Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Birleşmiş Milletler ve Türkiye 

Emekli Büyükelçi, Mustafa Akşin 

İnsanlığı savaş afetinden korumak için kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü 1995'te 50. yıldönümünü.kutlamaktadır. Böyle bir yıldö­nümünde Birleşmiş Milletlerin geçmişte ba­şardıkları ve başaramadıklarına kısaca göz atıp, gelecekte oynayabileceği rol hakkında bazı tahminler yaptıktan sonra, Türkiye'nin ör­gütteki yeri ve yarının Birleşmiş Milletlerinde  Türkiye'nin etkinliği hakkında düşünmek yararlı olacaktır.

İkinci Dünya Savaşının sona ermesin-den beri çıkan pek çok silahlı çatışmaya baka-rak, Birleşmiş Milletlerin asli görevinde başarısız olduğu hükmüne vanlabilirse de böyle dü­şünmek yanlış olur. Soğuk savaşın yarattığı ki­litlenmeden dolayı Güvenlik Konseyi istendiği gibi çalışamadağı halde, 50 yıl zarfında Üçün­cü Dünya Savaşı çıkmamış, çıkan küçük sa­vaşlar da yayılmadan belirli sınırlar içinde tutulabilmiştir. Bu neticenin sağlanmasında nü­kleer dehşet dengesinin rolü büyük olmak-la beraber, Birleşmiş Milletlerin payı da inkar edilmemelidir. 

Soğuk savaşın sona ermesi ile Birleşmiş Milletler yeni bir hayatiyete kavuşmuş, yıllar­dan beri süregelen Güney Afrika, Orta Ameri­ka, Kamboçya ve Orta Doğu gibi anlaşmaz­lıklar süratle çözüm bulma sürecine oturtula-bilmiştir. Soğuk savaşın sona ermesi dönemi­ne tesadüf eden Irak - Kuveyt sorunu Birleş­miş Milletlerin ne denli etkili olabileceğini ka­nıtlamıştır. Irak'ın Kuveyt'i istila ve ilhak etme­si gibi açık bir tecavüz olayı karşısında oybirli­ği ile karar alabilen Güvenlik Konseyi aynı gö­rüş birliğini Bosna, Somali, Ruanda örnekle­rinde gösterememiştir. Bu örneklerdeki çatış­maların iç savaş niteliği göstermesi, bazı Gü­venlik Konseyi üyelerinin siyasi iradelerinin yetersizliği, mali kaynak ve personel sıkıntıları gibi çeşitli nedenlerle Birleşmiş Milletler bu sı­navlardan kötü not almış, 1990-1991 yılların­da kazandığı prestiji büyük ölçüde yitirmiştir.

Günümüzde silahlı çatışmaların bir ül­kenin diğerine saldırmasından çok, iç savaş şeklinde tezahür etmesi ve Somali, Ruanda, Li­berya örneklerinde olduğu gibi merkezi hükü­metin çökmesi sonucunu doğurması Birleşmiş Milletlerin klasik barışı koruma yöntemlerini geçersiz kılmaktadır. 

50 yıl zarfında büyük bir esneklik gös­termiş bulunan Birleşmiş Milletlerin yeni geliş­melere de uyum sağlayacağına inanmak gere­kir. Nitekim günümüzde üyeler arasında bu yönde yeni arayışlar yoğun bir biçimde sürdü­rülmektedir. 

Birleşmiş Milletler savaşları önlemek için çatışmaya doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde yol açan bütün durumları ele almış, bunlara dünya ölçekli çözümler aramıştır. Ekonomik ve sosyal kalkınma, insan haklan, aşırı nüfus artışı, çevrenin korunması gibi in­sanlığı yakından ilgilendiren konularda değer­li hizmetler veregelmiş olan Birleşmiş Milletle­rin ileride de bu yönde hizmet vereceği kuş­kusuzdur. 185 ülkeyi bir araya getiren, her tür­lü uluslararası meselenin serbestçe tartışılma­sına imkan veren, ve çevre, uluslararası terö­rizm, aids, uyuşturucu ticareti gibi küresel ko­nuları ele alabilen Birleşmiş Milletlerin önü­müzdeki yıllarda öneminin giderek anacağını öngörmek mümkündür. Klasik egemenlik kavramının sulanması ve ülkelerin karşılıklı bağımlılığının artması sonucu gittikçe daha çok ihtiyaç duyulmaya başlanacak uluslarüstü nitelikte bir kurum arayışına Birleşmiş Milletle­rin giderek artan ölçüde cevap vermesi bek­lenmelidir. 

Uluslararası ilişkilerde merkezi bir yeri olan ve ileride daha da ağırlık kazanmaya aday gözüken Birleşmiş Milletlerde Türki­ye'nin yeri nerededir? 

Birleşmiş Milletlerin ilk 20 yılında Türki­ye'nin başlıca kaygısı güvenliğine yönelik ağır Sovyet tehdidini nötralize etmek olmuştur. Türkiye bu amaçla batı ülkeleri ile ittifaka gir­miş ve bu ülkelerle dayanışmayı güçlendirme­ye çalışmıştır. Sömürge imparatorluklarının çözüldüğü bu dönemde, Türkiye çoğu kez sömürgeciliğin tafsiyesi yönündeki tercihlerini bir kenara iterek müttefikleri ile birlikte hare­ket etmek mecburiyetini duymuştur. Bu dö­nemde Türkiye, Birleşmiş Milletlerde sıkıntılı durumlara düşmüş, örgüt içinde oynadığı rol de, güvenlik kaygılarıyla soğuk savaşa en­deksli kalmıştır. 

1963-1964 Kıbrıs olaylarının patlak ver­mesi ile yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Hazi­ran 1964'de Başkan Johnson'un Başbakan İnö­nü'ye yazdığı mektup yüzünden Türkiye'nin müttefiklerarası dayanışmayı ne paha-sına olursa olsun kollama azmi ağır bir darbe ye­miş, ayrıca NATO'nun güvenirliği hakkında da bazı kuşkular doğmuştur. Bilahare, Kıbrıs me­selesi Birleşmiş Milletlere geldiğinde Türkiye yapılan oylama sonucu yalnızlığını görmüş ve geleneksel politikasını bir kenara bırakmak zorunda kalmıştır. Bu suretle Türkiye, bir ta­raftan Sovyet Bloku ülkeleri ile ilişkilerini da­ha dengeli bir zemine oturtma adımlarını at­mış, diğer taraftan bağlantısız ülkelerle de da­ha dostane ilişkiler kurmak için her türlü çaba­ya başvurmuş, onların sorunları ile daha ya­kından ilgilenmeye başlamıştır. 

Böylece Kıbrıs meselesi Türkiye'yi Bir­leşmiş Milletlerde çok yönlü bir politika izle­meye zorlamış, bütün gruplarla iyi ilişkiler sür­dürmeye yönlendirmiş, kendisiyle doğrudan ilgisi olmayan sonınlarla da uğraşmaya sevket-miştir. Bu suretle Türkiye'ye yeni ufuklar aç­makla beraber, Kıbrıs meselesi bir bakıma Bir­leşmiş Milletlerdeki manevra alanımızı daralt­mış, bizi meselelere hep Kıbrıs sorunu üzerin­de olabileceği etkileri açısından bakmaya zor­lamıştır. Ancak, son yıllarda Türkiye'nin artık bu kısıtlayıcı tesirden büyük ölçüde kurtul­makta olduğu görülmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin. Rum ambargosuna rağ­men, demokratik meşruiyet içinde varlığını sürdürmesi, adanın her iki kesiminde barışın hüküm sürmesi ve ambargonun olumsuz etki­lerine karşın, güneyde olduğu gibi kuzeyde de refahın artması ile fiili bir çözüm orta/a çık­mış gibidir. Bulunacak nihai çözüm büyük öl­çüde adadaki bugünkü durumu yansıtacak-tır. Rum tarafının sürekli olarak canlı tutmaya çalıştığı Kıbrıs meselesi Birleşmiş Milletlerde ar­tan ölçüde yapay ve zorlama bir sorun olarak algılanmakta ve Rumların bütün çabalarına rağmen üye ülkelerin ilgi alanı dışına kaymak­tadır. 

Son yıllarda, başta Sovyetler Birliği ol­mak üzere, çeşitli çok uluslu ülkeler ulusal esasa göre bölünmüş ve yeni oluşan devletler "şelf determinasyon" doktrininin bir icabı ola­rak Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmiş­tir. Üyelik için aranan iki şart da bölünmenin halkın demokratik iradesini yansıtması ve yeni devletin barışsever olmasından ibarettir. Ku­zey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti her iki şartı da yerine getirdiğine göre, mevcut emsallerin er geç adaya da uygulanmasını beklemek yanlış olmaz. 

Birleşmiş Milletlerde Türkiye'nin etkinli­ğinin artmasında önemli bir faktör Bosna Her-sek'in 1992'de bağımsızlığını ilan etmesi ol­muştur. Saraybosna'ya ve diğer müslüman yer­leşim merkezlerine karşı Sırp hareketinin baş­laması ile Türkiye Güvenlik Konseyinde, Ge­nel Kurulda ve UNESCO'da çeşitli girişim­lerde bulunmuştur. O tarihlerde Türkiye'nin İslam Konferansı Örgütünün başkanlığını yü­rütüyor olması, Türkiye'nin ağırlığını arttırmış, yaptığı girişimler 50 küsur üye adına yapıl­makla daha fazla yankı bulmuştur. 

Bu çerçevede, Türkiye Bosna Hersek'in Mayıs 1992'de Hırvatistan ve Slovenya ile eş­zamanlı olarak Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmesi için çaba harcayarak bunu sa­ğladı. Türkiye Güvenlik Konseyi üyesi olmadı­ğı halde, konu hakkında Konsey Baş-kanına mektuplar göndererek görüşlerini duyurdu, konsey müzakerelerine katıldı, İslam grubunu bu amaçla bir kaç kez topladı, bu toplantılara başkanlık etti, İslam temas grubunu oluşturdu ve başkanlığını üstlendi, Güvenlik Konseyi üyeleri nezdinde pek çok girişim yaptı. Türki­ye ayrıca Genel Kurul'un Bosna sorununu gö­rüşmesi' için toplanmasını sağladı, bu amaçla gündeme yeni madde koydurdu ve 25 Ağus­tos 1992'de 46/142 sayılı kararın çık-masında öncü rol oynadı, kararın yazımı ve müzakere­sinde faal oldu, karar tasarasının Genel Kurula takdimini Türkiye yaptı. Keza 18 Aralık 1992'de kabul edilen 47/121 sayılı kararın ya­zımı ve müzakeresinde kilit rol aldı. Türkiye ayrıca Birleşmiş Milletler İnsan Hak-ları Ko­misyonunun, Bosna'daki insan haklan ihlalle­rini ele almak üzere Ağustos 1992'de olağan nüstü toplanması için enerjik girişimler-de bu­lunmuştur. Nihayet Türkiye Bosna Hersek'de hizmet gören Birleşmiş Milletler gücüne bir as­keri birlik göndererek katkıda bulunmuştur. 

1988'de sona eren İran - Irak savaşını izleyen dönemde ateşkesi denetleyen gözlem­ci gruba subay tahsis etmek suretiyle katılan Türkiye, daha sonra Irak-Kuveyt savaşını de­netleyen Birleşmiş Milletler misyonuna da subay vererek iştirak etmiştir. Türkiye Soma­li'deki Birleşmiş Milletler barış kuvvetine de bir birlikle katıldığı gibi kuvvetin başkomutan­lığını da bir Türk generali üstlenmiştir. 

Bu son dönemde Türkiye Birleşmiş Mil-letler'de daha çok görünen, daha atılgan bir rol almış ve Kıbrıs'ın dışındaki sorunlarla da il­gilendiğini göstermiştir. Birleşmiş Milletlerin 1995'i hoşgörü yılı ilan etmesi bir Türk inisiya­tifi sonucu olmuştur. Ayrıca Birleşmiş Millet­lerce kabul edilen İnsan Hakları ve Terörizm kararında da Türkiye belirleyici rol üstlenmiş­tir. 

Türkiye'nin Birleşmiş Milletlerde aktif politikasını sürdürmesi ve ağırlığına yaraşır bir konuma gelmesi için mensubu olduğu Batı grubundaki yerini güçlendirmesi gerekmekte­dir. Zira kendi coğrafi grubunda saygın yeri olmayan bir ülkenin Birleşmiş Milletlerdeki se­çimlerde başarı kazanması ve örgüt içinde müessir olması epey güçleşmektedir. Birleş­miş Milletler içinde etkin olmak büyük ölçüde grubun desteğini kazanmakla mümkün olabil­mektedir. Bu desteği kazanmak için Türki­ye'nin demokratik rejimini kuvvetlendirmesi, anayasasındaki antidemokratik hükümleri de­ğiştirmesi, bir kısım yasalarını da gözden ge­çirmesi önem arzetmektedir. Ayrıca Türki­ye'nin, başta Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme olmak üzere taraf olmadığı bütün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmelerine biran önce taraf olması gerekmektedir. Bu adımları atabildiği, insan haklarına saygı gösterdiği ve ülkenin birlik ve bütünlüğüne halel getirmeden güneydoğu so­rununa demokratik bir çözüm bulabildiği tak­dirde, Türkiye'nin batı grubundaki bugünkü marjinal konumu değişecek, Birleşmiş Millet­lerin en güçlü ve nüfuzlu grubu olan demok­ratik ülkeler grubunda hak ettiği yeri bulacak­tır. Bu başanlabildiği takdirde Güvenlik Kon­seyi veya İnsan Hakları Komisyonu gibi organlara seçilmemiz, Genel Kurul Başkanlığı gibi prestijli mevkilere aday olmamız, ve örgüt içinde başarılı insiyatifler almamız bir hayli ko­laylaşacaktır. 

islam Konferansının üyesi olan, Türki Cumhuriyetlerle ayrıcalıklı ilışkıleı sürdüren, Balkanlar'da, Kasfasya'da ve Orta Doğu'da ağırlıklı yeri olan bir Türkiye, mensubu oldu­ğu Batı Grubunda da layık olduğu saygınlığa kavuştuğu takdirde, Birleşmiş Milletlerin yıldız ülkeleri arasında yerini almış olacaktır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005