Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgi Toplumu, Emek ve Sendikalar 

Salim Uslu 

Bilgi ve Enformasyon 

Tarihin bilebildiğimiz dönemi, dünya­mızın, ya da üzerinde yaşayan insanoğlunun yaşı ile oranlandığında önümüze "kısa"nın da ötesinde denilebilecek bir peryod çıkıyor. Bu peryodu incelediğimizde ise, ne pozitif bilimle uğraşan, ne de sosyal bilimle uğraşan bilima-damlarımızın kolay kolay cevap veremediği bir soruyla karşılaşıyoruz. Son yüz yılda yaşa­dığımız değişim, tarihin başka bir döneminde örneği bulunmayacak kadar hızlı ve köklü bir değişim midir? 

Yüzyılın başıyla bugün arasında, yaşa­yanların bile algılamakta güçlük çektikleri bir farklılık sözkonusu. Sanayi Devrimiyle birlikte pimi çekilen ve hergeçen gün yenisi patlayan bir teknolojiyle karşı karşıyayız. Önümüzdeki Yüzyıl'da da bu patlamalar devam edecek gibi görünüyor. 

Öncelikle bilgi ile Enformasyonu birbi­rinden ayırmak, çağımızı ve önümüzdeki yüz­yılı tanımlamakta bize kolaylık sağlayacaktır. Enformasyon Toplumu olarak çevrilebilecek kavramın Türkçe'ye Bilgi Toplumu şeklinde çevrilmesi şaşırtıcıdır. Bilgi Toplumu, Bilgi, İle­tişim, Küreselleşme, Tarihin Sonu, Değişim gibi kavramların üzerlerinde taşıdıkları şüphe gözönüne alındığında, kavramın Türkçe'ye çevrilişinde de idelojik bir tavır maalesef orta­ya çıkıyor. 

Enformasyon Toplumu kavramı, üzerin­de tartışılabilir bir kavramdır. Enformasyon Toplumuna varış da zaten iletişim teknolojile­rinin gelişimiyle ortaya çıkar. İletişim ise tüm dünyada, özellikle son yıllarda felsefi ve sos­yolojik boyutta çok tartışılan bir kavramdır. Çünkü, iletişim araçlarını, sembolik olarak mikrofonu, fotoğraf makinasının deklanşörü­nü, kameranın objektifini ya da bilgisayarın klavyesini özgür ve bağımsız olarak nitelendir­mek mümkün değildir. Bu, mikro düzeyde de böyledir, makro düzeyde de. Aleti kullanan ki­şinin ruh halinden vicdanına, ideolojisinden inancına kadar her faktör mesajın araçtan ge­çerken kanalize olmasına yolaçar. Öte yandan, geniş açılı bir objektif, mafyayla devleti, asker­le, egemen sermayeyle, ya da başka baskı gruplanyla çıkar çatışmasına girebilir ve genel­de ya uzlaşma vardır, ya da iletişim açısından bir yenilgi. 

Bilgi ise, özellikle Doğu felsefesinde hikmete ulaşmanın bir aracıdır. İnsanoğlu "ne­leri yapıp neleri yapmayacağının ayırdma var­mak için" bilgiye ulaşır. Kendini, ötekini, çev­resini, kainatı tanımak için bilgiyi arar insan ve bulduğunda kendini ve amacını bulur. Bilgi, modern toplumlann amaçladıklannın tersine, manevi yükselişin basamağıdır. 

Enformasyon ise, araçlarından dolayı hiçbir zaman derinliğine vakıf olamayacağımız mesajlardır. Ancak verileni alınz ve gösterileni görürüz. Ondan ötesini çoğu zaman bilemeyiz. Teslim olduğumuzda ise enformasyon bom­bardımanı altında acı çekmeden yokoluruz. 

Enformasyon Tekeli ve Anti-Medya 

Bilgi ve bilgi toplumu kavramları, özellikle son yıllarda, enine boyuna tartışılmayan ancak çok kullanılan kavramlardan. Kavramların idelolojik boyutunun olduğu ve küreselleşme gibi belirli bir kesimin çıkarlarına hizmet ettiği konusunda artık şüphe yok. 

Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezi, Bos-na-Hersek'teki kanlı savaşa rağmen revaçta. Amerikan toplumu ise, komünistlere duyduğu aşırı tepkiyi Saddam'a yöneltmiş durumda. Türkiye'de bilgi toplumu kavramını sıkça kul­lanıyoruz ancak güneyimizde ve batımızda olup biten olaylar karşısında nasıl tavır takına­cağımızı bilemiyoruz. Tarihin Sonu ve Bilgi Toplumu tartışmalan onun için askıda kalıyor. Amerikan ve Avrupa Toplumu Balkanlar'da bir takım gürültüler "var sanki" düşüncesinde, tu­valet kağıtlarına ise Saddam'ın resimlerini bası­yor ve bundan para kazanıyor. 

Tabii ki manzara bu kadar basit bir şe­kilde analiz edilemiyor. Gelişmekte olan ülke­lerde de bir kesim, belki de biraz övünerek ABD ve Avrupa'dakı enformasyon sarhoşluğu­na kendisini bırakıyor. Bu kesimin gücü elinde bulunduran kesim olması da toplumlar içinde iki farklı ve uç kutbun oluşmasına neden olu­yor.

Dünyadaki hızlı değişimin ve dönüşü­mün hangi noktaya varacağını şimdiden kestir­mek olanaksız, iyimserlere ve bu işten çıkar sağlayacaklara bakılırsa, insanoğlu önümüzde­ki yüzyılda bilginin doyumsuz rahatlığını yaşa­yacak. Tarihin uzunluğuna bakılırsa, dünya bir saman alevi kadar kısa bir dönemi yaşıyor. Herşey gelip geçecek, ancak saman alevinin tutuşturduğu dünya, birçok Bilim-Kurgu yazar ve sinema yönetmeninin anlattığı gibi küle dö­nüşecek. 

Bilgiye, yani enformasyona karşı felsefi açıklamalarla karşı durmanın imkanı yok. Kar­şı durmanın ölçüsünü bulmak da bu toz du­man içerisinde mümkün değil. Ancak insanı odak almayan bir değişimin insanlığı uçuruma taşıdığını görmek de zor değil. Bir kesim için robotlar, bir tuşla alış veriş, pürüzsüz bir meka­nik ve teknolojik hayat, evden lıiç çıkmadan tüm sosyal aktivitelere katılım, eğitim, sağlık, hukuk, hatta üretim, tüketim gibi işlevleri yap­mak hoş görünebilir. Ama tüm bu hayallerin enformasyon tekelini elinde bulunduranlar ta­rafından daha güçlü şekilde kurulması ve uy­gulanması işin tehlikesini gözler önüne seriyor.

Yapılması gereken kuşkusuz bilgi, en­formasyon ve teknolojinin önüne set çekmek değildir. Yapılması gereken, ulusal bilgi tekno­lojilerini devreye sokmak, ve özellikle de anti-medya uygulamalarıyla tekelci enformasyon araçlarının işgalini önlemektir. 

Değişime Karşı Değişim 

Değişim ve dönüşüm her ne kadar tek odaktan yönlendiriliyor olsa da, global düzey­de etkileri olduğunu kabul etmek gerekiyor. Tarihin Sonu tezi belki tartışma götürür ama dünyanın küresel bir köye dönüştüğü tezi kuv­vetlenerek kabul görüyor. Değişimin ve küre­selleşmenin yönü ve boyutu örneğin ABD'de ki kadar olmasa da diğer ülkelerde de derinli­ğine hissediliyor. Yalnızca bireyler değil, tüm bir toplum, hatta siyaset, ekonomi, zihniyet, yaşam stili, gelir düzeyi, sermaye, emek, talep­ler, beklentiler değişimden yoğun şekilde etki­leniyorlar.

Böyle bir değişime karşı, dünyanın han­gi ülkesinde olursanız olun, kayıtsız kalmanız mümkün değildir. Küreselleşme ve değişim karşısında kendisini hazırlamayan toplumlar şüphesiz kaybeden toplumlar olacaktır. Hatta yukarda da değindiğimiz gibi, sorun yalnızca değişime ayak uydurmak değil, kendi değişim dinamiklerini de oluşturabilmektir. 

Değişimin dışında kalmak, oyunun da dışında kalmak anlamına gelmektedir. Değişi­min olumlu ya da olumsuz olması, değişimin dışında kalanın uluslararası sistem nedeniyle kaderden kaçmasına olanak tanımayacak, so­nuç da mutlaka etkileyecektir, ideal bir bilgi toplumuna ulaşılması durumunda değişimin dışında kalan oyunu kaybetmiş olacaktır. 

Türkiye'nin Değişime Bakışı 

Dünyanın başdöndürücü bir hızla de­ğiştiği günümüzde Türkiyede değişim hep tek yanlı olmuştur. Değişim, diğer ülkelerde oldu­ğu gibi dipten, toplum tabakaların taleplerine bağlı şekilde değil, tavandan, zorlamayla ger­çekleşmiştir. 

Batıda, tabir yerindeyse burnumuzun dibinde tüm dünyayı da etkisine alan olaylar gelişirken, Türkiye bunlara kayıtsız kalmış, ve yüzyılın başında resmi idelojide de yerini bu­lan toplumu kendi görüşleri doğrultusunda yoğurmak isteyen bir kesimin "verdiği" kadar değişim yaşanmıştır. 

İki dünya savaşıyla baştan başa yıkılan ve milyonlarca can kaybı yaşayan Avrupa, çok kısa bir zamanda kendisini toplayarak dünyaya hükmeder hale gelebildi. Hatta geçtiğimiz 10 yılda Sosyalizmden serbest piyasa ekonomisi­ne geçen bazı ülkelerin bile Türkiye'nin 100 yıl­da yakalayamadığı değişim hamlesini yakala­yarak Türkiye'yi geride bıraktığını görüyoruz. 

Türkiye, siyasetten kültüre kadar he­men her alanda kısır çekişme ve çatışmalarla sürekli vakit kaybediyor. Dünya interneti, Mars'a gönderilen Uzay aracını, genetik kop­yalamayı, toplumsal refahın yükseltilmesini tartışırken, konuşurken, kaçınılmaz olan küre­selleşmeye ve bilgi toplumuna kendisini hazır­larken, Türkiye'de insanlar hala giyim-kuşam-la, laik-anti laik çatışmasıyla, düşünce özgürlü­ğüyle, parti kapatmayla uğraşıyor. 

Bir yandan "çağ atlamak", "Çağı yakala­mak", "Adriyatik'ten Çin Denizi'ne Türk Yüzyılı'nın hayalini kurmak" gibi söylemler dile ge­tirilirken, diğer yandan sermayeyi renklere ayı-nyor, demokratik hak ve özgürlükler konu­sunda Yüzyılın başım aratmayacak uygulama­lara başvuruyor. 

Türkiye, enflasyon, milli gelir, işsizlik, kayıtdışı ekonomi, ücretler, dengesiz gelir da­ğılımı, sosyal güvenlik, göç, fakirlik, terör, ada­let, eğitim, sağlık, çevre gibi soranlarını çöz­mesi gerektiği yerde ideolojik tartışmalarda boğuluyor.

Siyasette ciddi bir tıkanma yaşanıyor, sosyal huzur bir yandan yukardaki etkenlerle patlama noktasına gelirken, bir yandan da görünmez ellerin provokasyonuyla dinamitleni­yor. Yolsuzluk, usulsüzlük, şeffaf devletten yoksunluk, yapanın yaptığının yanma kar kal­ması, çeteler, mafyalar, devlet içinde devlet üs­tü oluşumlar halkın geleceğe ilişkin ümitlerini köreltiyor. 

Toplum, doğasından kaynaklanan deği­şim talebi bir yana, iletişimin etkisiyle haber­dar olduğu dünya standartlarına kavuşabilmek için her devindiğinde karşısında bu talebinin kendisine çok olduğunu hatırlatan bir "darbe" engeliyle karşılaşıyor.Kendisinin herkesten iyi bildiğini iddia eden, toplumun ne kadar değişeceğine, dünya­ya ne kadar entegre olması gerektiğine, zama­nın nimetlerinden ne kadar faydalanabileceği­ne özgürlük ve temel hak ve özgürlüklerin ne kadarına sahip olabileceğine kendi kriterlerine göre karar veren bir zihniyet, elinde bulundur­duğu gücün etkisiyle toplumun dünya karşısın­da tecrit edilmesinde başrol oynuyor. 

Toplumun değişimin nimetlerinden fay­dalanmasını engelleyen bu güç, değişimi so­nuna kadar şahsileştirerek ve kullanarak, top­luma pembe bir tablo çizmek ve mazeret üret­mek için de bilgiyi, iletişimi, propagandayı us­talıkla kullanıyor. 

Bir kez daha zamanın kısalığı tartışması­na dönüyoruz ve toplumun önündeki bu setin, daha fazla dayanamayacağı umudunu taşıdığı­mızı belirtmek istiyoruz. 

Küreselleşme, Emek ve Sendikalar 

Modern dünyanın şarkı sözü haline ge­len küreselleşme ve küresel market gibi kav­ramlar, cilalı ambalajlarla önümüze sürülmek­le birlikte, gelecek için ciddi kaygılan barındı­ğını da gizleyemiyor. 

-Potansiyel refah, sermaye sahipleri, imtiyaz sahipleri, zengin olanlar ve çokuluslu şirketler tarafından paylaşılıyor.

- Ülkeler arası ve ülkelerin kendi içlerin­deki eşitsizlik derinleşiyor. Toplumlar kutuplaşıyor; zengin-fakir, işçi-işveren, işsiz, sömürü­len, dışlanan gibi ayrımlar daha fazla uçlara ka­yıyor. 

- Küreselleşme en fazla emeği ve sendi­kaları tehdit ediyor. Sermayenin küreselleşme­si sıkça telaffuz edilir ve uygulanırken emeğin küreselleşmesi, serbest dolaşımı üzerinde du­rulmuyor. 

Kısacası küreselleşme genel anlamda fayda getirmesine rağmen zenginliğin ve refa­hın paylaşılması konusu sorun olarak kalıyor. Emek sermaye dengesi daha çok sermaye lehi­ne işliyor. Mart 1995'te gerçekleştirilen Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi gibi toplantılarda kü­reselleşmenin emek ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri dile geürilirken ve çözüm önerileri ortaya konurken, uygulamada somut hiçbir adım atılmıyor. 

Küreselleşme ve Avrupa Sendikaları 

Avrupa'da değişim, transformasyon ve ilerleme aynı anda gerçekleştiriliyor. Bu da, Avrupa'da toplumsal ve ekonomik alanda meydana gelen iniş çıkışların, ani değişimlerin toplumun her kesimi tarafından kolayca be­nimsenmesini birlikte getiriyor. 

Özellikle 1970 sonrasında meydana ge­len iniş ve çıkışlar, Avrupa'da sendikalann ken­dilerini yeniden tanımlamalan zorunluluğunu getirdi. AB'nin üye ülkelerinde gerçekleştirilen ekonomik, siyasi ve sosyal yapıların "Avrupalı-laştırılması" süreci, sendikal kuruluşlar ve gele­neksel tarzda ve ülke sınırlan içerisinde yürütü­len endüstriyel ilişkiler sistemleri üzerinde cid­di yapısal transformasyonlar getirdi. 

Uluslararasılaşma, temel olarak serma­yeyi alırken, ve bu hızla gerçekleşirken, eme­ğin uluslararasılaşması yavaş seyretmiş, bir di­zi sorun, sınırlama, risk ve problemlerle karşı­laşmıştır. Küreselleşme sürecinde Avrupa sen­dikaları: 

- Temel sendikal yapı,

- Üyelik durumu,

- Örgütlenme yapısı ve seviyesi,

- Devletle olan ilişkiler,

-Formel ve informel kuruluşlarda tem­sili ve etkinliği,

-İşverenlerin daha fazla esneklik elde etmek için yaptıklan manevralara karşı etkinlik ve mücadeleleri,

- Siyasi gelişmelere ayak uydurabilmele­ri»

-Örgütlenmenin ve sendikalaşmanın karşısına çıkan tehdit, tehlike ve engellere kar­şı yeni teknikleri geliştirebilmeleri gibi sorun­larla karşı karşıya kaldılar. 

Emek ve örgütlenme önündeki tüm bu ve benzeri daha bir çok sorun karşısında Avru­pa sendikaları yeni stratejiler gerçekleştirirken ve kendilerini yeniden tanımlarken, sorunların tamamım aşamamakla birlikte önemli bir yol katettiler. 

Avrupa'da sendikalar:

- Çeşitli kurumlarla ilişki içinde olarak,

- Lobi faaliyetleri yürüterek,

-Avrupa çapında bir üst örgütlenme gerçekleştirerek ortak görüş alışverişinde bu­lunarak,

-Sorunların çözümünde ortak hareket ederek,

- İşverenlerin manevralarına karşı acil çözümler üreterek,

- Pazarlık gücü metodlannı artırarak Av­rupa düzeyinde ve son yıllarda uluslararası dü­zeyde gelişmeleri ve değişimi yakından takip ettiklerini ve her yeni ortama hazır olduklarını ispat ettiler. 

Türkiye'de de Sendikalar Değişime Ayak Uydurmak Zorunda

Türkiye'de, tavandan gelen değişim karşıtı ya da ideolojik ve kalıplaşmış değişim modelleri karşısında en etkili ve başarılı müca­deleyi veren kurullar her zaman sendikalar ol­dular. Doğal değişim sürecini her zaman yaşa­yabilen sendikalar, belki de bu nedenledir ki, doğal toplumsal değişimin önüne geçildiği darbeler döneminde demokrasiyle birlikte önü kesilen ilk sıradaki kurumlar arasında yeraldı-lar.

Ancak yeni bir yüzyılın eşiğinde, Türki­ye'de de sendikaların işlevleri ve tanımları ko­nusunda önemli adımlar atması gerekiyor. Devletin değişmediği ve değişmeye direndiği bir ortamda kuşkusuz sendikalardan sağlıklı bir değişim beklemek mümkün değil. Ancak, değişimin kaçınılmaz olduğu gözönünde bu­lundurulursa, sendikalarında kendilerini bilgi toplumuna hazırlaması kaçınılmaz gözüküyor.

Devlet tarafından yarım yamalak ger­çekleştirilen küreselleşme girişimleri, her alan­da olduğu gibi değişim konusunda da tüm ku-mm ve örgütlenmeleri zora sokuyor. Gümrük Birliği'nde olduğu gibi sağlıksız ve temelsiz değişimler, değişim konusunda öncelikle dev­letin bir takım önlemler almasını gerektiriyor. 

Türkiye'de siyasetin yeniden yapılana­rak, dünyadaki gelişmelerle paralel çözüm ö-nerileri ortaya koyması ve bunları uygulayacak zemini hazırlaması toplumsal huzurun ve ha­zırlıklı olmanın da temel şartını oluşturuyor. Bu bağlamda: 

- Ekonomide toplumun ihtiyaçlarına yö­nelik makro dengelerin oluşması için yapısal dönüşüm politikalan uygulanmalıdır.

- İstikrarlı ve sürdürülebilir bir kalkınma hızı gerçekleştirilmelidir.

- Gerçekçi bir bütçenin uygulanması ka­çınılmazdır.

- Adil bir vergilendirmenin hayata geçi­rilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

-Kayıtdışı ekonomi ekonomiye kazan­dırılmalıdır.

- Tüketim ekonomisinden yatırım ve re­kabet ekonomisine yönelinmelidir.

- Gelir dağılımı mutlaka sağlanmalıdır.

-Çağdaş endüstriyel ilişkiler düzeni bü­tün kurum ve kurallarıyla oluşturulmak zorun­dadır.

- Endüstriyel ilişkiler sistemi mutlaka di­yalog temeline oturtulmalıdır.

-Avrupa Sosyal Modeli'nin unsurları, kurumları ve kuralları kendi şartlarımız ve di­namiklerimizle buluşturularak endüstriyel iliş­kiler sistemimize kazandırılmalıdır.

-Sosyal güvenlik sistemi bir an önce sağlıklı bir yapıya kavuşturulmalı, işsizlik si­gortası hayata geçirilmeli, işçi sağlığı ve iş gü­venliği konularında ciddi adımlar atılmalıdır. 

Devlet ve hükümet tarafından atılacak bu adımlar, sendikalann kendi içlerinde bu sa­yede gerçekleştireceği sağlıklı değişimle bilgi toplumuna hazırlıklı girmemizde önemli bir et­ken olacaktır. 

Sendikalar artık yalnızca toplu iş sözleş­meleri yapan, işçilerin yalnızca ücret sorunla­rıyla ilgilenen kurumlar değildir. Küreselleş-me, Türkiye'de de sendikaları yeni şartlara zor­luyor ve sendikaların bu değişimi sağlıklı şekil­de yakalayabilmeleri için işçilere karşı yeni yaklaşımlar sergilemeleri, işverenlere karşı ye­ni stratejiler gerçekleştirmeleri, sendikal yapı­da değişikliklere gitmeleri, politika ve rollerin­de yeni perspektifler gerçekleştirmeleri gereki­yor. Aynı zamanda da Sendikaların bilgiye önem vermeleri, mensuplarının her türlü sos­yal, kültürel, eğitim, sağlık, hatta psikolojik so­runlarına eğilmeleri, toplumun nabzım daha iyi tutma ve gündemi belirlemeleri, ihmal edi­len kesimlere karşı daha duyarlı olmaları da kaçınılmaz hale geliyor.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005