Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Atatürk ve Ekonomik Rejim Devletçilikten Günümüzde Piyasa Ekonomisine 

Prof. Dr. Mükerrem Hiç 

Giriş 

Bu yazıda Atatürk'ün uyguladığı ekono­mik rejim ve ekonomi politikalarını ele almak istiyorum. Yazımın 1. kısmında Atatürk'ün uy­guladığı ekonomik rejim ve ekonomi politika­sı, önce 1923-1933'de uygulanan "liberal rejim" ve daha sonra, 1933-1938'de uygulanan devlet­çilik rejimi, Atatürk'ün devletçilikle ilgili olarak kabul ettiği esnek, akılcı, pragmatik ve dina­mik esaslar hatırlatılacaktır. Bunu izleyerek 1938-1950 döneminde İsmet İnönü tarafından uygulanan ve daha katı ve yoğun bir nitelik gösteren "devletçilik" rejimi kısaca anlatılacak­tır.

Yazımızın ikinci kısmında 1950'den gü­nümüze kadarki gelişmeler, Atatürk'ün devlet­çilik anlayışı ve yorumu muvacehesinde de­ğerlendirilecektir. Önce 1950-1960 döneminde DP tarafından uygulanan "liberal" ekonomik rejim ve bu dönemde CHP'nin benimsediği "devletçilik" anlayışı kısaca eleştirilecektir. Da­ha sonra, 1962 Anayasası ile getirilen karma ekonomi ve planlı kalkınma,1963-1980 boyun­ca AP tarafından benimsenen ve uygulanan "li­beral" ekonomi rejimi, bu dönemde CHP'nin benimsediği devletçilik anlayışı ve "ortanın so­lu" ilkesi Atatürk'ün devletçilik ile ilgili olarak kabul ettiği ilkeler açısından değerlendirile­cektir. 

Bunu izleyerek 24 Ocak 1980 ve dışa açılma ile 1983'den itibaren "piyasa ekonomi­sine yönelme, küreselleşme ve buna karşı dünyadaki ve bizdeki merkez sol partilerin be­nimsediği ılımlı yaklaşımlar ele alınacaktır. Av­rupa'da bugün merkez solun piyasa ekonomi­sini sosyal hedeflerle bağdaştıran bu tutumu "3.yol" olarak adlandırılmaktadır. 

Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti'nin ku­rucusu Atatürk ekonomik rejim ve devletçilik­ten daha önemlisi, cumhuriyeti ve laiklik ilke­sini getirmiş, hilafeti kaldırmış, buna uygun ge­rekli Anayasa değişikliği ve hukuki düzenle­meler yapmıştır. Eğitimin yaygınlaşması için harf inkılabını yapmış ve eğitime, milli eğitim bakanlığına en büyük önemi vermiştir. Yine Atatürk'ün en önemli ilkelerinden biri "üniter devlet"tir. Atatürk "misakı milli", "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkelerini ortaya atarak bunlara sadık kalmıştır. Bağımsızlık savaşını Batı ülke­lerine ve bu ülkelerin desteklediği Yunanis­tan'a karşı vermekle beraber zihniyet, teknolo­ji, hukuk düzeni vb. açılardan batı ülkelerini ve "muasır medeniyetler"i hedef almıştır 

Tüm bu inkılaplarında en büyük engeli şeriat yanlılan oluşturmuştur. Atatürk Cumhu­riyetin bu ilk kuruluş yıllannda ikinci bir parti­ye izin vermeyi ve çok partili demokratik reji­me geçmeyi denemişse de bu nedenle bu kez reformlar tehlikeye düşmüştür. Nitekim, 1924'de kurulan Terakkiperver Fırka 1925 Şeyh Said isyanını müteakip kapatılmıştır. 1930'da liberal ekonomik düşünceyi temsil et­mek üzere Fethi Okyar tarafından kurulan Cumhuriyetçi Serbest Fırka da kısa sürede seri at yanlılan ile dolduğu için bizzat Fethi Okyar tarafından kapatılmıştır. Demek ki, Atatürk dö­neminde reformlann gerçekleştirilmesine ön­celik verilmiş, fakat demokrasiye geçiş Ata­türk'ün uzun vadeli hedefi olarak açıklığa ka­vuşmuştur. 

I. Atatürk'ün Devletçilik Rejimi ve 1923-1950 Yıllarında Uygulanan Ekonomi Politikaları 

1.1. 1923-1933 Döneminde Uygulanan Ekonomi Rejimi 

Ekonomik kalkınma olmadan, tek başı­na bağımsızlığa kavuşmanın bir fayda verme­yeceğinin bilincinde olan Atatürk, daha Cum­huriyetin ilanından önce bu konuyu çözmek gereğini duymuşuı. Nitekim, Lozan müzakere­lerinin kesintiye uğradığı bir dönemde, 17 Şu­bat - 4 Mart 1923 tarihinde iktisadi rejim ve ik­tisat politikaları hakkında tavsiye kararları al­mak üzere, kamu kesimini tüccarı, çiftçiyi ve sanayicileri temsil eden 1135 delege ile 1. îzmir İktisat Kongresini toplamıştı.0' Bu kongrede delegeler özel teşebbüsün esas alınmasını ve teşvik edilmesini tavsiye etmişlerdir. Atatürk, bu tavsiyeler uyarınca Cumhuriyetin kurulu­şuyla birlikte "liberal" bir ekonomik rejim uy­gulamaya başlamış, 1927 özel sınai girişimleri teşvik için "Teşviki Sanayi Kanunu"nu çıkart­mıştır 

Atatürk, İzmir İktisat Kongresi tavsiye kararları çerçevesinde ekonomiye faydalı ola­bilecek özel sermayenin girmesine ilke olarak müsaade edileceğini belirtmiştir. Fakat, o dö­nemde gelişmiş ülkelerden gelişen ülkelere yönelen özel sermaye akımı esasen dünyada sözkonusu değildi. Bu nedenle Türkiye'ye de herhangi bir özel yabancı sermaye girişi olma­mıştır 

Osmanlı döneminde gelen özel yabancı sermayeye ise kapitülasyon denen ve milli egemenlikle bağdaşmayan imtiyazlar verilmiş­ti. Atatürk ilke olarak bunlardan ulaşım ve askeri yahut stratejik alanda olanlan, bedeli ö-denmek suretiyle millileştirme (devletleştirme) yoluna gitme kararı almış, diğerlerinin ise ka­pitülasyonlardan arınmış olmak şartıyle faali­yetlerini sürdürmelerine izin vermiştir. Fakat, mali imkansızlıklar dolayısıyla Atatürk döne­minde millileştirme çok sınırlı kalmış, millileş­tirme daha sonra ismet İnönü döneminde hız landınlmıştır 

Yine, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlik­te Osmanlı devletinden k'alan Düyunu Umu­miye (Genel Borç) ödemeleri yapılmıştır. Lo­zan Anlaşması gereğince Türk hükümeti 5 yıl için ve 1929 yılına kadar yeni gümrük vergisi ihdas etmek hakkına sahip olamamıştı. O yıl­larda 19l6'da çıkartılan spesifik nitelikli güm­rük vergileri geçerli idi. Bu vergiler ise o gün­kü fiyatlar karşısında çok düşüktü.ö>

Tarım sektörünün aşann kaldırılması suretiyle teşvik edilmesi öngörülmüştür. 

Fakat "liberal" ekonomik rejim diyebile­ceğimiz bu rejim ve politikalarla Türkiye'nin yeterli hızla sanayileşmesini ve kalkınmasını sağlayamadığı kanaatine varılmıştır. Türki­ye'nin o yıllarda niçin kalkınma hızının daha yüksek olmadığını başlıca aşağıdaki noktalar­da toplayabiliriz. 

Herşeyden önce Türkiye'de o yıllarda özel teşebbüs ve özel tasarruf çok azdı. Türk­ler daha çok askerlik, memurluk ve bunun dı­şında çiftçilikle meşguldüler. Ticaret ise azın­lıkların ve levantenlerin elindeydi. Bunlann dahi sanayie aktaracak yeterli tasarruf ve te­şebbüs birikimi yoktu. Tanm ise ulaşım noksa­nı nedeniyle piyasalardan kopuk, kapak eko­nomi içinde bulunuyor ve çok düşük teknolo­ji, altyapı ve sermaye ile çalışıyordu. O halde, tarımda tasarrufun ve özel teşebbüsün ortaya çıkması sözkonusu olamazdı. Kaldı ki, 1929 yılına kadar Gümrük Vergisi koyma hakkının ol­maması yeni kurulacak sanayiin dış rekabetten korunmasını imkansızlaştırıyordu.

Bu temel sorunlar yanında bu kez 1929 yılında Büyük Dünya Buhranı başgöstermiş ve 1934 yılına kadar süren buhran Türkiye eko­nomisi üzerinde de dolaylı derin menfi etkiler icra etmeye başlamıştı.

Aynı dönemde ABD'de Franklin Delano Roosevelt 1933-1939 yıllarında NeıoDeal ile iş­sizliğe ve buhrana karşı devletin müdahalesine dayanan yeni bir dizi poliüka getirmiştir. 1936 yılında Keynes makroekonomik analizleri ta­mamen değiştiren görüşlerini sunarak, buhra­na karşı para ve özellikle maliye politikaları önermişti, ingiltere başta birçok Avrupa ülkesi Keynes' in görüşlerini benimseyerek ekonomi­ye devletin makro düzeyde ve para ve maliye politikaları ile müdahalesi suretiyle buhrandan çıkabilmişlerdir. 

Aynı dönemin ağır işsizlik şartlan alün-da Almanya 1933'de Adolf Hitler ile Nasyonal Sosyalizm'e (nazizm) sürüklenmişti, italya'da ise Benito Mussolini, daha önceki bir tarihte, 19İ9ua "faşizm" adını verdiği hareket ile 1922-1927 döneminde diktatörlüğünü pekiştirmişti. Kısa sürede faşist İtalya nazi Nasyonal Sosyalist Almanya'nın uydusu durumuna düşmüştü. 

Atatürk kalkınma ve sanayileşmede Türkiye'nin karşılaştığı zorlukları ve kalkınma­nın hızlandırılması gereğini gözönüne alarak 1933 yılından itibaren "devletçilik" rejimini uy­gulamaya koymuştur. Önce 1933'de CHP parti programında yer alan devletçilik ilkesi 1936 yı­lında yapılan tadil ile Anayasa'ya geçirilmiştir. Atatürk devletçilik rejimine karar vermeden önce ABD'deki, özel teşebbüse dayanan libe­ral ekonomik rejimi, Rusya'nın 1917 ihtilaliyle uyguladığı komünist rejimi ve Hitler ve Musso-lini'nin uyguladığı nasyonal sosyalist ve faşist rejimleri incelemiştir. 

Yurtiçinde ise bir taraftan başını çeken­lerin Marksizmden esinlendiği, fakat retorik olarak Kemalizme sosyalizm ile kapitalizm arası üçüncü bir yol olarak bakmak isteyen "kad­ro hareketi" oluşurken esas iki görüş hakim ol­maya başlamıştı: İsmet İnönü'nün liderliğini yaptığı ve bürokratlann oluşturduğu birinci grup ekonomik tedbir olarak yoğun ve kalıcı devlet müdahaleleri ve devlet denetimi istiyor­du. Liderliğini Celal Bayar'ın yaptığı ve daha çok işadamlarından, tüccar ve sanayiciden olu­şan ve eskiden "liberal" ve özel teşebbüsü esas alan ikinci gnıp ise ekonomik krizden çıkmak ve daha süratli kalkınma ve sanayileşme sağla­mak üzere devlet yatırımlarını geçici telakki ediyor, demek ki "ılımlı" bir devletçilik tavsiye ediyordu. Atatürk bu ikinci yolu seçmiş ve bu­nun uygulanması için, İsmet İnönü'nün istifası üzerine başbakanlığı Celal Bayar'a vermiştir. 

1.2. Atatürk'ün Devletçiliğinin Başlıca İlkeleri 

Atatürk'ün 1933'de açıkladığı devletçilik rejimi aşağıdaki ilkeleri içeriyordu:

- Özel teşebbüs (ve özel teşebbüsün teş­viki) esastır. Ancak özel teşebbüsün ele alama­dığı sektör devlet yatırımlarıyla ele alınacak, böylece kalkınma ve sanayileşme hızlandırıla-cakür.

-Devlet teşebbüsleri esas itibariyle sa­nayi sektörü (imalat sanayii, enerji, madenler) için sözkonusu olacaktır. Yine ulaştırma sektö­rü de büyük ölçüde devlet tarafından ele alın­dığı gibi, madencilik ve sanayi alanlarında devlet teşebbüslerini fınansal bakımdan des­teklemek üzere, devlet tarafından bankalar da kurulmuştur.

Fakat, tarımda devlet üretimi olmaya­caktı. Devletin tarımda araştırma amacıyla kur­duğu ve çiftçilere teknoloji aktaracak üretim çiftlikleri, yine devlet tarafından da yapılacak, sulama, köy yolu gibi alt-yapı yatırımlan ayn-dır. 

- Özel teşebbüs herhangi bir alanda ye­terince yetiştiği takdirde o sektör kamudan özel teşebbüse devredilecektir.

Atatürk 1934'de iktisadi Devlet Teşeb­büsleri kanununu çıkarttığında bunların "basi­retli tüccar" gibi faaliyet göstermelerini öner­miştir. Bu, ÎDT'nde (bugünkü KİT'lerde) ve­rimlilik ve kârlılık amacının ön planda olması demekti.

Devletçilik rejimiyle birlikte 1. Sınai Kal­kınma Planı (1934-1938) yürürlüğe konmuş ve bu dönemde ekonomi ÎDT'Ieri ile eskiye kıyas­la daha yüksek bir kalkınma ve sanayileşme hızına kavuşmuştur Bu dönemde, ÎDT ön­cülüğüyle madencilik (demir-çelik, kömür, ba­kır krom), dokuma, kağıt, cam sanayi ve bun­ların yanında demiryollan, geliştirilmiş, uzun vadeli yatırım olarak eğitime büyük önem ve­rilmiştir.1:9'

Gerek Atatürk döneminde gerek daha sonra ismet inönü döneminde dış ticaret açığı­nı düşük düzeyde tutmak üzere yoğun kambi­yo kontrolleri, 1931'den itibaren ithal kotaları ve ayrıca takas ve kliringe başvurulmak zorun­da kalınmıştır. 

1.3- 1938-1950 İsmet İnönü ve Devletçilik Uygulaması 

Atatürk'ün ölümünü izleyerek 1938'de ismet inönü Cumhurbaşkanı seçilmiş ve 1950 seçimlerine kadar iktidarda kalmıştır. Ancak, Atatürk'ün ölümünü izleyerek 1939'da 2. Dün­ya Savaşı başlamış (1939-1945) ve savaşın eko­nomik kalkınmamız üzerinde ciddi menfi etki­leri olmuştur, ismet inönü kısmen savaşın etki­leri dolayısıyla, fakat esas itibariyle kendi felse­fesi doğrultusunda yoğun bir devletçilik rejimi uygulamıştır. Örneğin, bu arada Teşviki Sana­yi Kanununu 1942'de yürürlükten kaldırmış, devler kontrol ve müdahalesi arttırılmış, or­manlar devletleştirilmiştir, inönü toprak refor­mu için de teşebbüste bulunmuş fakat bunu gerçekleştirmekten 1950 seçimi öncesi vazge­çilmiştir. Yine savaşın menfi etkileri dolayısıyla 2. Sınai Kalkınma Planının uygulanmasın­dan zorunlu olarak vazgeçilmiştir

1938-1950 döneminde Türkiye ekono­misinde kalkınmanın durduğu, aksine geriledi­ği, fiyat artışlannın yani enflasyonun ise önem­li ölçüde arttığı görülür/11' Bu ciddi menfi so­nuçlar büyük ölçüde 2. Dünya Savaşının men fi etkileriyle izah edilebilir. Ancak, bunda İnö-nünün uyguladığı yoğun devletçilik rejiminin de bir payı olduğu muhakkaktır. 

2. Atatürk'ün Devletçilik Rejimi Işığı Altında Günümüze Kadarki Gelişmelerin Kısa Bir Değerlendirmesi 

2.1. '50'li Yıllardan 70'li Yıllara-. CHP, DP ve AP'nin Ekonomi Felsefeleri 

Birinci kısımda hatırlatma olarak verdi­ğimiz bilgi şu hususu açık olarak ortaya ser­mektedir. Atatürk devletçilik rejimine ılımlı ve esnek bir içerik vermiştir. Atatürk'e göre özel teşebbüs esastır; devlet ancak özel teşebbüsün ele alamadığı sektörleri ele alacak ve o sektör­de zamanla özel teşebbüs yetiştiğinde o sektö­rü özel teşebbüse devredecektir. Bu, aynı za­manda devletçilik için dinamik bir yaklaşımdır. Demek ki, özel teşebbüsün zamanla ve uzun bir dönemde gelişmesiyle birlikte devlet yatı­rımlarının ve iDT'lerinin ekonomi içindeki pa­yı azalacaktır. Bir diğer ifade ile, Atatürk dev­letçiliği bir "doktrin" olarak görmemiştir; konu­ya akılcı ve pragmatik biçimde yaklaşmıştır/12' Devletçilik kalkınmanın ilk safhalarında baş­vurulacak bir rejimdir. 

Bu görüş devletçilik rejiminin uygulan­masında başbakanlık yapan Celal Bayar'ın ve dönemin işadamlarının görüşlerine uygundur. Onlar da devletçiliğe ılımlı bir yorum veriyor, o günkü şartların bir gereği sayıyor ve geçici bir dönem için geçerli olacağını kabul ediyorlardı. 

Buna karşı ismet inönü ve o dönemin bürokratları devletçiliğe katı bir yorum vermiş­lerdi. Onlara göre devletçilik, devlet yatırımla-n ve bunun yanında devlet müdahale ve dene­timleri yoğun biçimde uygulanmalıydı. Bunla­rın ileride azaltılması düşünülmemekteydi. Ni­tekim, inönü 1938-1950 yıllarında katı ve yo­ğun bir devletçilik rejimi uygulamıştır, ismet inönü 1945'de çok partili demokrasi rejimini kabul etmiş; 1945'de Demokrat Parti (DP) ku­rulmuş, 1946'da tartışmalı bir genel seçim ya­pılmıştır. Daha sonra 1950 seçimlerinde CHP yenilgiye uğrayarak iktidarı Celal Bayar'ın li­derliğini yaptığı DP'ye bırakmıştır. 

50'li yıllardan itibaren DP ve 60'lı yıllar­da DP'yi izleyen Adalet Partisi (AP) ile CHP arasında iktisadi rejim açısından önemli bir farklılaşma görüyoruz. 

CHP kanaatimce doğrudan Atatürk'e değil, daha çok ismet inönü ve o günün bü­rokratlarına atfedilebilen bir yorumu "devletçi­lik" olarak benimsemiş ve bunun Atatürk'ün benimsediği devletçilik rejimi olduğuna inan­mıştır. Atatürk'ün devletçiliği ile İnönü'nün devletçiliği arasında ciddi farklar olduğunu görmek istememiştir.

Buna karşı, DP ise özel teşebbüsün ve özel yabancı sermayenin teşvikini ön plana al­mıştır/13' Böylece de çok yalın yorum ve ifade­lerle, CHP'nin devletçilik rejimini benimsediği, DP ve daha sonra AP'nin ise liberal ekonomik rejimi uyguladığı söylenegelmiştir. Buna göre de zımnen DP ve AP'nin ekonomik rejim açı­sından Atatürk'ün ilkelerinden ayrıldığı, CHP'nin ise Atatürk'ün ilkelerini izlediği kabul edilmiştir. Hatta, bu yorumlara bir kısım DP'li ve AP'liler dahi inanmışlardır. Kanaatimce bu gibi değerlendirmeler çok yanlıştır. Aslında Atatürk'ün akılcı, pragmatik, esnek ve ılımlı devletçilik anlayışı zamanla kuşkusuz farklı yorumlara açılabilecekti. Fakat, gerçekte CHP Atatürk'ten uzaklaşarak katı ve adeta doktriner devletçiliği benimsemiş bulunuyordu. DP ise Atatürk'ün özel teşebbüsün asıl kabul edilme­si, özel teşebbüs yetiştiğinde devletin elindeki sektörün veya sektörlerin özel sektöre devre­dilmesi ilkesini daha o tarihte uygulamaya koymak istemiştir. Yani, aslında ekonomik re­jim bakımından Atatürkten uzak değildir. Nite­kim, iktidara geldikten sonra DP bazı ÎDT'leri-ni özel sektöre devretmeye (özelleştirmeye) teşebbüs etmiş, fakat henüz yeterli özel tasar­ruf ve sermaye olmadığı için bunu başarama­mışın. Özel teşebbüsün teşviki, 1927 Teşviki Sanayi Kanunundan da anlaşılacağı gibi, Ata­türk'ün benimsediği, fakat İsmet inönü'nün soğuk baktığı bir ilke idi.

DP'nin özel teşebbüsü, özel yabancı sermayeyi teşvik etmesine, tarımda toprak re­formunu bir yana bırakarak yoğun bir tarım re­formu uygulamasına karşı CHP, 50'li ve 60'lı yıllarda ismet inönü'nün katı devletçilik yoru­mu etkisi altında bu ilkelere karşı çıkmıştır. Yi­ne DP ve AP'nin NATO yanında o dönemde AET ilişkilerine önem, öncelik ve ağırlık ver­mesine karşın CHP ekonominin AET ilişkileri­ne henüz hazır olmadığı mülahazasıyla soğuk bakmış engellemese dahi en azından uzatma­ya çalışmıştır/14' CHP'nin bu görüşlerini Ata-türkle ilişkilendirmek kanaatimce mümkün değildir. 

DP döneminde ilginç bir gelişme ise li­beral ekonomi politikasının izlendiği bu yıllar­da kamu üst ve alt yapı yatınmlannm artırılma­sıdır. Bu olay birçok uzman tarafından DP'nin de aslında CHP gibi "devletçi" olduğunu iddia etmelerine yol açmıştır. Fakat bu çok yanlıştır. DP gerçekte gerek sanayide gerek tarımda kal­kınmanın hızlanması için devlet yatırımlarının artırılması gereğini duymuştur. Bu, kuşkusuz ismet inönü'nün ve o dönem CHP'nin katı devletçilik anlayışına uymaz, fakat Atatürk'ün ılımlı devletçilik anlayışına uyar. Başka bir ifa­de ile, o dönemde yapılan devlet üst ve alt-ya-pı yatırımları özel yatırımlara "rakip" (onların yerine) değil, "onların tamamlayıcı"sıdır. Bu yatırımlarla o dönemde özel teşebbüsün he­nüz ele alamadığı alanlar ele alınarak kalkınma hızlandırılmıştır Demek ki Atatürk'ün "dev­letçilik" ilkesine uygun hareket edilmiştir. Bu yoldan da özel teşebbüs yatırımları teşvik edil­miştir. Nitekim, 50'li yıllarda bu politikalar sa­yesinde özel yatırımların da yükselmeye başla­dığını ve özel yatırımların GSMH'ya oranının giderek arttığını görüyoruz 

1960'da askeri müdahale sonucu 1963'den itibaren ekonomik rejim alanında Karma Ekonomi kavramı ve planlama getiril­miş, anayasada ayrıca devletin sosyal bir dev­let olduğu kaydedilmiştir. Anayasada planlama teşkilatınca karma ekorfomi kavramına doktri-ner bir yomm verilmemiş, bir sektörü özel te­şebbüs veya kamu kesiminden hangisi etkin biçimde alabiliyorsa onun alması ve kamu sek­törünün (KİT'lerin) verimli çalışması gerektiği vurgulanmıştır. Gerçekte gelişen ve gelişmiş tüm ekonomiler, hatta bugün ABD ekonomisi dahi "karma ekonomi" niteliğindedir. Çünkü, özel sektör yanında bir de kamu sektörü mev­cuttur ve ekonomide devlet yatınmlannı, dev­let müdahalelerini ve denetimlerini görmekte-yiz Mesele bu "karma"nın niteliği, devlet yatırımı ve müdahalelerinin ne derece yoğun olduğu, özel sektörün teşvik ilkesinin ne dere­ce gözetildiğidir. İlke olarak "karma ekonomi" ve planlama Atatürk'ün devletçilik rejimiyle ve özel teşebbüsün teşviki ilkesiyle de bağdaşır. Ne var ki, CHP karma ekonomiye yoğun bir devletçilik ve özel teşebbüsün teşvikinden ise kaçınmak yorumunu getirmiştir. Sonuçta, iş adamlarımız dahi karma ekonomiyi yoğun ve katı bir devletçilik ve özel teşebbüse karşıt bir ekonomik rejim zannetmişlerdir.

60'lı yıllarda ilginç bir başka gelişme is­met inönü'nün "ortanın solu" kavramını CHP için benimsemesi olmuştur. Ortanın solu aslın­da yaklaşık olarak bugünkü "merkez sol" teri­mine tekabül eder ve ılımlı bir görüştür. Fakat,  o dönemde Marksist akımın etkileri, SSCB'nin  süratle kalkındığı yolundaki yanlış gözlem ve   kanaatler sonucu "ortanın solu" yorumu da yi- ne ılımlı değil, radikal sola doğru kaydırılmış- tır. Böylece bir taraftan katı bir devletçilik, di-ğer taraftan "ortanın solu" terimi altında, radikal solun etkisiyle CHP özel teşebbüse, özel yabancı sermayeye, AET'ye, ABD'ye hatta NA-TO'ya dahi karşıt bir konuma sürüklenmiştir. Bu durumda o dönemin radikal sağ partileriy­le, örneğin MSP ile CHP arasında ekonomik re­jim ve siyasi ilişkiler açısından pek fark kalma­mıştır. CHP'deki bu gelişmeleri Atatürk'ün ekonomik ve siyasi görüşleri olarak görmek mümkün değildir. 

Burada ekonomik rejim ile ilgili çok önemli bir hususu daha açıklığa kavuşturmak gerekir. DP ve AP'mn "liberal" ekonomi rejimi, CHP'nin Atatürk'ten uzaklaşarak benimsediği katı devletçilik rejimi ekonomide özel teşeb­büsün mü devletin mi kabul edildiğini ifade için kullanılan terimlerdir. Yoksa o dönemler­de gerek DP ve sonradan AP gerek CHP dış ti­carette yoğun korumacılık ilkesini benimse­mişlerdir Basit bir ifade ile, DP ve AP özel sektörü dış rekabetten korumak suretiyle, CHP ise kamu sektörünü (İDT'leri yahut bugünkü tanımıyla KİT'leri) dış rekabetten korumak su­retiyle kalkınmayı hızlandıracaklarını düşünü­yorlardı. O halde, DP ve AP'nın "liberal" eko­nomi rejimi gerçekte, müdahaleleri ve koru­macılığı asgaride tutan bir liberal rejim değildi. Bu nedenle bu rejimi bugünkü piyasa ekono­misi ve küreselleşme kavramdan ile özleştir­mek mümkün değildir. Ortak tek bir unsur var­dır: o da özel teşebbüsün ve özel yabancı ser­mayenin teşvikidir. AP ve DP devlet müdaha­lelerini de yine korumacılık dahi! özel teşeb­büsü, tarımı vb. teşvik maksadıyla uygulamış, böylece müdahalecilik açısından da bugünkü piyasa ekonomisine göre farklı ve yoğun bir "kumanda ekonomisi" görünümü vermiştir. CHP ise müdahaleyi ve denetimi özel sektörü sınırlandırmak amacına yönelik kabul etmiştir. 

2.2. 24 Ocak 1980'de Dışa Açılma ve 1983 'den Bu Yana Piyasa Ekonomisi Uygulaması 

70'li yılların hükümet koalisyonlarının uyguladığı ve yoğun devletçiliğin ve özel te­şebbüse, özel yabancı sermaye akımına karşıt tutumun etkisi altında aşırı müdahaleci ve mut­lak korumacı ekonomi politikalan enflasyon, dış ticaret açıkları büyüme hızının kesilmesi gi­bi menfi sonuçlar yaratmış ve Türkiye'yi krize sürüklemiştir. Bu durumda IMF'ye başvurul­ması gerekli olmuştur. IMF tavsiyeleri uyarınca 24 Ocak 1980'de kabul edilen istikrar progra­mında enflasyonun önlenmesi, bunun için ver­gilerin artırılması, kamu harcamalarının kısıl­ması yanında ekonominin dışa açılması ve mutlak korumacılıktan vazgeçilmesi öngörül­müştür 

Buna göre, önce yüksek bir devalüas­yonu izleyerek ve sabit döviz kuru rejiminden vazgeçilmek suretiyle esnek döviz kuru uygu­lamasına geçilmiştir. Bundan böyle, Merkez Bankası döviz kurlannı günlük olarak ayarla­mıştır, istikrar programına göre, zamanla, ge­rek ihracatta aşırı teşvikler gerek ithalatta güm­rük vergileri azaltılacak ve ithal yasaklan kaldı­rılacaktır. 1980 programının en önemli ilkele­rinden biri bütçe açıklannı küçültmek üzere kamu yatırımlarının azaltılması, buna karşın özel teşebbüsün ve özel yabancı sermaye akı­mının ciddi şekilde teşvik edilmesidir. Böylece mutlak korumacılık yanında koyu ve katı dev­letçilik rejimi ve piyasa mekanizmasına aşırı müdahaleler de terkedilmiş oluyordu. Ata­türk'ün devletçiliğe verdiği esnek yorum ise aradan geçen yıllara rağmen ayakta kalmıştır, çünkü bu son hususla bağdaşmayan bir yanı yoktur. 

1980 askeri müdahalesinden sonra ve 1983'de yeniden demokrasiye geçildiğinde ik­tidara gelen ANAP ve Turgut Özal 1980 politi­kalarına devam ederek geliştirmiş, bunların doğal bir sonucu olarak yine o dönem dünya konjonktürüne de ayak uydurarak "piyasa ekonomisi"ne geçileceğini ifade etmiştir Bu çerçevede ithal yasaklan kaldınlmış, gümrük vergileri azaltılmış, ihracattaki sübvansiyonlar sıfırlanmıştır. Türk Parasının Kıymetini Koru­ma Kanunu kaldırılarak döviz işlemleri ser-bestleştirilmiştir. Altın ve döviz akımı serbest-leştirilmiş, TL konvertibl yapılmış, portföy yatı­rımına (malî fon akımına) izin verilmiştir. Özel yabancı sermaye girişi için çok köklü kolaylık­lar sağlanmıştır. Kamu yatırımlarının alt-yapıya inhisar etmesi ilkesi getirilmiş, özelleştirme programı uygulamaya konulmuştur/22' Turgut Özal'ı izleyen iktidarlar da, merkez sol partile­ri içeren koalisyonlar dahil, bugüne kadar bu politikaları benimseyerek piyasa ekonomisi ve küreselleşme yolunda adımlar atmışlardır. 

Kuşkusuz piyasa ekonomisi ve küresel­leşme günümüzün yaygın bir olayıdır. Bu ilke­ler ve ekonomik rejim demokrasi ile birlikte komünist rejimin çökmesinden sonra Rus­ya'da, Doğu Avrupa ülkelerinde, aym zaman­da gerek Latin Amerika gerek Uzak Doğu Ül­kelerinde uygulanmaya başlanmıştır. Son yıl­larda ise başarılı şekilde sona erdirilen Meksi­ka krizinden bir süre sonra Asya (Tayland, Ma lezya, Endonezya, Güney Kore) krize girmiş, Japonya'da büyüme önemli ölçüde bir yavaş­lama göstermiş, günümüzde ise Rusya ciddi bir krize düşmüştür. Önümüzdeki yıllarda Rus­ya'da ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesin­den, Latin Amerika ülkelerinin de aynca yine dış açık ve borçlar yüzünden krize sürüklen­melerinden korkulmaktadır. Şunun altını çiz­mek istiyorum ki, bu krizler daha çok malî fon akımı ve borsalarda kendini göstermekte, kri­ze düşen ülkelerin büyüme hızını mecburen etkilemektedir. ABD ve AB ekonomileri ise sağlam biçimde ayakta durmaktadırlar. Kuşku­suz ABD ve AB'nin krize sürüklenen ülkelere yapacakları ihracat ve dolayısıyla büyüme hız­ları çok az düşecektir. Krizler piyasa ekonomisi ve küreselleşmeden değil, bunlann yanlış ve eksik uygulanmasından, kapalı müdahalecilik­ten, rekabetin ve şeffaflığın tesis edilmemesin­den ve son bir analizde yolsuzluklar, popülizm ve bilinçsizlikten, kısaca eğitim noksanından doğmaktadır. Bu nedenle kısa vadede kriz do­layısıyla, Rusya'da olduğu gibi, bir kısım ülke­lerde ekonomide müdahaleciliğe bir dönüş ol­sa dahi, uzun vadede dünya piyasa ekonomisi ve küreselleşme yolunda belki daha yavaş ve daha temkinli yürümeye devam edecektir. 

Bugün Avrupa'da 3- yol olarak adlandı­rılan ve halen iki istisna "ile iktidarları ele geçir­miş olan merkez sol da esas itibariyle piyasa ekonomisini kabul etmekte, fakat bunun ya­nında devletin sosyal sorunları ele alarak çöz­mesini önermektedir. Kısaca, merkez sol piya­sa ekonomisini kabul etmekte, ancak sosyal adaleti tesis edecek yönde bazı müdahaleler yapmayı amaçlamaktadır. 

2000 yılma doğru bu gelişmeler Atatürk döneminin şartlarından çok uzaktadır. O hal­de, Atatürk bugün sağ olsaydı somut olarak ne gibi ekonomi politikaları uygulardı, bunu ke­sin bir ifade ile saptamak mümkün değildir. Fakat, Atatürk'ün devletçiliğe verdiği esnek ve dinamik yoruma dayanarak kesin olarak şun­ları söyleyebiliriz. Atatürk'ün devletçilik ve ekonomik rejim konusundaki dinamik görüşü bugün gerek ılımlı bir merkez sağ gerek ılımlı bir merkez sol görüşe açıktır, ikisi de Atatürk ilkeleriyle çelişkili sayılamaz. Buna karşı, radi­kal ekonomik rejimler, komünizm, nasyonal sosyalizm ve şeriat devleti kesinlikle Atatürk'le bağdaşamaz. Esasen dünyada bugün komü­nizm çok gerilemiş bulunmaktadır. Çin "libe­ral" bir "komünist" ülkedir. Kuzey Kore ve Küba ise "ortodoks" komünizme bağlı, fakat can çekişen iki küçük ülkedir; Vietnam ABD ile ılımlı ilişkilere girmek çabasındadır. Atatürk'ün dinamik devletçilik anlayışı piyasa ekonomisi ve küreselleşmeyle de çelişkili değildir. Çelişki katı devletçilik yorumu için geçerlidir. 

Sonuç olarak, Türkiye'de ılımlı merkez sol da, ılımlı merkez sağ da ekonomi rejimi açı­sından Atatürk ilkeleri çerçevesi içindedir. Ka­tı ekonomik sol veya katı bir devletçilik ise bu anlayışın dışındadır. Bu Husus kuşkusuz, ko­münizm, nasyonel sosyalizm ve şeriat devleti için de geçerlidir. 

O halde, merkez sağ partiler de ekono­mi alanında Atatürk'e bağlı olabileceklerini ka­bul etmelidirler. Ekonomik solu Atatürkçü, ekonomik sağı Atatürk karşıtı görmek yanlıştır. Ancak, gerek merkez sağın, gerek merkez so­lun Atatürk ilkeleri konusunda çok büyük bir hatası vardır. Merkez sağ dine saygılı olmak il­kesinden hareket etmekle beraber Cumhuriye­te, laiklik ilkesine ve demokrasiye karşı olan şeriat devleti taraflılarını teşvik etmiştir. Mer­kez sol partiler ise laiklik konusunda daha has­sas olmakla beraber bu kez samimi olarak di­nine inanan fakat şeriat devleti yanlısı olmayan halka uzak kalmışlardır. Merkez sağ partiler ve bu grubu yanına alırken maalesef şeriat devle­ti yanlılarım da teşvik etmiş, kuvvetlendirmiş ve cesaretlendirmişlerdir. 

Yine merkez sağ ve merkez sol, tüm partiler için yolsuzluklar, rüşvet ve ehliyetsizlik Atatürk ilkeleri ile de telif edilemeyecek bir başka önemli yanlıştır. Bu yanlışta ısrar edil­mesi seçmenleri Atatürk düşmanı radikal akımlara ve partilere kaydırmaktadır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005