Bilgi Çağında Balık Tutmak
Gazeteci, Yazar Umur Talu
Kıtaları ve çağlan aşıp gelen malum sözdür:
"Bana balık vereceğine balık tutmasını öğret."
Bilginin önemine bu vurguyla çağlar aşılıp
geliniverdi "bilgi çağı"na...
Aslında her dönemde önemliydi "bilgi", öyleyse nedir
bu çağa o isimle damgasını vuran?
Temel olarak, "bilgi"nin en önemli sermaye oluşu.
Emek ve para ve paranın oluşturabildiği her türlü
sermaye biçiminin yarattığı tarihsel birliktelikle
karşıtlığın ötesinde, "bilgi"nin tayin edici
sermaye olarak damga vurması.
"Tarihin sonu" ya!
Elbette, bilginin üretiminden dağıtımından, nicelik
ve niteliğinden, erişilebilirliğinden, çoğalma ve
yayılma hızından, mülkiyetinden bağımsız bir süreç
değil.
Kimine göre, bilginin elde edilme imkanları ve hızı
öylesine arttı ki, bilginin demokratikleşmesi,
dolayısıyla da demokrasinin yeni ve gelişmiş bir
evresi sözkonusu.
Kimine göreyse, tamam bunlar arttı artmasına, ancak
sözkonusu olan demokratikleşme garantisi değil, tam
tersine, "bilgi"nin temel hattı olan iletişimdeki
yatay ve dikey temerküz.
Hayat tabii ki ne tam ak, ne tam kara.
Bu yazıyı yazan, iletişim sektöründe bulunmasının,
son 20 yılın başdönürücü teknolojik ilerlemelerinin
iyi kötü tanığı olmasının, "bilgi çağı"mn
imkanlarından ve onun simgesi Internet'ten
fazlasıyla yararlanmasının yanında bilgi çağı
fetişizmine itirazları da paylaşıyor.
Kabul. Hiç bir şey eskisi gibi değil.
Kabul. Hız ve imkanlar da arttı.
Kabul. Küreselleşme somut bir gerçek.
Kabul. Bilgi önemli bir kurumsal ve kişisel
sermaye.
Kabul. İşin örgütlenmesi değişmekte, insanın
bilgileri paylaşma fırsatları çoğalmakta vesaire.
Ancak;
Madem ki "bilgi" en önemli sermaye, sermayenin temel
dürtülerinden nasıl muaf kalacak?
Kar dürtüsü, ulusal ve uluslararası hegemonya
dürtüsü, tekelleşme, aynılaşma dürtüleri mesela.
Global Köyün Ağası
Meşhur Davos'ta Elektronik Sınır Vakfı kumcularından
olan John Perry Barlow "Sibe-ruzay'ın bağımsızlık
bildirgesi"ni şu sözlerle ilan etmişti:
"Sanayileşmiş dünyanın hükümetleri, et ve çelikten
yapılma yorgun devler, ben Sibem-zay'dan, zihnin
yeni yerleşim biriminden geliyorum. Aramıza
hoşgelmediniz. Toplandığımız
bu yerde siz hakim değilsiniz. Sizin mülkiyet,
ifade, kimlik, hareket ve kapsamla ilgili hukuki
anlayışlarınız bize geçmez. Onlar maddi şeylere
dayanır. Burada maddi bir şey yok."
Bu pek idealist bildirgenin yapıldığı yer Davos,
katı, sıvı ya da gaz, maddi yahut madde olmayan her
şeyin, dünya kapitalizminin sorumluları tarafından
gözden geçirildiği bir tür "kutsal toprak", değil
mi? O zaman, biraz daha somuta ve sadede gelip şu
sözlere kulak verelim:
"İletişim ekonomisinin öncüsü olarak, ABD onun
gelişimini de belirleyecektir. Başka hiç bir ülke bu
evrimi yönlendirecek imkanlar toplamına sahip değil.
Bunlar, uluslararası güçte bilgisayar ve program
üreticileri, dinamik bir endüstri, tamamen serbest
bir telekomünikasyon sektörü, düşük bir sermaye
risk oranı, esnek bir emek pazan ve benzersiz bir
üniversite sistemi. Elektronik ticari ve kültürel
cemaatlerden oluşan bir şebekeler dünyasına doğru
gidiyoruz ve paradoks şu ki, bu dünya, ABD'nin
ülkeler arasında bir ülke olarak konu-munu
güçlendirecek."
Bu sözler bilgisayar sektörünün devlerinden
Novell'in, hükümetle ilişkilerden sorumlu başkan
yardımcısı Daniel Burton'a ait ve yazısının
yayınlandığı yer de "Foreign Policy" yani "Dış
politika" dergisi (ilkbahar 1997).
Doğru söze ne denir tabii, ama yazanın sıfatı,
sorumluluğu ve yayınlayan dergi gibi ayrıntılar,
"global köy"ün bir ağası bulunduğunu da işaret
ediyor.
Nitekim, Başkan Clinton da, bir "Amerikan malı"
olarak "enformasyon otoyolu"na güç verirken,
"Görevim, ABD'nin öncü konumunu korumak ve 21'inci
Yüzyıl'ı da kazanmak" diyordu.
Bir parantez:
Daha sonra ABD'de başkanın ulusal güvenlik
danışmanlığını da yapacak olan ünlü stratejist
2bigniew Brzezinski 20 yıl kadar önce, sözkonusu
olanın uyumlu, dingin bir "global köy" değil, tüm
çelişkileri, çatışmaları ve kargaşalarıyla bir
"global kent" olduğunu ileri sürmüştü.
Bunu söylerken de şuna işaret ediyor
"Dünyadaki iletişmin yüzde 65'inin çıkış noktası
ABD'dir."
Bugün ise, Brzezinkski de dahil, artık "global
imparatorluk"tan bahsedenler var.
Olta Meselesi
Tabii, kimine göreyse asıl belirleyici kavram
"global pazar."
Dünyada şu anda Internet'e erişim imkanı olanların
sayısı 60-70 milyon kişi dolayında olmalı. (PC
sayısı değil; o daha az)
Gelişmekte olan ülkelerde bağlananların sayısı
epeyce hızlı artıyor. Mesela Çin'de 1994'te sadece
iki site varken bu sayı iki yılda 2.500'e çıkmış.
Arjantin'de l'den 5-312'ye fırlamış. Güzel!
Fakat biliyoruz ki, oranlar başka şey, mutlak
rakamlar bambaşka.
İki yıl önceki rakamlarla tüm dünyada 180 milyon PC,
yani potansiyel Internet kanalı vardı ve 6 milyar
kişilik bir dünyada toplam nüfusun yüzde 3'üne
tekabül ediyordu.
Dünya nüfusunun yüzde 15'i kadar nüfusa sahip
gelişmiş ülkeler dünya telefon hatlarının dörtte
üçüne sahipti ve biliyorsunuz ki telefon her işin
başı. Hesaplanmıştı ki, Internet'e bağlı
bilgisayarların yüzde 60'ı ABD'lilere aitti.
ABD'de ise, yeni sayılabilecek araştırmalara göre,
yıllık geliri 10 bin doların altında olan ailelerden
sadece yüzde 5 kadarı bir bilgisayara sahipti,
yıllık geliri 34 bin dolar olan orta sınıf
ailelerde bu oran yüzde 25 dolayındaydi.
Bilgisayarların yüzde 65'i yıllık geliri 75 bin
doları aşan hanelerde bulunuyordu.
"Öncü" ABD'de bile nüfusun sadece yüzde 8'i "bilgi
çağı"nın büyük imkanı olan Internet'e
erişebiliyordu.
Elbette bu sayı artmıştır ve sürekli artı-yordur.
Ama bilgi çağının sınırlan konusunda da bir şeyler
anlatıyor.
Birincisi, imkanların eşitsizliği, ikincisi burada
pek değinmediğimiz uluslararası ölçekteki
tekelleşme, üçüncüsü bir ülkenin hegemonyası.
Bunların tümünün özeti bir gelişme ise, içinde
bilginin demokratikleşmesi, dolayısıyla özgürleşmesi
yönünde değerli genler barındıran Internet'in bile
ticarileştirilme tehlikesi.
Yoksa "global pazar"la kastettikleri zaten önünde
hiç bir ulusal ve yasal sınır kalmamış kültürel
tüketim ve para-hizmet-mal hareketi. Bunların da
"bilgi çağı" paravanı ardında "bilgi" maskesi
taktırılıp kutsandığını söylemeye bile gerek yok.
"Enformasyonun serbest akışı" denilerek çoğu zaman
paraya dönüşen yahut bizzat para olan "bilgi"nin
kulakları çınlatılıyor.
Geçen haziranda Clinton'a sunulan "Ira Magaziner
Raporu" (Başlığı "Global elektronik ticaret için bir
çerçeve") kısaca şunu vurguluyordu:
"Internet her şeyden önce iş (business) yapmaya
hizmet etmelidir. Özellikle de ABD'nin işlerini."
Yazıyı, akla kara arasındaki bölgeye işaret eden
ABD'li bir akademisyenin, John Wi-ener'in şu
sözlerini paylaşarak bitirmek istiyorum:
"Internet devasa bilgi kaynaklarını eşi görülmedik
ölçekte kullanılabilir kılıyor. Doğrudan iletişimi
kolaylaştırıyor ki, bu da demokrasiyi
güçlendirilebilir. Bu aynı zamanda bir haz...
Ancak, bu bizimkinden kesin olarak farklı yeni bir
özgürlük dünyası değil; ifade özgürlüğü ve sansür,
toplumsal hiyerarşiler bağlamında. Tabii reklam ve
ticaretten hiç bahsetmezsek. Sanal gerçeklik,
gerçek hayatın sınırlarını aşmış değil."
Kısacası tekno-ütopya; henüz tüm ütopyalarımızın
sonunu getirecek ve "bilgi ça-ğı"nda bilginin
gerçekten demokratikleştirilmesi, daha adil ve
eşitlikçi toplumsal yapılar ve öyle bir dünya uğruna
mücadele etmeyi gereksiz kılacak cinsten değil.
"Balık'la başlamıştık, "balık'ta bitirelim:
"Bana balık tutmasını öğretebilirsin ama olta hep
senin elinde olduktan sonra neye yarar."
|