Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bilginin Toplumda Kullanımı 

Friedrich A. von HAYEK 

iki yıldır yürüttüğüm iktisat Doktora Seminerinin bir bölümünde öğrenci­lerle "Bilgi, Rekabet ve Firma " başlığı altında konuya ilişkin bir dizi makale­yi tartışıyoruz. Hayek 'in "The Use of Knowledge in Society " bunlardan biri. Çoğunluğu mühendislerden oluşan sınıfta, öğrencilerden makaleyi anlama­dıklarını, özellikle dilinin zor olduğu şeklinde bir tepki aldım. Makaleyi tartış­tıktan sonra onlara (yıllar önce doktora tezimi yazarken okumuş olduğum) makaleyi kısa zamanda onlara tercüme edeceğime söz verdim. Amacım biraz da Piyasa Dergisi 'nin başlattığı çabaya küçük de olsa bir destek vermekti. Makalenin çevirisini Piyasa 'ya gönderdikten sonra, internette Thomas Sowell 'in "The Use of Knovvledge in Society "e ilişkin çok yeni yayımlanmış aşağıdaki anekdotu ile karşılaştım ve okuyucu ile paylaşmak istedim. 

"... Bir lisans-üstü iktisat öğrencisi iken, Milton Friedman 'in Chicago Üniver­sitesi 'ndeki dersinin okuma listesinde yer alan Friedrich Hayek 'in   "The Use of Knowledgein Society" adlı kısa makalesinin konuyla ilgisini  kavrayamamıştım.. Ancak birkaç yıl sonra kendi hocalık kariyerime başlamış ve -hiçbir şey bilmedi­ğim- Sovyet Ekonomisi üzerine bir ders vermek zorunda kalmıştım.

Dersimi hazırlamak amacıyla Sovyet Ekonomisi üzerine bir dizi çalışmayı okur­ken ve Sovyetler Birliği 'ndeki tüm tuhaf ve üretkenliğe aykırı iktisadî uygulamalar nedeniyle kafam karışmışken, bir anda Sovyetlerde yapılanların, Hayek'in söyle­miş olduklarından başka türlü açıklanamayacağını anlamaya başladım. İlk defa yıllar sonra Hayek'in yazdıklarının konuyla ne kadar ilgili olduğunu anlıyordum. Bundan sonraki 15 yıl çok hızlı geçti. Simdi benim kariyerimde bir dönüm nokta­sı olacak bir kitap yazıyordum. Başlığı "Knowledge and Decisions" idi Hayek 'in küçük bir denemede söylemiş olduklarına ilişkin 400 sayfalık bir çalışma.

Bundan birkaç yıl önce San Fransisco sokaklarında yürürken genç bir siyah tarafından durduruldum; elimi sıktı ve "Knowledge and Decisions "ı okumasının onun yaşamını değiştirdiğini söyledi. O bu fikirlerin konuyla ilgili olduğunu anla­mıştı- benden çok daha genç bir yaşta. " (Thomas Sowell, "Inanity of 'Relevans'", The Washington Post, 28. 2. 2003)

Rasyonel bir iktisadî düzen kurmaya çalıştığımızda çözmeyi amaçladığımız problem nedir? Bilinen bazı varsayımlar altında yanıt oldukça basittir. Eğer tüm ilgili bilgiye sahipsek, eğer veri tercihler sisteminden başlayabilirsek ve eğer va­rolan araçlarla ilgili tüm bilgiye hâkimsek, sorun tamamen mantıksal boyutludur. Varolan araçların en iyi kullanımı sorusunun yanıtı, varsayımlarımızda gizlidir. Bu optimizasyon probleminin çözümünü sağlayan şartlar, en iyi matematiksel olaıak ifade edilebilir: Kısaca, iki mal ya da faktör arasındaki marjinal ikame oranları, tüm farklı kullanımlarda birbirinin aynı olmalıdır. 

Ancak toplumun karşı karşıya olduğu problem bu değildir. Ve bu mantıksal problemi çözmek için geliştirdiğimiz iktisadî hesap, toplumun iktisadî problemi­nin çözümüne yönelik önemli bir adım olsa da, soruya bir yanıt oluşturmaktan uzaktır. Bunun nedeni, iktisadî hesabın başlatıldığı ve çıkarsamalarının yapılacağı tüm topluma ilişkin "veriler"in (datum) tek bir kişiye "verili" olmaması, olamaya­cağıdır.

Rasyonel iktisadî düzen probleminin bu özel niteliği, kullandığımız şartlara ilişkin bilginin asla toplu ya da bileşik olarak bulunmaması, aksine yalnızca tek tek bireyler arasında dağılmış eksik ve çoğunlukla çelişkili bilgi parçacıkları ol­ması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Toplumun iktisadî problemi, bu nedenle, yalnızca "verili" kaynakların nasıl dağıtılacağı problemi değildir -eğer "verili" kavramıyla, bu "veriler"le, problem kümesini dikkatli bir şekilde çözecek tekil bireye verildiğini kastediyorsak. O daha çok, toplumun bireylerinden biri tarafın­dan bilinen, kaynakların, nispî önemi, yine yalnızca bu bireylerce bilinen amaçlar için en iyi kullanımının nasıl sağlanacağı problemidir. Veya daha kısa ifade eder­sek, toplam olarak hiç kimseye verilmeyen bilginin kullanımı problemidir. 

Temel problemin bu niteliği, korkarım ki, son zamanlardaki özellikle matema­tik kullanımı ile iktisat teorisinin rafineleştirilme girişimlerince, açıklanmaktan çok, gizlenmiştir. Bu çalışmada, birincil olarak ilgilenmek istediğim problem bir rasyonel iktisadî organizasyon problemi olsa da, bununla yakından ilgili metodo­lojik sorulara da tekrar tekrar işaret edeceğim. İşaret etmek istediğim noktalardan çoğu, aslında farklı uslamlama patikalarının, beklenmeyen bir şekilde, bir nokta­da birleştiği sonuçlardır. Fakat gördüğüm kadarı ile bu problemler, bir kaza değil­dir. Bana öyle geliyor ki, iktisat teorisi ve iktisat politikasına ilişkin şimdiki tartışma­ların bir çoğunun kökeni, toplumun iktisadî probleminin yanlış anlaşılmasından kay­naklanmaktadır. Bu yanlış anlamanın nedeni ise, doğa olgusuna yönelik geliştirdiği­miz düşünce alışkanlıklarının hatalı bir şekilde sosyal olguya aktarılmasıdır.

Günlük dilde "plânlama" sözcüğü ile varolan kaynakların dağılımına ilişkin kararlar kompleksini ifade ediyoruz. Bu anlamda, tüm iktisadî faaliyetler plânla­madır; ve birçok insanın işbirliği içinde olduğu bir toplumda plânlama, kim yapar­sa yapsın, ilkin plânlamacıya değil de başka birisine verilse de, sonunda plânla­macıya ulaştırılması gereken bilgiye dayanmak zorundadır. İnsanların plânlarını

dayandırdıkları bilginin iletildiği çeşitli yollar, iktisadî süreci açıklamaya çalışan bir teorinin temel problemidir ve tüm toplum arasında dağılmış bilginin en iyi kullanım yolu problemi de iktisat politikasının (ya da etkin bir iktisadî sistem ta­sarlamanın) başlıca problemlerinden biridir.

Bu soruya verilecek yanıt burada ortaya çıkan bir başka soruyla, plânlamayı kim yapacak sorusuyla yakından ilişkilidir. "İktisadî plânlama"ya ilişkin yapılan tartışmaların tümü bu soruyla ilişkilidir. Bu, plânlamanın yapılıp yapılmaması ile ilgili bir tartışma değildir. Tartışma, plânlamanın, tüm iktisadî sistem için merkezî olarak bir otorite tarafından mı yapılacağı, yoksa birçok birey arasında mı dağıla­cağı problemidir. Çağdaş tartışmalarda kullanıldığı anlamda plânlama, merkezî plânlamadır -tüm iktisadî sistemin bütün bir plânla kontrolüdür. Öte yandan reka­bet, çok sayıda kişi tarafından gerçekleştirilen ademi-merkezî plânlama demektir. İkisinin ortası ise, aslında bir çok insanın üzerinde konuştuğu, fakat gördüklerin­de çok az kişinin beğendiği seçenek, plânlama için, örgütlenmiş sektörlerin, bir başka ifade ile tekellerin yetkilendirilmesidir.

Bu sistemlerden hangisinin daha etkin olacağı, varolan bilginin hangi sistem­de tam olarak kullanılacağına ilişkin bekleyişlerimize bağlıdır. Bu, kısaca, kullan­mamız gereken, ama başlangıçta çok sayıda farklı bireyler arasında dağılmış bu­lunan tüm bilginin, tek bir merkezî otoritenin kontrolüne verilmesi durumunda mı, yoksa diğerleri ile plânlarını uyuşturmak için ihtiyaç duyulduğunda (kullanıl­mak üzere) ilâve bilginin bireylerce taşınması durumunda mı, daha başarılı olaca­ğımıza bağlıdır.

Bu noktada durumun, bilginin türüne göre farklı olacağı açıktır. Bu nedenle de sorumuzun yanıtı, büyük ölçüde, farklı türdeki bilginin nispî önemiyle ilişkilidir: özel bireylerin kontrolünde olan bilgilerle, büyük bir güvenle bulmayı umduğu­muz seçilmiş uzmanların oluşturduğu bir otoritenin denetiminde olan bilgiler. Eğer bugün yaygın bir şekilde varsayıldığı gibi ikincisi daha iyi bir durumsa, bu, bilgi türünün, yani bilimsel bilginin, kamu muhayyilesinde şimdilerde seçkin bir yer işgal etmesi ve konuya ilişkin bilginin bundan ibaret olmadığının unutulması ne­deniyledir. Bilimsel bilgi sözkonusu olduğunda, doğru kişilerin seçilmesi ile oluş­turulmuş bir uzmanlar heyetinin, varolan en fazla bilginin en iyi şekilde komuta edilebileceği bir durum olarak kabul edilebilir -şüphesiz bu, problemin zorluğunu yalnızca uzmanların seçimi problemine kaydırırsa da. Vurgulamak istediğim, bu problemin kolayca çözülebileceğini varsaysak bile, o, daha büyük problemin sa­dece küçük bir parçasıdır. 

Bugün bilimsel bilginin tüm bilginin toplamı olmadığını ileri sürmek, nere­deyse toplumsal değerlere karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Fakat biraz üzerin­de düşünüldüğünde görülecektir ki, genel ilkelerin bilgisi anlamında, bilimsel olarak adlandırılamayacak, çok önemli fakat organize olmamış bilgi kümesinin varoldu­ğuna kuşku yoktur: zaman ve mekâna ilişkin özel şartların bilgisi. Bu bağlamda fiilen her birey, diğer bireylere göre bazı avantajlara sahiptir. Çünkü o, faydalı olarak kullanılabilecek, ancak karar kendisine bırakıldığında ve onun aktif katılı­mı ile gerçekleştirildiğinde kullanılması mümkün olan, eşsiz-biricik bilgiye (uni-que knowledge) sahiptir. Yapmamız gereken, teorik eğitimimizi (training) tamam­ladıktan sonra bir işte ne kadar öğrenmemiz gerektiğini, çalışma yaşamımızın ne kadar büyük kısmını özel işleri öğrenmek için harcadığımızı, yerel ve belirli şart­lara ilişkin kişi bilgisinin yaşamımızda ne kadar önemli olduğunu anımsamaktan ibarettir. Yeterince kullanılmayan bir makinenin ya da vasıflarından çok daha iyi yararlanılabilecek bir kişinin varlığını bilmenin ve bunu kullanmanın ya da arzın kesintiye uğradığı bir dönemde yaratılabilecek bir mal stokunun farkında olma­nın, en az daha iyi alternatif tekniklerin bilgisi kadar sosyal yararı vardır. Yaşamı­nı boş, avare-vapurlar gibi harcamaktansa çalışarak kazanan bir nakliyeci olsun, tüm bilgisi büyük ölçüde geçici fırsatlardan ibaret olan bir emlak komisyoncusu olsun ya da mal fiyatlarının bölgesel farklılıklarından kazanç sağlayan bir arbitraj yapan kişi olsun, başkalarının bilmediği anlık şartların özel bilgisine dayalı olarak çok faydalı işlevler görürler.

Günümüzde tuhaf olan bir gerçek, bu çeşit bilginin genellikle aşağılanması ve bu nitelikteki bilgisiyle, teorik ve teknik bilgi donanımı olan kişiye göre avantaj sağlayan kişinin ününün kötüye çıkarılmasıdır. Her ne kadar en iyi alternatifin kulla­nılması, toplum için, en son bilimsel keşifler kadar önemli olsa da, iletişim ve taşıma işlerine ilişkin daha fazla bilgiden avantaj sağlamak, bazen sahtekârlık olarak algı­lanır. Bu ön yargı, genellikle, üretimle karşılaştırıldığında ticarete karşı olan davra­nışı büyük ölçüde etkiler. Kendini geçmişin kaba saba materyalist saçmalıklarından arındırmış olduğunu düşünen ikisatçılar bile, bu tür bilgiler onlara göre "veri" var-sayıldığından dolayı, pratik bilginin elde edilmesine yönelik faaliyetler sözkonusu olduğunda- aynı hataya düşerler. Bu çeşit bilgilerin herkes tarafından kolayca edini­lebileceğini savunan ve varolan iktisadî düzene karşın onu irrasyonellikle suçlayan günümüzün yaygın kanısı, [bu çeşit bilginin] olmadığı gerçeğine dayanır. Bu görüş, bu nitelikteki bilginin mümkün olduğu kadar çok elde edilme yönteminin, asıl yanıt bulmamız gereken problem olduğunu görmezden gelir.

Günümüzün, belirli zaman ve mekânın şartlarına ilişkin bilginin önemini kü­çümseme modası, değişime daha az önem atfedilmesiyle yakından ilişkilidir. Ger­çekten de, üretim plânlarını önemli ölçüde değiştirmeyi gerekli kılacak değişik­liklerin önemi ve sıklığı konusunda olduğu kadar, "plânlamacılar"m (genellikle gizil olarak) plânlarını dayandırdıkları varsayımlarla ilgili çok az nokta, plânlama karşıtlarından farklıdır. Şüphesiz başlangıçta oldukça uzun bir dönemi kapsayan ayrıntılı plânlar yapılır ve ona sıkıca bağlı kalınırsa, artık önemli iktisadî kararlara gerek kalmayacağından, iktisadî faaliyetin tümünü yönlendirecek kapsamlı bir plân yapma işi çok daha kolay olacaktır. 

Belki de iktisadî problemlerin daima ve yalnızca değişmenin bir sonucu olduğu­nu vurgulamak gerekir. Şeyler önceki gibi ya da hiç olmazsa beklendiği gibi varlığı­nı sürdürürse, bir karar gerektirecek ne bir problem doğar ne de yeni bir plâna gerek kalır. Değişimin ya da günlük ayarlamaların, çağdaş dünyada giderek önemini yitir­diği inancı, iktisadî problemlerin de önemsizleştiği anlamına gelir. Bu nedenledir ki, değişimin öneminin azaldığı görüşünü savunanlarla, teknolojik bilginin artan öne­mi ile birlikte iktisadî koşulların önemini yitirdiğini öne sürenler aynı kişilerdir. 

Modern üretimin gelişmiş araçları ile yeni bir fabrika kurulması ya da yeni bir yönteme geçilmesi gibi durumlarda, uzun aralıklarla iktisadî kararların alınması gerektiği görüşü ne derece doğrudur? Gerçekten de bir kere fabrika inşa edildi­ğinde, geriye sadece fabrikanın niteliğine bağlı olarak birtakım mühendislik işle­rinin kalması ve anlık koşullardaki değişmeye uyum için yapılacak pek bir şeyin kalmaması mıdır?

Bildiğim kadarı ile bu soruya olumlu yanıt vermeyen oldukça yaygın bir gö­rüş, işadamlarının pratik tecrübelerinden kaynaklanmaktadır. Rekabetçi bir en­düstride, bir ölçüde -yalnızca böyle bir endüstri teste uygundur- maliyetlerin yük­selmesini önleme işi, yöneticilerin enerjilerinin büyük kısmını harcadıkları sürek­li mücadeleyle mümkündür. Kötü bir yöneticinin farklılıklardan kaynaklanan kâ­rları nasıl ortadan kaldıracağı ve bunun aynı teknik işlerin farklı maliyetlerle üre­tilmesi ile mümkün olduğu, iş adamları için bilinen sıradan şeyler olsa da, iktisat­çının çalışmasında pek bilinmez. Üretici ve mühendislerin sürekli dile getirdikle­ri, parasal maliyet koşullarına rağmen üretimi sürdürme arzuları, günlük işlere yansıdığı ölçüde anlam kazanır.

İktisatçıların, iktisadî görüntünün bütününü oluşturan sürekli ve küçük küçük değişiklikleri giderek unutma eğiliminde olmalarının bir nedeni, muhtemelen, onların, ayrıntılardaki değişmelerden çok daha fazla istikrarlı olan istatistikî/sos-yal bütünlüklerle daha fazla uğraşmalarıdır. Bununla birlikte sayısal büyüklükle­rin karşılaştırmalı olarak istikrarlılığı -istatistikçilerin bazen yapmaya eğilimli ol­dukları- "büyük sayılar kanunu" ile ya da tesadüfi değişikliklerin birbirini götür­mesi ile tanımlanamaz. Uğraşmak zorunda olduğumuz değişken sayısı, tesadüfi etkilerin istikrarlı sonuç yaratmasını sağlayacak kadar çok değildir. Sürekli mal ve hizmet akımları, devamlı bilinçli ayarlamalarla, bir gün önce bilinmeyen şartların ışığında hergün yapılan yeni düzenlemelerle, A'nın gerçekleşmesi başarısız oldu­ğunda hemen B adımını atarak, sürdürülür. Hatta büyük ve oldukça makineleşmiş bir fabrika, büyük ölçüde, her türlü beklenmeyen ihtiyaçların doğduğu çevre ne­deniyle varlığını sürdürür: çatı için standart ya da değişik kiremitler, yanında baş­ka şeyler de gerektiren binbir çeşit gereçler ve bunların piyasada bulunabilmesi, fabrikanın işlemesini sağlayacak plânları gerekli kılar. 

Burada ayrıca üzerinde kısaca durmam gereken nokta, ilgilendiğim bilgi türü­nün doğası gereği istatistiklere giremeyeceği, dolayısıyla istatistikî olarak mer­kezî otoriteye aktanlamayacağı gerçeğidir. Bir merkezî otoritenin kullanacağı ve ona ulaştırılması gereken istatistik, şeyler arasındaki küçük farklılıklardan soyut­lanmış, spesifik bir karar için çok önemli olabilecek bir kaynağın, farklı bölge, kalite ve diğer özellikleri ile çeşitlilik arzeden parçalarının birleştirilmiş hâli ola­caktır. Bu demektir ki, istatistikî bilgiye dayanan merkezî plânlama, doğası gere­ği, zaman ve mekân şartlarını doğrudan hesaplayamaz ve merkezî plânlamacı, bu

bilgilerden hareketle kararların bir kişi tarafından alındığı öyle ya da böyle bir yöntem bulmak zorundadır.

Eğer toplumun iktisadî probleminin, temelde, zaman ve mekânın özel şartların-daki değişmelere hızla uyum sağladığında anlaşabilirsek, nihaî kararların, bu şartla­ra aşina, ilgili değişiklikleri ve onları hemen karşılayacak kaynaklan doğrudan bilen kişilere bırakılması gerektiği anlaşılacaktır. Bu problemin, tüm bilgi, sorun ve sipa­rişler birleştirildikten sonra merkezî bir kurula iletilmesi ile çözülebileceğini ummayız. Problemi ademi-merkezî bir biçimde çözmeliyiz. Ancak bu yanıtlar, proble­min sadece bir kısmıdır. Ademi-merkeziyetçiliğe, zaman ve mekânın özel şartlarına ilişkin bilginin en iyi şekilde kullanılmasını garanti edebileceğimiz yegâne sistem olduğu için ihtiyaç duyarız. Fakat "karar alacak kişi" ("man on the spot"), yalnızca yakın çevresindeki gerçeklerin sınırlı ve acil bilgisine dayanarak karar veremez. Ayrıca ona, kararlarını, iktisadî sistemde gerçekleşen tüm değişikliklere uydurmak için ihtiyaç duyacağı ilâve bilgilerin iletilmesi problemi de vardır. 

"Karar alacak kişi" başarılı olmak için ne kadar bilgiye ihtiyaç duyar? Onun yakın bilgi ufkunun ötesinde, kararı ile yakından ilişkili, hangi olayların olacağını ve onların ne kadarım bilmek zorundadır?

Dünyanın herhangi bir yerinde olan çok az şey vardır ki onun alması gereken kararı etkilemesin. Fakat o, ne bu olayları ne de bu olayların tüm etkilerini bilme­ye ihtiyaç duyar. Zamanın belli bir anında niçin o değil de bu büyüklükte bir vida­nın istendiği, niçin kağıt torbaların bez torbalara göre daha kolay bulunduğu, ni­çin o an için vasıflı işçinin ya da özel bir üretim aletinin elde edilmesinin daha zor olduğu, onun için sorun değildir. Ona gerekli olan, sahip olduğu şeyleri, diğer ilgili şeylerle karşılaştırıldığında bunların ne kadar zor ya da kolay elde edildiği ya da onun ürettiği ya da kullandığı alternatif şeylerin ne kadar acil istendiğidir. Onun için önemli olan, özel şeylerin nispî önemidir ve onların nispî önemini değiştire­cek nedenlerin, onun kendi çevresindeki somut şeyler üzerindeki etkisinin dışın­da, hiçbir önemi yoktur. 

Bu bağlamda "iktisadî hesaplama" (economic calculation) (ya da Tercihin Saf Mantığı - the Püre Logic of Choice) olarak adlandırdığım şey, bu problemin fiyat sistemi ile nasıl çözülebileceğini ve fiilen çözüldüğünü anlamamıza yardımcı ola­cak bir örneği içerir. Küçük bir iktisadî sistemin ihtiva ettiği tüm verilere sahip olsa bile tek bir hâkim/egemen akıl -her zaman kaynak dağılımında bazı küçük ayarlamalar yapılmak zorunda kalınmıştır- amaçlar ve araçlar arasındaki tüm ola­sı etkileşimi açıkça takip edemez. Gerçekten de Saf Tercih Mantığının büyük kat­kısı, böyle tek bir aklın bile bu çeşit bir problemi yalnızca bir takım oransal eşitlik­ler ("değerler", ya da "marjinal ikame oranlan") kurarak ve bunları kullanarak, kıt kaynakların her bir türüne, onun niteliğinden çıkarılamayacak ama tüm amaçlar-araçlar yapısı içindeki önemini yansıtan ve ifade eden bir sayısal indeks atfederek, çözebileceğini göstennesidir. Küçük bir değişiklikte, O yalnızca, ilgili tüm bilgiyi içeren bu sayısal göstergeleri (ya da "değerleri") dikkate almak zorunda kalacak; sayıları bire bir ayarlayarak, tüm bilmeceyi (puzzle) ab inito çözmeksizin, ya da herhangi bir aşamada onun tüm sonuçlarını incelemeye gerek olmaksızın, duru­munu gerektiği gibi ayarlayabilecektir. 

Esasında, ilgili olaylar hakkındaki bilginin bir çok insan arasında dağıldığı bir sistemde, tıpkı sübjektif değerlerin bireyin kendi plânının parçaları arasında ko­ordinasyona yardımcı olması gibi, fiyatlar da, farklı insanların birbirinden ayrı faali­yetlerini kooerdine etme işlevi görürler. Fiyat sisteminin gerçekte neyi başardığını görebilmek için, bir an için basit ve alalade bir fiyat sisteminin işleyişi üzerinde durmak yararlıdır. Varsayalım ki dünyanın bir yerinde bir hammadde, diyelim tene­ke, kullanımı fırsatı doğmuştur, ya da teneke arz kaynaklarından biri ortadan kalk­mıştır. Bizim amacımız için, bu iki nedenden hangisinin teneke kıtlığına yol açtığı bir sorun teşkil etmez -ve burada önemli olan sorun teşkil etmemesidir. Teneke kul­lanıcılarının bilmesi gereken şey, yalnızca, kullanmaya alışık oldukları tenekenin bir kısmının artık başka bir yerde daha kârlı olarak kullanılmakta olduğu ve bu ne­denle tenekeyi daha tasarruflu kullanmak zorunda olmalarından ibarettir. Onların büyük çoğunluğunun, nerede daha acil bir ihtiyaç doğduğunu ya da hangi diğer yeğlenen ihtiyaçlarla arzın eşleştirilmesi gerektiğini bilmelerine gerek yoktur. On­lardan yalnızca bir kısmı yeni talebi doğrudan bilirler ve kaynakları oraya yönlendi­rirler ve eğer bu şekilde doğan yeni açığı farkeden insanlar bunu diğer kaynaklarla telafi ederlerse, etki, tüm iktisadî sisteme hızlı bir şeklide yayılacak ve yalnızca tüm teneke kullanımını değil, tenekenin ikame mallarını, ikame mallarının ikame edile­bileceği malları vs. etkileyecektir; tüm bunlar, bu değişikliklere yol açan orijinal neden büyük çoğunlukça bilinmeksizin gerçekleşecektir. Bütün herkes, bir piyasa gibi hareket eder; bunun nedeni, herhangi bir üyenin tüm alanı incelemesi değil, çok sayıda aracının ilgili bilgiyi herkese iletmesi sonucunda sınırlı bireysel görüş alanlarının/ufuklarının çakışmasıdır. Her mal için tek bir fiyat olması -ya da bölge­sel fiyatların taşımacılık maliyetleri vs. ile ilişkilendirilebileceği- basit gerçeği, (as­lında yalnızca kavramsal olarak mümkün olabilecek) fiilen süreçte yer alan insanlar arasında dağılmış bulunan bütün bilgiye tek bir aklın sahip olması ile ulaşılabilecek çözüme yol açar.

Eğer gerçek işlevini -şüphesiz fiyatların rijitliği arttıkça bu işlev mükemmel­likten uzaklaşacaktır- anlamak istiyorsak, fiyat sistemine bir bilgi iletişim meka­nizması olarak bakmalıyız (anılan fiyatların oldukça rijit olduğu durumda bile, fiyatlardaki değişmeler aracılığıyla işleyecek güçler, sözleşmenin diğer unsurla­rındaki değişmelerle büyük ölçüde işlemesini sürdürecektir.) Bu sistemle ilgili en önemli gerçek, sistemin bilgi ekonomisi ile işlemesi ya da bireysel katılımcının doğru faaliyette bulunabilmesi için ne kadar az bilmeye ihtiyacı olmasıdır. Kısaca, bir simge (sinyal) olarak, yalnızca en gerekli bilgi ve yalnızca ilgili kişilere aktarı­lır. Bu, fiyat sisteminin; bir değişmeleri kaydetme makinesine benzetilmesinin, ya da tıpkı bir mühendisin göstergelerin ibresini izleyebilmesi gibi, bireysel üretici­lerin sadece birkaç göstergeyi izlemesini sağlayacak bir iletişim sistemi olarak algılanmasının ötesinde bir şey olduğu anlamına gelir. Fiyat sistemi, bireysel üre­ticilerin, fiyat hareketlerinin yansıttığından daha fazlasının bilinemeyeceği değiş­melere göre faaliyetlerini ayarlayabilmelerini sağlar. 

Şüphesiz bu ayarlamalar, iktisatçının denge analizinde anladığı anlamda muh­temelen "mükemmel" olmayacaktır. Fakat korkarım ki soruna, hemen hepimizin az ya da çok mükemmel bilgiye sahip olduğu varsayımı ile yaklaşma teorik alış­kanlığımız, fiyat mekanizmasının gerçek işlevini görmemizi engelleyecek ve pi­yasanın etkinliğini değerlendirmede yanıltıcı standartlara başvurmamıza yol aça­caktır. Mucize olan odur ki, bir hammadde kıtlığı durumunda, piyasada bir sipariş yokken ve muhtemelen asıl nedeni bir avuç insandan başkası bilmezken, kimlik­lerini aylarca araştırmayla tespit edemeyeceğimiz onbinlerce insanın, sözkonusu materyeli ve onun ürünlerini daha tasarruflu kullanmaya başlaması, onların doğru yönde hareket etmesidir. Bu yeterince mucizevi olsa bile, sürekli değişim içine olan bir dünyada, yine de herkes kâr oranlarının aynı ya da normal seviyede sür­mesini sağlayacak mükemmellikte hedefi vuramayacaktır. 

"Mucize" sözcüğünü, okuyucuyu, bu mekanizmayı kabul edile geldiği biçimde benimseme hoşnutluğundan kurtarmak ve bilinçli olarak sarsmak için kullandım. İnanıyorum ki, onun sonucu, bilinçli insan tasarımının sonucu olsaydı, eğer fiyat değişmelerinin yönlendirdiği insanlar, kendi kararlarının onların acil amaçlarının ötesinde önemi olduğunu anlasalardı, bu mekanizma insan aklının en büyük zafer­lerinden biri olarak alkışlanabilirdi. Fiyat mekanizmasının insan tasarımının ürünü olmaması ve onun yönlendirdiği insanların genellikle niçin yaptıklarını ve ne yap­tıklarını bilmemeleri ise çifte talihsizliktir. Fakat "bilinçli kontrol" yaygarası kopa­ranlar -ve tasarlanmaksızm (ve hatta biz anlamaksızm) bir şeyin gelişebileceğini inanmayanlar bilinçli olarak çözemeyeceğimiz problemleri çözmeleri gerekir- şunu hatırlamalılar: Problem açıkça, bizim kaynak kullanma alanımızı, tek bir akim kont­rol alanının ötesine nasıl genişletebileceğimiz, ve bundan dolayı bilinçli kontrol ih­tiyacının nasıl dağıtılacağı ve kendilerine ne yapılacağı söylenmeksizin bireyleri arzulanan şeyleri yapmaya yöneltecek teşviklerin nasıl sağlanacağıdır. 

Burada karşılaştığımız problem yalnızca iktisada özgü değildir, neredeyse tüm sosyal olguyla, dil ve kültürel mirasımızla bağlantılıdır ve gerçekten de tüm sosyal bilimlerin temel teorik problemini oluşturur. Alfred Whitehead'in farklı bir bağlam­da belirttiği gibi, "Gazetelerde ve seçkin kişilerin konuşmalarında tekrarlana ge­len, herkesçe bilinen ama çok hatalı olan görüş, yaptığımız şeyin düşünce alışkanlı­ğını geliştirmemiz gerektiğidir. Oysa gerçek tam tersidir. Uygarlık, üzerinde düşün­meksizin gerçekleştirdiğimiz önemli işlerin sayısındaki artışla gelişir. " Bu toplum­sal yaşamda çok daha önemlidir. Sürekli olarak, anlamını bilmediğimiz formüller, semboller ve kurallar kullanırız ve bunlarla bireysel olarak sahip olmadığımız bilgi­nin avantajlarından yararlanırız. Toplumsal yaşamdaki bu çeşit uygulama ve kurum­ları, kendi alanlarında başarısını kanıtlamış alışkanlıklara ve kurumlara dayanarak gelişirdik ve bunlar kurduğumuz uygarlığın temelini oluşturmaktadır. 

Fiyat sistemi, (henüz onun en iyi şekilde kullanılmasını öğrenmekten uzak olun­sa da) insanoğlunun, anlamaksızm, deneme-yanılma ile kullanmayı öğrendiği tam bu çeşit yapılardan biridir. Fiyat sistemi sayesindedir ki, aynı şekilde dağılmış bilgiden hareketle, yalnızca işbölümü değil kaynakların koordineli kullanımı da mümkün olmaktadır. Bu tür sistemin bir mucize ile kendiliğinden geliştiği ve modern toplum için en uygun sistem olduğu tezi, genellikle, önerilerle dalga geç­meyi seven kişilerce çarpıtılabilir. Bu şu anlama gelir: İnsanoğlu uygarlığımızın dayandığı işbölümünü, deneme yanılma yolu ile bulunan bir metotla geliştirebil­miştir. Bu şekilde olmasaydı, değişik, tamamen faklı, beyaz karınca "devleti" gibi ya da tamamen tasavvur edilemeyecek şekilde bir uygarlık geliştirilebilirdi. Bütün söyleyebileceğimiz, henüz hiç kimse, en şiddetli saldıranlar için bile değerli olan, varolan sistemin belirli özelliklerinin korunduğu -özellikle bireyin kendi uğraşını seçebileceği ve dolayısıyla kendi bilgi ve hünerini özgürce kullanabileceği- al-' ternatif bir sistem tasarlamayı başaramamıştır.

Karmaşık (complex) bir toplumda rasyonel hesaplama için fiyat sisteminin kaçınılmaz olmasına ilişkin tartışmanın, artık tamamen farklı politik görüşlere sahip kamplar arasında geçmemesi bir şans sayılmalıdır. Fiyat sistemi olmaksızın bi­zimki gibi yoğun işbölümüne dayanan bir toplumu koruyamayacağımız tezi, von Mises tarafından yirmibeş yıl önce ilk defa öne sürüldüğünde alaycı seslerle karşı­lanmıştı. Bugünlerde bazıları bu tezi kabul etmekte hâlen zorluk çekseler de, bu politik gerekçelere dayanmamaktadır ve bu, makul tartışmaya yardımcı olacak bir atmosfer yaratmaktadır. Leon Trotsky'nin "iktisadî hesap, piyasa ilişkileri olmak­sızın düşünülemez " görüşünü savunduğunu gördüğümüzde, Profesör Oscar Lan-ge, Profesör von Mises'e geleceğin Merkezî Planlama Kurulu'nda bir statü vaad ettiğinde; ve Profesör Abba P. Lerner Adam Smith'i yeniden keşfedip, fiyat siste­minin en önemli faydasının, bireyi, kendi çıkarı peşinde koşarken, genel çıkara uygun şeyler yapmaya teşvik ettiğini vurguladığında, farklılıklar gerçekten de ar­tık politik önyargılara atfedilemez. Geriye kalan anlaşmazlıkların tamamen entel-lektüel ve daha özelde metodolojik farklılıklardan ibaret olduğu anlaşılmaktadır. 

Joseph Schumpeter'in Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi adlı yeni kitabın­daki bir ifadesi, benim kafamdaki metodolojik farklılıklardan birine iyi bir örnek teşkil etmektedir. Yazar, iktisadî olguya belirli bir tip bir pozitivizmin' ışığında yaklaşan iktisatçıların en seçkinlerinden biridir. Ona göre iktisadî olgular, insan aklının müdahalesi olmaksızın birbirini doğrudan etkileyen nesnel veri mal mik­tarları olarak algılanır. Bu yaklaşımla ilgili olarak yalnızca (beni ürküten) şu ifa­deyi değerlendirebilirim. Profesör Schumpeter, üretim faktörleri piyasasının yok­luğunda, rasyonel hesaplama olasılığının, tüketiciler tüketim mallarını değerlen-dirirken(talep ederken) ipso facto bu malların üretimine giren üretim araçlarını da değerlendirirler basit gerçeğinin "' sonucu olduğunu ileri sürer.

Kelimesi kelimesine alındığında, bu ifade açıkça doğru değildir. Profesör Schumpeter'in "ipsofacto" varsaydığı şey, üretim faktörlerinin değerlendirilme­sinin (valuation), tüketim mallarının değerlendirilmesini kapsandığı ya da onun zorunlu sonucu olduğu anlamına gelir. Fakat bu da doğru değildir. Sonuç (çıka-rım-implication), yalnızca önermeler tek ve aynı akılla eşanlı olarak sunulduğun­da anlamlı olarak ileri sürülebilecek mantıksal bir ilişkidir. Ancak, açıktır ki, üre­tim faktörlerinin değeri yalnızca tüketim mallarının değerlendirilmesine değil, aynı zamanda çeşitli üretim faktörlerinin arz koşullarına da bağlıdır. Yalnızca tüm bil­giler eşanlı olarak tek bir akıl tarafından bilindiğinde, yanıt, O'na verilen bilgile­rin zorunlu sonucu olacaktır. Ancak uygulamada sorun, bu olguların tek bir akla asla verilmemesinden doğar ve bu nedenle, sonuçta, problemin çözümünde bir çok insan arasında dağılmış bulunan bilginin kullanılması gerekir. 

Olaylara ilişkin tüm bilginin, tek bir akıl tarafından bilinebileceğini (tıpkı tüm verilerin inceleme yapan iktisatçıya verildiğini varsaymamız gibi) gösterebilsek bile, yine de, çözülemeyecek problem, yegâne çözümü de belirleyecektir; yapma­mız gereken, herbirinin yalnızca kısmî bilgiye sahip olduğu insanların karşılıklı ilişkilerinin çözümü nasıl üretebileceğini göstermektir. Tıpkı uğraşı açıklama ge­tirmek olan iktisatçılar olarak bize verili olduğunu varsaymamız gibi, tek bir kişi­ye tüm bilginin verilebileceğini varsaymak, problemden uzaklaşmayı, reel yaşam­da önemli ve anlamlı hiçbir şeyin dikkate alınmamasını varsaymak demektir. 

Profesör Schumpeter'in mevkiindeki bir iktisatçının "veriler" (datum) sözcü­ğünün belirsizliğinden kaynaklanan böyle bir tuzağa düşmesi basit bir hata olarak açıklanamaz. Aksine, ilgilenmek zorunda olduğumuz olgu dünyasının en önemli kısmını dikkate almamayı alışkanlık haline getiren yaklaşımın temel bir yanlışlı­ğını ifade eder: insanın bilgisinin önlenemeyecek şekilde eksik olması ve bu ne­denle bilginin sürekli olarak iletilme ve elde edilmesi sürecine olan ihtiyaç. 

Çeviren: Turan YAY

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005