Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgi, Sevgi, Hoşgörü Çağı 

Namık Kemal Zeybek 

1964 yılında CKMP'ye Rahmetli Alpars­lan Türkeş'le birlikte girdik. Ve ben, Gençlik Kolları Genel Başkanı oldum. Türkeş Bey'in yanında Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Ahmet Er gibi her biri kendi sahasın­da üstün yetenekler sergileyen arkadaşları var­dı. Özellikle, Dündar Taşer çok ilginç görüşle­rinin yanında bugün "Bilgi Çağı" dediğimiz kavram üzerinde çok duruyordu. Beni en çok etkileyen konulardan birisi de bu konu oldu. 

1966-1977 yılları arasında yönetimde çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Gümrük ve Tekel Bakanlığı Müsteşarlığı görevimden alınarak atandığım Müşavirlik görevi tam anla­mıyla bir "tam maaşla emeklilik" idi. 1978-79-80 yıllarında MHP Camiasının ve Ülkücü Hare­ketin Eğitim işlerini yönettim. Bu çalışmalarım sırasında da en çok önem verdiğim konu yine bugün bilgi çağı dediğimiz kavramdı. "Çağlar Üzerinden Sıçrama Teorisi" adını vererek ülkü­cüler arasında bu kavram konusunda bir bilgi ve bilinç oluşturmaya çabaladım.

O günlerde yazdığım ve Ülkü Yolu adlı kitabımda da yer alan bir yazıyı örnek olarak vermek istiyorum:

"Çağlar Üzerinden... Türkiye'nin hızlı kalkındırılması çağlar üzerinden sıçrayarak, Türk milletinin atom ve uzay çağına sokulma­sıyla mümkündür. Çağlar üzerinden sıçrama görüşü, çoklannın sandığı gibi sadece hızlı kal­kınmayı ifade eden bir "edebi söz" değildir Dokuz Işık Milli Doktrini'nin en önemli tezle­rinden birisi ve Dokuz Işıkçı kalkınma modeli­nin temel teklifidir. Konu ilk defa 1960 yılında açıklanmıştır.

1960 yılının Eylül ortalarında Ankara Hukuk Fakültesi'nde bir konferans verilmiştir Hatip, o zaman Başbakanlık Müsteşarı ve Milli Birlik Komitesi üyesi, ihtilalin kudretli Albayı Alparslan Türkeş'ti. Büyük bir ilgi, merak ve biraz da hayretle dinlenilen konuşma çok çe­şitli tepkilere yol açmıştı. O dönemde en çok okunan ve CHP'nin yayın organı durumunda olan bir haftalık siyasi dergide ve satışı bol bu muteber gazetede ağır tenkitler yer aldı. Bu tenkitlerden birisi, ileri sürülen fikirleri garıp ve müthiş buluyor, dinleyenleri dehşete sürük­lediğini söylüyordu. Diğeri ise hiçbir şey anla­madığını ortaya koyarak tartışmayı kısır bir demogojik ortamda yürütmeye çalışıyordu. 

Küreselleşme bilgi toplumu ve eğitim 

Konferansta özetle söylenen şunlardı Tanzimat, birinci, ikinci meşrutiyetler ve Cum­huriyet dönemleri ana problemleri göremedik­lerinden Türkiye'yi muasır medeniyet seviyesi­ne ulaşamamışlardır. Ülkemizin bazı yerle­rinde hala taş devri yaşanmaktadır. Buhar dev­rine giren, elektrik devrine girmek üzere olan yerler vardır. Bu tempo ile gidilirse çağdaş uy­garlık seviyesine ulaşmamız mümkün değildir 

Dünya yeni bir çağın eşiğindedir. Bu çağ teknolojik devrim çağıdır. Nükleer enerji­nin sanayi ve teknik gelişmeye büyük imkan­lar sağladığı bu çağa atom çağı denilir. Feza araştırmaları, feza ilmini ve feza tekniğini ön plana çıkararak insanlığa yeni ufuklar açtığın dan "Feza çağı" diye de isimlendirilir. Elektro­nik beyin de denilen suni beyinlerin gittikçe önem kazanması ve insan beyninin en büyük yardımcısı haline gelmesi bu çağa "Bilgisayar 

çağı" da denilmesine sebep olmuştur. İsmi ne olursa olsun, yeni bir çağın yeni teknikler, ye­ni ilimler, yeni anlayış ufukları ile geldiği açık ve kesindir. 

Türkiye, bugüne kadar hakim olan an­layışla iktisadi gelişmesini tamamlamaya ve muasırlaşmaya çalışırsa ancak çok uzun asırlaı sonra çağdaş seviyeve ulaşabilir Yapılması ge­reken şey "çağlar i;/erinden sıçrayarak" insan­lığın yeni girdiği çağa onlarla oeıaber ve hatta onlardan önce ve onlara da öncülük edecek şekilde girmek ve yeni medeniyetin öncüsü ol­maktır. Bunun için Türkiye elindeki imkan ve kaynakları, milli tasarrufu, emeği ve sermayeyi kısır yollarda ve üretim biçimlerinde harcama-malıdır. Ölü yatırımlara, lükse ve israfa son ve­rilmelidir. Gösterişli binalarda, gösteriş tüke­timlerinde çocukça heveslerin mahsulü işlerde milli kaynaklar ziyan edilmemelidir. Hemen yapılması gereken işler, ülkeyi teknolojik dev­rim çağına hızla sokacak teşebbüsler olmalıdır.

Gerek içeride ilim müesseseleri kullanarak ve gerekse dışarıdan okutarak hızla birinci sınıf ilim adamı ve teknik eleman yetiştirecek tedbirler alınmalı, bu yolda hiçbir fedakarlık­tan çekinilmemelidir. 

Hemen nükleer teknoloji üretecek ted­birler alınmalı, atom santrallan kurulmalıdır.

Feza araştırmaları da dahil olmak üzere en ileri araştırmaları yapacak enstitüler kullanılmalıdır.

Türkiye hızla planlı ve köklü bir sanayi­leşme seferberliğine sokulmalıdır. 

İleri görüş mahsulü bu fikirlerin o yılla­rın Türkiyesi için fazla "ileri" ve "dehşet uyan­dırıcı" sayılmasını biraz da tabii karşılamak ge­rekir. Son derece kısır bir politika ve düşünce ortamının hakim olduğu bir dönemdi o yıllar. Politikacılara ve kamuoyuna yön verme iddiasındaki basınımızda hakim belli başlı konu­1ar, "ispat hakkı", "kara çarşafla mücadele" ve  "düşüklerin cezalandırılması" gibi meselelerdi.

 İspat hakkı basını ilgilendiren bir hakti. Vatan­daş kitlelerine birşey ifade etmiyordu. Nitekim çok tekrarından bıkan halk arasında "ispat hakkı, ismail hakkı" tekerlemesi ile alay konu­su olmuştur. Kara çarşaf ise çok ilerici ve dev­rimci gazetelerimizin gözünde en büyük tehli­ke ve en müthiş felaketti. Fıkra yazarlarının, karikatürcülerin ve muhabirlerin baş sermaye­si halindeydi. Bilhassa büyük şehirlerde bir çarşaflı kadın dolaşmaya görsün, hemen re­simleri çekilir, gazetelere basılır, üzerine beya­natlar verilir, yazılar yazılırdı. İspat hakkı tanı­nır, çarşaf yok edim, bir de düşükler yani De­mokrat Partili mebuslar cezalandırılırsa Türki­ye çağdaşlaşır sanılıyordu..." 

19601ı yıllarda bu konu Türkiye'nin gündeminde yoktu. Açık söylemek gerekirse, sadece Ülkücü Hareket içinde incelenen bir konu halindeydi. Ancak, Ülkücülerin de daha ivedi gündem maddesi vardı ve bu kavram ön­celik kazanmıyordu. O yıllarda yayınlanan, J. J. Servan Schreiber'ın "Amerika Meydan Oku­yor" adlı kitabında, bence en önemli fikir: "Sa­nayi çağının bittiği ve sanayi ötesi toplum dö­neminin başladığı" şeklindeki ifadelerdi... 

J. J. Servan Schreiber, "Amerika Meydan Okuyor" adlı kitabında şöyle diyor: "Sanayi devriminden sonraki gelişmeler yeni bir top­lum biçimini ortaya çıkarıyor: sanayi ötesi top­lum. Eğer biz Fransa olarak bu toplum biçimi­ni yakalayamazsak, arada bugünkü uygarlıkla Pigmeler arasındaki kadar fark olacak ve bir daha gelişen medeniyeti yakalayamayaca­ğız..." 

Amerika'nın meydan okuyuşunu, sade­ce sanayi çağının ideolojisi olan Marksizmi emperyalizm teorisiyle açıklamaya çalışanlar, yine bu temel değişimi kavramanın çok uzağı­na düşüyorlardı.

Doğrusu, şimdi adına "Bilgi Çağı" deni­len bu büyük değişimin anlam ve kapsamı ko­nusunda özet bilgilerimiz vardı da ayrıntıya çok da ulaşamıyorduk. (Türkiye bilgi toplumu)

12 Eylül 1980'den sonra, tutuklu oldu­ğumuz Dil Okulu'nda, yakınlarımızdan en çok istediğimiz bize kitap getirmeleriydi. Doğrusu o dönemi iyi değerlendirdik. Bir gün bir gazetede, Alvin Toffler'in "Şok", "Gelecek Korku­su", "Üçüncü Dalga" ve "Uyumlu Şirket" adlı kitaplarının çıktığını öğrenince heyecanla bu kitapları istedik. Toffler'in "Üçüncü Dalga" de­diği bilgi Çağ' konusundaki aynntılı iddialarını öğrenmiş olduk. Sonra, John Naisbith'in "Mega Trend" dizisi, Peter Drucker'in kitapları ve benzeri kitaplarla bilgimizi derinleştirmeye ve edindiğimiz bilgilere de eleştirici gözle yaklaş­maya çalıştık... 

1987'de Milletvekili seçildim. Milletveki­li olarak ısrarla siyasi hayatımızın gündemine yetirmeye çalıştığım temel konulardan birisi yi­ne bilgi çağı kavramı oldu. 1989'da Kültür Ba­kanı olduğumda ise, 1990 yılını bakanlığın et­kinlikleri bakımından "Bilgi Yılı" ilan edip bil­gi çağı kavramını toplumumuzda yaygınlaştır­maya çalıştım. (1991 yılını, Yunus Emre Sevgi Yılı olarak değerlendirdiğimizi de hatırlatmak isliyorum. 1992 yılının, Mevlana Hoşgörü Yılı olmasını istedik ancak 1992'de bakanlıktan ay­rılmış bulunuyorduk.) 

Üretim biçimi ve üretim ilişkileriyle di­ğer değerler arasında karşılıklı etkileşimin ol­duğu bir gerçekliktir. Dolayısıyla insanlığın ge­lişme evrelerini; tarım dönemi, sanayi dönemi ve bilgi dönemi diye üç büyük devrime göre değerlendirmeyi doğru bir yaklaşım olarak gö­rüyorum... Tarımın bulunuşu, yerleşim doku­sunu ve medeniyet unsurlarını kökten etkile­miştir. Sanayi inkılabı, buhar gücünün kullanıl­ması, hızlı, çok ve ucuz üretim yapan fabrika­ların ortaya çıkması, bu fabrikaların etrafındaki yerleşmeler, şehirleşmenin hızlanması, insan­lık için üç yüzyıl süren yeni bir medeniyeti başlatmıştır. 1955'lerde başlayan, bilgisayarın üretimde kullanılmaya başlamasının getirdiği değişimler, bilim hayatındaki olağanüstü geliş­me, bilginin depolanması kolaylıkları, bilgi ça­ğı dediğimiz büyük dönüşüm döneminin baş­langıç noktaları olmuştur. 

Tarım döneminin en büyük güçlerinden birisi olan Osmanlı Devleti, sanayi çağına ayak uyduramadığı için eriyip gitmiştir. Sovyetler Birliği'ni ortadan kaldıran temel gerçek ise bilgi çağının getirdiği büyük gelişmelere uyum sağlama isteği olmuştur. Gorbaçov'un kitapla­rında açık olarak ortaya konulan gerçek bu­dur. Gorbaçov'un yakın adamlarından olan Kültür Bakanı Gubenko'ya bunu sordum. 1990 yılında Moskova'da bakanlıktaki odasında yaptığımız sohbette, "Perestroika, glastnost ve demokratsiya çabalarınızın altında bilgi çağı gerçeğini görüyorum. Ne dersiniz?" dediğim­de, bu görüşe aynen katıldığını söyleyerek ko­nuşmasın' şöyle sürdürmüştü: "Balının geliş miş ülkeleri, bilgi çağına girmişlerdi. Biz ise sa­nayi çağını yaşıyorduk. Aradaki olağanüstü ayırımı anladığımızda sistemimizi yenilemek gereğini duyduk. Yeniden yapılanma (perest­roika) bundan doğdu. Ancak aparatı yenileme­nin yetmeyeceğini anladığımız zaman da açık­lık (glastnost) yoluna gittik. Açıklığın tabii so­nucu ise demokratsiya oldu..." 

Aslında, uzun yıllardan beri Amerika'da yaşayan Rus aydını Soljenitsin'in ülkesine salık verdiği plan da buydu: "Rusya, Varşova Paktı ve güney cumhuriyetlerinden kurtulmalı ve kendi topraklarına çekilmelidir. Ukrayna ve Beyaz Rusya ile kuracağı bir Slav birliğiyle çağ­daş bir devlet haline gelmelidir..." Ukray­na'dan çok emin değildi ama çok da önemse­miyordu. "Zaten, Rus'tan başka bir şey olma­yan Beyaz Rusya ile kurulacak birlik yeterlidir" diyordu. (Bu noktada parantez içinde söyle­meliyim ki, koyu bir Rus milliyetçisi olan Solje­nitsin'in hayalinde Kazakistan Cumhuriyetinin kuzeyindeki üç büyük vilayeti de Rusya'ya kat­mak planı vardır.) 

Yani, bilgi çağı dönüşümü sadece bilgi­sayarın gittikçe gelişerek yaygınlaşması ve in­ternet sisteminin insanlığın ortak beyni haline gelmesi, iletişim ve ulaşım araçlarının alabildi­ğine gelişmesi, genetiğin canlı kopyalamaya kadar derinleşmesi, kadınların gittikçe güç ka­zanarak yer yer erkekleri geçecek noktalara ulaşması, kültür milliyetçiliğinin, dinlerin ve maneviyatın önem kazanması gibi değişimleri getirmiyor; aynı zamanda dünyanın siyasi dokuşunu değiştiriyor ve yeni oluşumların yolu Sözün açık ifadesiyle, çok açık olan ve açıkça söylenmesi gereken gerçek, ne olduğu­nu bugünden kestiremediğimiz "Dördüncü Dalga" gelinceye kadar bu "Üçüncü Dalga'nın üstünde kalmanın, alta düşmemenin yolu bir an önce "çağlar üzerinden sıçrayarak" bilgi ça­ğına ulaşmaktır. Bu mümkün müdür? F.vet mümkündür. Bugün iki devin, Cin ve Hindis­tan'ın yaptıkları budur... 

Bizim için bu konuda atılması gereken birinci adım, "Batılılaşma saplantısından kur­tularak çağdaşlaşma bilincine erişmektir. Sıçra­mak için geri çekilmek istersek, yakın geçmiş­te Atatürk döneminin anlayışına ulaşırsak ora­da çağdaşlaşmanın itici gücünü bulabiliriz. Ne mi vardı o dönemde? Gelin, Atatürk'ün sözle­rinden  çıkaralım:   "Cumhuriyetimizin  temeli yüksek Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kül­türüdür." Başka: "Ben,  manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış bir kural bırakmıyorum.  Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden son­rakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz ver­mediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.  Zaman süratle ilerliyor; milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdi­ğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini in­kar etmek olur. Benim Türk milleti için yap­mak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek is­teyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bili­min rehberliğini kabul ederlerse manevi miras­çılarım olurlar..." 

isterseniz yüksek Türk kültüründen'güç kaynakları bulmaya devam edelim, ilk emri "oku" olan kutlu kitabımızın 750 ayetinin yani sekizde birinin insanlara ilmi araştırmaları yap­mayı buyurduğunu hatırlayarak... Dinin on te­melinden birinin bilim olduğunu söyleyen Ah­met Yesevi atamızı ve Hacı Bektaş Veli pirimi­zi hatırlayarak...   (bilgi toplumu stratejisi) 

İşte, bu noktada bilgi çağını getiren te­mel kavramlardan söz etmek istiyorum. Ben yedi kavram tespit ettim. İsterseniz azaltır, is­terseniz çoğaltırsınız... 

1.  Düşünme ve inanma Hak ve Hürri­yeti: Bilgi çağına ulaşan toplumlar demokrasiy­le yönetilen toplumlardır. Demokrasi olmadan bilgi toplumu oluşmaz. Demokrasinin temeli ise düşünme ve inanma hak ve hürriyetidir. Yürekleri ve beyinleri kıskaca alınmış toplum­lardan yaratıcı ve üretici insanlar çıkmaz. Öy­leyse bilgi çağının birinci temel değeri düşün­ce ve inanma hak ve hürriyetidir.

2.  Bilim Zihniyeti: Bilim zihniyeti de­mek, bilim fetişizmi demek değildir. Yani bili­min ürettiği ürünlere tapmak değildir. Ya ne­dir? "Bilim bilgisi de içinde olmak üzere, bildi­ğimiz her şeyin yanlış olabileceğini kabul et­mektir." Siz dünya meselelerinde insanlann önünü inançlarla ilkelerle, ülkülerle keserseniz o toplumda bilim nasıl gelişir? Nas ve dogma inanç konularında olur. İnanç konularını kutlu alanları içinde saygıyla karşılamak gerekir. An­cak, serbest düşüncenin ve bilim araştırmaları­nın önünü hiçbir gerekçeyle kesmemek gere­kir. Bırakınız insanlar inançlarında ve düşün­celerinde alabildiğine hür olsunlar ki bilim zih­niyeti oluşsun.

3.  Araştırma Ruhu: Araştırma ruhu ol­masaydı bilgi çağı ortaya çıkmazdı. Bilim bilgi­sini genişletmenin yolu araştırmadır. Toplu­mumuzda hem araştırma kültürünü oluşturma­lı, hem de araştırmaya kamuda ve özelde gere­ken kaynakların ayrılmasını sağlamalıyız.

4.  Gelişme Heyecanı: Toplumumuzda topyekün gelişme heyecanının var olduğunu biliyoruz. Bu heyecanı kısıtlayacak ve özgüvensizlik doğuracak söz ve davranışlardan özellikle kamu yöneticilerinin kaçınmaları ge­rektiğini ifade etmek isterim.

5.  Yöntemli Çalışma: Yönetim ve iş yö­netimi, bilgi çağını gerçekleştiren toplumlarda ince ayrıntılara inen bilgi dalları haline gelmiş­tir. Harcanan emekle ve zamanla en yüksek verimi elde etmek için gerekli olan bu çağdaş yönetim teknikleri, kamu yönetiminin en üst noktalarından başlayarak toplumumuzun her kesiminde yaygınlaştırılmalıdır. Okullarımızda her bölümde bu konular ders olarak okutul­malıdır. Organizasyon, metod, iş basitleştirme teknikleri, bilgisayarlı yönetim, ergonomi, vü­cut dili, hızlı okuma teknikleri, toplantı yönet­me teknikleri gibi konular metodlu çalışmanın temel kavramlarıdır.

6. Girişim Ruhu: Girişim ruhu, ülkemiz­de hızla gelişmiştir de, girişim hak ve hürriyeti ortamının yeteri kadar var olduğunu söyleyemiyoruz. Bu konuda daha çok, sanayi toplum­larının anamal birikimi kavramının geçerli ol­duğu bir gerçektir. Bilgi çağının egemen üre­tim biçiminin küçük ve orta boy işletmeler ol­duğu gerçeğinden hareket edilerek düzenle­meler yapılmalıdır.

7. Tasarruf Alışkanlığı: Kaynakların en verimli şekilde kullanılmasını sağlayacak ve kavramın toplumumuzda yerleştirilmesi ve bu­nun için kampanyalar başlatılması gerektiğine inanıyorum. 

Bilgi çağı kavramını da putlaştırmaktan kaçınmak gerekir. Evet, bilgi çağma mutlak girmeliyiz ama başka ülkelerin deneyimlerin­den dersler çıkararak... Olumsuz yönlerin de önlemlerini almalıyız. Bilgi çağının getirdiği önemli bir problem: bilgisayarlar arasında ro-botlaşan insan gerçeğidir, insana insanlığını ve insanın kutluluğunu anlatacak bir kültürün, yani Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlana çizgisinin yine bilgi çağının tek­niklerinden yararlanarak anlatılması gerekir. Bu da bizim insanlığa karşı bir borcumuzdur. Başarabildiğimiz takdirde bilgi çağı: "Bilgi, Sev­gi, Hoşgörü Çağı"olacaktır...

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005