|
Aykırı Bir Görüş
Metin Eriş
Türkiye'mizde 1980'li yıllarla başlatılan moda
deyimler arasında "yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi", "yerel yönetim reformu", "yerel
yönetimlere özerklik" ifadeleri sıkça kullanılır
olmuştur. Bu yıllar içersinde ve özellikle T. Özal
dönemindeki teşebbüslerle "yerel yönetimlere" başta
malî alanda olmak üzere bir çok hususda özerklik ve
kaynak aktarımına dayalı güç sağlanmıştır. Fakat
buna rağmen son yıllarda başta politikacılar olmak
üzere hemen her kesimden "yerel yönetimler"
konusunda, özellikle seçim dönemlerinde "daha
fazla, daha fazla" anlamına gelen serbestlik veya
kaynak aktarım vaadlerinde bulunulmaktan geri
kalınmamaktadır. Oysa elde edilen sonuçlar ve
içinde bulunulan durum ele alınmadan yerel
yönetimler hakkında yeni yaadlerde bulunmak ne kadar
doğrudur veya doğru mudur herhalde önce bunu
değerlendirmek gerekmektedir. Soruyu belki şöyle
ortaya atmak doğru olacaktır: "Yerel yönetimlerimiz
bugünkü durumları ile gerçekten ellerinde
bulundurdukları kaynak ve imkânlarla halka hitab
edecek yetki ve sorumluluğa sahib bulunmamakta
mıdırlar?"
Esas itibariyle yerel yönetimlerin sadece idarî
yapıdaki şekillenme bakımından, 80'li yıllar öncesi
ile Özal döneminde büyük farklı-lıklar gösterdiği
söylenemez. Zira değişme ve kazanılan dinamizm
görüntüsüne rağmen Özal döneminde Türk siyasî
hayatının genel
yapısındaki tablo değişmediğinden yerel yönetim
anlayışında da pek farklı bir gelişme ortaya
çıkmamıştır. Zira temelde Türk demokrasisinin gerek
Fransa örneklemesinden kaynaklanan yapısı, gerekse
sivil toplum anlayışının gelişmesi itibariyle
siyasî yapıdaki genel hastalığı iyileştirmediğinden
yerel yönetimlerde durum, güçlenen malî kaynaklarla
daha da şekilsiz bir siyasi yapılanmaya yol aç-mıştır.
Ancak buna rağmen 1980'li yıllardan itibaren yerel
yönetimlerin Merkezi idareler karşısında, siyasî
anlayış olarak değil, eldeki kaynaklar açısından
oldukça güçlendiklerini söylemek mümkündür. Temel
yapıdaki hastalık Tanzimat'la birlikte Fransa'dan
esinlenerek gerçekleştirilmiş idarî yapı anlayışının
Cumhuriyet dönemine aynen aktarılmasıyla
devamlılık kazanmıştır. Ayrıca seçim sistemlerinin
çoğunluğun değil, giderek neredeyse % 20'li
azınlıkların yönetim biçimine dünüşmesi ve Belediye
başkanlarının halkın çoğunluğu tarafından kabule
şayan kişilik taşımaktan uzak hale gelmeleri, bir
yanlışlığın boyutlannı daha da büyütmüştür. Bu arada
yerel yönetimleri ellerine geçiren bazı güçlerin,
tepeden başlayan bir örnekleme içinde, ne yazık tam
bir sorumluluk şuuru taşıdıkları ve bunu
değerlendirdiklerini söyleyebilmek de mümkün
değildir. Hattâ yerel yönetimlerin bakanlıklardan
daha güçlü kullanılabilen "siyasi iktidar odaklan"
haline getirildiği son dönemlerde kentlerimizin
içine sürüklendikleri açmazlarda açıkça ortaya
çıkmıştır. Bu noktada doğan yerel güç, yerel
yönetimlerin merkezlerce engellendikleri
iddialarına rağmen, sanıldığından veya iddia
edildiğinden daha kuvvetlidir. Özellikle
yapabildikleri şeyler dikkatlice düşünülürse,
görülecektir ki bugünkü yerel yönetimler
ellerindeki kaynaklarla siyasî hükümetler üzerinde
siyasî baskı uygulamasında bulunabilmektedirler.
Ayrıca Merkezi otorite tarafından aktarılmış veya
yerel yönetimlerin kullanımlarına bırakılmış
kaynaklar, devlet garantili dış borç alabilme
imkânına sahip oluşları, kadro alımlarında neredeyse
sonsuz yetkileri, projelerin uygulanmasında, meselâ
imar planlarının tadili, tatbiki ve özellikle
şuulandırma gibi ko nularda, merkezi otoritenin
onayının gerekmemesi ve nihayet ortaya konulan
usulsüzlüklerin geniş bir tepki ve/veya siyasî
cezalandırma doğurmaması, hattâ konuların hafife
alınışı yerel yönetimleri şuursuz bir uygulama
yetkisine ulaştırmış ve nitecede Türk siyasî
hayatında inanılmaz bir yeni güç odağının
oluşmasına yol açmıştır.
Bu noktada bir hususun altını çizmekte yarar
bulunmaktadır. Ülkemizde yerel yönetimler, bugün
ellerindeki kaynaklarla ne idarî bakımdan, ne de
malî açıdan güçsüz değillerdir. Ancak bu
kaynakların göz göre göre çoğunlukla israf edilerek
kullanıldığı ise bilinen bir gerçektir. Ayrıca bu
güçleri tamamlayan odak "parti yerel yönetim -
merkezi yönetim" bütünleşmesindeki çarpıklıkta
şekillenmektedir. Burada ortaya çıkansa yerel
yönetimlerin oluşmasını ve güçlenmesini doğuran asıl
kaynağın "millet" veya "sivil toplum" anlayışından
doğmayışıdır. Burada odaklık eden, devletten veya
merkezden alman güçle azınlık ve parti
iktidarlarının yerleşmesidir. Kısaca bugün yerel
yönetimlerin güçsüzlüğünden veya özerk
olmayışlarından çok, daha doğru olanı Fransa'dan
esinlenerek doğmuş idari yapı şekillenmesi içinde
"Merkezi yönetim - Yerel Yöne-tim-Parti" üçlemesinin
hâkim olduğu bir yapının eline geçirdiği "siyasî ve
iktisadî iktidar" imkânlarını kullanma ortamını
sahiplenmiş yerel yönetim anlayışının varlığından
söz etmek olmalıdır.
Bugünkü yerel yönetimlerin ellerinde bulundurdukları
önemli kaynaklar arasında ne yazık ki, hazine
arazilerinin yağmalanmasına dayanan "Gecekondulaşma"
ve bunun doğurduğu "Rant paylaşımı" ile bütünleşen
"Çirkin ve şekilsiz Kentleşme" ortamıdır. Bu
şekillenmeyi şehirleşme gibi tabii bir olayın
parçası gibi ve sadece "gelecek seçimlere" bir
yatırım aracı olarak bakan anlayış, hiç şüphe yok ki
bugünün Türkiye'sinin "yerel yönetim
çirkinliklerinin" sonucuna ulaşmıştır. Gerçek olan
ve şahsî yapıdan sosyo - kültürel anlayışa kadar
uzanan tam bir seviye kaybı görüntüsü veren bugünü
teşhis etmeden, sadece bir dahaki seçimde iktidar ve
iktidara bağlı "iktisadî iktidar" kaynaklarının ele
geçirilme metodu, yerel yönetimlerin
iyileştirilmesine bir de "demokratikleşme kılıfı"
giydiren partizan anlayışla içinden çıkılmaz hale
sokulmaktadır. Çünkü ve ne yazık ülkemizdeki siyasî
parti geleneği, C.H.P.'den başlayarak ve çok az
istisnaları ile bugünkü yerel yönetimlerin içine
düştüğü "üleşme ve paylaşma iktidarının simgesi"
haline dönüşmesine yol açmıştır. Bu noktadan
bakıldığında bazı siyasî partilerin "merkezi
idarenin yetkilerini yerel yönetimlere devretmek"
tarzındaki anlayışlarını, siyasî yapılanmada yeni
bir şekillenme ve seviye ortaya çıkmaması halinde,
sadece bir parçalanma ve/ veya küçük yeni
merkezleşmiş devletçiklerin doğmasına sebep olma
gibi gördüğümüzü söylememiz gerekecektir. Tabii bu,
önemli bir endişe noktasıdır.
O halde yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi,
güçlendirilmesi ve demokratikleşme başlığı altında
konulara yaklaşırken öncelikle Türkiye Cumhuriyeti
devletinin çağdaş demokratik yapısındaki durum ele
alınmalıdır. Buradaki ilk yapılanma "sivil toplum"
anlayışının doğmasını sağlayan "toplumun devletin
dışında kalarak devletini düzenlediği" bir anlayışa
ulaşması ile mümkündür. İlk basamak bize göre "seçim
sistemidir". Bugün "devlet-siyasî parti" ikileminin
"liderde" otoriteleşen ve liderin yönetiminin parti
disiplini adı altında "şahsîleştiği" ve kişilikleri
törpüleyen yapısından kurtulması gerekli şartların
başında gelmektedir. Konu için siyasî yapılanmamızın
yeniden gözden geçirilmesi gerekiyorsa bundan
kaçınmamak gereklidir... Bu noktada "Yan Başkanlık
Sistemi" yeni bir siyasî yapılanma şekli olarak
düşünülebilir. Yine buna göre "Bakanların parlemento
dışından atanması", merkezi yönetim-yerel
yönetim-siyasî parti, üçlemesini bozacağı gibi yerel
yönetimlerin gerçek işlevlerine dönmelerini de
sağlayabilir. Ve tabii sadece merkezi yönetimin
değil özellikle yerel yönetimlerin başına
getirilecek kimselerin "çoğunluk oyları ile" iş
başına gelmelerini sağlamak açısından "İki
dereceli seçim .sistemi" mutlak şekilde kaçınılmaz
bir tarz olarak benimsenmelidir. Böylece dağınık
oylamadan yüzde ellibiri bulma şansını
yakalayamamış yerel yöneticiler, ikinci seçimde
tercih edilebilir olmaları itibariyle ciddi bir
seviye ve kalite kazanacaktır.
Millet Meclisi ve Yerel İdarelerde sağlanacak
seviyenin ön şartı olarak gördüğümüz "seçim
sistemindeki değişiklik" yanında üzerinde durulması
gereken bir diğer önemli nokta "devletin küçülmesi"
olayıdır. Doğrusu bu terim hemen herkes için
maksadına, fikrine ve ideolojisine göre farklılıklar
arzetmektedir. O yüzden terimin açıklığa
kavuşturulması gerekir. "Devletin küçülmesi"
ibaresini tam doğru bulmadığımı belirttikten sonra
anladığımı şöyle ifadelendirmek isterim: "Devlet
ekonomik ve sosyal alanda yetkilerini asıl sahibi
olan millete devretmeli, böylece gerçek gücünü elde
ederek dışa karşı ve otoriter yönlendiriciliğinin
etkili gücüne kavuşmalıdır". O halde buradaki
küçülme, iktisadî ve sosyal alanda merkezi
otoritenin küçülmesidir, yoksa devlet, bugün
gelişmiş, Batılı ülkelerde olduğu gibi, güçlü
varlığını sürdürmeğe devam etmelidir. Buradaki
önemli nokta ferdin, devlet nezdin-deki kimliğine
sivil toplum anlayışı içersinde kavuşmuş olmasıdır.
Özetleyecek olursak, yerel yönetimlerin bugünkü
güçlerine daha da güç katacak ve Türkiye'deki asıl
sorun olan "yönetim tarzındaki merkezi anlayışın"
değişmediği bir yeni yapılanma, sadece milletin
devlet bütünlüğünün yeni bölünmelerine vesile
olacaktır. Ki böylesi bir gelişme "üniter devlet"
anlayışımız ile zıtlaşma anlamını taşıyacaktır.
Bir başka açıdan bakıldığında görülecektir ki,
bugün yerel yönetimlerimizin kendi içlerindeki
yetki, güç ve otorite zıtlaşmalarla doludur. Şöyle
ki, illerimizde merkezi hükümeti temsilen vali,
ilçelerimizde kaymakamlar bulunmaktadır. Bunlar,
devleti temsil eden, yetkileri ve güçleri devlete
bağlı ve iyi eğitim görümüş şahsiyetlerdir. Bunlar
bazen kişiliklerine bağlı olarak güçlü, bazen
iktidarların uygulaması yönünde, zaaflarla doludur.
Öte yanda yerel seçimlerin yetki verdiği ve
şimdilerde malî kaynaklan da ele geçirmiş Belediye
Başkanları, Belediye Meclis ve Encümenleri.
Kısaca il, ilçe ve beldeler, iki başlı bir otorite
anlayışının sıkıntısına sürüklenmişlerdir. Yerel
bölgelerdeki merkezi idarenin, iktidar anlayışına
bağlı kurumları, valilik makamına bağlı olmak
itibariyle, bazen siyasî bazen otoriter bir güç
taşımaktadır. Aynı şekilde iktidar veya muhalefet
partilerinin mensubu olarak belediye yönetimini ele
geçirmiş gruplar, kendi otoritelerinin uygulayıcısı
olma ihtiraslarından vazgeçememektedirler. Sonuç
çoğu kez bir otorite boşluğudur. Buradaki
zıtlaşmanın kaynakları ve gelişleri çoğu kez
farklıdır. Zira Merkezi idarenin atadığı yetkili
"eğitim, öğretim ve idarecilik yapısı şekillenmiş"
bir bürokrattır, yerel yönetimin seçilmiş başkanı
ise tesadüflere bağlı bir kimlik! Daha açıkçası,
demokrasinin getirdiği, bugünkü sistem içersinde
muhtemelen azınlık oyları ile iş başına gelmiş,'
"eğitim-öğretim ve idarecilik" vasıfları
tesadüflere ve o partinin disiplin anlayaşına bağlı
bir kimlik!...
Bir başka cepheden bakıldığında bir ta-. rafta
devlet otoritesinin vaz geçmediği yönlendirme
ihtirası; öte yanda azınlık oylan ile seçilmiş
olmaktan ötürü doğrudan millet denetiminde olduğu
kuşkulu ve çoğunlukla da idarecilik vasıflarından
yoksun bir yerel yönetim anlayışı. İşte sanırım
Türkiye'nin bu çelişkileri önleyici yerel yönetim
yapısını bulması gerekir. Yoksa bugünkü tarzı
içersinde yerel yönetimlere daha fazla yetki ve
özerklik verilmesi, bugün bir çok yerde görüldüğü
üzere, halihazır kaosun boyutlarının büyümesinden
başka bir sonuç vermeyecektir. O halde kaçınılmaz
bir şekilde ve öncelikle "siyasî yapı konusu"
sadece yerel yönetimler açısından değil, genel
kamunun yapılanması olarak ele alınmalıdır. Konu,
doğrudan doğruya siyası açıdan olduğu kadar,
ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan belirlenmeli
ve ele alınmalıdır. Ve herhalde eskimiş, çelişkili
hale gelmiş Na-polyon dönemi, yerel yönetim
modelinden vazgeçilmesi gereklidir. Peki nasıl bir
yönetim anlayışı ile? Bu noktada temenni ve
düşüncelerimi şöyle toparlamak isterim:
1) Her şeyden önce merkezi yönetimin atadığı (vali,
kaymakam) ile demokrasinin icabı yerel yönetim
(belediye) ikilemini önleyici sistem bulunmalıdır.
Ancak burada "eğitim, öğretim, idarecilik" konusunda
bazı ölçü ve sınırlara ihtiyaç olduğu bir vakıadır.
2) Yerel yönetim seçimlerinde "iki dereceli seçim"
kaçınılmaz bir şart olarak ele alınmalı ve seçim
sistemi değiştirilmelidir.
3- Üç Dört bin kişilik beldelerden on milyonluk
şehirlere uzanan yerel yönetim anlayışı sadece bir
kaynak israfıdır. O halde Belediye olabilme şartı
belli bir nüfus yoğunluğuna bağlanmalıdır. Mahalle
ve belde anlayışı "muhtarlık" çerçevesinde
bütünleştirilmelidir. Ayrıca Belediye Meclisine
seçilmek için "mahallî" bir dar bölge anlayışı
getirilmelidir.
4) Yerel İmar Planları, modern ve örfî şehirleşme
anlayışına göre hazırlanmalı, yerel yöneticilerin
keyfî ve siyasî değişiklik yetkileri kısıtlanmalı,
yeni yerleşim alanları "talan ve rant ekonomisine"
göre değil şehir plancılığı istikâmetinde
şekillendirilmeli ve bu noktaya merkezi kontrol ve
disiplin esası getirilmelidir. Özellikle eski şehir
yapılarının muhafazası ve "uydukent" anlayışı yerel
yönetimlerin temel kuralı haline getirilmelidir.
5) Yerel yönetimler, idarî ve malî açıdan kendi
içinde özerkleştirilmelidirler : Kaynak
yetersizliği bulunan yerel yönetimler için bir FON
gerçekleştirilerek şehirleşmenin getireceği yeni
yapılanmada destek sağlanılması temin edilmelidir.
6) Yerel yönetimlerin borçlanmalarını
gerçekleştiren büyük projeler konusunda,
hemşehrilerin katılım paylarını ihtiva eden
açıklayıcı bilgiler sonrası "Referandum ve Halkın
Tasvibi" gerçekleştirilmelidir.
7) Merkezi yönetimin "üniter devlet ve sosyo-kültürel"
yapısına halel getirici uygulamaların yerel
yönetimler tarafından yüklenilmesini önleyici kanuni
hükümler getirilmelidir.
Son söz olarak; yerel yönetimin yetkiler ve
kaynaklar yönünden daha da güçlendirilmesi
gerekmekle beraber, konunun Türkiye'nin bugün
içinde bulunduğu siyasî sistem içinde tek başına ele
alınması yanlış olur. Yesosyo-kültürel yapısının
içinde bulunduğu durum ve buna bağlı sistemle
yakından ilgilidir. O halde, önce siyasî sisteme
seviye kazandırıcı, sivil toplum anlayışını
yerleştirici, merkezi devlet otoritesinin ülkenin
bütün yapısını şekillendirici yapılandırma
sağlanılmalıdır. Devletin güçlenerek kendi aslî
sınırlarına çekilmesi anlamındaki bu yeni
şekillenme "merkezi yönetim - yerel yönetim -
siyasî parti" üçlüsünün hegemonyasını kıracak ve
milletin, doğrudan sivil toplum anlayışı ile
yönetime katılma ve denetleme görevini üstlenmesine
bir yol olacaktır. Unutulmaması gereken bir başka
nokta yerel yönetimleri, kadrolarını, yönetim ve
toplum anlayışlarını sorumluluk ve şuurlanma
hususunda geliştirirken, ellerindeki yetki ve
kaynaklan doğru kullanmaları hususunda "eğitilmiş,
yetişmiş, kültürlü ve idarecilik yapısına
sahiplenmiş", şahsiyetlerden teşekkül etmelerini
sağlayacak seçim ve seçilme uygulamalarının ülkede
yaygınlaştırılması sağlanılmalıdır. Ve görülen o
ki, önce "merkezi yönetim - yerel yönetim"
çatışmasının veya siyasî çıkar yapılanmasının
ortadan kaldırılması, buna uygun bir yeni idarî
yapının şekillendirilmesi gerekli şarttır. Vali,
kaymakam, belediye başkanı çeşitlenmesinden doğan
otorite zaafları ortadan kaldırılmalı ve yerel
yönetim tek başlı ve fakat kadrolu, ekipli bir şekle
intikâl ettirilmelidir. Ve tabii bunların
uygulanması muhtemel bürokrasinin direncine rağmen
gerçekleştirilmelidir.
|