Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgi Çağında Balık Tutmak 

Gazeteci, Yazar Umur Talu 

Kıtaları ve çağlan aşıp gelen malum sözdür:

"Bana balık vereceğine balık tutmasını öğret."

Bilginin önemine bu vurguyla çağlar aşılıp geliniverdi "bilgi çağı"na...

Aslında her dönemde önemliydi "bilgi", öyleyse nedir bu çağa o isimle damgasını vu­ran?

Temel olarak, "bilgi"nin en önemli ser­maye oluşu.

Emek ve para ve paranın oluşturabildiği her türlü sermaye biçiminin yarattığı tarihsel birliktelikle karşıtlığın ötesinde, "bilgi"nin ta­yin edici sermaye olarak damga vurması.

"Tarihin sonu" ya!

Elbette, bilginin üretiminden dağıtımın­dan, nicelik ve niteliğinden, erişilebilirliğin­den, çoğalma ve yayılma hızından, mülkiyetin­den bağımsız bir süreç değil.

Kimine göre, bilginin elde edilme im­kanları ve hızı öylesine arttı ki, bilginin demokratikleşmesi, dolayısıyla da demokrasinin yeni ve gelişmiş bir evresi sözkonusu.

Kimine göreyse, tamam bunlar arttı ar­tmasına, ancak sözkonusu olan demokratik­leşme garantisi değil, tam tersine, "bilgi"nin te­mel hattı olan iletişimdeki yatay ve dikey te­merküz.

Hayat tabii ki ne tam ak, ne tam kara.

Bu yazıyı yazan, iletişim sektöründe bu­lunmasının, son 20 yılın başdönürücü teknolo­jik ilerlemelerinin iyi kötü tanığı olmasının, "bilgi çağı"mn imkanlarından ve onun simgesi Internet'ten fazlasıyla yararlanmasının yanında bilgi çağı fetişizmine itirazları da paylaşıyor.

Kabul. Hiç bir şey eskisi gibi değil.

Kabul. Hız ve imkanlar da arttı.

Kabul. Küreselleşme somut bir gerçek.

Kabul. Bilgi önemli bir kurumsal ve ki­şisel sermaye.

Kabul. İşin örgütlenmesi değişmekte, insanın bilgileri paylaşma fırsatları çoğalmakta vesaire.

Ancak;

Madem ki "bilgi" en önemli sermaye, sermayenin temel dürtülerinden nasıl muaf ka­lacak?

Kar dürtüsü, ulusal ve uluslararası hege­monya dürtüsü, tekelleşme, aynılaşma dürtü­leri mesela. 

Global Köyün Ağası 

Meşhur Davos'ta Elektronik Sınır Vakfı kumcularından olan John Perry Barlow "Sibe-ruzay'ın bağımsızlık bildirgesi"ni şu sözlerle ilan etmişti:

"Sanayileşmiş dünyanın hükümetleri, et ve çelikten yapılma yorgun devler, ben Sibem-zay'dan, zihnin yeni yerleşim biriminden geli­yorum. Aramıza hoşgelmediniz. Toplandığımız bu yerde siz hakim değilsiniz. Sizin mülkiyet, ifade, kimlik, hareket ve kapsamla ilgili huku­ki anlayışlarınız bize geçmez. Onlar maddi şeylere dayanır. Burada maddi bir şey yok." 

Bu pek idealist bildirgenin yapıldığı yer Davos, katı, sıvı ya da gaz, maddi yahut mad­de olmayan her şeyin, dünya kapitalizminin sorumluları tarafından gözden geçirildiği bir tür "kutsal toprak", değil mi? O zaman, biraz daha somuta ve sadede gelip şu sözlere kulak verelim:

"İletişim ekonomisinin öncüsü olarak, ABD onun gelişimini de belirleyecektir. Başka hiç bir ülke bu evrimi yönlendirecek imkanlar toplamına sahip değil. Bunlar, uluslararası güçte bilgisayar ve program üreticileri, dina­mik bir endüstri, tamamen serbest bir teleko­münikasyon sektörü, düşük bir sermaye risk oranı, esnek bir emek pazan ve benzersiz bir üniversite sistemi. Elektronik ticari ve kültürel cemaatlerden oluşan bir şebekeler dünyasına doğru gidiyoruz ve paradoks şu ki, bu dünya, ABD'nin ülkeler arasında bir ülke olarak konu-munu güçlendirecek." 

Bu sözler bilgisayar sektörünün devle­rinden Novell'in, hükümetle ilişkilerden so­rumlu başkan yardımcısı Daniel Burton'a ait ve yazısının yayınlandığı yer de "Foreign Policy" yani "Dış politika" dergisi (ilkbahar 1997).

Doğru söze ne denir tabii, ama yazanın sıfatı, sorumluluğu ve yayınlayan dergi gibi ay­rıntılar, "global köy"ün bir ağası bulunduğunu da işaret ediyor. 

Nitekim, Başkan Clinton da, bir "Ameri­kan malı" olarak "enformasyon otoyolu"na güç verirken, "Görevim, ABD'nin öncü konumunu korumak ve 21'inci Yüzyıl'ı da kazanmak" di­yordu.

Bir parantez: 

Daha sonra ABD'de başkanın ulusal gü­venlik danışmanlığını da yapacak olan ünlü stratejist 2bigniew Brzezinski 20 yıl kadar ön­ce, sözkonusu olanın uyumlu, dingin bir "glo­bal köy" değil, tüm çelişkileri, çatışmaları ve kargaşalarıyla bir "global kent" olduğunu ileri sürmüştü. 

Bunu söylerken de şuna işaret ediyor

"Dünyadaki iletişmin yüzde 65'inin çıkış noktası ABD'dir."

Bugün ise, Brzezinkski de dahil, artık "global imparatorluk"tan bahsedenler var. 

Olta Meselesi 

Tabii, kimine göreyse asıl belirleyici kavram "global pazar."

Dünyada şu anda Internet'e erişim im­kanı olanların sayısı 60-70 milyon kişi dolayın­da olmalı. (PC sayısı değil; o daha az)

Gelişmekte olan ülkelerde bağlananla­rın sayısı epeyce hızlı artıyor. Mesela Çin'de 1994'te sadece iki site varken bu sayı iki yılda 2.500'e çıkmış. Arjantin'de l'den 5-312'ye fırla­mış. Güzel!

Fakat biliyoruz ki, oranlar başka şey, mutlak rakamlar bambaşka.

İki yıl önceki rakamlarla tüm dünyada 180 milyon PC, yani potansiyel Internet kanalı vardı ve 6 milyar kişilik bir dünyada toplam nüfusun yüzde 3'üne tekabül ediyordu.

Dünya nüfusunun yüzde 15'i kadar nü­fusa sahip gelişmiş ülkeler dünya telefon hatla­rının dörtte üçüne sahipti ve biliyorsunuz ki te­lefon her işin başı. Hesaplanmıştı ki, Internet'e bağlı bilgisayarların yüzde 60'ı ABD'lilere aitti.

ABD'de ise, yeni sayılabilecek araştır­malara göre, yıllık geliri 10 bin doların altında olan ailelerden sadece yüzde 5 kadarı bir bilgi­sayara sahipti, yıllık geliri 34 bin dolar olan or­ta sınıf ailelerde bu oran yüzde 25 dolayındaydi. Bilgisayarların yüzde 65'i yıllık geliri 75 bin doları aşan hanelerde bulunuyordu.

 

"Öncü" ABD'de bile nüfusun sadece yüzde 8'i "bilgi çağı"nın büyük imkanı olan In­ternet'e erişebiliyordu.

Elbette bu sayı artmıştır ve sürekli artı-yordur. Ama bilgi çağının sınırlan konusunda da bir şeyler anlatıyor.

Birincisi, imkanların eşitsizliği, ikincisi burada pek değinmediğimiz uluslararası öl­çekteki tekelleşme, üçüncüsü bir ülkenin he­gemonyası.

Bunların tümünün özeti bir gelişme ise, içinde bilginin demokratikleşmesi, dolayısıyla özgürleşmesi yönünde değerli genler barındı­ran Internet'in bile ticarileştirilme tehlikesi.

 

Yoksa "global pazar"la kastettikleri za­ten önünde hiç bir ulusal ve yasal sınır kalma­mış kültürel tüketim ve para-hizmet-mal hare­keti. Bunların da "bilgi çağı" paravanı ardında "bilgi" maskesi taktırılıp kutsandığını söyleme­ye bile gerek yok.

"Enformasyonun serbest akışı" denile­rek çoğu zaman paraya dönüşen yahut bizzat para olan "bilgi"nin kulakları çınlatılıyor.

Geçen haziranda Clinton'a sunulan "Ira Magaziner Raporu" (Başlığı "Global elektronik ticaret için bir çerçeve") kısaca şunu vurgulu­yordu:

"Internet her şeyden önce iş (business) yapmaya hizmet etmelidir. Özellikle de ABD'nin işlerini."

Yazıyı, akla kara arasındaki bölgeye işa­ret eden ABD'li bir akademisyenin, John Wi-ener'in şu sözlerini paylaşarak bitirmek istiyorum: 

"Internet devasa bilgi kaynaklarını eşi görülmedik ölçekte kullanılabilir kılıyor. Doğ­rudan iletişimi kolaylaştırıyor ki, bu da demok­rasiyi güçlendirilebilir. Bu aynı zamanda bir haz...

Ancak, bu bizimkinden kesin olarak farklı yeni bir özgürlük dünyası değil; ifade öz­gürlüğü ve sansür, toplumsal hiyerarşiler bağ­lamında. Tabii reklam ve ticaretten hiç bahset­mezsek. Sanal gerçeklik, gerçek hayatın sınır­larını aşmış değil."

Kısacası tekno-ütopya; henüz tüm ütop­yalarımızın sonunu getirecek ve "bilgi ça-ğı"nda bilginin gerçekten demokratikleştiril­mesi, daha adil ve eşitlikçi toplumsal yapılar ve öyle bir dünya uğruna mücadele etmeyi gerek­siz kılacak cinsten değil.

"Balık'la başlamıştık, "balık'ta bitirelim:

"Bana balık tutmasını öğretebilirsin ama olta hep senin elinde olduktan sonra neye ya­rar."

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005