Bilgi Toplumuna
Geçişte Üniversitelerin Önemi
Öner Kabasakal
a.
Yenileşme Önündeki
Engeller
Yirmibirinci yüzyılın ismi, belki de
"Yenileşme Çağı" olacaktır. Temenniler, eğilimler,
düşünsel ve teknolojik hazırlıklar ve hatta
sloganlar global bir yenileşmenin işaretlerini
vermektedir. Yenileşme çağı henüz bütün
unsurlarıyla başlamış değildir. Bu geçiş süreci,
Hack-man ve Silva'nın ifadesiyle "Eşik Çağı" olarak
adlandırılabilir. Ancak, yenileşme için gerekli
olan yenileşme ihtiyacı ve yenileşme kültürü
hazırdır. Yenileşme ihtiyacı ve kültürü ise
genellikle "bilgi toplumu" denen "sihirli"
kavramın muhtevası ve araçları ile anlatılmaktadır.
Türkiye'yi
"Yenileşme Çağı" dışında tutan çok önemli sebepler
ve faktörler vardır. Bunlardan en önemlisi
yenileşmeye olan dirençtir. Yenileşme yolunda
strateji, yapı, insan kaynaklan, yöntem gibi temel
altyapıyı hazırlama ve bunlar arasında
senkronizasyonu oluşturma konusu ülkemizde henüz
ifade edilme aşamasındadır. Bu temel dörtlüyü
hazırlama ise özellikle kamu adına bir direnme ile
karşılaşmaktadır. Bilgi toplumuna ve "Yenileşme
Çağı"na geçiş, hazır bilgisayarı satın almak ve onu
çeyrek kapasite ile kullanmak yoluyla
gerçekleşemeyeceğine göre, Türkiye'nin yerini
doğru olarak belirlemek ve adlandırmak
gerekmektedir: "Direnme Çağı".
Direnme,
kamu adına veya kamu çevresinde cereyan ettiğine
göre değişme ve yenileşmeye olan direncin kırılması
da öncelikle kamuya dair tedbirlerin
geliştirilmesiyle mümkün olabilecektir. Bunun için
ise düşünce ve bilgi konusundaki paradoksların
giderilmesi gerekmektedir. Paradoksun kaynağı ise
peni gerçeklerin bilinmemesi yanında yenileşmenin
"toplumun ve devletin batması" ile, değişmeye karşı
direnmenin "devletin bekası" ile özdeş hale
getirilmesi paranoyasıdır. Bir bakıma bilgisizlik
paranoyayı, paranoya ise bilgiye güvensizliği
doğurmaktadır. Bilgiye güvensizlik ise her çağda
toplumsal değişme-yenileşme (sanayi toplumunun
literatürü ile kalkınma > önünde en kritik engeldir.
Bir de "değişme" deyip değişmeye direnmek,
toplumumuza has resmi bir direnme haline
dönüşmüştür. Hack-man ve Silva,
bilgisizlik-güvensizlik fasit dairesinin
giderilmesinin bilgilenme ve bilgiyi kültüre
çevirme yoluyla mümkün olduğunu kay-detmektedirler.
Şu halde "Yenileşme Çağı" için temel altyapıyı
oluşturan bilgi, kültüre dönüşmedikçe fonksiyonel
olamayacaktır. Bu açıdan bakıldığında
bilgisayarlaşıp bilgiye hemen ulaşabilme imkanını
abartmanın tek anlamı belki de malûmatfünışluk
olabilir. Zaten bilgi toplumu bu teknoloji ile
bilgiyi keşfetmeyi ve bilgi yoluyla refahı
artırmayı öngörmektedir.
Türkiye, henüz Sanayi
Toplumu aşamasını bile tamamlayamamış bir topluma
sahip olduğundan Bilgi Toplumu kavramının yerli
yerince kullanılmamasını yadırgamamak gerekir.
Nitekim Bilgi Toplumu, neredeyse iletişim
teknolojilerinin kullanım yoğunluğuyla eş anlamlı
görülmektedir. Günümüz Türkiyesinde gelişme-genişleme
yerine halâ kalkınma kavramı çevresinde
tartışılmakta; üretim, verim, geri dönüş oranı gibi
Sanayi Toplumunun literatürü kullanılırken Bilgi
Toplumuna geçiş pek yakın gözükmemektedir.
b. Bilgi Toplumu'nun Özellikleri ya da Bilgi Toplumu
Bilgisayarlaşmak mıdır?
Temelde Bilgi Toplumu, bilgiye erişme ve ona katkıda
bulunma anlamı taşımakla beraber, aynı zamanda
toplumların bir gelişme safhasıdır.'3' Bu
safhaya ulaşmış toplumlarda Sanayi Toplumunun
ekonomik değerleri yerine bilginin üretimi,
teknolojiye dönüştürülmesi, teşviki, sunumu,
fiyatlandırıiması ve denetimi ile ilgili kaygılar
yoğundur.
Bilgi Çağındaki bir toplum; maddi tatmini aşmış,
entelektüel tatmine yönelmiş bir toplumdur. Bu
itibarla maddi tatminin henüz yaygınlaşmadığı
ülkemizin bilgi toplumuna geçiş için hem ekonomik
hem de sosyolojik tabanı müsait değildir. Oysa
Bilgi Çağı yolundaki toplum evrimci, dinamik ve
değişmeye hazır olmalıdır. Bilgi toplumu, bu
karakteri gereği öncelikle yapısal değişiklikler
öngören bir anlam taşımaktadır. Nitekim, bu konuda
en olgun eserleri vermiş olan Bell ve Gouldner de
Bilgi toplumuna bu anlamı katmışlardır
Önemli olan yapısal değişim programlarıyla "Direnme
Çağı"nı biran önce aşıp "Bilgi Çağına ve nihayet
"Yenileşme Çağı"na ulaşmaktır. Direnme Çağını
kısaltabilmek için ise elimizde uluslararası kabul
görmüş bir politika, taktik veya reçete yoktur.
Kendi tarihi, sosyolojik ve yapısal öngörülerimizi
geliştirmek ve görüş alanımızı kısıtlayan, düne ait
slogan, taahhüt ve meseleleri gidermek üzere yerli
bir çaba gereklidir. Bu noktada "devlet geleneği",
yüzyıllar öncesine yapılan göndermeler bir
dezavantaj gibi gözükmektedir. Şüphesiz direnmeye
yol açmamak kaydıyla gelenekler ve milli davranış,
küresel düşünme önünde bir engel değil, kurumsal
ivmeler kazandırması bakımından motivasyon da
olabilir.
Makro düzeydeki direnmeyi aşma gayretlerini pivot
uygulamalar yoluyla bireysel kısıtlılıkları
gidermekle başlamak doğru olur. Esasen bireysel
kısıtlılıkların giderilmesi, bireyi ön plana çıkaran
günümüz eğilimlerini ile de bağdaşır. Şu
halde-bireyi merkeze alan bir değişme stratejisi hem
taktik hem de amaç bakımından yerindedir.
Yenileşme Çağına geçiş, refahın, toplumsal
uzlaşmanın, itibarın bilgiden geçtiğine inanan
bireylerin entellektüel birikimleri ile mümkün
olacaktır. Yenileşme Çağına geçişin bir aşaması
olarak Bilgi Toplumunun oluşmasında bilgi ve
iletişim teknolojileri çok önemlidir. Bilgi ve
iletişim teknolojilerini üretime dönüşmüş bilgi
doğurduğuna göre bu ilişkiyi karşılıklı olarak
göıınek daha doğrudur. Ancak eğitime, kamu
yönetimine ve diğer sosyal ted birlere dair liberal
temelli bir hazırlık olmadan transfer edilen
iletişim-bilgi teknolojileri bilgi sektörünü değil,
oyun sektörünü geliştirdiğine dair ülkemizde pek çok
örnek mevcuttur.
Bilgi Toplumu, bilgisayar-elektronik-iletişim yoğun
bir görüntü sergilemesine rağmen sosyal bir anlam
içermektedir. Çünkü Bilgi Toplumu, bilgi
teknolojisinin toplumun bütün katmanlarına ve
faaliyetlerine nüfuz etmesini, kapitalin değil,
beşeri kapitalin ve bilginin kendisinin kıymetli ve
itibarlı olmasını oluşturabilmiş bir toplumdur. Bu
değerin eğitim yoluyla sağlanmasını ve bu dönüşümün
bir sosyal değişim sürecini gerektirmesini sosyal
konseptin işareti olarak kabul etmek gerekir.
Bürokrasinin Bilgi toplumuna geçişte ve Bilgi
Toplumunun oluşmasından sonra iki ayrı görüntü
çizmesi muhtemeldir. Weber'in sanayi toplumu için
öngördüğü bürokrasinin ve onun rasyonalizasyon
mekanizmasının Bilgi Toplumuna geçiş sürecinde
erimesi beklenmektedir. Bürokrasinin içinde olan
hiyerarşi, uzmanlık, iş bölümü, teşkilatlanma ve
hiyerarşik yapının yumuşaması ve rasyonel davranışın
yerini bilgi davranışına terketmesi Bilgi
Toplumunun oluşumuna veya toplumun Bilgi Toplumuna
doğru değişmeye başlamasına yardımcı olacaktır. Bu
açıdan bakıldığında; kamu yönetiminin ve
işletmeciliğin temelinde yer alan bürokrasinin
yenileşmesi, üretim ve kamu yönetim süreçlerini de
doğrudan etkileyecektir. Bilgi toplumuna geçiş
sonrasında ise hiyerarşik yapının, uzmanlaşmanın,
Fordist-Taylorisl üretim biçiminin ve iş bölümünün
yerini global işletmeciliğe bırakması
beklenmektedir.
Bilgi Toplumunun Sanayi Toplumundan devraldığı en
önemli miras, sivil toplum örgütlerinin
etkinliğidir. Bilgi Toplumu, oluşturduğu ortamın
doğal bir sonucu olarak bireylerin ve sivil toplum
örgütlerinin kamu yönetiminden eğitime, piyasa
ekonomisinin işleyişinden sosyal yardım
programlarına kadar hemen bütün alanlarda katılımını
ve entelektüel katkısını sağlar. Bu açıdan Bilgi
toplumunun belki de en önemli katkısı zorunlu bir
demokratikleşme getirebilme yeteneğidir. Bilgi
Toplumunun demokratikleştirme fonksiyonuna itiraz
mümkündür. Denilebilir ki; zaten demokratikleşme
olmadan sanayi sonrası toplumu bir kültür olarak
hazmedebilmek ve Bilgi toplumuna ulaşabilmek mümkün
değildir. Bu tez doğru olmakla beraber, Bilgi
teknolojisinin de kaçınılmaz bir demokratikleşme
süreci başlatabileceği unutulmamalıdır. En yalın
örnekleri elektronik sayfalarda oluşan ve müthiş bir
etkileşime yer açan fikir alışverişlerinde görmek
mümkündür. Teknolojilerin, bilgi toplumunda
insanları boyunduaık altına almak için değil,
bireyin güçlenmesi istikametinde kullanılacağını
beklemek mümkün görülmektedir. Zaten Orwell ve
Huxley'in "bilginin kaynağı olacak teknolojilerin
diktatörlerce yasaklanacağı" savı, sanayi toplumu
için bile tutmamıştır. Günümüzde diktatörler de
bilgi teknolojileri karşısında mağlup olmuşlardır.
Bilgi, sınırlanamaz araçlarla yayılırken
diktatörler ancak Bilgi Toplumunun tarih
sayfalarında kendilerine yer bulabileceklerdir.
Bilgi toplumunun, hizmet ekonomisi yoğun bir
ekonomik yapı getirmesi beklenmektedir. Hizmet
sektörü ise kadın işgücünün daha fazla kullanıldığı
bir ekonomik alan olduğuna göre Bilgi Toplumunda
kadınların gerek entelektüel, gerekse fiziki üretime
daha fazla katkı yapması ve bunun sonucunda da
demokratik katılımların daha fazla olması
öngörülmektedir. Aslında Bell ve Gouldner'in
kastettikleri yeni sosyal sınıf, sanayi toplumunun
literatürü ile ifade ettiğimiz hizmetler
sektöründen öte bir kavramdır. Yeni sosyal sınıf,
gelirlerini zihni çalışmalarıyla sağlayan, yüksek
öğretim görmüş, teorik bilgi sahibi, bilgi
üretebilen, onu günlük hayatında ve profesyonel
uğraşında kullanabilen ve teknolojiye
dönüştürebilen kişilerden oluşacağından hizmetler
sektörünü çok aşmaktadır.
Bilgi Toplumunda Sanayi Toplumu normlarına
göre örgütlenmiş rekabet ve çalışma hayatı şartları
önemli değişikliklere uğrayacaktır. Bilgi
Toplumunun yeni sınıfın ihtiyaçları doğrultusunda
yapısal ve kurumsal değişiklikler içermesi doğaldır
Sosyal normların değişmek zorunda kalması, gelir
dağılımının bozulması, üretimde işgücünün yerine
yüksek teknolojinin kullanılması, nitelikli
işgücünün fiziki üretimde değil teknolojik bilgi
üretimine yönelmesi, yeni verimlilik kavramlarının
gelişmesi, sanayi toplumunun grev ve lokavt
silahlarının işlemez hale gelmesi karşısında yeni
çalışma normları gündeme gelecektir. Yeni üretim
ve istihdam biçimi genellikle bireyselliği
güçlendireceğe benzemektedir. "Bilgi İşçisi",
alanında her bilgiyi bilen ve kullanabilen,
dolayısıyla toplu hak arama yerine bireysel
pazarlıklara oturabilen, aydın, hayal gücü yüksek,
ikame edilebilme imkanı az kişi olacaktır. Yeni
üretim-istihdam-ücret ilişkisinin yeni normları
da beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemeldir. Yeni
normlar arasında çalışma hayatlarını
kuralsızlaştırma ve yüksek çalışma normları
geliştirmek en aşırı tedbirler olarak göze
çarpmaktadır. Kuralsızlaştırma veya yüksek
standartlı çalışma şartları geliştirmek milli
ölçekte alınacak tedbirler değildir. Bu tedbirlerin
milli ölçekte alınması halinde küreselleşen ortamda
işgücünün haksız mobilizasyonuna yol açabilecektir.
Şu halde çalışma ve istihdam şartlarının yeniden
düzenlenmesi, uluslararası düzeyde alınması
gereken tedbirlerdendir. Uluslararası düzeyde
yapılan sosyal düzenlemeler ise üye ülkelerin
eğitimlerinin nitelik olarak benzeşmesiyle adil
sonuçlar doğurabilir. Bir başka değişle Bilgi
Toplumu, eğitimlerini erken, etkin ve süratle rakip
toplumlar düzeyine getiremeyen veya yenileyemeyen
toplumlar için bir esaret olabilir.
Bilgi Toplumu yolundaki ekonomik dönüşümün yönü,
Throw’un "miyopi" teşhisine rağmen uzun vadeli ufuk,
strateji ve toplumsal
boyutla desteklenmiş piyasa ekonomisi olmak
zorundadır. Çünkü, küresel ekonominin etkin bir
üyesi ve partneri olabilmenin ekonomide açıklık ve
piyasa ekonomisini şartlarını geliştirmeye dayalı
olduğu kabul edilen bir veridir. Nitekim, uzun
dönemli uluslararası istatistikler de hızlı büyüyen,
dünyayla entegre olabilen ve bilgi toplumuna geçişe
ayak uydurabilen ekonomilerin açık ve piyasa
ekonomisini benimsemiş toplumlar olduğunu ortaya
koymaktadır.17' Güneydoğu Asya ülkeleri
(Singapur, Malezya, Güney Kore, Endonezya ve hatta
Çin) piyasa ekonomisine geçişi ile küreselleşme
stratejilerini aynı anda beraber yürütebilmiş
ülkelerdir. Henüz demokrasi ile tanışamamış olan bu
ülkeler, bağımsızlıklarına çok geç ulaşmış
olmalarına rağmen sanayileşme stratejilerini
zamanında belirleyip uygulayabilmenin avantajıyla
bilgi ve teknoloji üretebilme yeteneği
kazanabilmişlerdir.
Artık Türkiye için sanayileşme safhasını tamamlayıp
sonra Bilgi Toplumuna geçmeyi düşünmek adeta geri
kalmayı kabullenmek anlamına gelecektir. Sanayileşme
sürecini atlamayı öngören bu düşünceye göre;
Türkiye Bil- gi Toplumuna geçerken aynı anda
sanayileşme altyapısını da tamamlamayı
başarmalıdır. Çünkü, bilgi toplumuna geçişi
tamamlamak üzere olan ülkelerin Türkiye ile
aralarındaki bilgi, teknoloji, sanayi ve
entellektüel açığı daha da büyütme şansına
sahiptir. Esas açık; bilginin gücü konusunda sanayi
öncesi toplum özelliği gösteren Türkiye'nin
sosyolojik yapısında doğacaktır. Sosyal değişmenin
daha hızlı ve büyük kütleleri daha derinden
etkilediği bilgi toplumundaki değişmeler karşısında
Türkiye'nin küresel büyüme atağı yolunda sosyal
tabanlı dezavantajları daha da büyüyecektir.
Türkiye'nin bu değişimi sanayileşmenin kâmil hale
gelmesi uğruna ıskalaması halinde yenileşmenin ve
21. Yüzyılın değerleri, güçleri karşısında rekabet
edememe riski ile karşılaşması demektir.
Prof. Ekin, bu satıra kadar yazdıklarımı- zı şu
paragrafta özetliyor: "Sanayi Toplumunun Bilgi
Toplumuna dönüştüğü dünyada, bu dönüşümü yönetmek
belli başlı bir beceri hale geliyor. Teknolojiyi
izlemek yetmiyor, yaratmak da gerekiyor. Özellikle
yönetim teknolojisini. Değişim mühendisliğine giriş,
şu temel başlığı taşıyor; "siz değişimi yönetin,
değişim sizi değil". Tarımdan sanayiye geçiş
aşamasındaki Türkiye, bu değişimi en dramatik
yaşayan ülkelerden biri, zira, varmak istediği
sanayi toplumu çağdışı oluyor. Bundan 10 yıl önce,
Batıyla aramızdaki mesafeyi ne zaman kapatacağımızı
tahmin etmek sükseli bir davranıştı. Örneğin, "% 7
kalkınma hızı ile Japonya'ya 30, Almanya'ya 25 yılda
yetişeceğiz gibi cümleler bayağı rağbet gördü. Fakat
bunlar "lineer" ve "statik" analizlerin ürünü
olduğundan hiçbir işimize yaramamaktadır.
c. Dönüşüm İçin Eğitim İhtiyacı
Türkiye'nin sanayileşmeyi atlayıp Bilgi Toplumuna
geçişi için disiplinli, entelektüel, yaratıcı,
yüksek nitelikli işgücü ile sağlayabileceğini
savunan Oğuz, bu oluşum için değişim değil "dönüşüm"
kavramını kullanmaktadır.
Dönüşüm için önerilen ilk çaba işgücünün
nitelikleri ile ilgili olduğuna göre eğitime dair
tedbirler öne çıkmaktadır. Nitekim tarih boyunca
değişim (veya dönüşüm) için reorganize edilen ilk
kunım eğitim olmuştur. Eğitim, özellikle Türkiye'nin
işgücü niteliklerinden çok insanların düşünce ve
davranış boyutlarını yenilemeye yönelmek zorunda
olmasıyla önemlidir. Yani eğitim, işgücünün bilgi
üretimi için kazanması gereken formasyonel yanından
önce davranışsal yanından başlamak zorundadır. Bu
açıdan bakıldığında Türkiye'yi Bilgi Toplumu önünde
asıl sınırlayan yetersizliğin Gayri Safi Milli Bilgi
(GSMB-Bilgi otoyoluna bağlı bilgisayar sayısı)
değil, insanların zihniyet ve entelektüel zaafiyeti
olduğu görülmektedir.
Dönüşüm için eğitim dönüşümünün nasıl yapılacağı
önemlidir. İlköğretim aşamasından başlayan bir
dönüşüm mü, üniversite düzeyinden başlayan bir
dönüşüm stratejisi mi tartışılması gereken ilk som
gibi gözükmektedir.
Dönüşümü sağlayacak eğitim politikalarının
Türkiye'de yüksek öğretimden başlaması gerektiği
kanaatindeyiz. Çünkü bu alanda Türkiye'nin en acil
ihtiyacı bilimsel düşüncenin yaygınlaşması, toplumu
yenileyecek önderlerin yetiştirilmesi ve bilgi
toplumunun oluşumuna ve gelişimine katkıda
bulunacak hayal gücü yüksek, entelektüel, tek başına
üretime yatkın, teknolojiyi kullanabilen ve
geliştirebl-len, özgür fikirli işgücünü
yetiştirmektir. Bu görüş Osmanlı aydını Emrullah
Efendi'nin 20. yüzyılın başında geliştirdiği "Tuba
Ağacı Naza-riyesi"ne çok benzemektedir
İlginç olan 20 yüzyılın başında tartışılan ve
ihtiyaç duyulan insan tipinin 90 yıl sonra da aynı
şiddetle hissedilmesidir. Aradaki fark; insanın
sofistike yanıyla ilgilidir. Yüzyılın başında
ekonominin ihtiyaç duyduğu bir üretim faktörü
olarak gerekli olan insan, bugün toplumun ihtiyaç
duyduğu bir entelektüel yetenek olarak gereklidir.
Bir başka değişle insan, bir "beşeri sermaye"
olmaktan çok artık bir "entelektüel sermaye" olarak
gündemdedir.
Entelektüel bir sermayenin entelektüel olmak zorunda
olmayan, sanayi toplumuna göre örgütlenmiş, beceri
ve meslek kazandırmaya, iyi vatandaş yetiştirmeye
yönelmiş ilk ve orta öğretim kurumlarda
yetiştirilmesi pratik olarak mümkün değildir. En
azından kısa vadeli ihtiyaçlar için yüksek öğretim
daha kritik gözükmektedir. Esasen bilgi ve iletişim
teknolojisi, ilk ve orta öğretimi Ivan ILLICH'in
"Okulsuz Toplumu"n kurumları olmaya
yönlendirmektedir. Çünkü, iletişim ve bilgi
teknolojisi, evrensel eğitimi zorunlu hale
getirirken okul da rollerini değiştirmek zorunda
kalacaktır. Kuvvetle muhtemeldir ki ilk ve orta
öğretim kurumları üniversitelerden daha çok
davranışa ve toplumsal hedeflere yönelecektir.
Üniversiteler ise entelektüel uğraşlara, düşünmeye,
araştırmaya, üretmeye dönük yetenekleri
kazandırmaya, bireyi tatmine ve bu ortamları
hazırlamaya eğilecektir. Bu noktada üniversiteler
(en azından kısa vadede ve şimdilik) Türkiye'de
daha kritik kurumlar olarak görülmektedir.
Üniversitelere öncelik vererek toplumsal dönüşümü
sağlama önerisi; "halkçı eğitim", "yaygın eğitim",
"toplumun topyekün eğitimi", "eğitim hakkı" gibi
kavramlarla çelişen, "elitist" bir yaklaşım gibi
gözükebilir. Öncelik vermek, temel ve orta öğretimi
ihmal etmek anlamına gelmediği gibi "elit
yetiştirmek" politikasını halkçılığa karşı bir
görüş olarak algılamak da fevkalade yanlıştır.
"Elit" diye; toplumu yenileyecek, dönüşümü
sağlayarak çok iyi eğitim görmüş, düşünsel
sınırlılığı olmayan, kişi kastedilmektedir. Elit
olarak yetiştirmenin kaynağı ise aristokratik veya
ekonomik geçmiş değil, yetenek olmak zorundadır. Bu
taktirde elit yetiştirmeyi demokrasi ve eğitim
hakkı veya halkçılık bağlamında tartışabilme imkanı
yoktur.
Doğal olarak elit yetiştirilecek ve gelecekte
toplumu yönetecek ve yönlendirecek kişiler ile
yetenek-zekâ olarak toplum ortalaması içinde olan
kesim arasında imkan eşitliği olamayacaktır,
Önerilen görüş; mutlak eşitliği değil, "fonksiyonel
bir eşitliği" sağlamaya yöneliktir.
d. Sonuç Yerine: Hangi Üniversite?
Bilgi toplumuna sıçrayabilme ve toplumun bu yönde
yenilenebilmesi için Türkiye'de yüksek öğretim
alanında alınması gereken tedbirler mevcuttur.
Bunlar yapısal ve zihniyet bağlamında yoğunlaşan
tedbirlerdir.
1, Türkiye'de üniversiteler, eğitim görevi üzerinde
yoğunlaşırken araştırma, bilgi üretme, bilgiyi
teknolojiye dönüştürme, toplumu yenileme-sosyal
değişmeyi analiz etme ve danışmanlık yapma gibi
nisbeten yeni görevlerini önemli ölçüde
aksatmaktadır. Özellikle 1980'li yılların ikinci
yarısında gelişmeye başlayan teknolojik bilgi
üretimi ve danışmanlık yapma gibi fonksiyonlar
bakımından üniversitelerimiz, yapısal ve zihniyete
dair zaafiyet içindedir. Günümüzde yüksek öğretim
sistemimizin içinde bulunduğu finansman
probleminin de dünya üniversitelerin kazandığı yeni
anlam ve görevlerin Türkiye'de takip edilememiş
olmasından kaynaklandığı kaydedilmektedir.
ABD'de başlayıp Avrupa ve daha soma da Uzakdoğu,
Güneydoğu Asya ve nihayet Latin Amerika
ülkelerindeki yüksek öğretim kurumlarına yansıyan
üniversalleşme eğilimi karşısında Türk Üniversite
sistemi içine dönmek ve kantitatif sorunlar ile
uğraşmak zorunda kalmıştır.
Esasen öğrencilerine meslek kazandırmaya ve bir
konuda onları uzman yapmaya yönelmiş olan
üniversitelerimiz Sanayi Toplu-mu'nun değerlerini
tatmin gayretleri içindedir. Oysa günümüz değerleri
üniversiteleri meslek adamı yetiştirme amacının
dışına çıkarmıştır. Üniversitelerin bir mesleğe
yatkın bireyler yetiştirme görevi şüphesiz hala
devam etmektedir. Ancak bireyleri bir meslek
alanının gerektirdiği bilgiler ile sınırlamak Bilgi
Toplumu'nun öngördüğü entelektüel, üretimde bireysel
yeterlik, teknolojik bilgi üretimine yatkınlık gibi
ihtiyaçlarına cevap veremez. Zaten "aşırı uzmanlık"
Sanayi Toplumu'nun üretim biçimine uyan bir
çözümdür. Oysa üniversitelerimiz meslek adamı
yetiştirmekle yetindiklerini tabelaları ile de
kabul etmiş gözükmektedir. Meslek Yüksek Okulu,
Mesleki Eğitim Fakültesi gibi tabelaları
gelişmelerin gerisinde kalındığına dair önemli
işaretler saymak gerekir.
2. Üniversitelerimiz; yasal, fizikî, entelektüel
ve akademik ortamları bakımından Türkiye'yi Bilgi
Toplumu'na taşıyacak yeterlikte değildir. Bu
yetersizlik; özellikle motivasyon '" eksikliği
sebebiyle daha da önemlidir. Çünkü, bir tepki olarak
doğmuş olan bugünkü sisteme karşı güvensizlik,
üniversitelerimizi sürekli savunmaya itmektedir.
Sistemi savunmak zorunda kalan üniversitelerimiz,
temelde duyduğu değişim ihtiyacını ifade edebilecek
psikolojiye ve cesarete sahip değildir. Bu
psikolojinin, genel direnmelerle birleşmesi ise,
yüksek öğretimimizde statükoculuğu doğurmaktadır.
3. Yüksek öğretim sistemimizde yenileşme hareketini
başlatmada finansal yapıyı değiştirmek, kritik bir
öneme sahiptir. Bugünkü yapısıyla finansman
ihtiyacının neredeyse tümünü kamudan yaptığı
transferlerle karşılayan üniversitelerimiz,
yenileşme atağını içsel bir enerjiyle
yapamamaktadır. Sistem dışından gelen yenileşme
projelerinin ise tepki ile karşılanması doğaldır.
Nitekim, "yüksek öğretim reformlarının birisi hariç
(1946 yılındaki düzenleme) sistem dışından yapılan
müdahalelerle yapıldığı bilinmektedir. Bu konuda
üniversite dışı kamu çevreleri kendilerini hak
sahibi görürken, "parayı verenin müdahale hakkı
olacağı" görüşünden referans almaktadırlar.
Yapılan akademik tesbitler de yenileşme hangi
alanda yapılırsa yapılsın finansal yapı tahrik
edici veya engelleyici olarak önemlidir. Bilgi
Toplumu'na geçişi hızlandıracak entelektüel ortam,
teknolojiye dönüşebilecek bilgi, hızla
gelişebilecek fiziki şartlar, esnek çevreyle
ilişkiyi yoğunlaştırabilecek bir yönetim; ancak
finansal kaynağın çeşitlendiği, kamu dışı gelirlerin
arttığı bir yapıda mümkündür
|