Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilgi Toplumuna Geçişte Üniversitelerin Önemi 

Öner Kabasakal 

a. Yenileşme Önündeki Engeller 

Yirmibirinci yüzyılın ismi, belki de "Ye­nileşme Çağı" olacaktır. Temenniler, eğilimler, düşünsel ve teknolojik hazırlıklar ve hatta slo­ganlar global bir yenileşmenin işaretlerini ver­mektedir. Yenileşme çağı henüz bütün unsur­larıyla başlamış değildir. Bu geçiş süreci, Hack-man ve Silva'nın ifadesiyle "Eşik Çağı" olarak adlandırılabilir. Ancak, yenileşme için gerek­li olan yenileşme ihtiyacı ve yenileşme kültürü hazırdır. Yenileşme ihtiyacı ve kültürü ise ge­nellikle "bilgi toplumu" denen "sihirli" kavra­mın muhtevası ve araçları ile anlatılmaktadır.

Türkiye'yi "Yenileşme Çağı" dışında tu­tan çok önemli sebepler ve faktörler vardır. Bunlardan en önemlisi yenileşmeye olan di­rençtir. Yenileşme yolunda strateji, yapı, insan kaynaklan, yöntem gibi temel altyapıyı hazırla­ma ve bunlar arasında senkronizasyonu oluş­turma konusu ülkemizde henüz ifade edilme aşamasındadır. Bu temel dörtlüyü hazırlama ise özellikle kamu adına bir direnme ile karşı­laşmaktadır. Bilgi toplumuna ve "Yenileşme Çağı"na geçiş, hazır bilgisayarı satın almak ve onu çeyrek kapasite ile kullanmak yoluyla gerçekleşemeyeceğine  göre,  Türkiye'nin  yerini doğru olarak belirlemek ve adlandırmak ge­rekmektedir: "Direnme Çağı". 

Direnme, kamu adına veya kamu çevre­sinde cereyan ettiğine göre değişme ve yeni­leşmeye olan direncin kırılması da öncelikle kamuya dair tedbirlerin geliştirilmesiyle müm­kün olabilecektir. Bunun için ise düşünce ve bilgi konusundaki paradoksların giderilmesi gerekmektedir. Paradoksun kaynağı ise peni gerçeklerin bilinmemesi yanında yenileşmenin "toplumun ve devletin batması" ile, değişmeye karşı direnmenin "devletin bekası" ile özdeş hale getirilmesi paranoyasıdır. Bir bakıma bil­gisizlik paranoyayı, paranoya ise bilgiye gü­vensizliği doğurmaktadır. Bilgiye güvensizlik ise her çağda toplumsal değişme-yenileşme (sanayi toplumunun literatürü ile kalkınma > önünde en kritik engeldir. Bir de "değişme" deyip değişmeye direnmek, toplumumuza has resmi bir direnme haline dönüşmüştür. Hack-man ve Silva, bilgisizlik-güvensizlik fasit daire­sinin giderilmesinin bilgilenme ve bilgiyi kül­türe çevirme yoluyla mümkün olduğunu kay-detmektedirler. Şu halde "Yenileşme Çağı" için temel altyapıyı oluşturan bilgi, kültüre dö­nüşmedikçe fonksiyonel olamayacaktır. Bu açıdan bakıldığında bilgisayarlaşıp bilgiye he­men ulaşabilme imkanını abartmanın tek anla­mı belki de malûmatfünışluk olabilir. Zaten bilgi toplumu bu teknoloji ile bilgiyi keşfetme­yi ve bilgi yoluyla refahı artırmayı öngörmek­tedir. 

Türkiye, henüz Sanayi Toplumu aşama­sını bile tamamlayamamış bir topluma sahip olduğundan Bilgi Toplumu kavramının yerli yerince kullanılmamasını yadırgamamak gere­kir. Nitekim Bilgi Toplumu, neredeyse iletişim teknolojilerinin kullanım yoğunluğuyla eş an­lamlı görülmektedir. Günümüz Türkiyesinde gelişme-genişleme yerine halâ kalkınma kav­ramı çevresinde tartışılmakta; üretim, verim, geri dönüş oranı gibi Sanayi Toplumunun lite­ratürü kullanılırken Bilgi Toplumuna geçiş pek yakın gözükmemektedir. 

b. Bilgi Toplumu'nun Özellikleri ya da Bilgi Toplumu Bilgisayarlaşmak mıdır? 

Temelde Bilgi Toplumu, bilgiye erişme ve ona katkıda bulunma anlamı taşımakla be­raber, aynı zamanda toplumların bir gelişme safhasıdır.'3' Bu safhaya ulaşmış toplumlarda Sanayi Toplumunun ekonomik değerleri yeri­ne bilginin üretimi, teknolojiye dönüştürülme­si, teşviki, sunumu, fiyatlandırıiması ve deneti­mi ile ilgili kaygılar yoğundur. 

Bilgi Çağındaki bir toplum; maddi tat­mini aşmış, entelektüel tatmine yönelmiş bir toplumdur. Bu itibarla maddi tatminin henüz yaygınlaşmadığı ülkemizin bilgi toplumuna geçiş için hem ekonomik hem de sosyolojik ta­banı müsait değildir. Oysa Bilgi Çağı yolunda­ki toplum evrimci, dinamik ve değişmeye hazır olmalıdır. Bilgi toplumu, bu karakteri gereği öncelikle yapısal değişiklikler öngören bir an­lam taşımaktadır. Nitekim, bu konuda en ol­gun eserleri vermiş olan Bell ve Gouldner de Bilgi toplumuna bu anlamı katmışlardır

Önemli olan yapısal değişim programla­rıyla "Direnme Çağı"nı biran önce aşıp "Bilgi Çağına ve nihayet "Yenileşme Çağı"na ulaş­maktır. Direnme Çağını kısaltabilmek için ise elimizde uluslararası kabul görmüş bir politi­ka, taktik veya reçete yoktur. Kendi tarihi, sos­yolojik ve yapısal öngörülerimizi geliştirmek ve görüş alanımızı kısıtlayan, düne ait slogan, taahhüt ve meseleleri gidermek üzere yerli bir çaba gereklidir. Bu noktada "devlet gelene­ği", yüzyıllar öncesine yapılan göndermeler bir dezavantaj gibi gözükmektedir. Şüphesiz di­renmeye yol açmamak kaydıyla gelenekler ve milli davranış, küresel düşünme önünde bir engel değil, kurumsal ivmeler kazandırması bakımından motivasyon da olabilir. 

Makro düzeydeki direnmeyi aşma gay­retlerini pivot uygulamalar yoluyla bireysel kı­sıtlılıkları gidermekle başlamak doğru olur. Esasen bireysel kısıtlılıkların giderilmesi, bireyi ön plana çıkaran günümüz eğilimlerini ile de bağdaşır. Şu halde-bireyi merkeze alan bir değişme stratejisi hem taktik hem de amaç bakımından yerindedir. 

Yenileşme Çağına geçiş, refahın, top­lumsal uzlaşmanın, itibarın bilgiden geçtiğine inanan bireylerin entellektüel birikimleri ile mümkün olacaktır. Yenileşme Çağına geçişin bir aşaması olarak Bilgi Toplumunun oluşma­sında bilgi ve iletişim teknolojileri çok önemli­dir. Bilgi ve iletişim teknolojilerini üretime dö­nüşmüş bilgi doğurduğuna göre bu ilişkiyi kar­şılıklı olarak göıınek daha doğrudur. Ancak eğitime, kamu yönetimine ve diğer sosyal ted birlere dair liberal temelli bir hazırlık olmadan transfer edilen iletişim-bilgi teknolojileri bilgi sektörünü değil, oyun sektörünü geliştirdiğine dair ülkemizde pek çok örnek mevcuttur. 

Bilgi Toplumu, bilgisayar-elektronik-iletişim yoğun bir görüntü sergilemesine rağmen sosyal bir anlam içermektedir. Çünkü Bilgi Toplumu, bilgi teknolojisinin toplumun bütün katmanlarına ve faaliyetlerine nüfuz etmesini, kapitalin değil, beşeri kapitalin ve bilginin kendisinin kıymetli ve itibarlı olmasını oluşturabilmiş bir toplumdur. Bu değerin eğitim yo­luyla sağlanmasını ve bu dönüşümün bir sos­yal değişim sürecini gerektirmesini sosyal konseptin işareti olarak kabul etmek gerekir. 

Bürokrasinin Bilgi toplumuna geçişte ve Bilgi Toplumunun oluşmasından sonra iki ayrı görüntü çizmesi muhtemeldir. Weber'in sanayi toplumu için öngördüğü bürokrasinin ve onun rasyonalizasyon mekanizmasının Bilgi Toplu­muna geçiş sürecinde erimesi beklenmektedir. Bürokrasinin içinde olan hiyerarşi, uzmanlık, iş bölümü, teşkilatlanma ve hiyerarşik yapının yumuşaması ve rasyonel davranışın yerini bil­gi davranışına terketmesi Bilgi Toplumunun oluşumuna veya toplumun Bilgi Toplumuna doğru değişmeye başlamasına yardımcı ola­caktır. Bu açıdan bakıldığında; kamu yönetimi­nin ve işletmeciliğin temelinde yer alan bürok­rasinin yenileşmesi, üretim ve kamu yönetim süreçlerini de doğrudan etkileyecektir. Bilgi toplumuna geçiş sonrasında ise hiyerarşik ya­pının, uzmanlaşmanın, Fordist-Taylorisl üre­tim biçiminin ve iş bölümünün yerini global işletmeciliğe bırakması beklenmektedir.

Bilgi Toplumunun Sanayi Toplumun­dan devraldığı en önemli miras, sivil toplum örgütlerinin etkinliğidir. Bilgi Toplumu, oluş­turduğu ortamın doğal bir sonucu olarak bi­reylerin ve sivil toplum örgütlerinin kamu yö­netiminden eğitime, piyasa ekonomisinin işle­yişinden sosyal yardım programlarına kadar hemen bütün alanlarda katılımını ve entelektü­el katkısını sağlar. Bu açıdan Bilgi toplumunun belki de en önemli katkısı zorunlu bir demok­ratikleşme getirebilme yeteneğidir. Bilgi Top­lumunun demokratikleştirme fonksiyonuna iti­raz mümkündür. Denilebilir ki; zaten demok­ratikleşme olmadan sanayi sonrası toplumu bir kültür olarak hazmedebilmek ve Bilgi toplu­muna ulaşabilmek mümkün değildir. Bu tez doğru olmakla beraber, Bilgi teknolojisinin de kaçınılmaz bir demokratikleşme süreci başla­tabileceği unutulmamalıdır. En yalın örnekleri elektronik sayfalarda oluşan ve müthiş bir etki­leşime yer açan fikir alışverişlerinde görmek mümkündür. Teknolojilerin, bilgi toplumunda insanları boyunduaık altına almak için değil, bireyin güçlenmesi istikametinde kullanılaca­ğını beklemek mümkün görülmektedir. Zaten Orwell ve Huxley'in "bilginin kaynağı olacak teknolojilerin diktatörlerce yasaklanacağı" sa­vı, sanayi toplumu için bile tutmamıştır. Günü­müzde diktatörler de bilgi teknolojileri karşı­sında mağlup olmuşlardır. Bilgi, sınırlanamaz araçlarla  yayılırken  diktatörler  ancak  Bilgi Toplumunun tarih sayfalarında kendilerine yer bulabileceklerdir. 

Bilgi toplumunun, hizmet ekonomisi yoğun bir ekonomik yapı getirmesi beklen­mektedir. Hizmet sektörü ise kadın işgücünün daha fazla kullanıldığı bir ekonomik alan oldu­ğuna göre Bilgi Toplumunda kadınların gerek entelektüel, gerekse fiziki üretime daha fazla katkı yapması ve bunun sonucunda da de­mokratik katılımların daha fazla olması öngö­rülmektedir. Aslında Bell ve Gouldner'in kas­tettikleri yeni sosyal sınıf, sanayi toplumunun literatürü ile ifade ettiğimiz hizmetler sektö­ründen öte bir kavramdır. Yeni sosyal sınıf, ge­lirlerini zihni çalışmalarıyla sağlayan, yüksek öğretim görmüş, teorik bilgi sahibi, bilgi ürete­bilen, onu günlük hayatında ve profesyonel uğraşında kullanabilen ve teknolojiye dönüş­türebilen kişilerden oluşacağından hizmetler sektörünü çok aşmaktadır. 

Bilgi   Toplumunda   Sanayi   Toplumu normlarına göre örgütlenmiş rekabet ve çalış­ma hayatı şartları önemli değişikliklere uğraya­caktır. Bilgi Toplumunun yeni sınıfın ihtiyaçla­rı doğrultusunda yapısal ve kurumsal değişik­likler içermesi doğaldır Sosyal normların de­ğişmek zorunda kalması, gelir dağılımının bo­zulması, üretimde işgücünün  yerine yüksek teknolojinin kullanılması, nitelikli işgücünün fiziki üretimde değil teknolojik bilgi üretimine yönelmesi, yeni verimlilik kavramlarının geliş­mesi, sanayi toplumunun grev ve lokavt silah­larının işlemez hale gelmesi karşısında yeni ça­lışma normları gündeme gelecektir. Yeni üre­tim ve istihdam biçimi genellikle bireyselliği güçlendireceğe benzemektedir.  "Bilgi İşçisi", alanında her bilgiyi bilen ve kullanabilen, do­layısıyla toplu hak arama yerine bireysel pa­zarlıklara oturabilen, aydın, hayal gücü yük­sek, ikame edilebilme imkanı az kişi olacaktır. Yeni  üretim-istihdam-ücret  ilişkisinin  yeni normları  da beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemeldir. Yeni normlar arasında çalışma hayatlarını kuralsızlaştırma ve yüksek çalışma normları geliştirmek en aşırı tedbirler olarak göze çarpmaktadır. Kuralsızlaştırma veya yük­sek standartlı çalışma şartları geliştirmek milli ölçekte alınacak tedbirler değildir. Bu tedbirle­rin milli ölçekte alınması halinde küreselleşen ortamda işgücünün haksız mobilizasyonuna yol açabilecektir. Şu halde çalışma ve istihdam şartlarının yeniden düzenlenmesi, uluslararası düzeyde  alınması  gereken  tedbirlerdendir. Uluslararası düzeyde yapılan sosyal düzenle­meler ise üye ülkelerin eğitimlerinin nitelik olarak benzeşmesiyle adil sonuçlar doğurabi­lir. Bir başka değişle Bilgi Toplumu, eğitimleri­ni erken, etkin ve süratle rakip toplumlar dü­zeyine getiremeyen veya yenileyemeyen top­lumlar için bir esaret olabilir. 

Bilgi Toplumu yolundaki ekonomik dönüşümün yönü, Throw’un "miyopi" teşhisine rağmen uzun vadeli ufuk, strateji ve toplumsal

boyutla desteklenmiş piyasa ekonomisi olmak zorundadır. Çünkü, küresel ekonominin etkin bir üyesi ve partneri olabilmenin ekonomide açıklık ve piyasa ekonomisini şartlarını geliştir­meye dayalı olduğu kabul edilen bir veridir. Nitekim, uzun dönemli uluslararası istatistikler de hızlı büyüyen, dünyayla entegre olabilen ve bilgi toplumuna geçişe ayak uydurabilen eko­nomilerin açık ve piyasa ekonomisini benim­semiş toplumlar olduğunu ortaya koymakta­dır.17' Güneydoğu Asya ülkeleri (Singapur, Ma­lezya, Güney Kore, Endonezya ve hatta Çin) piyasa ekonomisine geçişi ile küreselleşme stratejilerini aynı anda beraber yürütebilmiş ül­kelerdir. Henüz demokrasi ile tanışamamış olan bu ülkeler, bağımsızlıklarına çok geç ulaşmış olmalarına rağmen sanayileşme strate­jilerini zamanında belirleyip uygulayabilmenin avantajıyla bilgi ve teknoloji üretebilme yete­neği kazanabilmişlerdir. 

Artık Türkiye için sanayileşme safhasını tamamlayıp sonra Bilgi Toplumuna geçmeyi düşünmek adeta geri kalmayı kabullenmek anlamına gelecektir. Sanayileşme sürecini atla­mayı öngören bu düşünceye göre; Türkiye Bil- gi Toplumuna geçerken aynı anda sanayileş­me altyapısını da tamamlamayı başarmalıdır. Çünkü, bilgi toplumuna geçişi tamamlamak üzere olan ülkelerin Türkiye ile aralarındaki bilgi, teknoloji, sanayi ve entellektüel açığı da­ha da büyütme şansına sahiptir. Esas açık; bil­ginin gücü konusunda sanayi öncesi toplum özelliği gösteren Türkiye'nin sosyolojik yapı­sında doğacaktır. Sosyal değişmenin daha hız­lı ve büyük kütleleri daha derinden etkiledi­ği bilgi toplumundaki değişmeler karşısında Türkiye'nin  küresel  büyüme  atağı  yolunda sosyal tabanlı dezavantajları daha da büyüye­cektir. Türkiye'nin bu değişimi sanayileşmenin kâmil hale gelmesi uğruna ıskalaması halinde yenileşmenin ve 21. Yüzyılın değerleri, güçleri karşısında rekabet edememe riski ile karşılaş­ması demektir. 

Prof. Ekin, bu satıra kadar yazdıklarımı- zı şu paragrafta özetliyor: "Sanayi Toplumunun Bilgi Toplumuna dönüştüğü dünyada, bu dönüşümü yönetmek belli başlı bir beceri hale geliyor. Teknolojiyi izlemek yetmiyor, yarat­mak da gerekiyor. Özellikle yönetim teknolojisini. Değişim mühendisliğine giriş, şu temel başlığı taşıyor; "siz değişimi yönetin, değişim sizi değil". Tarımdan sanayiye geçiş aşamasın­daki Türkiye, bu değişimi en dramatik yaşayan ülkelerden biri, zira, varmak istediği sanayi toplumu çağdışı oluyor. Bundan 10 yıl önce, Batıyla aramızdaki mesafeyi ne zaman kapata­cağımızı tahmin etmek sükseli bir davranıştı. Örneğin, "% 7 kalkınma hızı ile Japonya'ya 30, Almanya'ya 25 yılda yetişeceğiz gibi cümleler bayağı rağbet gördü. Fakat bunlar "lineer" ve "statik" analizlerin ürünü olduğundan hiçbir işimize yaramamaktadır. 

c. Dönüşüm İçin Eğitim İhtiyacı 

Türkiye'nin sanayileşmeyi atlayıp Bilgi Toplumuna geçişi için disiplinli, entelektüel, yaratıcı, yüksek nitelikli işgücü ile sağlayabile­ceğini savunan Oğuz, bu oluşum için değişim değil "dönüşüm" kavramını kullanmaktadır. 

Dönüşüm için önerilen ilk çaba işgücü­nün nitelikleri ile ilgili olduğuna göre eğitime dair tedbirler öne çıkmaktadır. Nitekim tarih boyunca değişim (veya dönüşüm) için reorganize edilen ilk kunım eğitim olmuştur. Eğitim, özellikle Türkiye'nin işgücü niteliklerinden çok insanların düşünce ve davranış boyutlarını yenilemeye yönelmek zorunda olmasıyla önemlidir. Yani eğitim, işgücünün bilgi üretimi için kazanması gereken formasyonel yanından önce davranışsal yanından başlamak zorunda­dır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'yi Bilgi Toplumu önünde asıl sınırlayan yetersizliğin Gayri Safi Milli Bilgi (GSMB-Bilgi otoyoluna bağlı bilgisayar sayısı) değil, insanların zihniyet ve entelektüel zaafiyeti olduğu görülmektedir.

Dönüşüm için eğitim dönüşümünün na­sıl yapılacağı önemlidir. İlköğretim aşamasın­dan başlayan bir dönüşüm mü, üniversite düze­yinden başlayan bir dönüşüm stratejisi mi tartışılması gereken ilk som gibi gözükmektedir.

Dönüşümü sağlayacak eğitim politika­larının Türkiye'de yüksek öğretimden başla­ması gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü bu alanda Türkiye'nin en acil ihtiyacı bilimsel düşünce­nin yaygınlaşması, toplumu yenileyecek ön­derlerin yetiştirilmesi ve bilgi toplumunun olu­şumuna ve gelişimine katkıda bulunacak hayal gücü yüksek, entelektüel, tek başına üretime yatkın, teknolojiyi kullanabilen ve geliştirebl-len, özgür fikirli işgücünü yetiştirmektir. Bu görüş Osmanlı aydını Emrullah Efendi'nin 20. yüzyılın başında geliştirdiği "Tuba Ağacı Naza-riyesi"ne çok benzemektedir 

İlginç olan 20 yüzyılın başında tartışılan ve ihtiyaç duyulan insan tipinin 90 yıl sonra da aynı şiddetle hissedilmesidir. Aradaki fark; in­sanın sofistike yanıyla ilgilidir. Yüzyılın başın­da ekonominin ihtiyaç duyduğu bir üretim fak­törü olarak gerekli olan insan, bugün toplu­mun ihtiyaç duyduğu bir entelektüel yetenek olarak gereklidir. Bir başka değişle insan, bir "beşeri sermaye" olmaktan çok artık bir "ente­lektüel sermaye" olarak gündemdedir. 

Entelektüel bir sermayenin entelektüel olmak zorunda olmayan,  sanayi toplumuna göre örgütlenmiş, beceri ve meslek kazandır­maya, iyi vatandaş yetiştirmeye yönelmiş ilk ve orta öğretim kurumlarda yetiştirilmesi pratik olarak mümkün değildir. En azından kısa va­deli ihtiyaçlar için yüksek öğretim daha kritik gözükmektedir. Esasen bilgi ve iletişim tekno­lojisi, ilk ve orta öğretimi Ivan ILLICH'in "Okul­suz Toplumu"n kurumları olmaya yönlendir­mektedir. Çünkü, iletişim ve bilgi teknolojisi, evrensel eğitimi zorunlu hale getirirken okul da  rollerini  değiştirmek  zorunda  kalacaktır. Kuvvetle muhtemeldir ki ilk ve orta öğretim kurumları üniversitelerden daha çok davranışa ve toplumsal hedeflere yönelecektir. Üniversiteler ise entelektüel uğraşlara, düşünmeye, araştır­maya, üretmeye dönük yetenekleri kazandır­maya, bireyi tatmine ve bu ortamları hazırlama­ya eğilecektir.  Bu noktada üniversiteler (en azından kısa vadede ve şimdilik) Türkiye'de da­ha kritik kurumlar olarak görülmektedir. 

Üniversitelere öncelik vererek toplum­sal dönüşümü sağlama önerisi; "halkçı eğitim", "yaygın eğitim", "toplumun topyekün eğitimi", "eğitim hakkı" gibi kavramlarla çelişen, "elitist" bir yaklaşım gibi gözükebilir. Öncelik vermek, temel ve orta öğretimi ihmal etmek anlamına gelmediği  gibi  "elit yetiştirmek"  politikasını halkçılığa karşı bir görüş olarak algılamak da fevkalade yanlıştır. "Elit" diye; toplumu yenile­yecek, dönüşümü sağlayarak çok iyi eğitim görmüş, düşünsel sınırlılığı olmayan, kişi kaste­dilmektedir. Elit olarak yetiştirmenin kaynağı ise aristokratik veya ekonomik geçmiş değil, yetenek olmak zorundadır. Bu taktirde elit ye­tiştirmeyi demokrasi ve eğitim hakkı veya halk­çılık bağlamında tartışabilme imkanı yoktur. 

Doğal olarak elit yetiştirilecek ve gele­cekte toplumu yönetecek ve yönlendirecek ki­şiler ile yetenek-zekâ olarak toplum ortalama­sı içinde olan kesim arasında imkan eşitliği olamayacaktır, Önerilen görüş; mutlak eşitliği değil, "fonksiyonel bir eşitliği" sağlamaya yö­neliktir. 

d. Sonuç Yerine: Hangi Üniversite? 

Bilgi toplumuna sıçrayabilme ve toplu­mun bu yönde yenilenebilmesi için Türkiye'de yüksek öğretim alanında alınması gereken ted­birler mevcuttur. Bunlar yapısal ve zihniyet bağlamında yoğunlaşan tedbirlerdir. 

1, Türkiye'de üniversiteler, eğitim göre­vi üzerinde yoğunlaşırken araştırma, bilgi üret­me, bilgiyi teknolojiye dönüştürme, toplumu yenileme-sosyal değişmeyi analiz etme ve da­nışmanlık yapma gibi nisbeten yeni görevleri­ni önemli ölçüde aksatmaktadır. Özellikle 1980'li yılların ikinci yarısında gelişmeye başlayan teknolojik bilgi üretimi ve danışmanlık yapma gibi fonksiyonlar bakımından üniversi­telerimiz, yapısal ve zihniyete dair zaafiyet içindedir. Günümüzde yüksek öğretim siste­mimizin içinde bulunduğu finansman proble­minin de dünya üniversitelerin kazandığı yeni anlam ve görevlerin Türkiye'de takip edileme­miş olmasından kaynaklandığı kaydedilmekte­dir.

ABD'de başlayıp Avrupa ve daha soma da Uzakdoğu, Güneydoğu Asya ve nihayet La­tin Amerika ülkelerindeki yüksek öğretim ku­rumlarına yansıyan üniversalleşme eğilimi kar­şısında Türk Üniversite sistemi içine dönmek ve kantitatif sorunlar ile uğraşmak zorunda kalmıştır. 

Esasen öğrencilerine meslek kazandır­maya ve bir konuda onları uzman yapmaya yönelmiş olan üniversitelerimiz Sanayi Toplu-mu'nun değerlerini tatmin gayretleri içindedir. Oysa günümüz değerleri üniversiteleri meslek adamı yetiştirme amacının dışına çıkarmıştır. Üniversitelerin bir mesleğe yatkın bireyler ye­tiştirme görevi şüphesiz hala devam etmekte­dir. Ancak bireyleri bir meslek alanının gerek­tirdiği bilgiler ile sınırlamak Bilgi Toplumu'nun öngördüğü entelektüel, üretimde bireysel ye­terlik, teknolojik bilgi üretimine yatkınlık gibi ihtiyaçlarına cevap veremez. Zaten "aşırı uz­manlık" Sanayi Toplumu'nun üretim biçimine uyan bir çözümdür. Oysa üniversitelerimiz meslek adamı yetiştirmekle yetindiklerini tabe­laları ile de kabul etmiş gözükmektedir. Mes­lek Yüksek Okulu, Mesleki Eğitim Fakültesi gi­bi tabelaları gelişmelerin gerisinde kalındığına dair önemli işaretler saymak gerekir. 

2. Üniversitelerimiz; yasal, fizikî, ente­lektüel  ve  akademik  ortamları  bakımından Türkiye'yi Bilgi Toplumu'na taşıyacak yeterlik­te değildir. Bu yetersizlik; özellikle motivasyon '" eksikliği sebebiyle daha da önemlidir. Çünkü, bir tepki olarak doğmuş olan bugünkü sisteme karşı güvensizlik, üniversitelerimizi sürekli savunmaya itmektedir. Sistemi savunmak zorunda kalan üniversitelerimiz, temelde duyduğu değişim ihtiyacını ifade edebilecek psikolojiye ve cesarete sahip değildir. Bu psikolojinin, ge­nel direnmelerle birleşmesi ise, yüksek öğreti­mimizde statükoculuğu doğurmaktadır. 

3. Yüksek öğretim sistemimizde yeni­leşme hareketini başlatmada finansal yapıyı değiştirmek, kritik bir öneme sahiptir. Bugün­kü yapısıyla finansman ihtiyacının neredeyse tümünü kamudan yaptığı transferlerle karşıla­yan üniversitelerimiz, yenileşme atağını içsel bir enerjiyle yapamamaktadır. Sistem dışından gelen yenileşme projelerinin ise tepki ile karşı­lanması doğaldır. Nitekim, "yüksek öğretim re­formlarının birisi hariç (1946 yılındaki düzen­leme) sistem dışından yapılan müdahalelerle yapıldığı bilinmektedir. Bu konuda üniversite dışı kamu çevreleri kendilerini hak sahibi gö­rürken, "parayı verenin müdahale hakkı olaca­ğı" görüşünden referans almaktadırlar. 

Yapılan akademik tesbitler de yenileş­me hangi alanda yapılırsa yapılsın finansal ya­pı tahrik edici veya engelleyici olarak önemli­dir. Bilgi Toplumu'na geçişi hızlandıracak en­telektüel ortam, teknolojiye dönüşebilecek bil­gi, hızla gelişebilecek fiziki şartlar, esnek çev­reyle ilişkiyi yoğunlaştırabilecek bir yönetim; ancak finansal kaynağın çeşitlendiği, kamu dışı gelirlerin arttığı bir yapıda mümkündür

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005