|
Balkanlar'da Müslümanların Dünü, Bugünü ve Yarını
Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol
İslâm, ana hatları ile, Osmanlı Türkleri vasıtası
ile Balkan Yarımadasına yerleşmiştir. Bununla
beraber, Osmanlılar'ın gelişinden önce de
Balkanlar'da ferdi ve sınırlı Müslüman varlığından
söz edilmektedir. Türkler ise, Hunlar, Bulgarlar,
Avarlar, Peçenekler ve Selçuklular olarak
Osmanlılar'dan önce de Balkanlar'da bulunmuşlardır.
Ancak, kalıcı Türklük damgasını ve kültürünü
Osmanlı Türkleri yerleştirmiştir. Osmanlılar, ilk
defa 1349 yılında, Gazi Süleyman Paşa komutasındaki
bir birlik hâlinde ve Bizanslıların müttefiki
olarak Balkanlar'a geçmişlerdir. Bu seferin amacı,
Selânik'i Sırp kuşatmasından kurtarmak idi.
Balkanlar'ın Osmanlı Türkleri tarafından fethinin
Gelibolu Kalesi'nin 1354 yılında alınışı ile
başlamış olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Gelibolu'dan Budapeşte'ye kadar süren bu fetih
boyunca Rum, Bulgar, Sırp, Karadağ, Bosna, Hırvat,
Arnavut, Macar ve Romen kuvvetleri ile bir çok
savaş edilmiştir. Bununla beraber, büyük savaşlarda
bu kuvvetlerin yanışını, daima Avrupa ortak gücünün
birer parçası olarak Avusturya, Almanya, Fransa,
Venedik, Ceneviz, Katalanya, Polonya ve Slovakya
gibi ülkelerin askerlerini de diğerlerinin yanısıra
Osmanlılar ile çarpışırken görmekteyiz. Nitekim,
Sırp Sındığı (1364), Hemus (1370), Çir-men (1371),
Niş (1375), Savra (1385), Birinci Kosova (1389),
Niğbolu (1396), Güvercinlik (1428), Varna (1444) ve
İkinci Kosova (1451) gibi meydan savaşlarında
Osmanlılar'ın karşısında daima müttefik Hıristiyan
orduları bulunmuştur. Bu mücadelede, o sıralarda
çok zayıf durumda bulunan Bizans'a önemli bir iş
düşmemiştir. Durum böyle olunca, Türkler ile olan
mücadelede başarı sağlamak için rakipler tarafından
çeşitli yollar denenmiş ve meselâ Papa IV.
Inocentius, Sırp Kralı Duşan'a "Türk-ler'e Karşı
Başkumandan" unvanını vermek gereğini duymuştur.
Esasen, Türkler'in Balkanlar'a ayak bastıkları
dönemde Bizans'ın gücü ve nüfuzu çok zayıflamış ve
yanmada küçük devletçikler veya beylikler
tarafından idare edilir hâle gelmiş bulunuyordu.
Adriyatik sahilleri ve Mora Yarımadası ise Venedik
Cumhuriyeti'nin yönetiminde olan sömürge bölgeleri
idi. Söz konusu devletçikler, beylikler ve
sömürgeler, sürekli olarak birbirleri ile savaş
ettikleri yetmiyormuş gibi kendi vatandaşlarını da
zulüm altında inletiyorlardı. Tüm yarımada, âdeta
sefalet, cehalet ve zulmün hüküm sürdüğü büyük bir
esir kampına benziyordu. Ortadoks ve Katolik
kiliselerinin nüfuz mücadelesi de yarımadadaki
mevcut durumu ağırlaştırıyordu. Balkanlarda bir
zamanlar çok canlı olan üretim ve ticaret
faaliyeti, kötü yönetim, zulüm, eşkiyalık ve
savaşlar dolayısı ile ileri derecede azalmış
bulunuyordu. Diğer taraftan, Balkanlar'daki
toplumların kültür seviyelerinin de bu dönemde çok
düşük olduğu gözlenmektedir. Okul, hastahane, yol ve
köprü gibi yapılar çok az olarak görülmekte, han ve
hamam kavramlarına nadiren rastlanmakta idi. Kültür
faaliyeti, genelde çok dar olan kilise çevresinde ve
bey saraylarında ilkel bir seviyede varlık gösterebi-liyordu.
Balkanlar'daki toplumların edebiyat, felsefe, müzik,
tıp, fen bilimleri, askerlik, kamu yönetimi ve
hayır kurumları ile ilgili faaliyeti hem çağın çok
gerisinde, hem de Bizans, Venedik ve Macaristan gibi
güçlerin güdümünde idi. Oysa, Osmanlı Türkleri, Ona
Asya, İslâm ve Selçuklu kültürleri ile bunların
üretim yöntemleri ve becerilerinin mirasçısı olarak
Balkanlar'daki toplumlardan her bakımdan daha
üstün idiler. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin yaşatmakta
olduğu dinamizm de Osmanlı toplumuna önemli bir
üstünlük sağlıyordu. Bundan ötürü, Osmanlı'nın
Balkanlar'a sahip olabilmesini doğal
karşılamak gerekmektedir. Fethettikleri
bölgelerde, iyi yönetim, adalet ve barış getirmek,
yaygın imar faaliyeti sürdürmek, her alanda üretimi
arttırmak ve ticareti devlet güvencesi altına almak
sureti ile Osmanlı'lar asırlar boyunca yönetimi
ellerinde bulundurabilmişlerdir. Bir örnek vermek
gerekirse, 1402-1413 yıllan arasındaki Fetret
Döneminde, Osmanlı Devleti'nin Anadolu kesimi
harap olmuş ve bölünmüş olmasına rağmen,
Balkanlar'da herhangi bir ayaklanma olmamış, tam
tersi olarak Balkanlar'daki devlet ve toplum yapısı
Osmanlı İmparatorluğu'nu ayakta tutmuş ve devamını
sağlamıştır. Bunun sırrı, Osmanlı Türk yönetiminin
adaleti, hoşgörüsü, bilgisi ve becerisinde
yatmaktadır. Halbuki, Macar Kralı Layoş, 1365
yılında 20.000 Bulgar'ı zorla Katolik yapmış, daha
sonra isyan edenlerin de binlercesini öldürmüştür.
Böylesi bir tutum ile Osmanlı'nın tutumu arasındaki
fark Osmanlı'ya Balkanlar'da üstünlük sağlamıştır.
Tarihçi Gibbons, "Osmanlı'lar, yeni zaman içinde
milliyetlerini tesis ederken, din hürriyeti ilkesini
temel taşı olarak vazetmiş ilk millettir.
Yahudiler'e sürekli baskı ve engizisyona resmen
yardım sorumluluğunu taşıyan asırlar esnasında,
Hıristiyanlar ve Müslümanlar Osmanlı'nın idaresi
altında, ahenk ve birlik içinde yaşıyorlardı,"
demektedir. Hatta, "İstanbul Patriği, Papa
IV.
Urbanus'a 1385'te yazdığı bir nâmede, Sultan'ı
açıkça öğüyor, O'nun Grek Kilise'sine verdiği tam
serbestliği buna sebep gösteriyordu." şeklindeki
ifadeler bu durumu daha da yalınkat olarak
gözlerimizin önüne sermektedir.
Balkanlar'ın fethi ile beraber, yüzbinler-ce Türk
göçmeni Anadolu'dan getirilerek Balkanlar'a
yerleştirilmiş olmakla bölgeye bir istikrar
kazandırılmış ve her türlü üretimin arttırılması
sağlanmıştır. Bu göçmenlere, daha önce oraya
yerleşmiş bulunan ve Müslüman olmayan Türkler kısa
zamanda katılmış ve İslâm dinini gönüllü olarak
kabul etmişlerdir. Boşnaklar ve Arnavutlar da,
sırası geldikçe kitle halinde İslâmı
benimsemişlerdir. Günümüzdeki psikolojik yakınlığın
kökleri bu dönemlere uzanmaktadır.
Hülasa, Türkler, siyaset, askerlik, iktisat, bilim,
kültür, sanayi, eğitim ve yönetim alanlarındaki
üstünlükleri sayesinde Balkanlar'a yerleşmişler ve
beş asır süren bir dönem boyunca bu bölgede barışı
ve refahı sürdürmüşlerdir.
Osmanlı'nın Balkanlar'a yerleşmesine manî olamayan
Avaıpa güçleri, bunları Balcı) A. Dnbinovltch, s.
429
kanlar'dan çıkarmak üzere, durmaksızın plânlar
yapmaya ve elindeki her türlü gücü kullanmaya
çalışmıştır. Bu amaçla, bir yandan Osmanlı'yı
sürekli olarak harp ekonomisi içinde yaşatmak için,
değişerek tek tek veya birkaçı birarada olmak üzere
Osmanlı ile sık sık savaşılmış, büyük donanmayı
İstanbul'da iken yakabilmek için bir çok teşebbüste
bulunulmuş, Navarin'de ve Sinop'da büyük donanma
yakılmış ve hatta İran ile sıkı bir işbirliğine
gidilmiştir. Öte yandan, Balkanlar'da yaşayan
milletlerin arasında Türk'e ve İslâm'a karşı sonsuz
ve tedavi kabul etmez bir nefret hastalığının
aşılanması için çok çalışılmış ve bu yolda başarı
sağlanmıştır. Elbette ki, cahillik, din taassubu,
siyaset ihtirası, zenginlik ihtirası ve kişilerin
kinleri bu faaliyete uygun bir zemin hazırlamıştır.
Ancak, herhangi bir millete karşı olan bir nefret
hastalığına tutulmuş olan kimselerin, bu hastalığın
bir gereği olarak, çevresindeki diğer milletlere
karşı da nefret içerisinde olmaları kaçınılmazdır.
Bu yüzdendir ki, Balkanlar'da günümüzde bile herkes
herkesten nefret etmektedir ve bu yüzden de Bos-na'daki
savaş durdurulmamakta, Bosna'da soykırım, işkence ve
tecavüz olayları devam etmektedir. Sürekli çaba ve
savaşların sonucunda, Sırbistan (1812), Yunanistan
(1829), Romanya (1866) ve Bulgaristan (1878)
Devletleri öncelikle Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı
birer prenslik olarak kuruldu ve daha sonra da
Osmanlı'nın kaybı pahasına bağımsızlıkları sağlandı.
Bunlar, bağımsız olmakla yetinmediler, aksine
Osmanlı'dan sürekli olarak toprak gasp ederek
büyüdüler. Tüm bu oluşumlar, Avrupa'h güçlerin
gözetimi ve koruyuculuğunda gerçekleşti. Bu
devletlerin kuruluşu sırasında, bir çok yerde bölge
nüfusunun çoğunluğu Müslümanlara ait idi ise de,
günün güçleri bunu gözönüne almamışlar, önceden
tasarlanmış soykırımı onaylamışlardır. Nitekim, 1821
yılındaki Yunan ayaklanmasında Mora'da bir gece
içerisinde en az 40.000 Müslüman'ın öldürülmüş
olduğu yazılmaktadır. 18. asrın başından günümüze
kadar, Türk sınırlarının içine doğru sürekli bir
göçmen akını vardır. Bu akın günümüzde bile çok
canlı bir şekilde devam etmektedir. Demek ki,
Balkanlar'daki Müslümanları göçe zorlayan sebepler
ortadan kalkmamıştır. Esasen, Müslümanlar'ın
Balkanlardan temizlenmesi yönünde bir çok tasarı ve
program yapılmıştır. Bunların en biçimli örneğini
Sırp Bilimler ve Sanatlar Akademisi'nin 1844 yılında
hazırlamış olduğu ve 1986 yılında yeniden gözden
geçirdiği programdır. Buna göre, etnik bakımdan
arınmış bir Sırbistan elde etmek için şunların
yapılması öngörülüyordu :
1. Tüm Müslümanlar göçe zorlanacaktır.
2. Göç etmemekte ısrar eden Müslümanlar
Hıristiyan yapılacaktır.
3. Göç etmeyip Hıristiyan da olmayan Müslümanlar
öldürülecektir.
4. Yukartdakilerin gerçekleştirilmesi için her türlü
şiddet ve baskı mubahtır.
Görüldüğü üzere, akademi programlarına rahatlıkla
sokulabilen göç ve soykırım tasarılarının varlığı
Sırbistan'da meşhurdur. Ancak, Balkanlar'daki her
ülkede, yazılı olsun veya olmasın, aynı türde
tasarıların varlığını tarih içerisindeki uygulamalar
isbat etmiştir.
Tüm fırtınalara ve acılara rağmen, günümüzde de
Balkanlar'da Müslümanlar yaşamaktadır. Bunlar Türk,
Boşnak, Arnavut, Pomak, Torbeş, Çerkez ve Çingene
olmak üzere ayrılabilirler. Ancak, bunlar arasında
etkisi çok büyük olan, ortak bir Osmanlı Kültürü
yaşamaktadır. Bu yüzden de çoğu Hıristiyanlar,
Müslümanların tümünü Türk diye çağırmaktadırlar.
Arnavutluk'ta 3.000.000, Bulgaristan' da 2.000.000,
Bosna'da 2.000.000, Kosova'da 1.800.000,
Makedonya'da 900.000, Romanya' da 70.000 ve
Yunanistan'da 120.000 kadar Müslüman'ın yaşadığı
söylenmektedir. Kesin rakamlar siyasi sebeplerle
elde edilememektedir.
Balkan Müslümanları'nın geçmişinde refah, istikrar
ve huzur dolu dönemler bulunduğu gibi, zulüm ve
acılarla dolu dönemler de vardır. Günümüzde ise,
Müslümanlar Balkanlar'da en fakir, en cahil ve en
güçsüz kesimi teşkil etmektedirler. Bununla beraber,
toplum hayatı, siyaset ve iktisat alanındaki
haklarını almak yönünde, Müslümanlar1!!!
son günlerde ciddi çabalan vardır. Bu çabalar,
siyasi partiler içerisinde cisimleşmektedir.
Günümüzde Balkanlardaki Müslümanlar'ın en önemli
kurumları, sahip oldukları işbu siyasi partilerdir.
Bu partiler sadece siyasetle uğraşmakla değil,
iktisat, bilim, toplum bilimi, eğitim ve sağlık
gibi konularla da uğraşmak zorundadırlar. Zira,
kurumlaşması olmayan toplumların tek kurumu
durumundadırlar. Müslümanlar'ın kendi aralarında
meseleleri ve kör çekişmeleri olmakla beraber,
bulundukları devletler içerisinde karşılaşmış
oldukları sıkıntılar, bunlar arasında asgari bir
dayanışmaya zemin hazırlamaktadır. Balkanlar'daki
Müslümanların genel durumunu şöylece
özetleyebiliriz.
1. Balkanlardaki Müslüman Toplumlarının eğitim
seviyesi çok düşüktür.
2. Balkan Ülkelerindeki Müslüman Toplumları
bölgenin en fakir kesimidir.
3. Kişiler, yaşamakta oldukları ülkelerin
yasalarının kendilerine vermiş olduğu haklan ve
yükümlülükleri tam olarak bilmemekte ve dolayısı ile
de haklarını kullanamamaktan ötürü daima mağdur
olmaktadırlar.
4. Balkan Ülkeleri'ndeki Müslüman Toplumlarının
fertleri, kamu yönetiminde, basında, bilim ve
araştırma kurumlannda ve siyasette orantılı olarak
temsil edilmek şöyle dursun, bunların çoğunda hemen
hemen hiç yer alamamaktadırlar.
5. Siyaset önderleri tecrübesiz, bencil, ve daha
vahim olmak üzere, bazen de devlet istihbaratının
adamlarıdırlar. Bunlar arasındaki çekişmenin
faturası, Müslüman topluma pahalıya nıâlolmaktadır.
6. Aydın kesimi çok dağınık ve etkisizdir.
7. Halk kesiminin tüm umudu Türkiye'dir.
Türkiye'ye göç eğilimi çok güçlüdür.
8. Müslümanların kendi dillerinde eğitim imkânı
çoğu ülkede yoktur, olan yerlerde ise yetersizdir.
9. Müslüman din kurumları sürekli olarak baskı
altında bulunmaktadır. İşbaşındaki Müslüman din
adamları, çoğunlukla yetersiz ve bazen de devlet
istihrabatının adamıdırlar.
10. Müslüman Vakıfları'nın malları bugüne kadar
sürekli olarak yağma edilmiş olup bu yağma bugün de
devam etmektedir.
11. Müslüman kültürünün eserleri bakımsızlık
içindedir ve tamir izni alınamadığından bu halleri
ile ölüme terk edilmişlerdir.
Günümüz Dünyası'nda toplum, iktisat ve siyaset
düzenleri ve ilişkileri hızla değişmekte ve yeni
bir toplum düzeni oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Buna "Yeni Dünya Düzeni" diyorlar. Esasen, apansız
bastırıvermiş gibi görünen bu değişim rüzgarının
çok eski kökleri, sebepleri ve hazırlıkları vardır.
Apansızlık sadece hazırlığı olmayanların
meselesidir. Bu değişim süreci Balkan Ülkeleri'ni
hazırsızlık yakalamış ve dayanılmaz bir dalga
halinde kaplamıştır. Balkanlar'da birçok millet,
kültür ve inanç iç içe yaşamaktadır ve bundan ötürü
burada milli çıkarlar, tarihten gelme duygular,
geleceğe yönelik hülyalar ve dış güçlerin etkileri
her değişim sürecine şekil, ruh ve renk
vermektedir. Bu yüzden, orada çok hassas
dengelerin var olması doğaldır. Bunlardan
herhangi birinin bozulması, zincirleme tepkiye ve
sonunda da Balkan Savaşı'na sebep olabilir. Böyle
bir savaş ise, Türkiye'yi de kolaylıkla içine
çekebilir. Çekemez olsa bile, diğer sıkıntılar bir
yana, Türkiye'yi dehşetli bir göçmen dalgasının
kaplamasına sebep olabilir. Sadece böyle bir
dalganın yol açacağı sıkıntılar çok tahrip edici
boyutlarda olabilir. Sadece ve sadece böyle bir
tehlikeyi önlemek için, Türkiye'nin Balkanlar'da
bansın varlığını ve devamlılığını sağlamak uğrunda
çok ciddi çaba sarf etmesi gerekir. Kaldı ki, Balkan
Ül-keleri'nde. barışın varlığı her alanda işbirliği
imkânlarının doğmasına yol açacak ve ülkeler
arasında kültür, siyaset, ticaret ve bilim
alanlarında önemli yararlar sağlayacaktır. Bunun
temini için de, Türkiye'nin sürekli, akılcı, cesur
ve ciddi bir siyaset gütmesi ve bu uğurda hiçbir
fedakârlıktan asla kaçınmaması gerekir. Bu siyasetin
temel ilkesi, Balkan Ülkeleri ile iyi ilişkiler
geliştirmektir. Esasen, Türkiye Cumhu-riyeti'nin
emperyalist veya ırkçı bir siyaset anlayışı yoktur.
Bunun doğal sonucu olarak da, Türkiye karşılıklı
çıkarların hakça gözetileceği ilişkiler kurmaya
daima hazır ve hevesli olmuştur. Balkanlar'daki
Müslüman Toplumları bu ilişkilerin geliştirilmesinde
önemli bir katalizör işini yüklenebilirler. Bunun
için de, bu toplumların güçlenmesi gerekir. Bunun
sağlanması için birilerinin yardım etmesi şarttır.
Bu birileri arasında Türkiye en uygun adaydır. En
uygun adaydır; zira Türkiye'nin bu toplumlar ile
olan tarih ve kültür bağlan ile bunlara karşı olan
duyguları ve vecibeleri inkâr edilemez. Ancak,
Türkiye bu toplumları kendi beşinci kolu olarak
görmek istememektedir. Bu toplumların fertleri,
kendi kültür değerlerini korur ve geliştirirken,
ülkelerinin çalışkan, üretken, bilgili, şerefli ve
sadık vatandaşları olmak için çaba sarf ederlerse,
Türkiye bununla mutlu ve gururlu olur. Bugün, böyle
bir siyaset rüya gibi gelebilir. Ancak, bu rüya
gerçekleşirse Balkanlar'da kalıcı barış da
gerçekleşir. Bununla beraber, aynı amaçla yardımcı
olmak isteyen her devlet veya kuruluşun katkıları
için zemin hazırdır ve her katkı Balkanlar'da barış
oluşumuna katkı anlamında olacaktır.
Balkanlar'daki Müslüman Toplumla-rı'nın günümüzde
örgütlenmemiş, cahil ve fakir bir durumda
bulundukları yukarıdan beri açıklanmağa
çalışılmıştır. Bu toplumlar, bir çok yerde de ciddi
bir baskı altında yaşamaktadırlar. Bu toplumların
güçlenmesi öncelikle kendi çıkarları açısından
gerekmektedir. Çünkü, güçsüz toplum hâlinde içinde
yaşadıkları diğer toplumlar tarafından, eşyanın
tabiatına uygun olarak, gereksiz bir yabancı madde
diye bünyenin dışına atılmaya mahkûm olabilirler.
Öte yandan, bu toplumların güçlenmesi, hem
Türkiye'nin hem de Balkanlar'daki devletlerin
yararına olacaktır. Bu bakımdan, herkesin bu uğurda
bir şeyler yapması, katkıda bulunması gerekmektedir.
Yapılması gereken ve tabiri caiz ise "Balkan
Kalkınma Tasarısı" olarak adlandırılabilecek işler,
genel hatları ile şöyle özetlenebilir:
1. Eğitim-Öğretim Alanında
1.1- Meslek lisesi, lisans ve lisansüstü programlar
için Balkanlar'daki Müslüman Toplumlardan Türkiye'ye
burslu öğrenci kabulü devam etmelidir.
1.2- Balkanlarda meslek liselerinde öğrenim
görmekte olan öğrenciler, yaz tatillerinde meslek
içi eğitim veya çıraklık eğitimi için Türkiye' ye
getirilmelidir.
1.3- Balkanlarda her türlü meslek kuruluşlarına
üye olan sanayici, esnaf, hekim, öğretmen, din
adamı, hukukçu ve bunlar gibi kimseler için
bilgi-görgü arttırma ve Türkiyeli meslekdaşları ile
tanışma seminerleri düzenlenmelidir.
1.4- Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları ve hayır
kurumlan, Balkan Ülkele-ri'nde herkese açık okullar
açmak için teşvik edilmelidir.
1.5- Balkanlar'daki Müslüman din okulları ile
Türkçe eğitim-öğretim veren okullar
desteklenmelidir.
1.6- Balkanlar'a Türkçe öğretmenleri
gönderilmelidir.
2. Kültür Alanında
2.1 Balkanlar'da millî kültürün geliştirilmesi
doğrultusundaki her türlü faaliyet manen ve maddeten
desteklenmelidir. İlgili ülkelerle, Türk ve Müslüman
kültür mirasının korunması yönünde kültür
antlaşmaları gerçekleştirilmeli ve bunlarla ilgili
uygulamalar titizlikle takip edilmelidir.
2.2- Türkiye'de kültür alanında çalışan kuruluşlar,
Balkanlar'daki eşdeğerleri ile tanışmak ve işbirliği
içerisine girmelidir.
2.3- Balkanlar'daki her ülkede en az birer Türk
Kültür Merkezi açılmalıdır.
2.4- Balkan Ülkeleri'nin okullarında okutulmakta
olan kitaplarda, Türkiye ve Türklük aleyhinde olan
bölümlerin çıkarılmasına çalışılmalıdır.
3. Beşeri Alanda
3.1 Balkan Ülkeleri'ndeki Müslüman Toplumlarının
meslek sahipleri ve aydınları, dernekler ve
vakıflar yolu ile örgütlenmeli ve sivil toplumun bu
tür kuruluşları ile haklarını korumalı ve
her türlü beşeri gelişmeye zemin hazırlamalıdırlar.
3.2- Balkanlar'daki Müslüman vakıflar dağınıklıktan
ve belirsizlikten kurtarılmalı, insanlara hizmet
eder hâle getirilmelidir.
4. İktisat Alanında
4.1- Balkan Ülkeleri'nde birer Türk bankası
açılmalıdır.
4.2- Balkan Ülkeleri'nde yatırım yapacak Türk
işadamlarına düşük faizli, öncelikli ve uzun vadeli
krediler sağlanmalıdır.
4.3- Balkanlardaki Türk ve Akraba Topluluklarına
ait küçük ve orta boy işletmelerinin sahipleri,
Türkiye'de KOS-GEB tarafından eğitilmeli ve Türk
işadamları ile ilişki kurmaları için zemin
oluşturulmalıdır.
4.4- Balkanlarda planlanmakta olan ülkeler arası
doğu-batı ve kuzey-güney yönündeki otoyollar bir an
önce hayata geçirilmelidir. Bu tasarı, Balkanlar
için bir GAP olacaktır.
4.5- Özelleştirme çerçevesinde, Türk işadamları
ile Balkanlardaki işadamlarının ortaklıkları teşvik
edilmelidir.
4.6- Balkan Ülkeleri ile yapılacak bavul ticareti
için ulaşım, nakliye, konaklama ve güvenlik
kolaylıkları sağlanmalıdır.
|