Bilgi Çağı 21. Yüzyıl ve Biyoteknolojik Gelişmeler
Prof. Dr. Ufuk Gündüz
21. Yüzyü'a girerken bilim ve teknolojide ileri
olan ülkeler tüm ekonomik etkinlik alanlarında
rekabet üstünlüğünü ellerinde tutmaktadırlar. Başta
bilişim (enformatik) teknolojileri olmak üzere yeni
malzeme teknolojileri, biyoteknoloji gibi çağın
ileri teknolojilerine hakim olan toplumlar
önümüzdeki yüzyılın egemen toplumları olacaklardır.
Bitirmek üzere olduğumuz 20. Yüzyıl'ın sonlarına
doğru moleküler biyoloji ve genetik alanlarında
devrim niteliğinde gelişmeler olmuştur. Canlılar
dünyasının sırlanna vakıf olmak insanlığa daha
uzun, daha sağlıklı, daha kaliteli yaşam
vaadetmektedir. Moleküler biyoloji araştırmaları
sonucunda elde edilen bilgiler ışığında biyolojik
sistemlerin sağlık, beslenme, tarım, enerji, çevre
gibi alanlara yönelik uygulamaları modern
biyoteknolojiyi oluşturmaktadır.
Bir canlılın oluşabilmesi için gerekli tüm bilgi DNA
(deoksiribonükleik asit) molekülü üzerinde
saklanmaktadır. DNA üzerinde bulunan ve gen adı
verilen bölgeler hücrelerdeki protein sentezini
yölendirerek camların özelliklerini belirler.
Kalıtım genler tarafından belirlenmektedir. İnsan
hücresinde 50.000-100.00 civarında gen bulunduğu
tahmin edilmektedir.
Altmışlı yılların sonlarında rekombinant DNA
teknolojisinin (gen mühendisliği) geliştirilmesi
ile canlıların genetik yapılarının
değiştirilebilmesi mümkün olmuşaır. Önce
bakterilerde sonra fare ve diğer canlılarda
gerçekleştirilen gen aktarımı ile canlılara
istenilen yeni özellikler kazandırılabilmektedir.
Örneğin şeker hastalığı (diyabet) tedavisinde
kullanılan insülin normalde bakteriler tarafından
üretilmeyen bir proteindir. Eğer insan DNA'sından
elde edilen insülin geni bakteriye aktanlırsa
bakteri insan insülüni sentezleme yeteneğini
kazanır. Bu yolla bol miktarda elde edilen insülin
şeker hastalan tarafından tüketilmektedir.
İnsan Genomu Projesi ve Biyoteknolojinin Sağlık Alanındaki
Uygulamaları
Bir hastalığın genetik ve biyokimyasal temelinin
anlaşılması hastalığın tanısı için önemli olduğu
gibi tedavi amacıyla çözüm üretilebilmesini de
rnümkün kılmaktadır. Bu nedenle insanda bulunan
50.000-100.000 arasındaki genin DNA üzerindeki
yerlerinin ve işlevlerinin belirlenmesi büyük önem
taşımaktadır, insan Genomu Projesi, ABD, Avrupa
Birliği Ülkeleri, Japonya ve Rusya'nın katıldığı
kapsamlı bir proje olup 2000-2010 yılları arasında
insanın genetik yapısının tanımını deşifre etmeyi
amaçlamaktadır. Sonuçta elde edilecek bilgi kalıtsal
hastalıklar, kanser, kalp-damar hastalıkları, şeker
hastalığı, sağırlık gibi birçok hastalıkların tam ve
tedavisinde kullanılacaktır. ABD 1997 yılında
hastalıklann DNA yoluyla tanısı konusundaki
araştırmalar için 750 milyon dolarlık bütçe
ayırmıştır.
Hasta bireyin bozuk geninin sağlam gen kopyası ile
değiştirilmesi olan gen tedavisi, henüz araştırma
aşamasında olmakla beraber bazı kalıtsal
hastalıkların tedavisi amacıyla şimdiden insan
üzerinde denenmeye başlanmıştır.
21. Yüzyıl'ın başlarında gen tedavisinin
yaygınlaşması ve kanser dahil kalıtsal
hastalıkların tümüne kesin çözüm getirilmesi
beklenmektedir. Belki de önümüzdeki 20-30 yıl
içinde bu uygulama birçok durumda şimdi kullanılan
ilaç tedavisinin yerini alabilecektir.
Rekombinant DNA teknikleri sayesinde ilaç sektöründe
de yeni gelişmeler sağlanmakta sitokinler, büyüme
faktörleri, pıhtı çözücü ya da pıhtı oluşturucu
proteinler yeni bir ilaç grubu olarak bol miktarda
üretilebilmekte ve çeşitli hastalıkların tedavisinde
kullanılmaktadırlar. Yeni teknolojiler ile üretilen
rekombinant aşılar klasik aşılardan daha etkili ve
daha az riskli olup, daha uzun süreli depo
edilebilme özelliği taşımaktadırlar.
Rekombinant DNA teknolojisi kadar önemli olan bir
başka yeni yöntem ise hibrido-ma teknolojisidir. Bu
yöntem ile monoklonal antikorlar üretilmekte ve
bulaşıcı hastalıklar, kanser ve diğer birçok
hastalığın tanısı için kitler geliştirilmektedir.
Monoklonal antikorlar, ilaçların vücuttaki hasta
dokulara yönlendirilmesi amacıyla da
kullanılabileceklerdir. Bu yolla sağlam dokuların
ilacın zararlı etkilerinden korunabilmesi
sağlanacaktır.
Tarım ve Hayvancılık Sektöründe Biyoteknolojik Uygulamalar
Tarım ve hayvancılık alanlarında daha verimli ve
kaliteli yeni bitki ve hayvan türlerinin
rekombinant DNA teknolojisi ile geliştirilmesi
amaçlanmaktadır. Bitki ve hayvan ıslahında ekonomik
açıdan önemli olan karakterlerin (verim,
dayanıklılık vb. gibi) DNA üzerinde belirlenmesi ve
tanımlanması büyük önem taşımaktadır. Örneğin
sıcaklığa, kuraklığa, parazitlere, hastalık yapıcı
bakteri ve virüslere dirençli tarım ve orman
bitkilerinin geliştirilmesi ekonomik açıdan çok
yararlı olacaktır. Ayrıca yeni yöntemler
kullanılarak hastalıkların tamsı için kitler,
ilaçlar ve aşılar geliştirilmesi mümkün olmaktadır.
Gıda Sektöründe Biyoteknolojik Uygulamalar
Gıdaların besleyici değerinin artırılması, gıda
üretiminde verimin yükseltilmesi, daha uzun
saklanabilen gıdaların üretilmesi ve gıda
zararlılarının belirlenmesi için tanı kitleri
geliştirilmesi amaçlanmaktadır.
Enerji ve Çevre Sektöründe Biyoteknolojik Uygulamalar
insanlık 21. Yüzyılda da enerji darboğazı ve çevre
kirliliği problemleriyle karşıkarşı-ya olacaktır.
Petrol veya kömür temelli yakıtlara alternatif,
özellikle çevre kirliliği yaratmayan (çevre dosaı)
yakıtların üretimi büyük önem taşımaktadır. Bu
amaçla selüloz ve yağ oranı yüksek, yandığı zaman
bol enerji verecek bitkilerin geliştirilmesi
amaçlanmaktadır. Ayrıca hidrojen ve etanol (alkol)
gibi temiz yakıtların mikroorganizmalar tarafından
üretimi üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Yandığı
zaman yalnızca su buharına dönüşen hidrojen gazı 21.
Yüzyılın çevre dostu yakıtı olacaktır.
Çevre kirliliğinin önlenmesi amacıyla fosil
yakıtların azot ve kükürt oksitlerden arındırılması
mikroorganizmalar tarafından
ger-çekleştirilebilmektedir. Su ve topraktaki
çeşitli zararlı atıkları parçalayan ve zararsız hale
getiren mikroorganizmaların geliştirilmesi de yeni
biyoteknolojinin çevre uygulamaları arasındadır.
Ülkemiz açısından bakıldığında Biyoteknoloji yeni
sayılabilecek bir konudur. Türkiye biyolojik
kaynaklar ve canlıların çeşitliliği bakımından
oldukça zengin bir ülke olarak büyük potansiyele
sahip olmakla birlikte moleküler biyoloji, genetik
ve biyoteknoloji konularında bilgi birikimi,
yetişmiş insan gücü ve altyapı yönünden yeterince
güçlü değildir. ODTÜ, Boğaziçi, Ege, Hacettepe,
Ankara, Istanbul ve Çukurova Üniversiteleri başta
olmak üzere birçok üniversitemizde ve TÜBÎTAK-MAM'da
biyoteknoloji alanında araştırmalar sürdürülmekte
ancak bu araştırmalar batı ülkelerindeki
araştırmalar ile karşılaştırıldığında oldukça
mütevazı boyutlarda kalmakta ve çoğu zaman somut
ürüne dönüşememektedir.
Ülkemizde biyoteknoloji endüstriyel sektörde de
arzulanan düzeyde bir gelişme gösterememiştir. Ancak
2000'li yıllara yaklaşırken Biyoteknolojinin,
Türkiye Bilim ve Teknoloji Politikaları kapsamına
alınması bu konunun ülkemizde de önem kazandığının
bir göstergesi olarak memnuniyet vericidir.
|