Bilgi Toplumu, Emek ve Sendikalar
Salim Uslu
Bilgi ve Enformasyon
Tarihin bilebildiğimiz dönemi, dünyamızın, ya da
üzerinde yaşayan insanoğlunun yaşı ile
oranlandığında önümüze "kısa"nın da ötesinde
denilebilecek bir peryod çıkıyor. Bu peryodu
incelediğimizde ise, ne pozitif bilimle uğraşan, ne
de sosyal bilimle uğraşan bilima-damlarımızın kolay
kolay cevap veremediği bir soruyla karşılaşıyoruz.
Son yüz yılda yaşadığımız değişim, tarihin başka
bir döneminde örneği bulunmayacak kadar hızlı ve
köklü bir değişim midir?
Yüzyılın başıyla bugün arasında, yaşayanların bile
algılamakta güçlük çektikleri bir farklılık
sözkonusu. Sanayi Devrimiyle birlikte pimi çekilen
ve hergeçen gün yenisi patlayan bir teknolojiyle
karşı karşıyayız. Önümüzdeki Yüzyıl'da da bu
patlamalar devam edecek gibi görünüyor.
Öncelikle bilgi ile Enformasyonu birbirinden
ayırmak, çağımızı ve önümüzdeki yüzyılı
tanımlamakta bize kolaylık sağlayacaktır.
Enformasyon Toplumu olarak çevrilebilecek kavramın
Türkçe'ye Bilgi Toplumu şeklinde çevrilmesi
şaşırtıcıdır. Bilgi Toplumu, Bilgi, İletişim,
Küreselleşme, Tarihin Sonu, Değişim gibi kavramların
üzerlerinde taşıdıkları şüphe gözönüne alındığında,
kavramın Türkçe'ye çevrilişinde de idelojik bir
tavır maalesef ortaya çıkıyor.
Enformasyon Toplumu kavramı, üzerinde
tartışılabilir bir kavramdır. Enformasyon Toplumuna
varış da zaten iletişim teknolojilerinin
gelişimiyle ortaya çıkar. İletişim ise tüm dünyada,
özellikle son yıllarda felsefi ve sosyolojik
boyutta çok tartışılan bir kavramdır. Çünkü,
iletişim araçlarını, sembolik olarak mikrofonu,
fotoğraf makinasının deklanşörünü, kameranın
objektifini ya da bilgisayarın klavyesini özgür ve
bağımsız olarak nitelendirmek mümkün değildir. Bu,
mikro düzeyde de böyledir, makro düzeyde de. Aleti
kullanan kişinin ruh halinden vicdanına,
ideolojisinden inancına kadar her faktör mesajın
araçtan geçerken kanalize olmasına yolaçar. Öte
yandan, geniş açılı bir objektif, mafyayla devleti,
askerle, egemen sermayeyle, ya da başka baskı
gruplanyla çıkar çatışmasına girebilir ve genelde
ya uzlaşma vardır, ya da iletişim açısından bir
yenilgi.
Bilgi ise, özellikle Doğu felsefesinde hikmete
ulaşmanın bir aracıdır. İnsanoğlu "neleri yapıp
neleri yapmayacağının ayırdma varmak için" bilgiye
ulaşır. Kendini, ötekini, çevresini, kainatı
tanımak için bilgiyi arar insan ve bulduğunda
kendini ve amacını bulur. Bilgi, modern toplumlann
amaçladıklannın tersine, manevi yükselişin
basamağıdır.
Enformasyon ise, araçlarından dolayı hiçbir zaman
derinliğine vakıf olamayacağımız mesajlardır. Ancak
verileni alınz ve gösterileni görürüz. Ondan ötesini
çoğu zaman bilemeyiz. Teslim olduğumuzda ise
enformasyon bombardımanı altında acı çekmeden
yokoluruz.
Enformasyon Tekeli ve Anti-Medya
Bilgi ve bilgi toplumu kavramları, özellikle son
yıllarda, enine boyuna tartışılmayan ancak çok
kullanılan kavramlardan. Kavramların idelolojik
boyutunun olduğu ve küreselleşme gibi belirli bir
kesimin çıkarlarına hizmet ettiği konusunda artık
şüphe yok.
Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezi, Bos-na-Hersek'teki
kanlı savaşa rağmen revaçta. Amerikan toplumu ise,
komünistlere duyduğu aşırı tepkiyi Saddam'a
yöneltmiş durumda. Türkiye'de bilgi toplumu
kavramını sıkça kullanıyoruz ancak güneyimizde ve
batımızda olup biten olaylar karşısında nasıl tavır
takınacağımızı bilemiyoruz. Tarihin Sonu ve Bilgi
Toplumu tartışmalan onun için askıda kalıyor.
Amerikan ve Avrupa Toplumu Balkanlar'da bir takım
gürültüler "var sanki" düşüncesinde, tuvalet
kağıtlarına ise Saddam'ın resimlerini basıyor ve
bundan para kazanıyor.
Tabii ki manzara bu kadar basit bir şekilde analiz
edilemiyor. Gelişmekte olan ülkelerde de bir kesim,
belki de biraz övünerek ABD ve Avrupa'dakı
enformasyon sarhoşluğuna kendisini bırakıyor. Bu
kesimin gücü elinde bulunduran kesim olması da
toplumlar içinde iki farklı ve uç kutbun oluşmasına
neden oluyor.
Dünyadaki hızlı değişimin ve dönüşümün hangi
noktaya varacağını şimdiden kestirmek olanaksız,
iyimserlere ve bu işten çıkar sağlayacaklara
bakılırsa, insanoğlu önümüzdeki yüzyılda bilginin
doyumsuz rahatlığını yaşayacak. Tarihin uzunluğuna
bakılırsa, dünya bir saman alevi kadar kısa bir
dönemi yaşıyor. Herşey gelip geçecek, ancak saman
alevinin tutuşturduğu dünya, birçok Bilim-Kurgu
yazar ve sinema yönetmeninin anlattığı gibi küle
dönüşecek.
Bilgiye, yani enformasyona karşı felsefi
açıklamalarla karşı durmanın imkanı yok. Karşı
durmanın ölçüsünü bulmak da bu toz duman içerisinde
mümkün değil. Ancak insanı odak almayan bir
değişimin insanlığı uçuruma taşıdığını görmek de zor
değil. Bir kesim için robotlar, bir tuşla alış
veriş, pürüzsüz bir mekanik ve teknolojik hayat,
evden lıiç çıkmadan tüm sosyal aktivitelere katılım,
eğitim, sağlık, hukuk, hatta üretim, tüketim gibi
işlevleri yapmak hoş görünebilir. Ama tüm bu
hayallerin
enformasyon tekelini elinde bulunduranlar
tarafından daha güçlü şekilde kurulması ve
uygulanması işin tehlikesini gözler önüne seriyor.
Yapılması gereken kuşkusuz bilgi, enformasyon ve
teknolojinin önüne set çekmek değildir. Yapılması
gereken, ulusal bilgi teknolojilerini devreye
sokmak, ve özellikle de anti-medya uygulamalarıyla
tekelci enformasyon araçlarının işgalini önlemektir.
Değişime Karşı Değişim
Değişim ve dönüşüm her ne kadar tek odaktan
yönlendiriliyor olsa da, global düzeyde etkileri
olduğunu kabul etmek gerekiyor. Tarihin Sonu tezi
belki tartışma götürür ama dünyanın küresel bir köye
dönüştüğü tezi kuvvetlenerek kabul görüyor.
Değişimin ve küreselleşmenin yönü ve boyutu örneğin
ABD'de ki kadar olmasa da diğer ülkelerde de
derinliğine hissediliyor. Yalnızca bireyler değil,
tüm bir toplum, hatta siyaset, ekonomi, zihniyet,
yaşam stili, gelir düzeyi, sermaye, emek, talepler,
beklentiler değişimden yoğun şekilde
etkileniyorlar.
Böyle bir değişime karşı, dünyanın hangi ülkesinde
olursanız olun, kayıtsız kalmanız mümkün değildir.
Küreselleşme ve değişim karşısında kendisini
hazırlamayan toplumlar şüphesiz kaybeden toplumlar
olacaktır. Hatta yukarda da değindiğimiz gibi, sorun
yalnızca değişime ayak uydurmak değil, kendi değişim
dinamiklerini de oluşturabilmektir.
Değişimin dışında kalmak, oyunun da dışında kalmak
anlamına gelmektedir. Değişimin olumlu ya da
olumsuz olması, değişimin dışında kalanın
uluslararası sistem nedeniyle kaderden kaçmasına
olanak tanımayacak, sonuç da mutlaka
etkileyecektir, ideal bir bilgi toplumuna ulaşılması
durumunda değişimin dışında kalan oyunu kaybetmiş
olacaktır.
Türkiye'nin Değişime Bakışı
Dünyanın başdöndürücü bir hızla değiştiği günümüzde
Türkiyede değişim hep tek
yanlı olmuştur. Değişim, diğer ülkelerde olduğu
gibi dipten, toplum tabakaların taleplerine bağlı
şekilde değil, tavandan, zorlamayla
gerçekleşmiştir.
Batıda, tabir yerindeyse burnumuzun dibinde tüm
dünyayı da etkisine alan olaylar gelişirken, Türkiye
bunlara kayıtsız kalmış, ve yüzyılın başında resmi
idelojide de yerini bulan toplumu kendi görüşleri
doğrultusunda yoğurmak isteyen bir kesimin "verdiği"
kadar değişim yaşanmıştır.
İki dünya savaşıyla baştan başa yıkılan ve
milyonlarca can kaybı yaşayan Avrupa, çok kısa bir
zamanda kendisini toplayarak dünyaya hükmeder hale
gelebildi. Hatta geçtiğimiz 10 yılda Sosyalizmden
serbest piyasa ekonomisine geçen bazı ülkelerin
bile Türkiye'nin 100 yılda yakalayamadığı değişim
hamlesini yakalayarak Türkiye'yi geride bıraktığını
görüyoruz.
Türkiye, siyasetten kültüre kadar hemen her alanda
kısır çekişme ve çatışmalarla sürekli vakit
kaybediyor. Dünya interneti, Mars'a gönderilen Uzay
aracını, genetik kopyalamayı, toplumsal refahın
yükseltilmesini tartışırken, konuşurken, kaçınılmaz
olan küreselleşmeye ve bilgi toplumuna kendisini
hazırlarken, Türkiye'de insanlar hala
giyim-kuşam-la, laik-anti laik çatışmasıyla, düşünce
özgürlüğüyle, parti kapatmayla uğraşıyor.
Bir yandan "çağ atlamak", "Çağı yakalamak",
"Adriyatik'ten Çin Denizi'ne Türk Yüzyılı'nın
hayalini kurmak" gibi söylemler dile getirilirken,
diğer yandan sermayeyi renklere ayı-nyor, demokratik
hak ve özgürlükler konusunda Yüzyılın başım
aratmayacak uygulamalara başvuruyor.
Türkiye, enflasyon, milli gelir, işsizlik, kayıtdışı
ekonomi, ücretler, dengesiz gelir dağılımı, sosyal
güvenlik, göç, fakirlik, terör, adalet, eğitim,
sağlık, çevre gibi soranlarını çözmesi gerektiği
yerde ideolojik tartışmalarda boğuluyor.
Siyasette ciddi bir tıkanma yaşanıyor, sosyal huzur
bir yandan yukardaki etkenlerle patlama noktasına
gelirken, bir yandan da görünmez ellerin
provokasyonuyla dinamitleniyor. Yolsuzluk,
usulsüzlük, şeffaf devletten yoksunluk, yapanın
yaptığının yanma kar kalması, çeteler, mafyalar,
devlet içinde devlet üstü oluşumlar halkın geleceğe
ilişkin ümitlerini köreltiyor.
Toplum, doğasından kaynaklanan değişim talebi bir
yana, iletişimin etkisiyle haberdar olduğu dünya
standartlarına kavuşabilmek için her devindiğinde
karşısında bu talebinin kendisine çok olduğunu
hatırlatan bir "darbe" engeliyle
karşılaşıyor.Kendisinin herkesten iyi bildiğini
iddia eden, toplumun ne kadar değişeceğine, dünyaya
ne kadar entegre olması gerektiğine, zamanın
nimetlerinden ne kadar faydalanabileceğine özgürlük
ve temel hak ve özgürlüklerin ne kadarına sahip
olabileceğine kendi kriterlerine göre karar veren
bir zihniyet, elinde bulundurduğu gücün etkisiyle
toplumun dünya karşısında tecrit edilmesinde başrol
oynuyor.
Toplumun değişimin nimetlerinden faydalanmasını
engelleyen bu güç, değişimi sonuna kadar
şahsileştirerek ve kullanarak, topluma pembe bir
tablo çizmek ve mazeret üretmek için de bilgiyi,
iletişimi, propagandayı ustalıkla kullanıyor.
Bir kez daha zamanın kısalığı tartışmasına
dönüyoruz ve toplumun önündeki bu setin, daha fazla
dayanamayacağı umudunu taşıdığımızı belirtmek
istiyoruz.
Küreselleşme, Emek ve Sendikalar
Modern dünyanın şarkı sözü haline gelen
küreselleşme ve küresel market gibi kavramlar,
cilalı ambalajlarla önümüze sürülmekle birlikte,
gelecek için ciddi kaygılan barındığını da
gizleyemiyor.
-Potansiyel refah, sermaye sahipleri, imtiyaz
sahipleri, zengin olanlar ve çokuluslu şirketler
tarafından paylaşılıyor.
- Ülkeler arası ve ülkelerin kendi içlerindeki
eşitsizlik derinleşiyor. Toplumlar kutuplaşıyor;
zengin-fakir, işçi-işveren, işsiz, sömürülen,
dışlanan gibi ayrımlar daha fazla uçlara kayıyor.
- Küreselleşme en fazla emeği ve sendikaları tehdit
ediyor. Sermayenin küreselleşmesi sıkça telaffuz
edilir ve uygulanırken emeğin küreselleşmesi,
serbest dolaşımı üzerinde durulmuyor.
Kısacası küreselleşme genel anlamda fayda
getirmesine rağmen zenginliğin ve refahın
paylaşılması konusu sorun olarak kalıyor. Emek
sermaye dengesi daha çok sermaye lehine işliyor.
Mart 1995'te gerçekleştirilen Dünya Sosyal Kalkınma
Zirvesi gibi toplantılarda küreselleşmenin emek ve
toplum üzerindeki olumsuz etkileri dile geürilirken
ve çözüm önerileri ortaya konurken, uygulamada somut
hiçbir adım atılmıyor.
Küreselleşme ve Avrupa Sendikaları
Avrupa'da değişim, transformasyon ve ilerleme aynı
anda gerçekleştiriliyor. Bu da, Avrupa'da toplumsal
ve ekonomik alanda meydana gelen iniş çıkışların,
ani değişimlerin toplumun her kesimi tarafından
kolayca benimsenmesini birlikte getiriyor.
Özellikle 1970 sonrasında meydana gelen iniş ve
çıkışlar, Avrupa'da sendikalann kendilerini yeniden
tanımlamalan zorunluluğunu getirdi. AB'nin üye
ülkelerinde gerçekleştirilen ekonomik, siyasi ve
sosyal yapıların "Avrupalı-laştırılması" süreci,
sendikal kuruluşlar ve geleneksel tarzda ve ülke
sınırlan içerisinde yürütülen endüstriyel ilişkiler
sistemleri üzerinde ciddi yapısal transformasyonlar
getirdi.
Uluslararasılaşma, temel olarak sermayeyi alırken,
ve bu hızla gerçekleşirken, emeğin
uluslararasılaşması yavaş seyretmiş, bir dizi
sorun, sınırlama, risk ve problemlerle
karşılaşmıştır. Küreselleşme sürecinde Avrupa
sendikaları:
- Temel sendikal yapı,
- Üyelik durumu,
- Örgütlenme yapısı ve seviyesi,
- Devletle olan ilişkiler,
-Formel ve informel kuruluşlarda temsili ve
etkinliği,
-İşverenlerin daha fazla esneklik elde etmek için
yaptıklan manevralara karşı etkinlik ve
mücadeleleri,
- Siyasi gelişmelere ayak uydurabilmeleri»
-Örgütlenmenin ve sendikalaşmanın karşısına çıkan
tehdit, tehlike ve engellere karşı yeni teknikleri
geliştirebilmeleri gibi sorunlarla karşı karşıya
kaldılar.
Emek ve örgütlenme önündeki tüm bu ve benzeri daha
bir çok sorun karşısında Avrupa sendikaları yeni
stratejiler gerçekleştirirken ve kendilerini yeniden
tanımlarken, sorunların tamamım aşamamakla birlikte
önemli bir yol katettiler.
Avrupa'da sendikalar:
- Çeşitli kurumlarla ilişki içinde olarak,
- Lobi faaliyetleri yürüterek,
-Avrupa çapında bir üst örgütlenme gerçekleştirerek
ortak görüş alışverişinde bulunarak,
-Sorunların çözümünde ortak hareket ederek,
- İşverenlerin manevralarına karşı acil çözümler
üreterek,
- Pazarlık gücü metodlannı artırarak Avrupa
düzeyinde ve son yıllarda uluslararası düzeyde
gelişmeleri ve değişimi yakından takip ettiklerini
ve her yeni ortama hazır olduklarını ispat ettiler.
Türkiye'de de Sendikalar Değişime Ayak Uydurmak
Zorunda
Türkiye'de, tavandan gelen değişim karşıtı ya da
ideolojik ve kalıplaşmış değişim
modelleri karşısında en etkili ve başarılı
mücadeleyi veren kurullar her zaman sendikalar
oldular. Doğal değişim sürecini her zaman
yaşayabilen sendikalar, belki de bu nedenledir ki,
doğal toplumsal değişimin önüne geçildiği darbeler
döneminde demokrasiyle birlikte önü kesilen ilk
sıradaki kurumlar arasında yeraldı-lar.
Ancak yeni bir yüzyılın eşiğinde, Türkiye'de de
sendikaların işlevleri ve tanımları konusunda
önemli adımlar atması gerekiyor. Devletin
değişmediği ve değişmeye direndiği bir ortamda
kuşkusuz sendikalardan sağlıklı bir değişim beklemek
mümkün değil. Ancak, değişimin kaçınılmaz olduğu
gözönünde bulundurulursa, sendikalarında
kendilerini bilgi toplumuna hazırlaması kaçınılmaz
gözüküyor.
Devlet tarafından yarım yamalak gerçekleştirilen
küreselleşme girişimleri, her alanda olduğu gibi
değişim konusunda da tüm ku-mm ve örgütlenmeleri
zora sokuyor. Gümrük Birliği'nde olduğu gibi
sağlıksız ve temelsiz değişimler, değişim konusunda
öncelikle devletin bir takım önlemler almasını
gerektiriyor.
Türkiye'de siyasetin yeniden yapılanarak, dünyadaki
gelişmelerle paralel çözüm ö-nerileri ortaya koyması
ve bunları uygulayacak zemini hazırlaması toplumsal
huzurun ve hazırlıklı olmanın da temel şartını
oluşturuyor. Bu bağlamda:
- Ekonomide toplumun ihtiyaçlarına yönelik makro
dengelerin oluşması için yapısal dönüşüm politikalan
uygulanmalıdır.
- İstikrarlı ve sürdürülebilir bir kalkınma hızı
gerçekleştirilmelidir.
- Gerçekçi bir bütçenin uygulanması kaçınılmazdır.
- Adil bir vergilendirmenin hayata geçirilmesi
kaçınılmaz hale gelmiştir.
-Kayıtdışı ekonomi ekonomiye kazandırılmalıdır.
- Tüketim ekonomisinden yatırım ve rekabet
ekonomisine yönelinmelidir.
- Gelir dağılımı mutlaka sağlanmalıdır.
-Çağdaş endüstriyel ilişkiler düzeni bütün kurum ve
kurallarıyla oluşturulmak zorundadır.
- Endüstriyel ilişkiler sistemi mutlaka diyalog
temeline oturtulmalıdır.
-Avrupa Sosyal Modeli'nin unsurları, kurumları ve
kuralları kendi şartlarımız ve dinamiklerimizle
buluşturularak endüstriyel ilişkiler sistemimize
kazandırılmalıdır.
-Sosyal güvenlik sistemi bir an önce sağlıklı bir
yapıya kavuşturulmalı, işsizlik sigortası hayata
geçirilmeli, işçi sağlığı ve iş güvenliği
konularında ciddi adımlar atılmalıdır.
Devlet ve hükümet tarafından atılacak bu adımlar,
sendikalann kendi içlerinde bu sayede
gerçekleştireceği sağlıklı değişimle bilgi toplumuna
hazırlıklı girmemizde önemli bir etken olacaktır.
Sendikalar artık yalnızca toplu iş sözleşmeleri
yapan, işçilerin yalnızca ücret sorunlarıyla
ilgilenen kurumlar değildir. Küreselleş-me,
Türkiye'de de sendikaları yeni şartlara zorluyor ve
sendikaların bu değişimi sağlıklı şekilde
yakalayabilmeleri için işçilere karşı yeni
yaklaşımlar sergilemeleri, işverenlere karşı yeni
stratejiler gerçekleştirmeleri, sendikal yapıda
değişikliklere gitmeleri, politika ve rollerinde
yeni perspektifler gerçekleştirmeleri gerekiyor.
Aynı zamanda da Sendikaların bilgiye önem vermeleri,
mensuplarının her türlü sosyal, kültürel, eğitim,
sağlık, hatta psikolojik sorunlarına eğilmeleri,
toplumun nabzım daha iyi tutma ve gündemi
belirlemeleri, ihmal edilen kesimlere karşı daha
duyarlı olmaları da kaçınılmaz hale geliyor.
|