonuçlar büyük ölçüde 2. Dünya Savaşının men fi
etkileriyle izah edilebilir. Ancak, bunda İnö-nünün
uyguladığı yoğun devletçilik rejiminin de bir payı
olduğu muhakkaktır.
2. Atatürk'ün Devletçilik Rejimi Işığı Altında Günümüze Kadarki
Gelişmelerin Kısa Bir Değerlendirmesi
2.1. '50'li Yıllardan 70'li Yıllara-. CHP, DP ve AP'nin Ekonomi
Felsefeleri
Birinci kısımda hatırlatma olarak verdiğimiz bilgi
şu hususu açık olarak ortaya sermektedir. Atatürk
devletçilik rejimine ılımlı ve esnek bir içerik
vermiştir. Atatürk'e göre özel teşebbüs esastır;
devlet ancak özel teşebbüsün ele alamadığı
sektörleri ele alacak ve o sektörde zamanla özel
teşebbüs yetiştiğinde o sektörü özel teşebbüse
devredecektir. Bu, aynı zamanda devletçilik için
dinamik bir yaklaşımdır. Demek ki, özel teşebbüsün
zamanla ve uzun bir dönemde gelişmesiyle birlikte
devlet yatırımlarının ve iDT'lerinin ekonomi
içindeki payı azalacaktır. Bir diğer ifade ile,
Atatürk devletçiliği bir "doktrin" olarak
görmemiştir; konuya akılcı ve pragmatik biçimde
yaklaşmıştır/12' Devletçilik kalkınmanın
ilk safhalarında başvurulacak bir rejimdir.
Bu görüş devletçilik rejiminin uygulanmasında
başbakanlık yapan Celal Bayar'ın ve dönemin
işadamlarının görüşlerine uygundur. Onlar da
devletçiliğe ılımlı bir yorum veriyor, o günkü
şartların bir gereği sayıyor ve geçici bir dönem
için geçerli olacağını kabul ediyorlardı.
Buna karşı ismet inönü ve o dönemin bürokratları
devletçiliğe katı bir yorum vermişlerdi. Onlara
göre devletçilik, devlet yatırımla-n ve bunun
yanında devlet müdahale ve denetimleri yoğun
biçimde uygulanmalıydı. Bunların ileride
azaltılması düşünülmemekteydi. Nitekim, inönü
1938-1950 yıllarında katı ve yoğun bir devletçilik
rejimi uygulamıştır, ismet inönü 1945'de çok partili
demokrasi rejimini kabul etmiş; 1945'de Demokrat
Parti (DP) kurulmuş, 1946'da tartışmalı bir genel
seçim yapılmıştır. Daha sonra 1950 seçimlerinde CHP
yenilgiye uğrayarak iktidarı Celal Bayar'ın
liderliğini yaptığı DP'ye bırakmıştır.
50'li yıllardan itibaren DP ve 60'lı yıllarda DP'yi
izleyen Adalet Partisi (AP) ile CHP arasında
iktisadi rejim açısından önemli bir farklılaşma
görüyoruz.
CHP kanaatimce doğrudan Atatürk'e değil, daha çok
ismet inönü ve o günün bürokratlarına atfedilebilen
bir yorumu "devletçilik" olarak benimsemiş ve bunun
Atatürk'ün benimsediği devletçilik rejimi olduğuna
inanmıştır. Atatürk'ün devletçiliği ile İnönü'nün
devletçiliği arasında ciddi farklar olduğunu görmek
istememiştir.
Buna karşı, DP ise özel teşebbüsün ve özel yabancı
sermayenin teşvikini ön plana almıştır/13'
Böylece de çok yalın yorum ve ifadelerle, CHP'nin
devletçilik rejimini benimsediği, DP ve daha sonra
AP'nin ise liberal ekonomik rejimi uyguladığı
söylenegelmiştir. Buna göre de zımnen DP ve AP'nin
ekonomik rejim açısından Atatürk'ün ilkelerinden
ayrıldığı, CHP'nin ise Atatürk'ün ilkelerini
izlediği kabul edilmiştir. Hatta, bu yorumlara bir
kısım DP'li ve AP'liler dahi inanmışlardır.
Kanaatimce bu gibi değerlendirmeler çok yanlıştır.
Aslında Atatürk'ün akılcı, pragmatik, esnek ve
ılımlı devletçilik anlayışı zamanla kuşkusuz farklı
yorumlara açılabilecekti. Fakat, gerçekte CHP
Atatürk'ten uzaklaşarak katı ve adeta doktriner
devletçiliği benimsemiş bulunuyordu. DP ise
Atatürk'ün özel teşebbüsün asıl kabul edilmesi,
özel teşebbüs yetiştiğinde devletin elindeki
sektörün veya sektörlerin özel sektöre devredilmesi
ilkesini daha o tarihte uygulamaya koymak
istemiştir. Yani, aslında ekonomik rejim bakımından
Atatürkten uzak değildir. Nitekim, iktidara
geldikten sonra DP bazı ÎDT'leri-ni özel sektöre
devretmeye (özelleştirmeye) teşebbüs etmiş, fakat
henüz yeterli özel tasarruf ve sermaye olmadığı
için bunu başaramamışın. Özel teşebbüsün teşviki,
1927 Teşviki Sanayi Kanunundan da anlaşılacağı gibi,
Atatürk'ün benimsediği, fakat İsmet inönü'nün soğuk
baktığı bir ilke idi.
DP'nin özel teşebbüsü, özel yabancı sermayeyi teşvik
etmesine, tarımda toprak reformunu bir yana
bırakarak yoğun bir tarım reformu uygulamasına
karşı CHP, 50'li ve 60'lı yıllarda ismet inönü'nün
katı devletçilik yorumu etkisi altında bu ilkelere
karşı çıkmıştır. Yine DP ve AP'nin NATO yanında o
dönemde AET ilişkilerine önem, öncelik ve ağırlık
vermesine karşın CHP ekonominin AET ilişkilerine
henüz hazır olmadığı mülahazasıyla soğuk bakmış
engellemese dahi en azından uzatmaya çalışmıştır/14'
CHP'nin bu görüşlerini Ata-türkle ilişkilendirmek
kanaatimce mümkün değildir.
DP döneminde ilginç bir gelişme ise liberal ekonomi
politikasının izlendiği bu yıllarda kamu üst ve alt
yapı yatınmlannm artırılmasıdır. Bu olay birçok
uzman tarafından DP'nin de aslında CHP gibi
"devletçi" olduğunu iddia etmelerine yol açmıştır.
Fakat bu çok yanlıştır. DP gerçekte gerek sanayide
gerek tarımda kalkınmanın hızlanması için devlet
yatırımlarının artırılması gereğini duymuştur. Bu,
kuşkusuz ismet inönü'nün ve o dönem CHP'nin katı
devletçilik anlayışına uymaz, fakat Atatürk'ün
ılımlı devletçilik anlayışına uyar. Başka bir ifade
ile, o dönemde yapılan devlet üst ve alt-ya-pı
yatırımları özel yatırımlara "rakip" (onların
yerine) değil, "onların tamamlayıcı"sıdır. Bu
yatırımlarla o dönemde özel teşebbüsün henüz ele
alamadığı alanlar ele alınarak kalkınma
hızlandırılmıştır Demek ki Atatürk'ün "devletçilik"
ilkesine uygun hareket edilmiştir. Bu yoldan da özel
teşebbüs yatırımları teşvik edilmiştir. Nitekim,
50'li yıllarda bu politikalar sayesinde özel
yatırımların da yükselmeye başladığını ve özel
yatırımların GSMH'ya oranının giderek arttığını
görüyoruz
1960'da askeri müdahale sonucu 1963'den itibaren
ekonomik rejim alanında Karma Ekonomi kavramı ve
planlama getirilmiş, anayasada ayrıca devletin
sosyal bir devlet olduğu kaydedilmiştir. Anayasada
planlama teşkilatınca karma ekorfomi kavramına
doktri-ner bir yomm verilmemiş, bir sektörü özel
teşebbüs veya kamu kesiminden hangisi etkin biçimde
alabiliyorsa onun alması ve kamu sektörünün
(KİT'lerin) verimli çalışması gerektiği
vurgulanmıştır. Gerçekte gelişen ve gelişmiş tüm
ekonomiler, hatta bugün ABD ekonomisi dahi "karma
ekonomi" niteliğindedir. Çünkü, özel sektör yanında
bir de kamu sektörü mevcuttur ve ekonomide devlet
yatınmlannı, devlet müdahalelerini ve denetimlerini
görmekte-yiz Mesele bu "karma"nın niteliği, devlet
yatırımı ve müdahalelerinin ne derece yoğun olduğu,
özel sektörün teşvik ilkesinin ne derece
gözetildiğidir. İlke olarak "karma ekonomi" ve
planlama Atatürk'ün devletçilik rejimiyle ve özel
teşebbüsün teşviki ilkesiyle de bağdaşır. Ne var ki,
CHP karma ekonomiye yoğun bir devletçilik ve özel
teşebbüsün teşvikinden ise kaçınmak yorumunu
getirmiştir. Sonuçta, iş adamlarımız dahi karma
ekonomiyi yoğun ve katı bir devletçilik ve özel
teşebbüse karşıt bir ekonomik rejim zannetmişlerdir.
60'lı yıllarda ilginç bir başka gelişme ismet
inönü'nün "ortanın solu" kavramını CHP için
benimsemesi olmuştur. Ortanın solu aslında yaklaşık
olarak bugünkü "merkez sol" terimine tekabül eder
ve ılımlı bir görüştür. Fakat, o dönemde Marksist
akımın etkileri, SSCB'nin süratle kalkındığı
yolundaki yanlış gözlem ve kanaatler sonucu
"ortanın solu" yorumu da yi- ne ılımlı değil,
radikal sola doğru kaydırılmış- tır. Böylece bir
taraftan katı bir devletçilik, di-ğer taraftan
"ortanın solu" terimi altında, radikal solun
etkisiyle CHP özel teşebbüse, özel yabancı
sermayeye, AET'ye, ABD'ye hatta NA-TO'ya dahi karşıt
bir konuma sürüklenmiştir. Bu durumda o dönemin
radikal sağ partileriyle, örneğin MSP ile CHP
arasında ekonomik rejim ve siyasi ilişkiler
açısından pek fark kalmamıştır. CHP'deki bu
gelişmeleri Atatürk'ün ekonomik ve siyasi görüşleri
olarak görmek mümkün değildir.
Burada ekonomik rejim ile ilgili çok önemli bir
hususu daha açıklığa kavuşturmak gerekir. DP ve
AP'mn "liberal" ekonomi rejimi, CHP'nin Atatürk'ten
uzaklaşarak benimsediği katı devletçilik rejimi
ekonomide özel teşebbüsün mü devletin mi kabul
edildiğini ifade için kullanılan terimlerdir. Yoksa
o dönemlerde gerek DP ve sonradan AP gerek CHP dış
ticarette yoğun korumacılık ilkesini
benimsemişlerdir Basit bir ifade ile, DP ve AP özel
sektörü dış rekabetten korumak suretiyle, CHP ise
kamu sektörünü (İDT'leri yahut bugünkü tanımıyla
KİT'leri) dış rekabetten korumak suretiyle
kalkınmayı hızlandıracaklarını düşünüyorlardı. O
halde, DP ve AP'nın "liberal" ekonomi rejimi
gerçekte, müdahaleleri ve korumacılığı asgaride
tutan bir liberal rejim değildi. Bu nedenle bu
rejimi bugünkü piyasa ekonomisi ve küreselleşme
kavramdan ile özleştirmek mümkün değildir. Ortak
tek bir unsur vardır: o da özel teşebbüsün ve özel
yabancı sermayenin teşvikidir. AP ve DP devlet
müdahalelerini de yine korumacılık dahi! özel
teşebbüsü, tarımı vb. teşvik maksadıyla uygulamış,
böylece müdahalecilik açısından da bugünkü piyasa
ekonomisine göre farklı ve yoğun bir "kumanda
ekonomisi" görünümü vermiştir. CHP ise müdahaleyi ve
denetimi özel sektörü sınırlandırmak amacına yönelik
kabul etmiştir.
2.2. 24 Ocak 1980'de Dışa Açılma ve 1983 'den Bu
Yana Piyasa Ekonomisi Uygulaması
70'li yılların hükümet koalisyonlarının uyguladığı
ve yoğun devletçiliğin ve özel teşebbüse, özel
yabancı sermaye akımına karşıt tutumun etkisi
altında aşırı müdahaleci ve mutlak korumacı ekonomi
politikalan enflasyon, dış ticaret açıkları büyüme
hızının kesilmesi gibi menfi sonuçlar yaratmış ve
Türkiye'yi krize sürüklemiştir. Bu durumda IMF'ye
başvurulması gerekli olmuştur. IMF tavsiyeleri
uyarınca 24 Ocak 1980'de kabul edilen istikrar
programında enflasyonun önlenmesi, bunun için
vergilerin artırılması, kamu harcamalarının
kısılması yanında ekonominin dışa açılması ve
mutlak korumacılıktan vazgeçilmesi öngörülmüştür
Buna göre, önce yüksek bir devalüasyonu izleyerek
ve sabit döviz kuru rejiminden vazgeçilmek suretiyle
esnek döviz kuru uygulamasına geçilmiştir. Bundan
böyle, Merkez Bankası döviz kurlannı günlük olarak
ayarlamıştır, istikrar programına göre, zamanla,
gerek ihracatta aşırı teşvikler gerek ithalatta
gümrük vergileri azaltılacak ve ithal yasaklan
kaldırılacaktır. 1980 programının en önemli
ilkelerinden biri bütçe açıklannı küçültmek üzere
kamu yatırımlarının azaltılması, buna karşın özel
teşebbüsün ve özel yabancı sermaye akımının ciddi
şekilde teşvik edilmesidir. Böylece mutlak
korumacılık yanında koyu ve katı devletçilik rejimi
ve piyasa mekanizmasına aşırı müdahaleler de
terkedilmiş oluyordu. Atatürk'ün devletçiliğe
verdiği esnek yorum ise aradan geçen yıllara rağmen
ayakta kalmıştır, çünkü bu son hususla bağdaşmayan
bir yanı yoktur.
1980 askeri müdahalesinden sonra ve 1983'de yeniden
demokrasiye geçildiğinde iktidara gelen ANAP ve
Turgut Özal 1980 politikalarına devam ederek
geliştirmiş, bunların doğal bir sonucu olarak yine o
dönem dünya konjonktürüne de ayak uydurarak "piyasa
ekonomisi"ne geçileceğini ifade etmiştir Bu
çerçevede ithal yasaklan kaldınlmış, gümrük
vergileri azaltılmış, ihracattaki sübvansiyonlar
sıfırlanmıştır. Türk Parasının Kıymetini Koruma
Kanunu kaldırılarak döviz işlemleri ser-bestleştirilmiştir.
Altın ve döviz akımı serbest-leştirilmiş, TL
konvertibl yapılmış, portföy yatırımına (malî fon
akımına) izin verilmiştir. Özel yabancı sermaye
girişi için çok köklü kolaylıklar sağlanmıştır.
Kamu yatırımlarının alt-yapıya inhisar etmesi ilkesi
getirilmiş, özelleştirme programı uygulamaya
konulmuştur/22' Turgut Özal'ı izleyen
iktidarlar da, merkez sol partileri içeren
koalisyonlar dahil, bugüne kadar bu politikaları
benimseyerek piyasa ekonomisi ve küreselleşme
yolunda adımlar atmışlardır.
Kuşkusuz piyasa ekonomisi ve küreselleşme günümüzün
yaygın bir olayıdır. Bu ilkeler ve ekonomik rejim
demokrasi ile birlikte komünist rejimin çökmesinden
sonra Rusya'da, Doğu Avrupa ülkelerinde, aym
zamanda gerek Latin Amerika gerek Uzak Doğu
Ülkelerinde uygulanmaya başlanmıştır. Son yıllarda
ise başarılı şekilde sona erdirilen Meksika
krizinden bir süre sonra Asya (Tayland, Ma lezya,
Endonezya, Güney Kore) krize girmiş, Japonya'da
büyüme önemli ölçüde bir yavaşlama göstermiş,
günümüzde ise Rusya ciddi bir krize düşmüştür.
Önümüzdeki yıllarda Rusya'da ekonomik ve siyasi
krizin derinleşmesinden, Latin Amerika ülkelerinin
de aynca yine dış açık ve borçlar yüzünden krize
sürüklenmelerinden korkulmaktadır. Şunun altını
çizmek istiyorum ki, bu krizler daha çok malî fon
akımı ve borsalarda kendini göstermekte, krize
düşen ülkelerin büyüme hızını mecburen
etkilemektedir. ABD ve AB ekonomileri ise sağlam
biçimde ayakta durmaktadırlar. Kuşkusuz ABD ve
AB'nin krize sürüklenen ülkelere yapacakları ihracat
ve dolayısıyla büyüme hızları çok az düşecektir.
Krizler piyasa ekonomisi ve küreselleşmeden değil,
bunlann yanlış ve eksik uygulanmasından, kapalı
müdahalecilikten, rekabetin ve şeffaflığın tesis
edilmemesinden ve son bir analizde yolsuzluklar,
popülizm ve bilinçsizlikten, kısaca eğitim
noksanından doğmaktadır. Bu nedenle kısa vadede kriz
dolayısıyla, Rusya'da olduğu gibi, bir kısım
ülkelerde ekonomide müdahaleciliğe bir dönüş olsa
dahi, uzun vadede dünya piyasa ekonomisi ve
küreselleşme yolunda belki daha yavaş ve daha
temkinli yürümeye devam edecektir.
Bugün Avrupa'da 3- yol olarak adlandırılan ve halen
iki istisna "ile iktidarları ele geçirmiş olan
merkez sol da esas itibariyle piyasa ekonomisini
kabul etmekte, fakat bunun yanında devletin sosyal
sorunları ele alarak çözmesini önermektedir.
Kısaca, merkez sol piyasa ekonomisini kabul
etmekte, ancak sosyal adaleti tesis edecek yönde
bazı müdahaleler yapmayı amaçlamaktadır.
2000 yılma doğru bu gelişmeler Atatürk döneminin
şartlarından çok uzaktadır. O halde, Atatürk bugün
sağ olsaydı somut olarak ne gibi ekonomi
politikaları uygulardı, bunu kesin bir ifade ile
saptamak mümkün değildir. Fakat, Atatürk'ün
devletçiliğe verdiği esnek ve dinamik yoruma
dayanarak kesin olarak şunları söyleyebiliriz.
Atatürk'ün devletçilik ve ekonomik rejim konusundaki
dinamik görüşü bugün gerek ılımlı bir merkez sağ
gerek ılımlı bir merkez sol görüşe açıktır, ikisi de
Atatürk ilkeleriyle çelişkili sayılamaz. Buna karşı,
radikal ekonomik rejimler, komünizm, nasyonal
sosyalizm ve şeriat devleti kesinlikle Atatürk'le
bağdaşamaz. Esasen dünyada bugün komünizm çok
gerilemiş bulunmaktadır. Çin "liberal" bir
"komünist" ülkedir. Kuzey Kore ve Küba ise "ortodoks"
komünizme bağlı, fakat can çekişen iki küçük
ülkedir; Vietnam ABD ile ılımlı ilişkilere girmek
çabasındadır. Atatürk'ün dinamik devletçilik
anlayışı piyasa ekonomisi ve küreselleşmeyle de
çelişkili değildir. Çelişki katı devletçilik yorumu
için geçerlidir.
Sonuç olarak, Türkiye'de ılımlı merkez sol da,
ılımlı merkez sağ da ekonomi rejimi açısından
Atatürk ilkeleri çerçevesi içindedir. Katı ekonomik
sol veya katı bir devletçilik ise bu anlayışın
dışındadır. Bu Husus kuşkusuz, komünizm, nasyonel
sosyalizm ve şeriat devleti için de geçerlidir.
O halde, merkez sağ partiler de ekonomi alanında
Atatürk'e bağlı olabileceklerini kabul
etmelidirler. Ekonomik solu Atatürkçü, ekonomik sağı
Atatürk karşıtı görmek yanlıştır. Ancak, gerek
merkez sağın, gerek merkez solun Atatürk ilkeleri
konusunda çok büyük bir hatası vardır. Merkez sağ
dine saygılı olmak ilkesinden hareket etmekle
beraber Cumhuriyete, laiklik ilkesine ve
demokrasiye karşı olan şeriat devleti taraflılarını
teşvik etmiştir. Merkez sol partiler ise laiklik
konusunda daha hassas olmakla beraber bu kez samimi
olarak dinine inanan fakat şeriat devleti yanlısı
olmayan halka uzak kalmışlardır. Merkez sağ partiler
ve bu grubu yanına alırken maalesef şeriat devleti
yanlılarım da teşvik etmiş, kuvvetlendirmiş ve
cesaretlendirmişlerdir.
Yine merkez sağ ve merkez sol, tüm partiler için
yolsuzluklar, rüşvet ve ehliyetsizlik Atatürk
ilkeleri ile de telif edilemeyecek bir başka önemli
yanlıştır. Bu yanlışta ısrar edilmesi seçmenleri
Atatürk düşmanı radikal akımlara ve partilere
kaydırmaktadır.
|