|
Balkanlar ve Türkiye
Doç. Dr. Şükrü Karatepe
Müslümanlar Avrupa topraklan üzerinde
Hıristiyanlara karşı iki kez üstünlük sağladılar.
Bunlardan birincisi Endülüs Emevileri döneminde
İspanya'da, İkincisi Osmanlı döneminde Balkanlarda
gerçekleşti. İspanya'daki üstünlüğün sona erdiği 14.
yüzyılda, Balkanlardaki üstünlük hızla genişleyerek
güçleniyordu. Osmanlı orduları 1353'de Süleyman
Paşa komutasında Çanakkale Boğazı'nı geçerek Rumeli
topraklarını fethe başladı.
1521'de Kanuni tarafından Belgrad'ın fethedilmesiyle
Balkanlar tamamen Türklerin denetimine girdi.
Türkler'in Balkanlar'daki ilk hakimiyeti değildi.
Balkanlar'a ilk olarak Hun Türkleri geldiler.
Kuzey'den gelen Hunlar Bizans'ı yenerek oradan Batı
Roma üzerine yürüdüler. Fakat Balkan topraklarında
yerleşerek uzun süreli bir hakimiyet kuramadılar.
Daha sonra Avar Türkleri Balkanlar'da geniş
toprakları fethederek 250 yıl süren bir devlet
hayatı yaşadılar. Fakat 8. yüzyıl sonlarında
Hıristiyanlığı kabul eden Avarlar, Slavlaşarak
tarihten silindiler. Avarlar'dan sonra sırayla
Balkanlar'a gelen Bulgar, Peçenek, Kuman Türkleri de
çeşitli bölgelerde hakimiyetler kurdular. Ancak
göçebe topluluklar olan bu Türk boyları, zamanla
Hıristiyanlığı kabul ederek Slav, Bizans ve Franklar
gibi yerleşik kavimler arasında eriyerek
Slavlaştılar.
Türklerin Balkanlar'daki ikinci üstünlüğü de, kan,
gözyaşı, ihanet ve acılarla dolu 150 yıllık bir
gerilemenin sonunda yıkıldı. Ancak bu yıkılış,
kesin bir yokoluş değildi, ardından yüzyılların
silip ortadan kaldıramayacağı İslami bir miras
bıraktı. Dünyadaki gelişmelerin bir parçası olarak
bu bölgede meydana gelen hareketler içinde yeni bir
arayış ve diriliş mücadelesi başlatan Osmanlı
mirasının sahipleri, yine kan, gözyaşı, ihanet ve
acılarla dolu günler yaşıyorlar.
Osmanlılar Balkanlar'a daha önceki Türk
kavimlerinden farklı bir misyonla gittiler. Güçlü
yönetim sistemleri, halka karşı adalet ve iyilikle
davranmaları, iktidarlarını uzun ömürlü yaptı.
Tarihçiler, Osmanlılar'ın Balkanlar'ı kısa sürede
denetim altına almalarında ve 500 yıla yakın
ellerinde tutabilmelerinde, uygulanan "toprak",
"din" ve "iskan" politikalarının etkili olduğu
üzerinde ittifak ediyorlar.
Osmanlılar yönetimlerine geçen Balkan ülkelerinde,
daha önce Bizans ve Haçlılar tarafından kurulmuş
olan feodal sistemi değiştirdiler. Fetihler iki
kademede gerçekleştirildi. İlk aşamada, yerli
hanedanların ve soyluların ellerindeki araziler
devletin korumasına alındı. İkinci aşamada, bu
araziler tımar sistemine geçirilerek, hanedan ve
soyluların köylüler üzerindeki egemenliklerine son
verildi. Böylece derebeylerin baskı ve zulmünden
kurtulan köylüler, Osmanlı yönetimini kurtarıcı gibi
karşıladılar.
Balkan fetihlerinin başladığı dönemlerde, Papa'nın
desteğini alan Katolik Ceneviz, Venedik ve Macar
toplulukları ile, Ortodoks olan Rum, Sırp ve Bulgar
toplulukları arasında din çatışmaları vardı. Papanın
desteğinde güçlü olan Katolik kral ve prensler,
Ortodoks halka zulmediyor, onları din değiştirmeye
zorluyorlardı. Osmanlılar yerli halka dini inançları
konusunda hiç bir baskı yapmadıkları için, Katolik
yöneticilere tercih edildiler. Hatta kendi
istekleriyle dinlerini değiştirerek kitleler
halinde Müslüman oldular.
Balkanlarda Osmanlı fethini kolaylaştıran ve
iktidar süresini uzatan etkenlerden birisi de
uygulanan iskan politikasıydı. Fethedilen Balkan
ülkelerine Anadolu'dan kitleler halinde Müslüman
nüfus nakledildi. Ancak getirilen bu nüfus mevcut
yerleşim alanlarında iskan edilmeyip, kurulan yeni
ve köy ve kasabalara yerleştirildiler. Böylece bir
yandan boş alanlar yerleşime açılırken, bir yandan
da yerli halkın mallarına dokunulmamış oluyordu.
Ayrıca yeni kumlan köy ve kasabalara, Anadolu'daki
yerlerin ya da topluma önderlik eden, baba, dede ve
şeyhlerin adları verilerek, tamamen Müslüman
kimliği taşıyan yeni yerleşim birimleri kurulmuş
oluyordu.
Balkan kavimleri arasında yıllarca süren din ve
siyaset çatışmaları, toplumu ekonomik ve kültürel
yönden zayıflattı. Dış müdahaleye karşı koyamayacak
kadar zayıflayan bu topluluklar, kurtuluşu Osmanlı
yönetimine teslim olmada buldular. Türkler
Balkanlar'daki siyasi ve dini çatışmaları sona
erdirerek, banş ve adalete dayanan bir yönetim
sistemi kurdular. Bu durum hem yerli halkın refah
düzeyini yükseltti, hem de Türkler'in Balkanlar'a
İslam damgasını vurarak yeniden imar etmelerini
kolaylaştırdı, Balkanlar'da kurulan bu barış ve
refah düzeni Rusya'nın ve öteki Avrupalı
devletlerin müdahalesine kadar sürdü.
Balkanların kaybedilmesinde Batılı devletlerin ve
Rusya'nın oynadığı rolün bilinmesi, halen ülkemiz
üzerinde oynanan Batı oyunlarının anlaşılması için
de çok büyük önem taşımaktadır. Tanzimat ve
İslahat fermanlarıyla Osmanlı ekonomisi dışa açılmış
ve Müslüman olmayan teb'aya bir kısım hak ve
hürriyetler tanınmıştı. Batılı devletler Osmanlı
devleti ile yapmış oldukları ticareti kendilerine
daha yakın buldukları gayri-müslim tüccarlar
aracılığı ile yürütüyorlar, bir yandan da gayri-müslim
halka fermanlarla verilen hakların yeterince
uygulanmadığını öne sürerek devletin iç işlerine
müdahale ediyorlardı. Bu arada zenginleşen
tüccarlar, gençlerini eğitim yapmaları için Avrupa
ülkelerine gönderiyorlardı. Gerek tüc-carlar,
gerekse eğitim için Avrupa'ya giden gençler, Fransız
ihtilalinin getirmiş olduğu mil-liyetçi fikirleri
öğrendiler ve ülkelerinde isyan hareketlerini
başlattılar. Bu arada Rusya'da el
altından Ortodoks Kilisesi'ni Osmanlı'ya karşı
isyana hazırlıyordu.
Rusya'nın Avrupa devletlerinin tahrikleriyle
Balkanlar'da Osmanlı'ya karşı isyanlar başladı.
Tarihimizde 93 Harbi diye bilinen 1877-78
Osmanlı-Rus Harbi sonun başlangıcı oldu. Bu savaşın
ardından 1878'de toplanan Berlin Kongresi'nde, Bosna
ve Hersek Avusturya nüfuzuna bırakıldı. Sırbistan
ve Karadağ, yeni topraklar kazanarak bağımsız birer
devlet oldular. Makedonya ve Trakya dışında kalan
tüm Balkan Topraklarının Osmanlı yönetiminden
çıkmasıyla Ruslar bölgede en etkili güç haline
geldi. 1912-13 Balkan Savaşı ve onu izleyen I.
Dünya Savaşı'nda, bugünkü Trakya dışında kalan
Balkan toprakları tamamen kaybedildi.
Balkanlar, Osmanlı'nın kurmuş olduğu adaletli düzen
ve insani yönetim altında varlıklarını
sürdürüyorlardı. Fakat, Avrupa'nın ve Rusya'nın
tahrikine kapılarak isyan ettiler. Önce aralarında
birleşip Osmanlı'ya karşı savaştılar. Fakat
Osmanlı'nın gitmesiyle problem çözülmedi. Osmanlı
öncesinde olduğu gibi birbirleriyle savaştılar. Bu
savaş o günden bu yana değişik aralıklarla sürüp
gelmektedir. Balkanlar en büyük hatayı Ruslar'a ve
Avaıpalıla-ra inanmakla yaptılar. II. Dünya
Savaşı'nda Almanlar ve İtalyanlar Balkan ülkelerini
baştan başa işgal ettiler. Savaştan sonra ise Rus
ordularının desteğinde komünist rejimler iktidara
geldi. Komünist rejimlerin diktası altında
sürdürülen istikrar, bu rejimlerin yıkılmasıyla
yerini çatışmalara terketti ve Balkanlar'm gerçek
yüzü tekrar ortaya çıktı.
Balkan topluluklannın kültürleri; din, dil, soy ve
tarihleri bakımından karmaşık bir çeşitlilik
göstermektedir. Bugün Balkan Yan-madası'nda yer alan
devletlerden hiç birisinin sınırı, din, dil, soy ya
da tarihi süreç gibi bir ölçüt esas alınarak
çizilmemiştir. Makedonya'da Yunanca, Yunanistan'da
Türkçe, Bulgaristan'da Romence, Romanya'da Macarca,
Yugoslavya'da Arnavutça konuşan çok sayıda nüfus
vardır. Dinler ve soylar bakımından da bir ayırım
yapmak kolay değildir. Bölgede 2 milyon civarında ve
kendine özgü bir dili olan çinge-ne yaşamaktadır,
Az. miktarda Rus ve Alman nüfus da bulunmaktadır.
Balkanlar'daki en kalabalık din grubu
Ortodokslardır, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan,
Makedonya, Karadağ ve Romanyalı Hıristiyanlar
Ortodoks mezhebindendir. Balkanlar'daki ikinci
kalabalık din grubu Müslümanlarda". Müslümanlar tüm
yarımadaya yayılmıştır. Fakat yoğunluklu olarak
Kosova, Makedonya, Bosna, Bulgaristan, Arnavutluk
ve Yunanistan'da yaşamaktadırlar. Ayrıca
Romanya'da 70 bin Müslüman yaşamaktadır. Üçüncü din
grubunu ise Katolikler oluşturmaktadır. Katoliklerin
çoğu Macar asıllı olup, Slovenya, Hırvatistan, Bosna
ve Erdel'de yaşamaktadır. En kalabalık dini grubu
oluşturan Ortodoksların 55 milyon, ikinci sırada
yer alan Müslü-manlar'ın 9 milyon, Katolikler'in 45
milyon civarında olduğu sanılmaktadır.
Müslümanlar, Osmanlı egemenliğinin sona erdiği
günden beri yaşadıkları her bölgede zulüm ve
işkence görmekte, diktatör yönetimler tarafından
göçe zorlanmaktadır. Türkiye bu kardeşlerine
acılarını dindirme yönünde fazla bir şey
yapamamakta, sadece gelen göçlere kucağını açmakla
yetinmektedir. Balkan bozgunundan bu yana Türkiye bu
topraklardan kesintisiz göç almıştır. Bu
topluluklar zulme uğramaktadır, fakat sanıldığı
kadar acz içinde değildir. Kendilerine öz kardeşleri
de el uzatamaz olunca, problemlerini kendi
başlarına çözmenin yollarını aramışlar ve bunda
belli mesafeler almışlardır. Bugünkü gelinen
noktada, Balkanlar'daki eski Müslüman kimlik
hayatta kalabilmek için siyasi ve kültürel
mücadele vermektedir. Müslümanlar, Yunanistan
Parlamentosu'nda temsil edilmekte, Bulgaristan'da
iktidara ortak olmakta, Makedonya'da kurulan
devletin asli unsuru olarak öne çıkmakta, Bosna-Hersek'te
ise kendi bağımsız devletini ayakta tutmanın
mücadelesini vermektedir. Çok hızlı değişen bu
siyasi yapılanma içinde serhat boylarının soylu
çocukları endişeli, korkulu, fakat her şeye rağmen
imanlı ve umutlu olarak yarınları gözlüyorlar.
Kafkasya'dan Çin seddi'ne kadar doğumuzda
bekleyenler gibi, Balkanlar'daki Müslümanlar da
sadece Osmanlı döneminde gördükleri o ebedi huzur ve
güveni yeniden yaşayacakları günü ve bu uğurda
uzanacak adil ve merhametli eli arıyorlar. Hepsi
gözlerini üzerimize çevirmiş, bunu öncelikle
Türkiye'den bekliyorlar.
Türkiye'nin hazırlıksız yakalandığı bu gelişmeler
karşısında, kendisine uzanan her ele yetişmesi
bugünkü şartlarla mümkün görünmemektedir. Belki
maddi gücü yetersizdir diyerek böyle bir
imkansızlığı mazur görenler de çıkacaktır. Fakat,
maddi güçten önce çözülmesi gereken daha çok
problem vardır. Bir kere "Yurtta sulh, cihanda sulh"
sloganının kutsiyetine bağlı olarak Edirne ve Van
arasında sıkıştırılan tarih şuurumuzun, hürriyete
ka-vuşaırulması gerekir. Altı kelimelik bir dünya
görüşü ile bir topluma istiklal tayin edilemeyeceği
gibi, bir iki cümlelik sloganlarla dış politika
yapılamayacağı anlaşılmalıdır. En üzücü olan ise,
Türkiye'nin kendisine uzanan elleri değil, açılan
gönülleri geri çevirmesidir. Bu çarkın tersine
çevrilmesi ise Osmanlı mirasının yeniden keşfinde
yatmaktadır.
Kendi içerisinde tutarlı ve pratikte birleştirici
olan Osmanlı kültürü rnüsüm-gayri-müslim ayınım
yapılmadan Varna Limanı'ndan Estergon Kalesi'ne
kadar Balkanlar'm her yerinde halen yaşamaktadır.
Balkan ülkeleri siyasi egemenliğini reddettikleri
Osmanlı'nın, hayat tarzını ve kültürünü tamamen
reddede-memişlerdir. Bu hayat tarzının gerçek sahibi
olan biz Türkler o kültürden çağımıza uygun yeni bir
yaşama biçimi üreteceğimize, kökünü kurutmayı, hem
de devlet eliyle bunu yapmayı bir marifet bildik.
Batılaşma, ananevi Osmanlı siyasetinin içtimai
dayanaklarının yıkılmasından öte bir yarar
sağlamadı. Diplomatımızı, siyasetçimizi, aydınımızı
çaresizliğe itti.
Komşularımız Bizans mirasını diriltirken, biz
Osmanlı mirasını reddederek evimizi kendi
ellerimizle yıktık. Ama büyük devletler kurmak kolay
olmadığı gibi, bu devletlerin miraslarını reddetmek
de sanıldığı kadar kolay değildir. Nitekim biz ne
kadar vazgeçtik desek de, düşmanlarımızın
çıkarlarına geldiğinde mirasçı olarak faturayı bize
ödetiyorlar. Hiç bir gayretimiz olmamasına, hatta
her türlü engeli çıkarmamıza rağmen, tarih kendi
tabii seyrine ve diriliş çizgisine yöneliyor.
Türkiye istemese de Osmanlı misyonu tekrar mecbur
duruma geliyor.
|