Epistemolojik ve Etik Bağlamda Bilgi
Toplumu ve Bir Medya Okuması
Sosyolog, Orhan Oğuz Gürbüz
Foucault (Michel) dolaylı olarak bilgi dünyası için
daha çok bir kaçınılmazlık niteliğini taşıyan bir
olasılıktan söz eder. Bir episteme'nin yükselme
zamanı geldiğinde bir bilgi alanı olarak insanoğlu
da çekilen sularla birlikte sürüklenip gidecektir.
Bu tuhaf kehanetin anlamı nedir?
J. G. Merguior
Yaşadığımız bu çalkantılı yüzyılın bir diğer adı da
endüstri sonrası çağ (Post-Industri-al) olarak
okunuyor. Daniel Bell'in deyimiyle bugünün diğer
çağlardan farkı en mümeyyiz vasfı "bilginin
toplanması, yeniden düzenlenmesi ve yayımı
işlemlerinde" yaşanan olağanüstü gelişmelerdir.
1950'li yıllardan itibaren ABD ve kara Avrupasında
başlayan bu süreç "Bilgi Toplumu" (Information
society) deyimiyle tanımlandı. Biz dünyadaki
değişmelere karşılık Türkiye'nin bu bağlamda nereye
tekabül ettiğini anlamaya çalışacağız. Bunu
yaparken de enformatik, epistemolojik ve etik
verilerden yola çıkarak "bilgi toplumu" nosyonunun
bizdeki karşılığına ayna olması bakımından
kavramsal bir "medya okuması" denemesinde
bulunuyoruz.
Kitle İletişim Araçlarının Gücü ve Önemi...
Kitle iletişim araçlarının (masse media) serüveni
insanlık tarihinde "dönüştürücü" bir yer tutuyor.
Acaba gazete radyo ve TV.lerin "bilginin toplanması,
yayını ve düzenlenmesinde" nasıl bir rolü var?
Özellikle Türkiye gibi "kalkınmakta olan ülke"
örneğine baktığımızda Masse media'nm toplum
bireylerinin zihinsel (cognitif) yönlendirmesinde (oriyentas-yon/bazen
de manipülasyon) son derece etkin olduğu
gözleniyor. Amerikan muhalif düşünürü Noam Chomsky,
düşüncenin kontrol altında tutulması maksadıyla
totaliter ve demokratik bütün yönetimlerin halkın
katılımcı yeteneğini ve arzusunu "köreltmek"
istediğini ve bu yüzden kitle iletişim araçlarının (masse
media) önemli olduğunu öne sürüyor; "Hedeflerinden
biri salaklar ve cahillerdir. Bunlar deliklerinde
tutulmalı, anlayabilecekleri kadar basitleştirilmiş
martavallarla uyutulmalıdır,
marjinalleştirilmelidir, izole edilmelidir. En
ideali bunların her birini ve tek başına olmak üzere
TV ekranının karşısına oturtmak, spor
müsabakalarını, Brezilya dizilerini
seyrettirmektir. Organize olmalarına izin
verilmemelidir. Biraraya gelirlerse nelere sahip
olabileceklerini düşünmeye fırsatları
olmamalıdır."® Burada yazar Masse media'ya daha
ziyade "ideolojik" bir anlam yüklüyor. Kuşkusuz salt
kapitalist (ticari) kaygılarla yürütülen medya
faaliyetlerini (dolayımlı olarak "ideolojik"
olabileceklerini göz ardı etmemekle birlikte) bu
çerçevede mütaala etmemek gerekir.
Kitle iletişim Araçları ve Kültürü...
Kitle kültürü (masse culture) terimi kitle iletişim
araçlannın etkileriyle oluşmuş özgül bir kültürel
birliği içermemekle birlikte kitle kültürünün
"kültürsüz çoğunluğun" kullandığı sembolik ürünleri
ifade ettiği de açıktır. Sosyo log Edward Shils
estetik, entellektüel ve ahla ki standartlara göre
kültür seviyelerini kabaca üst (superior) orta (mediocre)
ve brütal olarak sınıflandırıyor. Üst kültür
ekonomik, sosyal ve siyasal analizleri felsefi,
edebi vb. önemli çalışmaları içeriyor. Orta kültür
çoğunlukla üst düzey kültür konularını kapsıyor
ancak daha az orjinal ve üst düzey kültür
çalışmalarıyla bütünleşmemiş durumda. Brütal kültür
ve konuların derinliğine inmeyen incelikten yoksun
kaba görüş ve yaklaşımları, içeriyor.^) Ünlü
sosyolog Edgar Morin ise kitle kültürünü "kol-lektif
hayal" diye nitelendirerek psikanalize başvuruyor.
Etle kültürü tüketicisi yansıtma ve özdeşleştirme
yoluyla eğilimlerini tatmin edebilmektedir. Ekranda
sık sık görülen ünlüler olağanüstü kişilikleri
yansıtmaktadır. Bu kişiler taklit edilmesi
savunulan yeni insan prototiplerini
oluşturmaktadır. İzleyici kendisinde olmayan ya da
kendinde gerçekleştiremeyeceği şeyleri kendi dışına
yansıtmaktadır. Etrafındaki kişiler, günlük hayatın
yapmamızı engellediği davranışları
gerçekleştirmektedir. Ve bu hayali dünya kitle
kültürü yaygınlaştıkça gelişmektedir.'* Türkiye bu
tanımlarla ifade edilen travmayı en dramatik şekilde
yaşayan bir toplumu barındırıyor. Kitle iletişim
araçlarının taşıdığı kültür bizi bilgi toplumu
nosyonuna değil "gösteri toplumu" noktasına
çekmektedir. Geleneksel öğretilerin "konuş ki seni
görebileyim" aforizması yerini "görünüyorum öyleyse
varım" deyimiyle dillendirilen ontolojik
(varoluşsal) yanılsamaya bırakmıştır. Modern çağ
insanı tüm rasyonalizasyon politikalarının aksine
akla veda ediyor ve "görünümlerle", imajlarla
kendine yeryüzünde bir "aidiyet" arı-yor. İşte bu
anlamda tv ekranları sanat beğenisi düşük (kıtsch)
dizileri ve gazete sayfalan en mahrem ve gereksiz
abartılı ayrıntılarla karşımıza çıkıyor. Kendisini
gösteremeyenler bir şekilde (doğru/yanlış,
haklı/haksız, güzel/çirkin) "görünmeyi" başaranları
alkışlıyor, onlara öykünüyor. Çünkü medya yalnızca
yaşanan/görünen anı meşru kabul ediyor.
Enformasyon Ne İşe Yarar?
Bilgi toplumunun ekseninde genişlemesi gereken
bilgi (knowledge/information) içerik ve format
olarak neyi ifade etmektedir' Peki bilgi toplumu
nosyonunun izleyicisi olan ülke medyaları hangi
"bilgiyi üretmekte ve yaymaktadır?" Bu aslında
öncelikli olarak epis-temolojik (bilgibilimsel) bir
sorundur. Sonrasında ise haber/enformasyon
bağıntısını (kor-ealosyon) analizi zoamludur. Çünkü
bugün Mass media sadece bilgi üretmek ya da yaymak
için değil "bilgi toplamını meşrulaştırmak" yani
onun nesnel olarak geçerli olduğunu göstermek için
de kullanılmaya başlandı. Ünlü insanların
yaşamlarına ilişkin bilgiler bütün saydamlığı ve
şuh görünümleriyle bizim hayatımızda bunun için mi
veri olarak yer dolduruyorlar?
Düşman Kardeşler; Haber, Enformasyon, Etik
Haberlerin ne kadar bilgi içerdiği ya da etik
kıstaslarla yüzleştiği tartışmalı! Fransız reklamcı
Segueila "utanmazlık iletişimin ilk boyutudur"
derken medyanın reel politik tavrını mı tarif
ediyordu? "Makyavelci Basın" adlı kitabın yazarı
John C. Merril "muhayyel" bir söyleşisinde
Makyaveli konuşturur. Kendini beğenmiş ve
küstahlığını gücünden alan, ahlaka sadece teğetsel
bir ilişkisi olan modern basının ironik bir
anlatımıdır bu diyalog.
-John C. Merril: Peki gazetecilerin saygı göstermesi
gereken hiçbir ahlaki kural yok mu?
- Makyavel: Yine döndük dolaştık Kant'a geldik.
Benim düşüncem olmadığı şeklinde...
Ahlakta gerçek kuralların olmadığını biliyorlar
fakat bu gerçeği kabul edemiyorlar. Kant kişinin
yalan söylememesini önerir. Fakat sağduyulu kişi
bazı durumlarda yalan söyleyebileceğini bilir ve
yalanma ahlaki nedenler gösterebilir...
Gerçeği kendi arzulanna göre biçimlendirirler,
hatta gerçeği saklarlar.
Yukarıda sözü edilen "gerçeği saklama işlemi" bazen
biçem (üslup) değiştirir. Haber bültenleri adeta bir
arkası yarın (soap opera) dizisine çevrilir.
Gerçeğin enformasyonu "uzatılır" ve "abartılır".
Sözgelimi aktüel bir örnekleme yaparsak sanatçı
Hülya Ayşar'm bir çocuk doğurması olayı/gösterisi
rutin bir haber değeri taşımaktayken toplumsal
katılımın sağlandığı bir "ritüel habere"
dönüştürülür. Sanatçının doğurmak "istemesi"
"hastaneye yatması" ve "doğurması" adım adım
izlenir ve "nıedyatik bir kutsal çocuk" müjdelenir.
Prototip olarak aldığımız sanatçı, modernliğin
zihinsel kaymalarına maruz kalmış ve medyatik
sınıf tarafından (tabi kendi rızasıyla) çocuğuyla
birlikte bir metaya (commodification)
dönüştürülmüştür. Bütün ilişkiler olduğu gibi
doğmamış bir çocuk da pazarlanır. Doğduğunda ise
ilk önce kameralar önünde medya Herkleri (ruhban)
tarafından görüntülenir/takdis edilir. Bu olaya,
bir prototip olarak o sanatçıyı iten nedenlerden
biri bilinçaltıdır. Birey (kadın/erkek) kendi
bireyliğine meydan okumaktadır. Geleneksel zihin
dokusu tahrip olmuştur ve birey bir kişilik
yarılması içindedir. Parçalı bir toplumun bir üyesi
olarak bilinçaltında "bayağı olmak tek ahlaki
yoldur" diye hisseder. Nietzsche'nin ifadesiyle
"kendini yüceltmek için, özgürleşebilmek için
kendine özgü kurallara, kendine özgü becerilere ve
kendine özgü "numaralara" gereksinim duyar.
Olanaklar hem muhteşem, hem "uğursuzdur". Olanaklar,
yani Medya!
Davranış Yönlendirmesi ve Denetimi...
Medya kimi zaman bilgi toplumu nosyonunun
vazgeçilmez bir aracı oluşunu daha da ileri götürür.
Örneğin bir futbolcunun anne babasının kim olduğu
tartışmasına "taraf olarak katılır ve TV
kanallarında "sizce bu futbolcu babasını belirlemek
için DNA testi yaptırsın mı? anketini uygular".<S>
Haber ve bilgi verme hakkıyla dillendirilen bu süreç
özne olma statüsü elinden alınmış kişiyi medyatik
bir aura (hale) ile kuşatır. Bu işlemleri ilgiyle ve
sempatiyle takip eden okur/izleyici önce sadece
pasif konumdadır. Oysa yarın kendisi için de
işletebilecek bir süreci onaylamıştır ve farkında
değildir. Çünkü dolaysız bir davranışsal denetim
uygulanmaktadır.
Jürgen Habermas'a göre "Endüstriyel olarak en ileri
toplumlar normlarca yönlendirmekten çok dışsal
uyarıcılarla harekete geçirilen davranışsal denetim
modeline yakın gözükmektedir. Mamul uyarcılar
(sözgelimi medya, O.G.) yoluyla oluşan dolaysız
denetim özellikle "öznel hürriyetin" meşru sayılan
alanlarında (seçim, tüketim, boş zaman davranışı
gibi) giderek artmaktadır
Böylesi bir medyatik örüntüler ağında bireyin
sağlıklı bilgi edinmesi, analizi ve içselleştiımesi
zordur. Oysa Mass media davranış denetiminde ve
yönlendirmesinde bir sakınca görmemektedir. Zira
profesyonelliğin iktidarda olduğu çağımızda buna
bizi yönlendiren bir kurumdur medya. O yalnız bir
aktarıcı değil aynı zamanda teknik bir filozoftur.
Adeta Feyerabend'in aktardığı düşünceyi
dayatmaktadır;
"Eğer diye yazıyordu koca Kant; benim yerime anlayan
bir kitabım, benim yerime vicdan taşıyan bir
papazım, ne yiyeceğime karar veren hekimim vb. varsa
benim zahmete girmeme ne gerek var? Düşünmem falan
gerekmez, biraz para verdim mi başkaları bu sıkıcı
işi benim yerime hemen üstleneceklerdir.
Modern ve Medyatik Bilginin Geleceği!
Ünlü düşünür Michel Foucault'a göre insanoğlu
öylesine bir yaratıktır ki bilgiyi okunaklı kılan
şeyi kavramamız onun içinde -onun aracılığıyla-
olur. Foucault işte bunun sonucu olarak -çağdaş
epistemde bilginin dayanak noktası olan- insanın
"hem deneysel hem deney üstü olan garip bir iki
parçalı varlık" olmak zorunda kaldığını belirtir.
Haliyle der "böylesine belirsiz bir bilgi biçimi
yok olma olasılığının tehdidi altında olacaktır.
Buradan bir çıkarsama yaparak şunu söyleyebiliriz ki
medyatik bilgiyi yaymakta olanların ahlaki
kriterleri, hem failin (özne) hem muhatabın insan
olması nedeniyle tehlikeli/kontrolsuz bir durum arz
etmektedir. Filozofların deyimiyle yalnız tanrı
hakikati tümüyle bilir çünkü onun için "yapmak" ve
"bilmek" özdeştir. Foucault'un işaret ettiği gibi
"bizimle birlikte yükselen episteme (bilgi)
dalgasında geriye çekilirken boğulma tehlikesi de
vardır. Medya için söylersek Nakib el At-tas'ın
deyimiyle "Bilgi malumattan ibaret değildir", çünkü
"Bilgi anlama ulaşmaktır, bizzat nesnenin kendisine
ulaşmak değildir."
Bilgi Toplumu Olunacak; Ol!
Tüm bu bilgilerin ışığında "bilgi toplu_ mu" nosyonu
için elbette daha hızlı ama daha sağlıklı çaba sarf
etmek gerekmektedir. Sözgelimi bir derginin
haberinde "Milli Güvenlik Kumlu Türkiye'nin bilgi
çağına geçmesine karar verdi" başlığı dikkat
çekiyor. Demek ki sivil insiyatif bu konuda hala
bir zaaf içindedir. O nedenle MGK'nın bu çalışması
ilk bakışta "ironik" bulunsa bile bir
gerçeği/boşluğu ifade etmektedir.
|