Bilgi, Sevgi, Hoşgörü Çağı
Namık Kemal Zeybek
1964 yılında CKMP'ye Rahmetli Alparslan Türkeş'le
birlikte girdik. Ve ben, Gençlik Kolları Genel
Başkanı oldum. Türkeş Bey'in yanında Dündar Taşer,
Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Ahmet Er gibi her biri
kendi sahasında üstün yetenekler sergileyen
arkadaşları vardı. Özellikle, Dündar Taşer çok
ilginç görüşlerinin yanında bugün "Bilgi Çağı"
dediğimiz kavram üzerinde çok duruyordu. Beni en çok
etkileyen konulardan birisi de bu konu oldu.
1966-1977 yılları arasında yönetimde çeşitli
görevlerde bulunduktan sonra Gümrük ve Tekel
Bakanlığı Müsteşarlığı görevimden alınarak atandığım
Müşavirlik görevi tam anlamıyla bir "tam maaşla
emeklilik" idi. 1978-79-80 yıllarında MHP Camiasının
ve Ülkücü Hareketin Eğitim işlerini yönettim. Bu
çalışmalarım sırasında da en çok önem verdiğim konu
yine bugün bilgi çağı dediğimiz kavramdı. "Çağlar
Üzerinden Sıçrama Teorisi" adını vererek ülkücüler
arasında bu kavram konusunda bir bilgi ve bilinç
oluşturmaya çabaladım.
O günlerde yazdığım ve Ülkü Yolu adlı kitabımda da
yer alan bir yazıyı örnek olarak vermek istiyorum:
"Çağlar Üzerinden... Türkiye'nin hızlı
kalkındırılması çağlar üzerinden sıçrayarak, Türk
milletinin atom ve uzay çağına sokulmasıyla
mümkündür. Çağlar üzerinden sıçrama görüşü,
çoklannın sandığı gibi sadece hızlı kalkınmayı
ifade eden bir "edebi söz" değildir Dokuz Işık Milli
Doktrini'nin en önemli tezlerinden birisi ve Dokuz
Işıkçı kalkınma modelinin temel teklifidir. Konu
ilk defa 1960 yılında açıklanmıştır.
1960 yılının Eylül ortalarında Ankara Hukuk
Fakültesi'nde bir konferans verilmiştir Hatip, o
zaman Başbakanlık Müsteşarı ve Milli Birlik Komitesi
üyesi, ihtilalin kudretli Albayı Alparslan
Türkeş'ti. Büyük bir ilgi, merak ve biraz da
hayretle dinlenilen konuşma çok çeşitli tepkilere
yol açmıştı. O dönemde en çok okunan ve CHP'nin
yayın organı durumunda olan bir haftalık siyasi
dergide ve satışı bol bu muteber gazetede ağır
tenkitler yer aldı. Bu tenkitlerden birisi, ileri
sürülen fikirleri garıp ve müthiş buluyor,
dinleyenleri dehşete sürüklediğini söylüyordu.
Diğeri ise hiçbir şey anlamadığını ortaya koyarak
tartışmayı kısır bir demogojik ortamda yürütmeye
çalışıyordu.
Küreselleşme bilgi toplumu ve eğitim
Konferansta özetle söylenen şunlardı Tanzimat,
birinci, ikinci meşrutiyetler ve Cumhuriyet
dönemleri ana problemleri göremediklerinden
Türkiye'yi muasır medeniyet seviyesine
ulaşamamışlardır. Ülkemizin bazı yerlerinde hala
taş devri yaşanmaktadır. Buhar devrine giren,
elektrik devrine girmek üzere olan yerler vardır. Bu
tempo ile gidilirse çağdaş uygarlık seviyesine
ulaşmamız mümkün değildir
Dünya yeni bir çağın eşiğindedir. Bu çağ teknolojik
devrim çağıdır. Nükleer enerjinin sanayi ve teknik
gelişmeye büyük imkanlar sağladığı bu çağa atom
çağı denilir. Feza araştırmaları, feza ilmini ve
feza tekniğini ön plana çıkararak insanlığa yeni
ufuklar açtığın dan "Feza çağı" diye de
isimlendirilir. Elektronik beyin de denilen suni
beyinlerin gittikçe önem kazanması ve insan beyninin
en büyük yardımcısı haline gelmesi bu çağa
"Bilgisayar
çağı" da denilmesine sebep olmuştur. İsmi ne olursa
olsun, yeni bir çağın yeni teknikler, yeni ilimler,
yeni anlayış ufukları ile geldiği açık ve kesindir.
Türkiye, bugüne kadar hakim olan anlayışla iktisadi
gelişmesini tamamlamaya ve muasırlaşmaya çalışırsa
ancak çok uzun asırlaı sonra çağdaş seviyeve
ulaşabilir Yapılması gereken şey "çağlar i;/erinden
sıçrayarak" insanlığın yeni girdiği çağa onlarla
oeıaber ve hatta onlardan önce ve onlara da öncülük
edecek şekilde girmek ve yeni medeniyetin öncüsü
olmaktır. Bunun için Türkiye elindeki imkan ve
kaynakları, milli tasarrufu, emeği ve sermayeyi
kısır yollarda ve üretim biçimlerinde
harcama-malıdır. Ölü yatırımlara, lükse ve israfa
son verilmelidir. Gösterişli binalarda, gösteriş
tüketimlerinde çocukça heveslerin mahsulü işlerde
milli kaynaklar ziyan edilmemelidir. Hemen yapılması
gereken işler, ülkeyi teknolojik devrim çağına
hızla sokacak teşebbüsler olmalıdır.
Gerek içeride ilim müesseseleri kullanarak ve
gerekse dışarıdan okutarak hızla birinci sınıf ilim
adamı ve teknik eleman yetiştirecek tedbirler
alınmalı, bu yolda hiçbir fedakarlıktan
çekinilmemelidir.
Hemen nükleer teknoloji üretecek tedbirler
alınmalı, atom santrallan kurulmalıdır.
Feza araştırmaları da dahil olmak üzere en ileri
araştırmaları yapacak enstitüler kullanılmalıdır.
Türkiye hızla planlı ve köklü bir sanayileşme
seferberliğine sokulmalıdır.
İleri görüş mahsulü bu fikirlerin o yılların
Türkiyesi için fazla "ileri" ve "dehşet uyandırıcı"
sayılmasını biraz da tabii karşılamak gerekir. Son
derece kısır bir politika ve düşünce ortamının hakim
olduğu bir dönemdi o yıllar. Politikacılara ve
kamuoyuna yön verme iddiasındaki basınımızda hakim
belli başlı konu1ar, "ispat hakkı", "kara çarşafla
mücadele" ve "düşüklerin cezalandırılması" gibi
meselelerdi.
İspat hakkı basını ilgilendiren bir hakti.
Vatandaş kitlelerine birşey ifade etmiyordu.
Nitekim
çok tekrarından bıkan halk arasında "ispat hakkı,
ismail hakkı" tekerlemesi ile alay konusu olmuştur.
Kara çarşaf ise çok ilerici ve devrimci
gazetelerimizin gözünde en büyük tehlike ve en
müthiş felaketti. Fıkra yazarlarının,
karikatürcülerin ve muhabirlerin baş sermayesi
halindeydi. Bilhassa büyük şehirlerde bir çarşaflı
kadın dolaşmaya görsün, hemen resimleri çekilir,
gazetelere basılır, üzerine beyanatlar verilir,
yazılar yazılırdı. İspat hakkı tanınır, çarşaf yok
edim, bir de düşükler yani Demokrat Partili
mebuslar cezalandırılırsa Türkiye çağdaşlaşır
sanılıyordu..."
19601ı yıllarda bu konu Türkiye'nin gündeminde
yoktu. Açık söylemek gerekirse, sadece Ülkücü
Hareket içinde incelenen bir konu halindeydi. Ancak,
Ülkücülerin de daha ivedi gündem maddesi vardı ve bu
kavram öncelik kazanmıyordu. O yıllarda yayınlanan,
J. J. Servan Schreiber'ın "Amerika Meydan Okuyor"
adlı kitabında, bence en önemli fikir: "Sanayi
çağının bittiği ve sanayi ötesi toplum döneminin
başladığı" şeklindeki ifadelerdi...
J. J. Servan Schreiber, "Amerika Meydan Okuyor" adlı
kitabında şöyle diyor: "Sanayi devriminden sonraki
gelişmeler yeni bir toplum biçimini ortaya
çıkarıyor: sanayi ötesi toplum. Eğer biz Fransa
olarak bu toplum biçimini yakalayamazsak, arada
bugünkü uygarlıkla Pigmeler arasındaki kadar fark
olacak ve bir daha gelişen medeniyeti
yakalayamayacağız..."
Amerika'nın meydan okuyuşunu, sadece sanayi çağının
ideolojisi olan Marksizmi emperyalizm teorisiyle
açıklamaya çalışanlar, yine bu temel değişimi
kavramanın çok uzağına düşüyorlardı.
Doğrusu, şimdi adına "Bilgi Çağı" denilen bu büyük
değişimin anlam ve kapsamı konusunda özet
bilgilerimiz vardı da ayrıntıya çok da
ulaşamıyorduk. (Türkiye bilgi toplumu)
12 Eylül 1980'den sonra, tutuklu olduğumuz Dil
Okulu'nda, yakınlarımızdan en çok istediğimiz bize
kitap getirmeleriydi. Doğrusu o dönemi iyi
değerlendirdik. Bir gün bir gazetede, Alvin
Toffler'in "Şok", "Gelecek Korkusu", "Üçüncü Dalga"
ve "Uyumlu Şirket" adlı kitaplarının çıktığını
öğrenince heyecanla bu kitapları istedik. Toffler'in
"Üçüncü Dalga" dediği bilgi Çağ' konusundaki
aynntılı iddialarını öğrenmiş olduk. Sonra, John
Naisbith'in "Mega Trend" dizisi, Peter Drucker'in
kitapları ve benzeri kitaplarla bilgimizi
derinleştirmeye ve edindiğimiz bilgilere de
eleştirici gözle yaklaşmaya çalıştık...
1987'de Milletvekili seçildim. Milletvekili olarak
ısrarla siyasi hayatımızın gündemine yetirmeye
çalıştığım temel konulardan birisi yine bilgi çağı
kavramı oldu. 1989'da Kültür Bakanı olduğumda ise,
1990 yılını bakanlığın etkinlikleri bakımından
"Bilgi Yılı" ilan edip bilgi çağı kavramını
toplumumuzda yaygınlaştırmaya çalıştım. (1991
yılını, Yunus Emre Sevgi Yılı olarak
değerlendirdiğimizi de hatırlatmak isliyorum. 1992
yılının, Mevlana Hoşgörü Yılı olmasını istedik ancak
1992'de bakanlıktan ayrılmış bulunuyorduk.)
Üretim biçimi ve üretim ilişkileriyle diğer
değerler arasında karşılıklı etkileşimin olduğu bir
gerçekliktir. Dolayısıyla insanlığın gelişme
evrelerini; tarım dönemi, sanayi dönemi ve bilgi
dönemi diye üç büyük devrime göre değerlendirmeyi
doğru bir yaklaşım olarak görüyorum... Tarımın
bulunuşu, yerleşim dokusunu ve medeniyet
unsurlarını kökten etkilemiştir. Sanayi inkılabı,
buhar gücünün kullanılması, hızlı, çok ve ucuz
üretim yapan fabrikaların ortaya çıkması, bu
fabrikaların etrafındaki yerleşmeler, şehirleşmenin
hızlanması, insanlık için üç yüzyıl süren yeni bir
medeniyeti başlatmıştır. 1955'lerde başlayan,
bilgisayarın üretimde kullanılmaya başlamasının
getirdiği değişimler, bilim hayatındaki olağanüstü
gelişme, bilginin depolanması kolaylıkları, bilgi
çağı dediğimiz büyük dönüşüm döneminin başlangıç
noktaları olmuştur.
Tarım döneminin en büyük güçlerinden birisi olan
Osmanlı Devleti, sanayi çağına ayak uyduramadığı
için eriyip gitmiştir. Sovyetler Birliği'ni ortadan
kaldıran temel gerçek ise bilgi çağının getirdiği
büyük gelişmelere uyum sağlama isteği olmuştur.
Gorbaçov'un kitaplarında açık olarak ortaya konulan
gerçek budur. Gorbaçov'un yakın adamlarından olan
Kültür Bakanı Gubenko'ya bunu sordum. 1990 yılında
Moskova'da bakanlıktaki odasında yaptığımız
sohbette, "Perestroika, glastnost ve demokratsiya
çabalarınızın altında bilgi çağı gerçeğini
görüyorum. Ne dersiniz?" dediğimde, bu görüşe aynen
katıldığını söyleyerek konuşmasın' şöyle
sürdürmüştü: "Balının geliş miş ülkeleri, bilgi
çağına girmişlerdi. Biz ise sanayi çağını
yaşıyorduk. Aradaki olağanüstü ayırımı anladığımızda
sistemimizi yenilemek gereğini duyduk. Yeniden
yapılanma (perestroika) bundan doğdu. Ancak aparatı
yenilemenin yetmeyeceğini anladığımız zaman da
açıklık (glastnost) yoluna gittik. Açıklığın tabii
sonucu ise demokratsiya oldu..."
Aslında, uzun yıllardan beri Amerika'da yaşayan Rus
aydını Soljenitsin'in ülkesine salık verdiği plan da
buydu: "Rusya, Varşova Paktı ve güney
cumhuriyetlerinden kurtulmalı ve kendi topraklarına
çekilmelidir. Ukrayna ve Beyaz Rusya ile kuracağı
bir Slav birliğiyle çağdaş bir devlet haline
gelmelidir..." Ukrayna'dan çok emin değildi ama çok
da önemsemiyordu. "Zaten, Rus'tan başka bir şey
olmayan Beyaz Rusya ile kurulacak birlik
yeterlidir" diyordu. (Bu noktada parantez içinde
söylemeliyim ki, koyu bir Rus milliyetçisi olan
Soljenitsin'in hayalinde Kazakistan Cumhuriyetinin
kuzeyindeki üç büyük vilayeti de Rusya'ya katmak
planı vardır.)
Yani, bilgi çağı dönüşümü sadece bilgisayarın
gittikçe gelişerek yaygınlaşması ve internet
sisteminin insanlığın ortak beyni haline gelmesi,
iletişim ve ulaşım araçlarının alabildiğine
gelişmesi, genetiğin canlı kopyalamaya kadar
derinleşmesi, kadınların gittikçe güç kazanarak yer
yer erkekleri geçecek noktalara ulaşması, kültür
milliyetçiliğinin, dinlerin ve maneviyatın önem
kazanması gibi değişimleri getirmiyor; aynı zamanda
dünyanın siyasi dokuşunu değiştiriyor ve yeni
oluşumların yolu Sözün açık ifadesiyle, çok açık
olan ve açıkça söylenmesi gereken gerçek, ne
olduğunu bugünden kestiremediğimiz "Dördüncü Dalga"
gelinceye kadar bu "Üçüncü Dalga'nın üstünde
kalmanın, alta düşmemenin yolu bir an önce "çağlar
üzerinden sıçrayarak" bilgi çağına ulaşmaktır. Bu
mümkün müdür? F.vet mümkündür. Bugün iki devin, Cin
ve Hindistan'ın yaptıkları budur...
Bizim için bu konuda atılması gereken birinci adım,
"Batılılaşma saplantısından kurtularak çağdaşlaşma
bilincine erişmektir. Sıçramak için geri çekilmek
istersek, yakın geçmişte Atatürk döneminin
anlayışına ulaşırsak orada çağdaşlaşmanın itici
gücünü bulabiliriz. Ne mi vardı o dönemde? Gelin,
Atatürk'ün sözlerinden çıkaralım:
"Cumhuriyetimizin temeli yüksek Türk kahramanlığı
ve yüksek Türk kültürüdür." Başka: "Ben, manevi
miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir
donmuş ve kalıplaşmış bir kural bırakmıyorum. Benim
manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler,
bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü
zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen
eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl
ve bilimi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
Zaman süratle ilerliyor; milletlerin, toplumların,
kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile
değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek
hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin
gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti
için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım
ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler,
bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin
rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım
olurlar..."
isterseniz yüksek Türk kültüründen'güç kaynakları
bulmaya devam edelim, ilk emri "oku" olan kutlu
kitabımızın 750 ayetinin yani sekizde birinin
insanlara ilmi araştırmaları yapmayı buyurduğunu
hatırlayarak... Dinin on temelinden birinin bilim
olduğunu söyleyen Ahmet Yesevi atamızı ve Hacı
Bektaş Veli pirimizi hatırlayarak... (bilgi
toplumu stratejisi)
İşte, bu noktada bilgi çağını getiren temel
kavramlardan söz etmek istiyorum. Ben yedi kavram
tespit ettim. İsterseniz azaltır, isterseniz
çoğaltırsınız...
1. Düşünme ve inanma Hak ve Hürriyeti: Bilgi
çağına ulaşan toplumlar demokrasiyle yönetilen
toplumlardır. Demokrasi olmadan bilgi toplumu
oluşmaz. Demokrasinin temeli ise düşünme ve inanma
hak ve hürriyetidir. Yürekleri ve beyinleri kıskaca
alınmış toplumlardan yaratıcı ve üretici insanlar
çıkmaz. Öyleyse bilgi çağının birinci temel değeri
düşünce ve inanma hak ve hürriyetidir.
2. Bilim Zihniyeti: Bilim zihniyeti demek, bilim
fetişizmi demek değildir. Yani bilimin ürettiği
ürünlere tapmak değildir. Ya nedir? "Bilim bilgisi
de içinde olmak üzere, bildiğimiz her şeyin yanlış
olabileceğini kabul etmektir." Siz dünya
meselelerinde insanlann önünü inançlarla ilkelerle,
ülkülerle keserseniz o toplumda bilim nasıl gelişir?
Nas ve dogma inanç konularında olur. İnanç
konularını kutlu alanları içinde saygıyla karşılamak
gerekir. Ancak, serbest düşüncenin ve bilim
araştırmalarının önünü hiçbir gerekçeyle kesmemek
gerekir. Bırakınız insanlar inançlarında ve
düşüncelerinde alabildiğine hür olsunlar ki bilim
zihniyeti oluşsun.
3. Araştırma Ruhu: Araştırma ruhu olmasaydı bilgi
çağı ortaya çıkmazdı. Bilim bilgisini genişletmenin
yolu araştırmadır. Toplumumuzda hem araştırma
kültürünü oluşturmalı, hem de araştırmaya kamuda ve
özelde gereken kaynakların ayrılmasını
sağlamalıyız.
4. Gelişme Heyecanı: Toplumumuzda topyekün gelişme
heyecanının var olduğunu biliyoruz. Bu heyecanı
kısıtlayacak ve özgüvensizlik doğuracak söz ve
davranışlardan özellikle kamu yöneticilerinin
kaçınmaları gerektiğini ifade etmek isterim.
5. Yöntemli Çalışma: Yönetim ve iş yönetimi, bilgi
çağını gerçekleştiren toplumlarda ince ayrıntılara
inen bilgi dalları haline gelmiştir. Harcanan
emekle ve zamanla en yüksek verimi elde etmek için
gerekli olan bu çağdaş
yönetim teknikleri, kamu yönetiminin en üst
noktalarından başlayarak toplumumuzun her kesiminde
yaygınlaştırılmalıdır. Okullarımızda her bölümde bu
konular ders olarak okutulmalıdır. Organizasyon,
metod, iş basitleştirme teknikleri, bilgisayarlı
yönetim, ergonomi, vücut dili, hızlı okuma
teknikleri, toplantı yönetme teknikleri gibi
konular metodlu çalışmanın temel kavramlarıdır.
6. Girişim Ruhu: Girişim ruhu, ülkemizde hızla
gelişmiştir de, girişim hak ve hürriyeti ortamının
yeteri kadar var olduğunu söyleyemiyoruz. Bu konuda
daha çok, sanayi toplumlarının anamal birikimi
kavramının geçerli olduğu bir gerçektir. Bilgi
çağının egemen üretim biçiminin küçük ve orta boy
işletmeler olduğu gerçeğinden hareket edilerek
düzenlemeler yapılmalıdır.
7. Tasarruf Alışkanlığı: Kaynakların en verimli
şekilde kullanılmasını sağlayacak ve kavramın
toplumumuzda yerleştirilmesi ve bunun için
kampanyalar başlatılması gerektiğine inanıyorum.
Bilgi çağı kavramını da putlaştırmaktan kaçınmak
gerekir. Evet, bilgi çağma mutlak girmeliyiz ama
başka ülkelerin deneyimlerinden dersler
çıkararak... Olumsuz yönlerin de önlemlerini
almalıyız. Bilgi çağının getirdiği önemli bir
problem: bilgisayarlar arasında ro-botlaşan insan
gerçeğidir, insana insanlığını ve insanın
kutluluğunu anlatacak bir kültürün, yani Ahmet
Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlana
çizgisinin yine bilgi çağının tekniklerinden
yararlanarak anlatılması gerekir. Bu da bizim
insanlığa karşı bir borcumuzdur. Başarabildiğimiz
takdirde bilgi çağı: "Bilgi, Sevgi, Hoşgörü Çağı"olacaktır...
|