|
Bilginin Evrimi, Bilgi Toplumu ve Türkiye
Faik Kanatlı
Günümüz dünyası tanımlanırken 'bilgi' nitemi en
belirleyici öğe olarak vurgulanıyor. 'Bilgi çağı',
'bilgi toplumu', 'bilgi sorunsalı' ve 'bilgi
kirliliği' gibi çokça yinelenen bir olgu ile karşı
karşıyayız. Bilgi toplumuna; bilginin bireysel ve
toplumsal işlevlerine geçmeden, bilginin ne
olabileceğine, bilgi kuramının tarihsel oluşumuna
kısaca değineceğim.. Bilginin ne olduğu sorusu,
felsefenin temel sorusu ve aynı zamanda maddecilik
(materyalizm) ile ülkü-sellik (idealizm) arasındaki
çekişmenin temelidir. Bilginin ne olduğu konusunda
bir görüş-birliği olmadığı için genelgeçer bir tanım
olanaklı görünmüyor. Maddecilere göre bilgi, nesne!
gerçekliğin, insan bilincindeki ussal ya da duyusal
yansımasının sonucu ve sürecidir (Klaus, 1970: 315).
Maddeci yaklaşımın aksine, ülküsel felsefede
bilgiye ilişkin çeşitli yönelimler olmuştur.
Berkeley, bilgiyi, bilinç içeriklerinin dü-zenlenmesi,
benzerlikleri, uygunlukları ve ör-tüşmeleri ortaya
çıkaran görüş olarak nitelendirir.
Kısacası, maddeci yaklaşım bilgiyi nesnel
gerçekliğin bir yansıması olarak görürken,
ülküsel yaklaşım, bilgiyi nesnel gerçeklikten ayrı
değerlendirmiştir. Bu iki yaklaşım arasındaki
çekişme, bilginin ne olduğu, sınırlan, edi-nebilirliği
gibi somnların çözümündeki zorluklar ve
karşıtlıklar, bilgi alanındaki gelişmelere ivme
kazandırmış ve bilgi kuramı denen yeni, özerk bir
bilim dalının doğmasına zemin hazırlamıştır. Bilgi
kuramı terimi, doğnıdan doğruya bilginin ne
olduğunu inceleyen bir bilim dalını adlandırır ve
bilginin özü, kaynakları ve sınırlarını
konulaştırır. Ayrıca, bilgi kuramı, bilginin
kaynağına ilişkin savlar ileri süren usçuluk,
duyumculuk, sezgicilik, deneycilik vb. gibi çeşitli
bilgi öğretilerini de niteler (bkz. Han-çerlioğlu,
1994: 32-33).
Bilgi kuramının tarihini, Ernst Cassierer gibi kimi
filozoflar Antikçağ ile başlatırken, Ernst Bergmann
Rönesansı modern bilgi kuramının beşiği olarak
değerlendirir (Bergmann, 1926: 73). Rönesans
felsefesi belirli merkezleri olmayan karmaşık
yapılıdır. Bu dönemde skolastik, 'ingiliz
görgüllüğü' ya da 'Alman idealizmi' gibi
bütünlüklü, dizgeli düşünceler yok gibidir.
Antikçağdan ya da Ortaçağdan kalma yönelimler
birbirlerine üstünlük sağlamaya ve egemenlik kurmaya
çalışmışlardır. Bu çekişme devinimi, bilgi eylemine
dizgesel bir eleştiri yapılmasına katkı sağladı.
Bergmann'a göre, 16-17. yüzyıl kuşkuculan Nicolaus
Cusanus, Agrippa, Montaigne ve Charron Ortaçağ
dogmacılığında gedikler açarak "bilginin
olanaklarını çoğalttılar, geçerliğini yükselttiler.
Hatta bu kuşkucuların Kant'ı dogmacılık uykusundan
uyandırdıkları ve özünü bulmasını sağladıkları
vurgulanır (a.g.y.: 74).
Bilgi sorunsalının bilimsel olarak ele alınmasına
bir başka katkı da, rönesansm yeni doğa anlayışıdır.
Ortaçağdaki "ben ve Tanrı" anlayışına karşılık
rönesansta; tanıtıcı, seçici, ayırdedici düşün (erkennender
Geist) ve doğa anlayışı egemendi. Ortaçağda doğa,
şeytanın imparatorluğu olarak görüldüğü için yasak
bölge ilan edilmişti. Bu da gerçeğin doğal algı-lanışını,
kavranışım engelliyordu.
Galilei, Bacon, Kopernikus gibi doğa bilimciler
buluşlarıyla, yanıltıcı duyusal algılara karşı zafer
kazanmışlardır. Bu zafer, düşüncenin zaferidir ve
aynı zamanda akılcılığın onaylanmasıdır. Bu
bakımdan, çağdaş bilgi kuramının doğuşu ile çağdaş
doğa biliminin doğuşu aynı zamana denk gelmektedir.
Bilgi kuramının özerkleşmesinde en etkin rolü Locke
ve Kant oynamıştır. Locke 1690 da insan aklını
araştırma konusu yapmış; Kant ise, felsefenin uğraş
alanı olarak "evren bilgisi" kavramı yerine "bilgi
evreni" kavramını yeğlemiştir. Ona göre felsefe,
bilgi dağarcığımızın eleştirisidir (a.g.y.: 75).
Kant'ın "Bilgi Evreni" kavramı, günümüz "Bilgi
Toplumu" kavramını anımsatmaktadır.
Bilgi Toplumunun Yol Açtığı Çelişkiler ve Olası Çözümler
Bilgi toplumu kavramı son zamanlarda sıkça duyulmaya
başlandı. Bu kavram 21. yüzyılda temel
belirleyicinin bilgi olacağını anlatıyor.
Teknolojik ve bilimsel alandaki gelişmeler, yeni bir
toplumsal sınıfın doğmasına önayak oluyor. Peter F.
Drucker, 'Kapitalist Ötesi Toplum' adlı yapıtında,
geleceğe yönelik kehanetlerinde, iki toplumsal
sınıftan söz ediyor: 'Hizmet işçileri' ve 'bilgi
işçileri'. Drucker, artık temel çelişkinin işçi ve
işveren arasında değil, hizmet işçisiyle bilgi
işçisi arasında olabileceğine dikkat çekiyor.
Hizmet işçilerinin, kural olarak, bilgi işçisi olma
eğitiminden yoksun olacaklarını ve bütün
toplumlarda çoğunluğu oluşturacaklarını belirtiyor (Drucker,
1994:18-19). Drucker, ayrıca eğitimde fırsat
eşitliğinin olmayacağını, iyi eğitim almış olanların
ayrıcalıklı olacaklarını kabul ediyor.
Teknoloji, artık çok az sayıdaki çalışanla,
binlerce kişinin bedensel güç kullanarak
üretebileceğinden daha fazlasını üretebiliyor.
Teknolojinin gelişim hızı göz önünde
bulundurulduğunda, bu dengenin daha da bozulacağı
ve toplumsal banşı tehdit edeceği açıkça
görülüyor. Bu sonınun, 21. yüzyılın önemli
sorunlarından biri olacağı açıktır. Bilgi işçisinin
en büyük sorunu, sürekli devinen bilgiyi
izleyebilmek, kendini yenilemek ve bilgisini en
verimli bir şekilde kullanmaktır. Artık, bir
mesleğe başlamak ile onu sürdürebilmek apayrı iki
olgu olacaktır. Klasik anlamdaki işgüvencesi, yerini
verim, üretim ve yaratım başarımma bağlı olan
güvenceye bırakacaktır.
Turçenko, bilimin, bilimsel-teknik devrim süresince
üretim güçlerinin gelişiminde önemli bir rol
oynadığını vurgulayarak, "nasıl ki eğitim, sanayi
alanında faaliyet gösteren işletmelere benzer
duruma gelmişse, bilim de 'bilgi sanayi'ni
kurmuştur." tezini savunur. Ona göre, 'üretim aracı'
olarak kullanılan ma-kinalar, malzemeler, yakıtlar
ve hammaddeler, gerçekte bilgilerin somut
düzeyindeki anlatımından başka birşey değildir (Turçenko,
1979: 44-45).
Özgür Düşünüm, Bilgiyi Çoğaltır, Etkinleştirir
Bilginin ve dolayısıyla bilimin sanayinin ya da
sermayenin güdümünde olması, bilimsel özerklik ve
bilimin özgür ortamlarda daha çok gelişebileceği
gerçeğinden bakıldığında sorunlu görünmektedir.
Bilgi, doğası gereği özgür düşünümü gerektirir.
Bilgi toplumunda, bilginin artık pratikteki
yararına göre değerlendirileceği; diyesi, üretime
dolaysız katkı sağlamayan bilgilerin önemini
yitireceği söylenebilir. Bilginin düşünsel-tarihsel
birikim sonucunda bu aşamaya geldiği
unutulmamalıdır. Bu süreç içerisinde hangi bilgi
türünün hangi oranda bugünkü bütüne ne oranda katkı
sağladığı ya da neyi özendirdiğini belirlemek
olanaksızdır. Aristoteles, "ilk Felsefe" adlı
yapıtında, insanlar neden bilmek isterler?,
sorusunu yöneltmiş ve bu sonıyu, "çünkü, insanlar
doğaları gereği bilmek isterler" biçiminde
yanıtlamıştır. (Nuktu 1997:1). Bundan, insanların
bilgi edinme istençlerinin sadece gereksinimleri
karşılamaktan oluşmadığı ve dolayısıyla sırf
yararcılıkla açıklanamayacağı sonucu çıkarılabilir.
Artık "Bilgili" İnsan Belirleyicidir
Ülkeler açısından bakıldığında, nüfus yoğunluğu
dezavantaja dönüşmüştür. Nitelikli, eğitimli
insanlardan oluşan ülkeler, 21. yüzyılın egemenleri
olabileceklerdir. Eğitimli insanlardan, belirli bir
alanda uzmanlaşmış birey anlaşılacaktır. Bu
bakımdan, eğitim toplumun isteklerine yanıt vermek
için sürekli sorgulanmalı ve yeniden
değerlendirilmelidir; çünkü, bilgi toplumunda
sürekli yeni bilgilere gereksinim duyulacaktır.
Eğitim sistemlerini, gelişmelere yanıt verecek
şekilde düzenlemeyen ülkelerin, bilgi toplumunda
büyük sorunlar yaşamaları kaçınılmazdır.
Bilginin sermaye gibi görülmesi ve alınıp
satılması, bilim ahlakı açısından sorgulanmalıdır.
Bilgi, tarihsel gelişim sürecinde hep erdem,
hoşgörü, hakikati arayış gibi ahlaksal değerlerle
birlikte anılmıştır. Burada bilimcilere önemli
görevler düşmektedir. Artık bilimci, ürettiği
bilginin olası sonuçlarını önceden düşünmeli ve
görebildiği ölçüde olumsuzlukları gidermek için
gereken önlemi almalıdır. Bilim ile insan
birbirinden soyutlanamaz. Bilim özgürce yapılmalı;
ancak, buna sorumluluk eşlik etmelidir (bkz. Nuktu
1997: 2).
Bilimin başdöndürücü gelişiminde, insana
insanlığından dolayı değer veren ve insanlar
arasındaki ilişkilere insancılık temelinde yaklaşan
bilim ahlakına, 21. yüzyıl sorunlarının çözümünde
çok daha fazla gereksinim duyulacaktır.
Bilgi Toplumu ve Türkiye
Bilgi toplumunun kimi sorunlarını ve olası
çözümlerini ya da çözümsüzlüklerini ortaya koymaya
çalıştım. Acaba, yukanda anılan iki binli yılların
soaınları ülkemiz için ne anlama geliyor? Ülkemizin
bilgi toplumundaki konumu ne olacaktır? Bugünkü
duruma bakarak,
bu sorunların yanıtlarının pek de içaçıcı
Olmayacağı herkesçe bilinmektedir; çünkü temel
insan gereksinimlerinin yeterince karşılanmadığı
bir ortamda, ahlaksal sorunların konulaştınl ması
bile lükstür. Bilgi toplumunda eğitimin etkin rol
oynayacağı tartışmasızdır. Eğitim sistemimizin,
gelecekteki isteklere yanıt vermesi için köklü
değişikliklere gereksinimi olduğu ve geciktikçe
sonınun çözümünün güçleştiği açıktır. Coğrafi
sınırların yerini bilgi sınırlarının alacağı ve
yakın gelecekte, evrensel gerçeklik ile ulusal
gerçekliğin çatışacağı öngörülebilir.
Bu bakımdan en kısa zamanda bize özgü sorunları
çözüp, geleceğe ilişkin kafa yoracak zamanı
bulmalıyız. Örneğin, temel insan haklanna ilişkin
sorunlar, düşünce özgürlüğü, sendika kurma,
örgütlenme hakkı, aşırı nüfus artışı 21. yüzyılın
sorunları olmayacaktır. Kısacası Türkiye,
paylaşımdaki adaletsizliği gidermek için, üreme ile
üretme arasında denge kurmalıdır; çünkü,
üretilmeyen şey paylaşılamaz.
Görüleceği gibi, Türkiye'nin bilgi toplumundaki
yerine ilişkin iyimser olmak zordur. Ancak bu,
soaınlan çözümsüz olduğu anlamına gelmemelidir. Son
yıllarda hemen hemen her sorunun özgürce
tartışılması ve toplumun her kesiminden çözümlere
ilişkin öneriler gelmesi, kısaca her türlü sorunu
masaya yatınlma-sı, Türkiye'nin yarınlara umutla
bakmasının yeterli sayılabilecek bir nedenidir.
|