|
Batı’nın Derin Krizi
Batı dünyası, bataklığa sessizce gömülen bir dev
misali, kendi derin krizini yaşamaktadır; Avrupa'da
ve Amerika Birleşik Devletleri'nde milyonlarca işsiz
ordusu oluşuyor; büyük kurumlar çöküyor; henüz çok
yavaş olmakla birlikte fiyatlar kıpırdıyor; Batılı
liderler, ülkeler arası serbest ticaret ile
korumacılık politikaları arasında gidip-geliyor;
liderler zirvesi, boş bir balon gibi sönüyor!
Sistem dinamiklerini anlayıp,
yorumlayacak ve bu krizden çıkışta yararlı
olabilecek yollar da şimdilik tıkalı görülüyor.
Özellikle son çeyrek asrın hakim ekonomi eğitimi,
bir bilim olmaktan çıkmış, -tekniğe dönüşmüş
bulunmaktadır. Felsefi ve tarihsel boyutlardan
soyutlanıp, alet düzeyine indirgenmiş eğitimin
ürünleri, hem koşullandırılmış olmaları nedenine,
hem de görüş ufuklarına bağlı olarak bugünkü durumu
ve gidişi algılayama-maktadır. Dolayısıyla, sistemin
sıkışıklıkları, hiç değilse teorik ve akademik
düzeyde tartışılamamaktadır.
Kapitalist toplumlarda çalışanların haklarını
uzun-dönemli bir çözüme ulaştırabilecek ve böylece
ülke ekonomilerini de sağlıklı bir raya
oturtabilecek dinamikler de, bir yandan Batı'da
uygulana gelmiş sosyal politikalar, diğer yandan da
dünya konjonktürünün olumsuz seyretmesi nedenlerine
bağlı olarak zayıflamış ve etkisiz bir konuma
gelmiş bulunmaktadır. Her ekonomide en aktif ve
dönüştürücü güç olması gereken emek, sistemin bir
parçası olarak, sıkıştıkça sosyal politikaları
zorlamak yolunu seçmektedir.
Bu gelişmeler içinde öncü devlet davranışını ise,
Clinton sergilemiştir. Sistemin bozukluklarını
kaşıyarak oy alan Clinton, belki de öngördüğü fakat
kendisine sakladığı kaçınılmaz sonun pençeleri
arasında, saç modelini değiştirerek ancak gündemi
işgal etmeye çalışmaktadır, Clinton, yaygın
işsizliğe, verimlilikten dahi fedakârlığı göze
alarak, çözüm bulmaya çalışırken, ne denli akıntıya
kürek çektiğini herhalde biliyordu.
1930'lardaki büyük kriz, talep manipülâsyonları ile
çözülebildi. Çünkü, o dönemdeki krizin nedeni, talep
yetersizliği idi. Bugünkü sorun yoğun teknolojidir.
Yoğun teknoloji, bir yandan çok büyük piyasalarla
dahi doymak bilmezken, diğer yandan da durmadan
insanları iş hayatı dışına itiyor. Dolayısıyla, bu
koşullarda devamlı olarak talebi artırarak, krize
çare bulmak, öyle büyük boyutları gerektirir ki,
bunu sağlamak ne olası, ne de pratik ve anlamlıdır.
Sistemi bu hale getiren de, bu durumu yorumlatmayan
da bundan çıkış yollarını belirsizleştiren de hep
üretim araçları üzerindeki özel mülkiyettir! Zira,
bu ilişki, bu düzeydeki teknolojiyi dahi, insanlık
için bir nimet olmaktan çıkartıp, bir canavar haline
sokma başarısını gösterebilmektedir. Bu zihniyetin
üretim ve bölüşüm ilişkilerini hiçbir şekilde
sorgulamak niyeti de gözükmemektedir. Kısmen
çevreyi sömürerek, kısmen de içte geliştirdiği
verimlilik arttırıcı önlemlerle bugüne dek
üstünlüğünü sürdürebilen bu ilişkiler düzeni, artık
sorgulama aşamasına gelmiş olmakla beraber, karar
durumunda olan da kendisi olduğu için, süre biraz
daha uzayabilir. Bu esnada çevre dokular,
globalleşen bu dünyada kendilerini bakalım nasıl
koruyacaklar. Tarihte her zaman görülecek ve
öğrenilecek bir şey vardır!..
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|