Bankacılığın Tarihsel Gelişimi
Yaklaşık olarak tüm dünya dillerinde ufak tefek bazı
değişikliklerle ifade edilen banka sözcüğünün
yukarıda da belirtildiği üzere İtalyanca “banco”
kelimesinden geldiği ve daha sonra kelimenin banka
olarak kullanıldığı sanılmaktadır. İlk bankerler
sayılan Lombardiyalı Yahudiler, bankacılık
işlemlerini pazarlara koydukları birer masa (banco)
üzerinde yaparlardı (Parasız, 2001: 5).
Finansal sistem genel olarak finansal piyasalar (tahvil ve bono
piyasaları) ve finansal aracılardan (bankalar,
sigorta şirketleri, sosyal güvenlik kuruluşları)
oluşur. Bir finansal sistemin fon kaynağı yurtiçi
tasarruflar ile ülkeye aktarılan yurtdışı
tasarruflardan (dış borçlardan) oluşur. Sisteme
giren bu fonlar, yine bireyler, şirketler ve kamuya
sunulur dolayısı ile fon arz edenler (tasarrufçu)
ile fon talep edenler (kredi alanlar) olarak iki
grup ortaya çıkar.
Borç almak isteyenler, finansal piyasalarda doğrudan
kredi verenlere menkul kıymet satarak fon
sağlayabilmektedirler. Bu durumda borçlu olan
ekonomik birimler borçlarını, gelecekte elde
edecekleri gelirlerden ödemeyi taahhüt
etmektedirler. Bu doğrudan yapılan finansmanın
yanında dolaylı finansman yöntemi de kullanılabilir.
Burada tasarrufçu fon kaynağını, finansal aracıya
aktarır, kredi kullanmak isteyen de, fon
gereksinimini finansal aracılardan sağlar. Dikkat
edilirse finansal piyasalar, borç vermek isteyen ile
alıcının birbirini bulma olanağını sağlar. Burada
buluşma yüz yüze olmaz, aracı kurum vasıtası ile
birbirlerini görmeksizin fonların aktarımı sağlanır.
Eğer finansal sistem olmasa idi, borç vermek isteyen
ile almak isteyen birbirini bulamayacak, dolayısıyla
parasal ilişki kurulamayacaktır. Bu bağlantıyı, bir
ileri noktaya taşıdığımızda, kurulamayan bu ilişki
sonucunda iktisadi faaliyetin de sadece takas
işleminden ibaret olacağını söylemek mümkündür.
Kurmuş olduğumuz bu dizgi, bankacılığın tarihinin
çok eski yıllara dayanmasının nedenini de
açıklamaktadır (Öçal ve Çolak, 2000: 15).
Bankacılığın tarih boyunca gösterdiği gelişme, para kavramındaki
gelişmeyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Bir diğer
ifadeyle, para kavramı ve bankacılıktaki gelişme
karşılıklı etki suretiyle bugünkü düzeye ulaşmıştır
denebilir (Eyüpgiller, 2000: 6).
Eski çağlarda hükümdarların sarayları ile mabetleri para veya eşya
olarak yapılan tevdiat, bankacılığın ilk izleri
olarak kabul edilmektedir. Bu yerler, biri
yaşanılan, diğeri ölümden sonraki dünyanın
egemenliğini temsil ettiğinden ve tevdiatta,
hırsızlıkla talandan koruma gayesi görüldüğünden
halka güven telkin ediliyordu. Bu emanetleri
alanların kullanma haklarının olduğunu gösteren
kayıtlara rastlanmaktadır (Takan, 2001: 3).
Tarihte bankacılık faaliyetlerinin başlangıcı MÖ.3500 yıllarına
kadar uzanmaktadır. Mezopotamya’da Uruk kenti
yakınlarındaki “Kızıl Tapınak ( M.Ö.3400–3200 )”
bilinen en eski banka yapısıdır (Ataş, 1966: 7).
M.Ö. 1800 yılında Babil Hükümdarı Hammurabi’nin
çıkarmış olduğu ünlü Hammurabi Kanunları alacak-borç
ilişkisini düzenleyen maddeleriyle kredi ve faiz
konularına müdahalesinin ilk örneğini
oluşturmaktadır. Eski Yunanda Parthenon ve Apollon
tapınakları emanet kabul etmiş, para basmış ve ödünç
vermişlerdir (Urgancı, 1982: 7). M.Ö. IV. yüzyıldan
itibaren bunlar üzerindeki hükümet denetimi artarken
bir yandan bankerlerin, bir yandan da kamu bankalarının ortaya çıktığı görülmüştür. Mısır’da
bankacılığın gelişmesi Büyük İskender (M.Ö.356–323
)’in burayı işgalinden sonra M.Ö. III. yüzyılda
görülür. Eski Mısır’da “bileşik faiz”i yasaklayan
hükümler bulunmaktaydı. Batlamyüs zamanında ( M.Ö.
127–51 ) bankacılık devletin denetimi, daha doğrusu
tekeli altına girmiştir. Bu bankacılık alanında
kişisel işletmelerin ortadan kaldırılması anlamına
gelmektedir. Ancak ülke Romalılara geçtikten sonra
özel bankalara yeniden ortaya çıkmıştır (Takan,
2001: 3).
Mübadelede, para ekonomisine daha önce geçmiş bulunan Yunanistan
ile İtalya arasında meydana gelmeğe başlayan ticari
bağıntılar arasında para değerlerinin takdiri ve
değiştirilmesi sebebiyle İtalya’da da sarraflık
başlamış, böylece Roma’da para ve kredi işlemleri
gelişmiştir. Daha sonraları şövalyelerle, bir takım
çeşitli halk grupları da bu işlere girişmiştir.
İslamiyet’te faizin haram sayılması gibi,
Ortaçağlarda Hıristiyanların para ve kredi işleriyle
uğraşması kilise tarafından hoş görülmediğinden, bu
işler genellikle Yahudilerin ellerinde toplanmıştır.
Ortaçağ Avrupa'sında politik istikrarsızlık, yolların güvensizliği,
şehirlerin kale duvarlarının arkasına çekilmeleri ve
devamlı savaşlar, ekonomik ve ticari faaliyetleri
geniş ölçüde felce uğratmıştı. Öte yandan kilisenin,
kredi işlerini ve faizi menetmesi ve şiddetli
cezalara tabi tutması bankacılığın gelişerek
yayılmasını önlemiştir (Sezgin ve Şendoğdu, 2008:
18).
Nihayet Ortaçağın sonlarına doğru, memleketler
arasında gelişmeye başlayan ticari münasebetlere
paralel olarak bankacılık da bir ihtisas ve özel
ticaret kolu haline gelmiş Avrupa kıtasına
yayılmıştır. Önceleri kendi sermayelerinden kredi
dağıtan bankalar, daha sonraki yüzyıllarda,
saklanmak üzere emanet bırakılan paraların, kendi
garantileri altında piyasalara plase edilmesine
başlanmış, bu suretle de bankaların mevduat kabulü
bugünkü anlamda yürürlüğe girmiştir.
Amerika kıtasının keşfiyle, Akdeniz çevresinden dışarıya çıkan
ticaret işleri yanında, bankacılık işlemleri ve
teşkilatı da yine bu gelişmeye paralel olarak
çoğalmış dış ticaret ödemelerine de aracılık etmeye
başlamıştır. Diğer yandan, XVII. yüzyılın
başlarından itibaren, bankaların yatırım kaynakları
olan sermaye ve mevduata, banknot ihracı işlemleri
de eklenmiş ve bu imkânlar, banknot çıkarma işleri
devletlerce tekel altına alınıncaya kadar devam
etmiştir (Ataş, 1966: 8).
Dünyada tarihsel olarak eski dönemlere uzanan bankacılık
faaliyetleri XII. yüzyılda İtalya’nın Cenova
şehrinde bankerler sayesinde önem kazanmıştır.
Bankerler XIII. ve XIV. yüzyıllarda başka ticaret
merkezlerine de yayılmışlardır (Altuğ, 2000: 3).
Daha sonraları 1401’de Barselona Bankası, 1407’de Genova Bankası
denilen “Casa di San Giorgio” adındaki banka
kurulmuştur. Esas itibariyle Avrupalılara bu konuda
örnek olan Lombard’lardır. Gerek bunlar gerekse
Yahudiler gittikleri yerlerde hep aynı kurallara ve
hükümleri uygulamak suretiyle ticaret ve banka
işlemlerine ilişkin genellik sağlamaya yardımcı
olmuşlardır (Eyüpgiller, 2000: 9).
Modern Bankacılığın başlangıcı 1609 yılında Amsterdam Bankası’nın
kurulması ile başlamış, 1694 yılında kurulan
İngiltere Bankası ve 1907’de ABD’de kurulan Federal
Reserve Bank ile olgunluğa ulaşarak modern banka
sisteminin iskeletini oluşturmuşlardır (Altan, 2001:
42).
Bankacılık hareketleri, endüstrinin ve ulaştırma
imkânlarının gelişmesiyle XIX. yüzyılda büyük ölçüde
genişlemiştir. Bu yüzyıldan önce kurulmuş çok az
sayıdaki devlet ve belediye bankaları bir yana
bırakılırsa, XIX. yüzyıldan önce kurulmuş bulunan
hemen hemen bütün bankalar, kişilere ait ve
genellikle onların hayatları ile sınırlı olarak,
“şahsi işletme” niteliğinde iken XIX. yüzyıldan
sonra kurulan hemen bütün bankalar ise, “sermaye
şirketi”
şeklinde kurulmuşlardır. Bankacılık tarihinde XIX. yüzyılın en
belirgin özelliği, bankaların “anonim olarak kurulma
ve örgütlenme” şeklinin ilk kez bu yüzyılda
uygulanmış olmasıdır. Böylece eski çağların dar
imkânlarına sahip, küçük sermayeli ve dağınık
bankaları yerine, hemen bütün ülkelerde, geniş
sermaye ve büyük finansal imkânlara sahip, çok
şubeli “dev bankalar” doğmuştur (Altuğ, 2000: 3–4).
Sonuç olarak bugüne kadar birçok değişiklikler ve
gelişmeler kaydeden bankalar günümüzde en mükemmel
şeklini almıştır.
|