|
Belediyelerin Ekmek Piyasasına Müdahalesi:
Halk Ekmek, Narh, Gıda Pulu ve Serbest Piyasa
Alternatiflerinin Tartışılması
Güneri AKALIN
Giriş
Bu makalede, genelde devletin ve özelde büyükşehir belediyelerinin
ekmek politikaları ele alınacaktır. Bilindiği gibi,
belediyeler, ekmek politikasını iki yöntemle hayata
geçirmektedir: (i) Ekmek fiyatlarına müdahale
ederek, narh koyarak ve/veya (ii) ekmek üretimini
üstlenerek; örneğin, "Halk Ekmek" gibi tesisler
kurup ekmek üretimine geçerek. Aslında, birçok
büyükşehir belediyesinin (Ankara, İstanbul, İzmir,
Adana, Kırıkkale, Erzurum, Bursa ve Konya) halk
ekmek fabrikaları bulunmaktadır. Ekmek narhı,
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden bir
uygulamadır. Bu uygulamada ekmeğin gramajı, fiyatı
ve hatta kalitesi idarece belirlenmekte veya
onaylanmaktadır.
Belediyelerin ekmek fiyatlarından kendilerini sorumlu tutmaları,
dünyanın her yanında karşımıza çıkan bir olgu
değildir. AB ülkelerinde ve ABD'de, ekmek
fiyatlarına devletin herhangi bir müdahalesi
olmadığı gibi, belediyelerin ekmek üretimini
üstlendiği de görülmemektedir. Buna mukabil, halk
ekmek türü çözümler, özellikle sosyalist ülkelerin
ve yoksul ve geri kalmış ekonomilerin bir
uygulamasıdır.
Belediyeler Hangi Malları Sağlamalıdır?
Bilindiği üzere, kamunun sağladığı mallara sosyal
mallar, piyasanın sağladığı mallara ise özel
(kişisel) mallar denir. Sosyal mallar, yani kamu
hizmetleri, sosyal ihtiyaçların; kişisel mallar
ise, bireysel ihtiyaçların tatmini için üretilirler.
Sosyal malların temel özelliği, tüketimlerinin
birbirine "rakip olmaması" ve tüketicilerin onların
tüketimini yapmasını "engellenememesi"dir. Dahası,
sosyal mallar "tayınlanamazlar ve tayınlan-maları da
arzu edilmez". Sosyal mallar, kendi aralarında,
ulusal ve yerel sosyal mallar olarak ikiye ayrılır.
Yerel sosyal mallar içerisinde de; beldelere ait
olanların, belediyelerce sağlanması esastır. Ekmek
ise, tüm özellikleri ile piyasaca üretilmesi
gereken, özel bir
maldır. Zira tüketimi, rakip ve engellenebilir
niteliktedir. Ekmek bölünebilir, fiyatlandı-rılabilir
ve pazarlanabilir bir maldır. Nihayet ekmek
tayınlanabilen bir maldır.
Burada tayınlamadan kasıt, fiyat veya miktar taymlaması
yöntemlerinden birisinin uygulanması ile kimin
ekmeğe sahip olacağının belirlenmesidir. Bilindiği
gibi tayınla-ma yöntemleri, önce fiyat ve miktar
taymlaması olarak ikiye ayrılır. Fiyat taymlaması,
ekmeği kimin tüketeceğinin belirlenmesidir. Miktar
taymlaması ise dört çeşittir: Bunlar; regülatif
(karne), arz kesintisi, tesadüfi (torba), fizikî
(kuyruk) tayınlama olarak sıralanabilir. Kuşkusuz,
ekmeğe temel ihtiyaç maddesi olduğu için, miktar
tayınlamaları içerisinde karne, ona en uygun
düşenidir. Karne türü tayınlamada, ekmeği tüketmek
için, karne sahibi olma yanında, ekmeğin bedelinin
de ödenmesi gerekir.
Dolayısıyla, özel (kişisel) bir mal olan ekmeğin, eğer erdemli mal
sayılırsa, üretiminin piyasa yerine belediyelerce
üstlenilmesinin istenilmesi halinde; belediye
iktisadî teşebbüslerince temininden ziyade, belediye
bütçelerince finanse edilmesi, yani sübvan-se
edilmesi gerekir. Bilindiği gibi sosyal mallar: (i)
salt sosyal mallar (ii) karma mallar ve (iii)
erdemli mallar olarak üçe ayrılır. Erdemli mallar
tamamen kişisel mal niteliğine sahip, yani
tüketimleri rakip ve engellenilebilir olan, hatta
taymlanabilen mallardır. Bunlar, sadece piyasa
ekonomisine bırakılırlarsa yeterince
tüketilemeyecekleri ve bu nedenle negatif
dışsallıklar doğabileceği kaygısı ile, kamu
bütçelerinden finanse edilirler.
Belediyelerin iktisadî teşebbüsler kurmalarının beş gerekçesi
olabilir: (i) Yeniden bölüşüm, (ii) kentsel
kalkınma, ( iii) hasılat temini (rant işletmeleri),
(iv) ucuz girdi sağlanması (maliyetten tasarruf) ve
(v) yerel doğal tekeller oluşturma veya bazı kamu
hizmetlerini temin etme (su, gaz, elektrik, toplu
taşım vs.). Belediyelerin, halk ekmek türünden kamu
iktisadî teşebbüsleri kurmasının nedeni, bölüşüm
kaygısı, yani alt gelir gruplarına gelir transferi
yapma arzusudur. Elbette, halk ekmek türünden bir
örgütlenme, vergi mükelleflerinden seçmenlere
yapılan, aynî (mal) gelir transferi cinsinden bir
düzenlemedir. Belediyeler halk ekmek yerine doğrudan
gelir yardımı yaparak, yani nakit vererek de bu tür
bir gelir transferini yapabilirlerdi. Ekmekteki narh
olayı da, netice olarak, ekmekte monopol
fiyatlandırmasım veya ekmek üreticileri arasındaki
anlaşma ile kartel fiyatlandırması yapılmasını
önleyerek, tüketici refahının artırılmasını hedef
alan ve tüketicinin "sömürülmesini" engellemeye
çalışan bir düzenlemedir. Bu açıdan bakılınca,
ekmekteki geleneksel narh türü bir "âdil düzen"
arayışını çağrıştırmaktadır.
Halk Ekmek ve Gerekçesi
Aslında ekmek piyasasının, özellikle büyük
kentlerde, binlerce küçük üreticinin yer aldığı ve
belki de tam rekabete en yakın piyasa türü olması
gerekir. Rekabetçi bir piyasa ekonomisinde optimal
ekmek fiyatı ve arzı; piyasa denge fiyatmca
belirlenir. Dolayısıyla rekabetçi piyasa dengesine
her devlet müdahalesi, bir ikinci en iyi durumu yani
israf yaratır. Ancak, belediyelerin ekmek piyasasına
müdahalesinin iki gerekçesi olabilir ve bunlar
piyasa başarısızlığı doğurarak, yani 'ikinci en
iyiye' yol açarak, israf yaratırlar. Bu piyasa
başarısızlıkları şunlardır: (i) Fırıncılar
arasındaki kartel anlaşmaları ile ekmek fiyatının
rekabetçi piyasa fiyatının üstüne çıkartılarak rant
elde edilmeye çalışılması halinde arzı kısmaları
olması, yani yeterince ekmeğin üretilmemesi; ve (ii)
tam rekabet piyasası ve tam rekabet fiyatı mevcut
olsa bile; gelir eşitsizliğinin veya işsizliğin
yarattığı yoksulluk nedeniyle fakirlerin yeterince
beslenememeleri, hatta açlıkla yüzleşmesi
tehlikesidir.
Bilindiği gibi, devlet veya belediyeler, ekmek piyasasına üç
yöntemle müdahale edebilir : (i) Halk ekmek türü
üretimin ve ürünlerin dağıtımının üstlenilmesi, (ii)
Ekmek fiyatının regülasyonu, yani narh konulması ve
(iii) Yoksullara gıda pulları dağıtarak bunlan ekmek
satın alımında kullanmalarının sağlanması. Bizim
burada özellikle üzerinde duracağımız yöntem, halk
ekmek uygulamasının alternatifleri ile
karşılaştırılmasıdır.
Refah Devleti ve Gıda Yardımı:
Sosyal refah devleti uygulamaları
arasında, gıda yardımları da mevcuttur. ABD'de
yoksullara, sadece gıda satın alımında
kullanabilecekleri "gıda-pullan" (food-stamps)
kuponlar verilmektedir. Sosyalist blok ülkelerinde,
gıda maddelerinin sübvanse edilmesi esastır ve bu
gelenek, kısmen bugün de sürmektedir. Dolayısıyla,
gıda yardımları, sosyal refah devleti uygulamaları
arasında yer aldığı gibi; sosyal açıdan da,
geleneksel olarak, cemaat dayanışmasının ilk yolunu
oluşturur. Burada şunu da eklemekte fayda var; Batı
ülkelerinde ekmek fiyatına müdahale edilmemesi veya
halk ekmek türü uygulamalara gidilmemesinin nedeni,
bu ülkelerde ekmeğin beslenmedeki ağırlığını büyük
ölçüde kaybetmiş olması olabilir.
Halk Ekmeğin Yararları: Bilindiği gibi, Engel Yasası'na
göre, ailelerin geliri düştükçe gıdaya ve özellikle
ekmeğe ayrılan harcama payı büyür. Dolayısıyla, Halk
ekmek uygulaması, bizim gibi geri kalmış ve yoksul
ülkelerin kentsel bir gelir transferi
politikasıdır. Bunun yararlan: (i) Kentsel gelirin
bölüşümünün eşitsizliğini düzeltmek yani nispî
yoksulluk sorununun çözümüne katkıda bulunmak, (ii)
mutlak yoksulluğa ya da insanî acıların belki de en
kötüsü olan açlık sorununa çözüm getirmeye çalışmak
ve (iii) ekmek kartelinin arzı kısmasının doğurduğu
etkinsizliği önlemektir. İşgücünün daha iyi
beslenmesi, verimliliğinin artması ve dolayısıyla
millî gelir artışı demektir. Bu üç hususun da
gerçekleşmesi halinde millî gelir ve sosyal refah
birlikte artar.
Halk Ekmeğin Maliyeti: Ancak, sübvansiyon veya regülasyon, yani
fiyatlara müdahale ile piyasa ekonomisi bağdaşmaz.
Zira ekmeğin un olarak piyasa fiyatının altında
fiyatlarla fırınlara teslimi ve/veya mamul olarak
piyasa fiyatının altında satılmasının finansmanında
kullanılan fonların fırsat maliyeti, tasarruf, yani
yatırımdır. Nitekim, yoksulluk sorununun kesin
çözümü, yatırım, istihdam ve yeterli ücret düzeyi
olup, ekmeğin sübvansiyonu sadece yoksulluktan
geçici bir kaçıştır. Aslında, belediyenin, ekmek
fiyatlarına müdahale için, halk ekmek üretimini
üstlenmesinin üç maliyeti mevcuttur: (i)
Yatırılabilir fazlanın (tasanufların), tüketimin
sübvansiyonuna harcanması ile nüfus artışının ve
yoksulluğun teşviki, (ii) belediyeler eliyle fiyat
mekanizmasının işleyişinin çarpıtılması, yani
etkinlik kayıpları, kısacası israf, (iii) halk
ekmeğin finansman maliyeti olan vergilerin doğurduğu
millî gelir ve refah kayıplan. Demek ki, halk ekmek
olayının, bir sosyal maliyeti de mevcuttur.
Halk Ekmek kararının alınması: Bir başka deyişle,
halk ekmek olgusunun nihaî olarak sosyal refahı ve
millî geliri artırabilmesi bir şarta bağlıdır. Halk
ekmek uygulamasının sebep olduğu gelir
dağılımındaki düzelme ve açlık sorununun çözümünün
yarattığı sosyal refah ve millî gelir artışının aynı
olgunun yarattığı kayıplardan fazla olması
lazımdır. Oysa, böyle bir sonucun varlığı hatta
böyle bir hesaplamanın yapıldığı bile kuşkuludur.
Bir başka deyişle, halk ekmeğin belediyelerce
üretilmesi kararı ekonomi biliminin sınırları
içerisinde ve halk ekmeğin, sosyal refaha ve millî
gelire katkısının getireceği sosyal maliyetten daha
büyük olduğu gerekçesi ile alınmamaktadır. Aksine,
bu kararı alan, kentlerde yaşayan çoğunluklar olup,
karar, nihaî plânda, sosyal devlet görüntüsü
altında, azınlıktan çoğunluğa gelir transferi
yapmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla piyasaya ve
piyasa gelir dağılımına müdahale edilmektedir.
Dahası, bu amaçla yeni bir belediye kamu teşebbüsü
kurulmakta ve ekmek kısmen de olsa piyasaca sağlanan
kişisel bir mal olmaktan çıkartılmaktadır.
Narh ve Halk Ekmek Uygulamasının Karşılaştırılması:
Ekmek fiyatları ile ilgili dört alternatif ortaya
çıkmaktadır: (i) Serbest rekabet düzeni içerisinde
fırıncıların, rekabetçi piyasa fiyatlarını kabul
etme durumunda kalmaları, (ii) Fırıncıların
aralarında kar-telleşerek monopol fiyatı
uygulamaları, (iii) Belediyelerin kartel veya
monopol fiyatı ile başabaş fiyatı arasındaki âdil
bir fiyatı, narh ile fırıncılara empoze etmesi, (iv)
Belediyelerin halk ekmek türünde fabrikalar
kurarak, başaba (uzun dönem marjinal maliyetin)
civarındaki bir fiyatı ve belli bir piyasa payını
ekmek piyasasını regüle (tanzim) etmek için
kullanması.
Dikkat edilirse, uygulamaların ya da halk ekmek büfeleri önündeki
kuyrukların da gösterdiği üzere, bu alternatifler
arasında tüketici refahına en çok hizmet ettiği
gözlenen, dolayısıyla, net sosyal yararı maksimize
ettiği iddia edilebilecek olan çözüm, halk ekmek
türünden; kısmî veya total bir devletleştirmedir
(belediyeleştirme). Öncelikle, halk ekmek olgusunun,
piyasa ekonomisine ters düşmesi söz konusu
olmayabilir. Devlet veya belediye de rekabetçi
piyasa ekonomisi koşullarına uydukları sürece
kişisel malların üretimine katılabilirler ve
rekabeti artırabilirler. Ancak, bu dört alternatif
içerisinde, piyasayla en uyumlu olanı, birincisi,
yani serbest rekabet düzeni içerisinde piyasa
fiyatlarının geçerli olmasıdır: Zira, bu takdirde
piyasa dengesi optimal fiyat ve miktar bileşimini
verir.
Belediyelerin Ekmek Piyasasına Müdahalesinin Üstünlükleri ve
Sakıncaları
Burada söz konusu olan husus, belediyelerin ekmek piyasasına
müdahale yöntemlerinin, birbirlerine göre
üstünlükleri veya sakıncalarıdır. Yoksa, bunların
maliyet-yarar analizini yaparak net sosyal yarara
katkılarının karşılaştırılması değildir.
Halk Ekmeğin üstünlükleri.
Şimdi halk ekmek uygulamasının üstünlüklerini
özetleyerek sayalım.
Öncelikle,
halk ekmek üretimi ölçekten getiri olayının doğmasını
sağlamaktadır. Dahası, yeni teknolojilerin
uygulanmasına, işbölümünün artmasına, yani
uzmanlaşmaya olanak tanımakta ve daha hijyenik ve
halk sağlığına uygun ortamda, yeni alaşımlarla yeni
ürünler sunma olanağı yaratmaktadır. Bir başka
deyişle, ölçekten getiri ve uzmanlaşma ile daha
ucuz, daha hijyenik ve daha geniş bir ürün yelpazesi
ortaya çıkmaktadır.
İkincisi,
yeni bir üretim ünitesi, dağıtım ve pazarlama ağı ile
yatırım ve istihdam olanakları yaratılmakta; buna ek
olarak mübadele ile pazar oluşturulmakta; millî
gelir ve sosyal refah, tüketici rantı arttığı için
kesinlikle yükselmektedir. Bu yeni pazarı, ekmek
piyasasının bir kısmının belediyenin kurduğu kamu
teşebbüsünün eline geçmesi şeklinde yorumlamamak
gerekir. Zira, yoksullar için halk ekmeğin
alternatifi, muhtemelen, evde ekmek yapmaktır.
Üçüncü, bir husus, belediyeler, regülasyonlar yardımı ile, yani
narh koyarak veya regülasyonlarla fırıncı kartelleri
ile umutsuzca uğraşacaklarına; doğrudan üretime ve
pazarlamaya girerek, rekabetçi piyasa ve fiyat
ortamında soruna bir çare bulmaya çalışmaktadırlar.
Halk ekmek de dahil, rekabeti artıran her öğe,
etkinlik yaratarak, sosyal refahı ve millî geliri
artırır.
Dördüncü olarak, ekmek, ücret mallarının en önemlisidir.
Belediyelerin halk ekmek üretimleri ile rekabetin
artırılması ve ekmek fiyatlarının düşürülmesi,
sanayi ve hizmetler sektörlerinde kârların artması
anlamına gelir. Dolayısıyla halk ekmek olgusunun,
müteşebbisler için yarattığı dışsallık, kârlarının
artmasıdır. Ayrıca, daha iyi beslenen işçilerin
verimlilik artışları da hesaba katılırsa,
müteşebbislerin bu kârları katlanarak artar. Bir
başka deyişle, halk ekmek uygulaması ile
fırıncıların ve bakkalların kârları azalsa bile;
ekmek fiyatlarının düşmesi, ekonominin diğer
sektörlerindeki kârları artırır.
Son olarak, açlık ve yoksulluk sorununu, insan onurunu kırmadan
çözen her uygulama, bir sosyal fenayı yok eden kamu
hizmeti hüviyetiyle, toplumda kamu düzeninin
korunmasına ve sağlık harcamalarından tasarrufuna
yol açarak katkıda bulunur. Halk ekmek gibi
uygulamalar, topluma yabancılaşmayı, suçu ve anti
sosyal davranışları önlediği gibi; daha iyi bir
topluma ulaşmaya da hizmet eder. Ayrıca, fırıncıları
kartelleşme gibi anti-sosyal davranışlardan
caydırır.
Narh ve Halk Ekmek Politikalarının sakıncaları:
(a) Halk ekmek veya narh politikası bir etkinsizliği gidermek
amacıyla uygulanıyorsa ve bu politikada gelir
transferi amacı güdülmüyor ise, bir piyasa
aksaklığı, yani fırıncıların kartelleşmekten
caydırılamaması söz konusudur. Bu durumda, halk
ekmeğin iki alternatifi gündeme gelir: (i) Narh
koyma veya (ii) kartelleşen fırıncıların
ruhsatlarının iptali. Bunların her ikisi de
regülasyon olup piyasaya doğrudan müdahaledir. Eğer
gelir transferi amacı güdülüyor ise, iki alternatif
mevcuttur: (i)Halk ekmek veya (ii) gıda pulu
uygulaması ile ekmeğin sübvansiyonu. Bir demokraside
bu tür gelir transferinin miktarının ve yönteminin
karar makamı, kentli seçmen çoğunluğudur. Gıda pulu
uygulaması, bir bakıma, bütçeye konulan ödenek
ölçüsünde rant yaratmakla birlikte, piyasa
örgütlenmesine yani mülkiyet rejimine müdahale
edilmediğinden, halk ekmeğe tercih edilebilir. Bir
başka deyişle, gıda pulu uygulamasında gelir
transferi ve yaratılan rant bütçe ödeneği ile
sınırlı olup, mülkiyete ve piyasa örgütlenmesine,
yani 'üretim biçimine' müdahale edilmemektedir.
Oysa, halk ekmek hem bir mülkiyet yani 'üretim
biçimi' sorunu doğurmakta hem de yarattığı rant
miktarını ve israfı denetim dışına kaydırmaktadır.
Nitekim, çoğunlukçu demokrasi ve devletçilik, yani
kamu teşebbüsleri bir araya geldiklerinde, popülizm
veya rant ekonomisi denilen yapılanma ortaya çıkar.
Popülizm (= çoğunlukçu demokrasi + devletçilik)
keyfi gelir transferlerinin, yani rant ekonomisinin
temelini oluşturur. Halk ekmek olayına taraf olan
herkes -girdi satanlar, işçiler ve sendikalar ile
bayiler, tüketiciler, bürokratlar ve seçilmiş
politikacılar- bu ranttan yararlanabilme
potansiyeline sahiptirler. Bir başka deyişle, gelir
transferinin sadece belediyeler aracılığıyla vergi
mükelleflerinden seçmenlere yani tüketicilere
yapıldığı söylenemez. Böylece halk ekmek olayı veya
popülizm yoluyla vergi mükelleflerinden, özellikle
emlâk vergisi mükelleflerinden (tüketicilere +
işçilere ve sendikacılara + bayilere + girdi
sağlayan tüccara ve sanayicilere + bürokrat ve
seçilmişlere) gelir transferi yapma potansiyeli
mevcuttur. Dolayısıyla, belki
seçmenlere/tüketicilere gelir transferi yaparak
gelir dağılımını düzeltirken, diğer unsurlara gelir
transferi yaparak da eşitsizliği artırabilir.
Ayrıca, siyasî fiyatlarla yapılan keyfi gelir
transferleri, rant ekonomisine yol açarak israf ve
çürüme yaratır. Ancak, halk ekmeğin sübvanse
edilmesi için yapılan emlâk vergisi artışları da
konut yapımını azaltarak, kiraların yükselmesine ve
dolayısıyla kiracıların gelirlerinin düşmesine yol
açabilir: Neticede, eğer halk ekmek müşterileri ve
kiracılar aynı kişiler ise, gelir dağılımı da
değişmeyebilir. Akılda tutulması gereken husus, halk
ekmeğin kent içi gelirin, sosyal seçim yani oy
sandığı eliyle yeniden dağıtımı mekanizmalarından
birisi olmasıdır.
(b) Herkesin bildiği üzere kentler, köylere kıyasla, geçinme
maliyetinin çok daha yüksek olduğu yerlerdir.
Dolayısıyla, köyden kentlere yerleşmek için göç
edenlerin, kentlerdeki bu yüksek geçinme maliyetini
finanse edecek düzeyde işgücü verimliliği veya
sermaye geliri bulunmayan bireyler olmasının, kısaca
köylerinde bile geçimlerini sağlayamayan marjinal
halkın kentlere göçünün, bir tersine seçim (adverse
selecti-on) ve kentsel yoksulluk sorunu yaratacağı
ortadadır. Düşük verimli, gizli veya açık işsiz
köylülerin, geçinme maliyetinin daha düşük olduğu
kırlardan kentlere göç etmeleri, işsizliğin ve
yoksulluğun sosyal maliyetini artırır. Halk ekmek de
işsizliğin ve yoksulluğun artan sosyal maliyetinin
bir parçasıdır. Aslında, Türkiye'de yaşanan kentsel
sorunların -gecekondulaşma, ekmek, asayiş
problemlerinin- kökeninde, bu tersine seçim yani
düşük verimlilikteki insanların kentlere göçü
yatmaktadır. Bu durumda kentlerde yaygın yoksulluk,
gecekondu, yetersiz beslenme, açlık, asayişsizlik ve
hatta siyasal şiddet gibi sorunlar ortaya çıkmakta
ve komşuluk etkileri (neighbourhood ef-fects) diye
özetlenen bu kentsel dışsallıkların belirmesi
halinde, belediyelerin müdahalesi kaçınılmaz
olmaktadır. Zira, bu geçim sorunları, anti sosyal
faaliyetlere, yani suça dönüşmektedir. Ancak, halk
ekmek, netice olarak, iç göçü teşvik ettiğinden,
kendi kendisini mağlup eden bir yöntemdir.
(c) Ayrıca, sırf hayrî duygularla, kentlerdeki
yoksullara gıda yardımı yapılmasını isteyen
seçmenler de bulunabilir. Bu duruma iktisat
biliminde "fayda fonksiyonları arasında etkileşme
olması ve dolayısıyla pozitif dışsallık"
denilmektedir. Nitekim bu gerekçe ile dinî,
insancıl veya ideolojik nedenlerle açlara ve
yoksullara gelir transferi yapılmasını isteyenler
de olabilir. Bu tür bir yaygın gelir transferi
talebi ortaya çıkarsa, bu husus kollektif bir tercih
yani kamu hizmeti sayılacağından; bunu örgütleme
görevi, belediyelere veya devlete düşer. Bir aynî
yardım olan halk ekmek, bu takdirde açlık ve
yoksulluk sorununa karşı ideal bir çözüm olarak da
düşünülebilir. Böyle bir uygulama. Pareto optimaline
uygun bir çözümdür. Ancak bu çözüm, eğer nüfus
artışım, iç göçü ve işsizliği artırıyor veya himaye
ediyorsa; yoksulluğa ve açlığa karşı bir çözüm
olmaktan çıkar. Nüfus fazlası ve yoksulluk yaratır.
(d) Yalnız halk ekmek ile tüketiciye yapılan gelir transferinin,
piyasa fiyatı ile halk ekmek fiyatı farkı kadar
olduğunu söylemek doğru olmayabilir. Zira halk ekmek
kuyruğunda kaybedilen zamanın değerini, büfeye
ulaşmanın zahmetini ve istediğinde bulamamanın
riskini de fiyatına katmak gerekir. Bir başka
deyişle, halk ekmek fiyatının piyasa fiyatının
%50'si kadar aşağıda olmasından doğan nakit gelir
transferinin sonucu olan tüketici fazlasmdaki
artışın daha düşük olması beklenebilir. Ancak,
işsizlik dolayısıyla boş zaman maliyeti sıfıra
yaklaştığı sürece; bu ikisi arasındaki fark giderek
daralır. Yalnız bir devlet memurunun veya kamu
işçisinin, mesai saati içerisinde ekmek kuyruğunda
beklemesi ücretini düşürmez hatta reel gelirini
artırır iken, sosyal verimliliğini azaltır.
(e) Köyden göç edenlerin veya kentlilerin işsiz kalmasının yani
nüfus fazlası sorununun ortaya çıkmasının iki temel
nedeni vardır: (i) Sanayi ve hizmetler sektörlerinde
işgücü arzının hepsini istihdam edecek sermaye
stokunun bulunmamasına ek olarak tasarrufların ve
yatırımların büyüme hızının, işgücü arzının artış
hızının altında kalması yani sermaye birikiminin
yetersizliği. Bu yüzden, bir kentsel nüfus fazlası
ortaya çıkmaktadır, (ii) Köylerden göç edenlerin ve
kentli işsizlerin, verimliliklerinin cari piyasa
ücret haddinin altında kalması nedeniyle, kayıtlı
sektörlerde istihdamlarına olanak bulunmaması. Bir
başka deyişle, kente göç eden köylüler ile kentli
işsizler, eğitimsiz ve mesleksiz olduklarından,
kayıtlı sektördeki cari ücret haddinden istihdamları
mümkün değildir. Oysa, halk ekmek gibi gelir
transferleri, tüketimi, dolayısıyla nüfus artışı
sonucunda işsizliği ve yoksulluğu teşvik ederek,
kentli nüfus fazlası sorununu daha da
ağırlaştırmaktadır. Bir başka deyişle, her gelir
transferi politikası gibi halk ekmek de hedef
kitlesini, yani yoksulları ve nüfus fazlasını
artırmaktan başka bir şeye yaramaz. Ekonomik krizin
anlattığı husus, Türkiye'de işsizlik ve yoksullukla
mücadelenin, kesinlikle, piyasa disiplininden yani
etkinlik, istihdam ve büyümeden geçtiğidir.
Kesin çözüm, beslenme yetersizliğini doğuran
yoksulluğun kaynaklarına inmektir. İşsizliği,
yoksulluğu, nüfus fazlasını ve dolayısıyla beslenme
sorununu doğuran iki faktör mevcuttur:
Birincisi, düşük verimliliği yaratan beşerî
sermaye yani eğitim yetersizliğidir. İkincisi
ise, işsizliği doğuran sermaye birikimi
açığıdır. Halk ekmek veya gıda pulu yardımı, sadece
Tunç Kanunu'nun işlemesine yol açarak, kısa dönemde
nüfus artışını davet eder ve yoksulluğun
yaygınlaşmasını sağlar. Nitekim İstanbul, Ankara,
İzmir gibi büyük kentlerin % 70'inin gecekondu
olması, bu gerçeğin bir başka şekilde ifadesidir.
Bunlara ek olarak ekmek fiyatlarına müdahale
edilmesi ve belediyelerin ekmek piyasasına üretici
olarak girmeleri, özel (kişisel) mallarda kaynak
tahsis mekanizması olan piyasaya müdahale anlamına
gelir. Fiyatlara müdahale edilmesinin etkinsizlik
(refah kaybı) yani kaynak israfı cinsinden bir
maliyeti mevcuttur. Dolayısıyla, piyasaya müdahale
uzun dönemde daha düşük kalkınma hızı, daha az
istihdam artışı ve daha az kişi başına millî gelir
demektir. Belediyelerin bugünkü (narh+halk ekmek)
şeklindeki ekmek politikası, kaynak israfı yaratması
nedeniyle Pareto-optimal bir yöntem değildir.
Neticede halk ekmek bir kamu teşebbüsüdür ve her
KİT'in hastalığı olan ve özel mülkiyetin
bulunmamasından kaynaklanan müşevviksizlik,
müteşebbisin yokluğu nedeniyle yeniliklerin
izlenmesinin güçlüğü ve ölçeğin çok büyümesi gibi
sebepler dolayısıyla yönetim zaafları ile karşı
karşıyadır.
Halk Ekmeğin Sakıncaları Olduğu Tezine Yöneltilen Eleştiriler
Yukarıdaki analize, iki noktadan ciddî şekilde itiraz edilebilir:
(i)Halk ekmek işletmelerinin ürünlerinin ucuza
satılmasına rağmen, bunları sağlayan kamu
işletmelerinin, kendi kendilerini finanse edebildiği
ve hatta kârlı teşebbüsler oldukları iddia
edilmektedir. Ancak, bu iddiaların doğruluğunun
bağımsız denetim kuruluşlarınca belgelendirilmesi
şarttır. Belediyelere ait halk ekmek işletmelerinin
kâr ettikleri iddiası, sadece bu konudaki kendi
görüşlerini yansıtır. Kaldı ki BİT'lerin (Belediye
İktisadi Teşebbüsleri) sadece muhasebe anlamında
kârlı olmaları yetmez; fırsat maliyeti yani iktisadi
anlamda da kârlı bulunmaları gerekir. Bir başka
deyişle, muhasebe anlamında kârda, fakat iktisadî
anlamda zarardaysa veya yeterince kârlı değilse,
hâlâ, vergi mükelleflerinden, halk ekmeğe taraf
olanlara -tüketicilere/seçmenlere, işçilere,
bayilere, politikacılara- bir gelir transferi
mevcuttur.
(ii) Diğer taraftan, ekmek piyasası fırıncılar kartelinin
denetimindeyse ve narh fırıncı boykotları ile
belediye ve halkı karşı karşıya getirmekten başka
bir şeye yaramıyorsa; rekabetin piyasaya
sokulabilmesi, ancak kamu teşebbüsleri, yani halk
ekmek işletmelerinin kurularak piyasaya girilmesi
ile mümkün olabilir. Dahası, halk ekmeklerin
ölçekten getiri sağlayan işletmeler oldukları
unutulmamalıdır. Ancak, bu çözüme karşı da KİT'
lerin tabiatında saklı rant ekonomisi yaratma
karakterinin olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle,
kartelin yaratttığı rant ekonomisinin, kamu
teşebbüsünün yarattığı rant ekonomisi ile tedavisi,
israfı artırmaktan başka bir şey değildir. Önemli
olan, ekmek piyasasında rekabeti artırmak ve ölçek
ekonomilerinin işleyebilmesini sağlamaktır.
Temelinde yasal soygun, yani vergi mükelleflerinden
halk ekmeğe taraf olanlara gelir transferi bulunan
bir yaklaşımın, gerçek bir çözüm olamayacağı
bilinmelidir. Popülizm (= çoğunlukçu demokrasi +
devletçilik), kartelleşmeden veya monopolden daha
yararlı sayılamaz.
Kentlerde Ekmek Alanında Serbest Piyasaya Geçişte Alınacak Önlemler
Öncelikle, Batı ülkelerinde olduğu gibi ekmek üzerindeki narh
kaldırılmalı, firmalar istedikleri fiyattan ve
gramajdan ve türden ekmeği serbestçe tüketicilere
arz edebilmelidir. Bir başka deyişle, ekmeğin
fiyatının ve kalitesinin belirlenmesi, serbest
rekabete terkedilmelidir.
İkincisi, belediyeler de rekabet kuralları içerisinde, kurdukları
kamu teşebbüsleri aracılığıyla ekmek üretiminde
bulunabilirler; ancak her türlü açık veya çapraz
sübvansiyon yasaklanmalıdır. Fırıncıların en çok
şikayet ettikleri husus, belediyelerin doğal gazı ve
suyu halk ekmek fabrikalarına bedava temin ettiği
iddiasıdır. Eğer durum böyle ise, doğal gaz ve su
tüketicilerinden halk ekmek tüketicilerine bir
çapraz sübvansiyon söz konusudur.
Üçüncüsü, belediyeler, dilerlerse, serbest rekabet
koşullarına uymak kaydı ile ekmek üretip
dağıtabilirler. Ancak, belediye veya fırıncılar,
üretim ya da dağıtımda monopol uygulamalarına
başvuramazlar. Bir başka deyişle, piyasalara giriş
ve çıkış serbest olmalıdır. Belediyeler, halk ekmek
büfeleri ile kent kaldırımlarının istedikleri
yerlerini işgal etmekte ve bu büfeleri taliplere
istedikleri fiyattan kiralayarak, mevki rantını
kiraya dönüştürmektedirler. Bu durum, öncelikle bir
haksız rekabet örneğidir. Zira fırıncılar, mülk
sahiplerine kira ödeyen bakkallar aracılığıyla
dağıtım yaparken, halk ekmek belediyeye kira ödeyen
büfeler aracılığıyla ürünlerini pazarlamaktadır.
Diğer bir husus, halk ekmek büfelerinin sadece bir
monopol durumunda olan halk ekmek ürünlerini
pazarlamak mecburiyetinde bulunmasıdır. Dolayısıyla,
ekmek üretiminde piyasaya giriş çıkış serbest
olmakla birlikte, halk ekmeğin pazarlanmasında
monopol mevcuttur. Bu husus fırıncılar arasındaki
kartel anlaşmaları nedeniyle de geçerli olabilir;
yani belli semtlerdeki bakkallar belli fırıncılardan
belli fiyatlardan ekmek almaya zorlanıyor olabilir.
Dördüncüsü, belediyelerin ekmek üretim veya dağıtımına girişmeleri
halinde, açık veya çapraz sübvansiyonlara
başvurmalarının, serbest piyasa kurallarının ihlâli
anlamına geldiği için yasaklanması halinde, zarar
eden ve sübvansiyona ihtiyaç gösteren halk ekmek
ünitelerinin, kaynak (sermaye) israfına yol
açtıkları gerekçesi ile özelleştirilmesi gerekir.
Bir başka deyişle, rekabeti artırabildiği ölçüde
kamu teşebbüsleri kurmak serbest olmakla birlikte,
rant ekonomisine yol açmaması için rekabetin
kurallarına uyulması ve bu işletmelerin zarar
etmeleri hâlinde üretimin tatiline (kapanmaya),
devir ve iflasa açık olmaları gerekir. Zarar eden
halk ekmek üniteleri özelleştirilmelidir.
Beşincisi, piyasada rekabet koşulları tesis edildiğinde, yani küçük
üreticilikten, ölçekten getiri sağlayabilen ve ülke
çapında ambalajlanmış ürünler ile pazarlama yapan
firmaların yarıştığı bir ekmek pazarına
geçildiğinde, halk ekmek firmaları zarar etmeseler
bile, rant ekonomisi ve popülizm tehdidine son
verebilmek için, bu işletmelerin özelleştirilmesi
yoluna gidilmelidir. Bu husus, siyasal ve ekonomik
iktidarlar ayrımının veya demokratikleşmenin kentler
boyutuna indirgenmesidir.
Altıncısı, tüketicilerin korunabilmesi için belediyeler,
fırıncıların kartel anlaşmalarına başvurmalarım
veya monopol uygulamalarını önlemek üzere tedbir
alabilir. Örneğin, belediyeler fırıncıların çalışma
ruhsatlarını, kartel anlaşmalarına gitmemeye
bağlayabilir. Aksi halde, ruhsatları iptal
edebilir. Diğer taraftan, kartelleşme eğilimi
görüldüğü takdirde, belediyeler büyük ölçekli
firmalar kurarak, serbest rekabet kuralları
içerisinde piyasaya girebilir, büyük ölçekli özel
firmaların piyasaya girişini teşvik edebilir veya
özel sektörle büyük ölçekli üretim için ortaklıklara
gidebilir. Ancak zaman içerisinde bu halk ekmek
üniteleri veya belediye payları özelleştirilmelidir.
Yedincisi, kendiliğinden gerçekleşmekte olan bir
olay, süper marketlerin kendi zincirleri içerisinde
dikey entegrasyona geçerek ekmek üretimine ve
pazarlamasına girmeleridir. Belediyeler, süper
marketlerin açılış izinlerini, ekmek de üretip
pazarlamalarına bağlayabilir. Bu, süper marketlerin
mağdur ettikleri esnaflar arasına bakkallarm yanında
fırıncıların da girmesine yol açabilir. Ancak, süper
marketlerin varlığı ve ekmek piyasasına girmeleri,
zaten belediyelerin bu alandaki görevini sona
erdirmektedir. Nitekim, süper marketler karşısında
halk ekmek işletmelerinin uzun dönemde ayakta
kalabilmesi, ancak yüksek gelir transfer söz konusu
ise mümkündür. Yalnız belediyelerin üretim veya
dağıtımda monopol kurması da tüketici refahına
hizmet etmez. Zira, görünürdeki fiyat indirimi
sübvansiyonlara bağlı olup, kamu fonlarının yani
vergilerin bir sosyal refah ve millî gelir kaybı
yarattıkları unutulmamalıdır. Belediyeler, üretimde
değilse bile dağıtımda monopol uygulamalarına
başvurmaktadırlar. En kısa zamanda halk ekmek
büfeleri tüm fırınların ekmek satışlarına, halk
ekmekle aynı pazarlama kâr marjı uygulanarak
açılmalıdır. Bu durumda belediyelerin görevi, sadece
ekmekleri kalite ve sağlık açısından, tıpkı diğer
gıda maddelerinde olduğu gibi, denetlemekle sınırlı
olacaktır.
Sekizincisi, yalnızca ekmek üzerindeki sübvansiyon değil, un ve
varsa sektördeki doğal gaz, su, elektrik gibi
girdiler üzerindeki çapraz veya açık sübvansiyonlar
da kaldırılmalıdır. Zira, belediyeler unutmamalıdır
ki, vergi mükellefleri ve doğal gaz veya su
tüketicileri, verimlilikleri düşük veya yeterli
ölçüde işgücü arzetmeyen insanların beslenmesi için
vergi ya da bedel ödememektedir. Bir başka deyişle,
halk ekmeğin ucuzluğu doğal gazın pahalılığında
gizlidir. Piyasa fiyatlarından sapmak ve
sübvansiyon, neticede, toplumda derin ihtilaflar
yaratmak anlamına gelir. Sübvansiyonlar kalkar ve
özelleştirme gerçekleşirse, kartelleşmenin olmadığı
serbest rekabet ortamında, ekmek fiyatları başabaş
fiyatı civarında teşekkül edecektir. Bu arada halk
ekmek uygulamalarında fiyat kırmayı mümkün kılan bir
diğer husus, sermaye maliyetlerinin (amortisman +
faiz giderlerinin) muhtemelen belediyelerce
fiyatlara yansıtılmamasıdır. Bu tür uygulamalar,
sermayenin sahibinin daha doğrusu mülkiyetinin
olmaması nedeniyle, tüm KİT sektöründeki sermaye
israfının kaynağıdır.
Dokuzuncusu,
narh uygulaması ve/veya belediyelerin halk ekmek girişimi,
bu sektörde büyük ölçekli firmaların piyasaya
girişini önlemektedir. Oysa, ölçek ekonomilerinin
gerçekleşmesi, maliyetlerde düşme yaratabilir;
ayrıca, ambalajlama ile dayanıklılık süresi
artırılabilir ve süpermarket zincirleriyle belli bir
fiyat ve kalitedeki ekmekler tüm beldelere yayılarak
ülke çapında tam rekabet piyasasına geçilebilir.
Dahası, yeni teknolojilerin, farklı ekmek
türlerinin ve değişik pazarlama yöntemlerinin
piyasaya girmesine olanak verilir. Narh ve halk
ekmek uygulamaları piyasayı genelde küçük ölçekli ve
eski teknolojili firmalar ile tek tip ekmeğe mahkûm
etmektedir. Sonuçta karteller ve halk ekmek piyasayı
paylaştığından oligopol piyasası doğmaktadır.
Onuncusu,
bütün bu öngörülere karşılık, sübvansiyonlar kaldırıldığında
ve/veya halk ekmeğe son verildiğinde, rekabete
rağmen ekmek fiyatları artabilir veya düşebilir.
Ancak, eğer geleneksel olarak ekmeğin sosyal
dayanışma konusu olduğunu akılda tutarsak; vakıflar,
cemaatler, sosyal yardım dernekleri kendi
bünyelerinde ekmek üretim üniteleri kurarak,
muhtaçlara düşük fiyattan veya bedava somun
sağlayabilirler. Hayrî amaçlı her türlü özel
girişime, ekmek konusu açık tutulmalıdır. Yalnız,
devletin sosyal yardımlaşma fonu kurmuş olması veya
bu alanlara ilgi duyması, doğrusu piyasa ekonomisi
ile bağdaşmaz ve sosyal dokuyu bozar. Aslında,
ekmeğin sosyal yardımlaşma alanına girmesinde bir
yanlışlık yoktur. Yanlış olan, belediyelerin sosyal
yardım derneklerine, vakıflara, cemaatlere ve
hayırseverlere ait bu işlevi üstlenmiş olması; hayrî
kurumların da bu kenara itilişi kabullenmiş
bulunmasıdır. Dahası, dernekler, vakıflar veya
cemaatler ekmek dağıtmak yerine, saç ve fırın gibi
ekmek pişirmek için gerekli malzemeyi yoksullara
sağlayabilirler. Bir başka deyişle, yoksulların da
kendi kendilerine yardım etmeye alıştırılmalan
sağlanabilir. Özetlersek, kentli yurttaşlar kendi
özgür iradeleri ile ekmek konusunda bu sosyal
dayanışma örgütlerine bağışta bulunabilirler. Ancak,
belediyelerin vergi mükelleflerinin vergilerini bu
alanda kullanması, yani gelir transferi yapması
tartışmalı bir konudur. Liberallere göre, vergilerin
rızaya dayanmayan gelir transferi için kullanılması
bir bakıma, yukarıda da zikredildiği üzere, yasal
soygundur. Dahası, aileler göç ederken veya çocuk
sahibi olurken, bunun sonuçlarından sorumlu
olmalıdırlar. Yoksulların, sosyal refah devletinin
gereği olarak, devletin veya belediyelerin -yani
başka yurttaşların- kendilerine bakmakla mükellef
oldukları zihniyetiyle hareket etmeleri durumunda
sebep olduğu nüfus artışı, yoksulluk, geri kalmışlık
ve işsizlik sorununu çözümsüzlüğe doğru itmektedir.
Sorunun Ekonomi-politik Boyutu: Popülizm
Yukarıda belirtildiği üzere, halk ekmek veya narh, popülizmin (=
çoğunlukçu demokrasi + kamu teşebbüsleri) ve rant
ekonomisinin bir sonucudur. İlginç bir şekilde, halk
ekmeğin kentlerdeki ekmek piyasasındaki payı
%20'lerde dolaşmakta ve büyükşe-hir belediye
başkanlığı seçimlerini genellikle toplam oyların %
20-25'ini alan partilerin kazanmaktadır. Bu, kaba
bir gözlemle, halk ekmek ve belediye seçimleri
arasında adeta bir dengenin kurulduğunu
göstermektedir. Buradan çıkacak sonuç, tıpkı merkezî
devletin maliyesinin iflası olayında olduğu gibi,
belediyeler de bir malî buhrana sürüklenme-dikçe,
belediyelerin halk ekmek politikasında radikal bir
değişiklik beklememek gerektiğidir. Ancak, ekonomik
kriz ile işsizlik ve yoksulluk arttıkça, halk ekmek
ve gelir transferi talebi de artmaktadır.
Dolayısıyla, alternatif çözüm önerileri, seçmen
desteğine kavuşamayacaktır. Dahası, büyük şehir
beledeiyelerinin %20-25 ile seçim kazandığı bir
sistemde, sosyal seçim mekanizmasının pazar payı
%20 civarındaki bir halk ekmek üretimini muhtemelen
artırarak destekleyeceği anlaşılmaktadır.
Nitekim, belediyelerin mevcut ekmek politikasını belirleyen ve
uygulayan, neticede, seçmen tercihleridir, yani
oylardır. Ancak, ekmek konusunda seçmen tercihleri,
piyasa ekonomisine müdahale sonucunu yaratmaktadır.
Bir başka deyişle, oylama, sosyal malların (kamu
hizmetlerinin) tahsisini (arzını) aşarak, kişisel
malların (ekmeğin vs.) tahsisine müdahale
etmektedir. Kollektif tercihlerin kişisel tercihler
alanına müdahalesi, siyaset yani oylama aracılığıyla
mümkün olmakla birlikte, etkinlik ve refah açısından
sakıncalı bir durum ortaya çıkarmaktadır. Gerekçesi
ne olursa olsun, kollektif tercihlerin (sosyal
tercihlerin) sosyal refah devleti veya sosyal
dayanışma adına piyasaya müdahalesi, neticede
sosyal refehm ve millî gelirin düşmesine yol açan
bir tutumdur. Ancak, kısa dönemde belediyelerin
ekmek politikasında bir değişiklik beklemek, oy ve
ekmek dengesi nedeni ile, pek mümkün
görünmemektedir. Bugünkü halk ekmek politikasının
belediyelerin büyük malî bir buhrana sürüklenmesine
kadar sürmesi beklenebilir. Nitekim, halk ekmek
üreten belediyelerinin çoğu, sosyal sigorta
primlerini veya hazine kefaletli borçlarını
ödeyememektedir. Hatta, belediyeler arasında
personelinin maaşlarını bile ödeyemeyenler
mevcuttur.
Sonuç
Bu tahlillerin ulaştığı sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
Öncelikle, ekmekteki mevcut (narh + halk ekmek +
gıda yardımı) sistemi, sermaye israfı yaratmakta ve
tıpkı, gecekondulaşma gibi, şehirleşmeyi
hızlandırmaktadır. Fakat kentlerdeki yoksulluk ve
beslenme sorununa kesin bir çözüm olamamaktadır.
Zira, gıda fiyatlarının düşürülmesi, nüfus artışının
ve dolayısıyla yoksulluk ve işsizliğin teşviki
anlamına gelmektedir.
İkincisi, (narh + halk ekmek + nakit sübvansiyon) sistemleri yerine
(piyasa fiyatı + rekabet + özelleştirme) ikame
edilmeli, büyük ölçekli ve yüksek teknolojili
firmaların Türkiye ölçeğinde piyasaya girmeleri
teşvik edilmelidir.
Üçüncüsü, ekmek piyasasındaki her türlü monopol önlenerek, piyasaya
giriş ve çıkışlar serbest bırakılmalı;
kartelleşmeye izin verilmemesinin yanında, tüm halk
ekmek büfeleri bütün fırınların ürünlerine aynı kâr
marjı ile açılmalıdır. Kartelleşme eğilimi görülmesi
hâlinde, belediyeler özel sektörle yeni ortaklıklar
kurarak piyasalara girebilir. Ama, daha sonra, halk
ekmekteki bu belediye payları özelleştirilmelidir.
Dördüncüsü, süper marketlerin ekmek üretimi ve satışı teşvik
edilmeli ve belediyeler ekmek piyasasını regüle
etme görevini rekabete ve dolayısıyla süper market
zincirlerine devretmelidir. Türkiye'nin her yerinde
üretilen ekmeğin, kalite standartlarına uyması
halinde, Türkiye'nin her yerinde satılabilmesi
mümkün olmalı ve bununla ilgili ambalajlama
tekniklerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Beşincisi, mevcut halk ekmek fabrikaları özelleştirilerek, piyasa
ekonomisi içerisinde serbest rekabete göre
işletilmeleri sağlanmalıdır. Halk ekmek
fabrikalarına, özelleştirilmeleri hâlinde,
fırıncılar, şirketleşerek talip olabilirler. Büfeler
ve dağıtım örgütlenmeleri de özelleştirilerek
rekabete açılmalıdır.
Altıncısı, belediyelerin aslî görevlerine dönmelerinden sonra,
ekmek konusunda bir dayanışma ihtiyacı doğarsa, bu
yeri dernekler, cemaatler, vakıflar ve bunlara bağlı
işletmeler doldurabilir. Ancak, bu takdirde, ekmekte
gelir transferi, çapraz veya açık sübvansiyonlarla
değil, halkın bilinçli bağışları ile finanse edilmiş
olur. Bu yardımı alanlar da bunun bir kamu hizmeti
değil; hayırseverlik ürünü olduğu bilincinde
olarak, aldıklarını çalışarak topluma geri ödeme
moral yükümlülüklerinin bulunduğunun farkına
varırlar.
Yedincisi, % 5 'i aşan kentleşme hareketinin olduğu büyük
şehirlerde, halk ekmek uygulaması ile gıdanın
sübvanse edilmesi, neticede, göçü ve nüfus artışını
hızlandırıp, sermaye israfını artırarak, yoksulların
sayısını çoğaltır. Bir başka deyişle, halk ekmek
uygulamaları da dahil piyasa ekonomisine bölüşüm
amaçlı her müdahale sadece yoksulların ve
işsizlerin sayısını daha doğrusu nüfus fazlasını
artırır. Oysa, yoksulluğa kesin çözüm kalkınma, yani
yatırım ve istihdam artışıdır. Aksi halde, 'Tunç
Kanunu' halk ekmek gibi uygulamalara rağmen, uzun
dönemde nüfus üzerindeki baskısını artıracaktır.
Sonuç olarak, piyasa ekonomisine ve piyasa
disiplinine uymak ve ekmek kartelleri ile mücadele
etmek, piyasada rekabeti geliştirmek ve halk ekmek
işletmelerini özelleştirmek, popülizmin (=
çoğunlukçu demokrasi+ devletçilik) ürettiği halk
ekmek tura rant ekonomisi çözümlerine nisbetle belki
daha insafsız gibi görünse de, uzun dönemde, daha
kalıcı ve rasyonel, dahası, millî geliri artırıcı ve
sosyal refaha daha fazla hizmet edici bir çözümdür.
Bir başka deyişle, piyasa ekonomisi daha fazla gelir
ve istihdam yarattığından daha fazla ekmek tüketimi
ve beslenme demektir.
|