Bilgi Çağında Dini Değerlerin Geleceği
Prof. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu
Öyle görünüyor ki,
21. yüzyıl teknolojik ve biyolojik alandaki
gelişmelerin zirveye ulaşacağı bir döneme sahne
olacaktır. Bu alanlarda gerçekleşen başdöndürücü
yeni buluş ve
yorumlar sosyal, teknolojik ve moral değerler
açısından toplumları büyük oranda etkileyecektir.
21. yüzyılın öne çıkan en büyük özelliği ve
belirleyici vasfı, "Bilgi Toplumu" olmasıdır. Artık
bilim her şeyi yönlendirici bir konuma adaydır.
Bilgisayarın çok büyük bir hızla insan hayatının her
alanına girmiş olması başlıbaşına bir olaydır. Bu
yüzyılda insanın adeta her davranışını ve eylemini
belirleyecek olan bu olgu, bir ölçüde bağımlılık da
oluşturmaktadır.
Zaten şimdiden şikayetçi olduğumuz ve kaybolmakta
olan sosyal hayat, bu yüzyılda nasıl bir hal
alacaktır? 15-20 yıl öncesinin hayal edilen,
insanlar arasındaki sıcak ilişkileri, komşuluklar,
birbirinin derdi ile yakından ilgilenme gibi sosyal
olaylar artık unutulrriuş, her şey makinalardan
çıkan tuhaf seslerin ardına gizlenmiştir. Hızla
gelişen ama mekanikleşen dünyada bu teknoloji
harikası aygıtlar pek çok şeyi kolaylaştırmış,
ancak ruhsuz ve ürkütücü bir tabloyu da karşımıza
çıkarmıştır.
Batının geçen asırda gerçekleştirdiği sanayi
hamlesi pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir.
Sanayi ve teknolojideki dev adımlar, sosyal hayatı
büyük ölçüde etkilemiş, toplumların dengeleri alt
üst olmuştur. Bunun sonucu olarak psikolojik,
sosyolojik ve antropolojik alanlar önem kazanmış,
bu sosyal disiplinler büyük gelişme sağlamıştır.
Türkiye bilhassa 80'li yıllardan sonra, sanayideki
atılımına paralel olarak, sosyal alandaki
olumsuzlukları dengeleyici önlemleri almada maalesef
çok başarılı olamamıştır.
Batı bugün bilgi çağının sorunları ile karşılaşmaya
başlamıştır. Canlıların kopyalanması ile ilgili
gelişmeler yeni sorunları da beraberinde
getirmiştir. İnsanların da kopyalanması veya
hücrelerin yaşlanmaları önlenerek, insan ömrünün
çok daha uzaması gibi çalışmaların, beraberinde
getireceği sosyal soranlar şimdiden insanları meşgul
etmeye başlamıştır.
Ortalama 150 yıl yaşayabileceği varsayılan
insanlardan oluşan toplumlarda ölememe sorunu
yaşanabileceği, bu yaştaki insanlardan oluşan bir
toplumda hayatın nasıl sürdürülebileceği gibi
soranlar, şimdiden araştırma konusu yapılmaktadır.
Bütün bu gelişmelerin dini değerler açısından da
irdelenmesi ve bu alanda ortaya çıkabilecek
muhtemel sorunların da şimdiden ele alınması
gerekmektedir. Yoksa moral ve dini değerler
açısından, bir kısım tahribatların yaşanması
kaçınılmaz olacaktır. Sarsılan bir kısım değerler
ve inançlar yerli yerine oturtulmalı, başdöndürücü
gelişmeler sonucu ortaya çıkabilecek inançla ilgili
zaaflar giderilmelidir.
Bu Nasıl Başarılacaktır?
İslam ülkelerinin bu konuda daha avantajlı
olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak
sorunların kolaylıkla aşılabileceğini söylemek ne
yazık ki o kadar kolay değildir.
İslâm ülkeleri daha rahattır; çünkü İslâmiyet en
son ve insan fitratına en uygun dindir. Oku emri
ile başlayan Kur'an, insanı tefekküre ısrarla davet
etmekte, ortaya çıkacak soranların temel ilkelere
ters düşmeyecek bir üslup içinde çözülmesini
önermektedir, islâm toplumları "İçtihat" kavramında
şekillenen bu aklî tefekküıü işlettikleri zaman,
dünyaya örnek medeniyetleı oluşturmuşlardır. Her
tıkanıklık aklıyor, toplum engei tanımadan
ilerliyordu. Daha sonraları çeşitli sebeplerle
içtihat faaliyeti duraklamış, İslâm toplumları da
kısır bir döngü içinde kendilerini yenileyemedikleri
için bugünkü duruma ulaşılmıştır.
Demek ki bu bilgi çağında soranlar daha
ağırlaşacaktır. Bu sorunları aşıp düze çıkmak için
Kur'an'ın tavsiye ve telkinlerine dönüşten başka
çıkar yol yoktur. Kur'an'ın insanlara verdiği aklî
tefekkür ve onun sonucu ancak çıkış
bulunabilecektir. Yani sihirli anahtar yine
elimizdedir. Onu kullanabilmemiz halinde düze çıkma
imkânı vardır. Bu bakımdan İslâm toplumları
ellerinde mevcut Kur'an gibi evrensel ve ezeli
kaynak sayesinde, soranları aşabilmede daha şanslı
bir konumdadırlar.
Ancak bunun için bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç
vardır. Dinin değişmez temel ilkelerinin dışında
kalan, gelişmeye paralel olarak ortaya çıkan
soranlara ana ilkelere uygun yorumlar getirmek
sureti ile, statik değil dinamik bir üslup
oluşturulmalıdır. Başka bir ifade ile, yapılamaz
denen içtihat kuramıma hayatiyet verilmeli, tarihte
icra ettiği fonksiyonlar yeniden hayata
geçirilmelidir. Bu espri yakalanabilirse, bilgi
çağında bilgi toplumuna dönüşen İslâm ülkeleri,
soranlarına çözümler üretebilirler. İslâmiyet gibi
dinamik bir-din, özüne uygun bir şekilde
anlaşılabilirse, sorunları aşmada itici bir güç
olacaktır.
Şuna da işaret etmek gerekir ki islâm dini değişmez
katı kurallar manzumesi değildir. Dinde değişmeyen
ilkeler bellidir. Ancak zaman içerisinde ortaya
çıkan yeni durumlar karşısında dinin özü ve aslı
ile çelişmeyen yeni yorumlar geliştirilip açılımlar
yapılmazsa din dinamikliğini kaybeder, statikleşir,
durağan bir hal
alır. O zaman gelişme olmaz, insanlığın önünü açmak
için gelen islâm dini, bu yanlış anlayış yüzünden
fonksiyonunu icra edemez olur.
Günümüzde dini değerler hem dünyada hem de
ülkemizde önem kazanmış, insanların ilgisini daha
çok çeker olmuştur. Bu olgunun değişik sebepleri
vardır. Göç olayları, ekonomik sebepler, Batı
dünyasının cifte standartlı yaklaşımlar: karsısında
oluşan tepkiler gibi sebeplerin yanında başka
nedenler de bulunabilir.
Ancak bu ilgi ve yöneliş beraberinde bazı sorunları
da getirmektedir. Her şeyden önce bu ilginin
devamının sağlanması ve bu yoğun yönelişin
beraberinde getireceği yeni talep ve soranların
çözülebilmesi önem arzeı-mektedir. İşte bu noktada
dini alandaki araştırmacılara ve temsil durumunda
olan önderlere büyük soramluluklar düşmektedir.
Bu Sorumluluklar Nasıl Yerine Getirilecektir?
İşte burada islam dünyasının haşmetli dönemindeki
"dinin yoaımlanması" zihniyetinin geliştirilmesi
çözüm olacaktır. Asırlarca önce yazılıp o dönemin
şartlarına göre oluşan "fıkıh külliyatı" din gibi
algılanırsa işin içinden çıkılamaz, Fıkıh din demek
değildir. Bir dönem din bilginlerinin gayretleri
sonucu ortaya konan dini yorumlardır. Bu yorum ve
çözümler günümüz soranları için de çözüm ise
mesele yoktur. Ancak uyuşmuyorsa veya günümüzde
yeni soranlar ortaya çıkmışsa onlara yeni çözümler.
gerekir. Fıkıh burada bize ışık tutabilir, yol
gösterici olabilir.
Bu zihniyet islâm dünyasına yerleşmedikçe çözüm
de bulunamayacaktır. Bu yeni bir buluş veya öneri
değil, dinin aslında var olan, asırlarca uygulanan,
ancak daha sonra taklit ve eski ile yetinme anlayışı
sonucu ile unutulan, adeta kaybolan ancak gerçekte
elimizin altında olan bir hazinedir. Soranları
aşmanın çaresi ve yolu buradan geçmektedir.
Sonuç olarak 21. yüzyılda Bilgi Toplumunun
getireceği ilâve sorunlar değişik açılardan
toplumları zorlayacaktır. Dini değerler açısından
da büyük zorluklar yaşanacağı bugünden
görülmektedir. Önemli olan sorunlar yumağı içinde
kaldıktan sonra nereden başlanacağını bilememe
çaresizliğine düşmeden tedbirler alabilmek, çözümler
üretebilmektir. Yoksa her zaman olduğu gibi
çaresizlik içinde palyatif sonuca ulaşması imkânsız
sözde tedbirlerle oyalanmaktan başka bir şey elden
gelmez olur.
|