Birleşmiş Milletler ve Türkiye
Emekli Büyükelçi, Mustafa Akşin
İnsanlığı savaş afetinden korumak için kurulan
Birleşmiş Milletler Örgütü 1995'te 50.
yıldönümünü.kutlamaktadır. Böyle bir yıldönümünde
Birleşmiş Milletlerin geçmişte başardıkları ve
başaramadıklarına kısaca göz atıp, gelecekte
oynayabileceği rol hakkında bazı tahminler yaptıktan
sonra, Türkiye'nin örgütteki yeri ve yarının
Birleşmiş Milletlerinde Türkiye'nin etkinliği
hakkında düşünmek yararlı olacaktır.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesin-den beri çıkan
pek çok silahlı çatışmaya baka-rak, Birleşmiş
Milletlerin asli görevinde başarısız olduğu hükmüne
vanlabilirse de böyle düşünmek yanlış olur. Soğuk
savaşın yarattığı kilitlenmeden dolayı Güvenlik
Konseyi istendiği gibi çalışamadağı halde, 50 yıl
zarfında Üçüncü Dünya Savaşı çıkmamış, çıkan küçük
savaşlar da yayılmadan belirli sınırlar içinde
tutulabilmiştir. Bu neticenin sağlanmasında nükleer
dehşet dengesinin rolü büyük olmak-la beraber,
Birleşmiş Milletlerin payı da inkar edilmemelidir.
Soğuk savaşın sona ermesi ile Birleşmiş Milletler
yeni bir hayatiyete kavuşmuş, yıllardan beri
süregelen Güney Afrika, Orta Amerika, Kamboçya ve
Orta Doğu gibi anlaşmazlıklar süratle çözüm bulma
sürecine oturtula-bilmiştir. Soğuk savaşın sona
ermesi dönemine tesadüf eden Irak - Kuveyt sorunu
Birleşmiş Milletlerin ne denli etkili olabileceğini
kanıtlamıştır. Irak'ın Kuveyt'i istila ve ilhak
etmesi gibi açık bir tecavüz olayı karşısında
oybirliği ile karar alabilen Güvenlik Konseyi aynı
görüş birliğini Bosna, Somali, Ruanda örneklerinde
gösterememiştir. Bu örneklerdeki çatışmaların iç
savaş niteliği göstermesi, bazı Güvenlik Konseyi
üyelerinin siyasi iradelerinin yetersizliği, mali
kaynak ve personel sıkıntıları gibi çeşitli
nedenlerle Birleşmiş Milletler bu sınavlardan kötü
not almış, 1990-1991 yıllarında kazandığı prestiji
büyük ölçüde yitirmiştir.
Günümüzde silahlı çatışmaların bir ülkenin diğerine
saldırmasından çok, iç savaş şeklinde tezahür etmesi
ve Somali, Ruanda, Liberya örneklerinde olduğu gibi
merkezi hükümetin çökmesi sonucunu doğurması
Birleşmiş Milletlerin klasik barışı koruma
yöntemlerini geçersiz kılmaktadır.
50 yıl zarfında büyük bir esneklik göstermiş
bulunan Birleşmiş Milletlerin yeni gelişmelere de
uyum sağlayacağına inanmak gerekir. Nitekim
günümüzde üyeler arasında bu yönde yeni arayışlar
yoğun bir biçimde sürdürülmektedir.
Birleşmiş Milletler savaşları önlemek için çatışmaya
doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde yol açan bütün
durumları ele almış, bunlara dünya ölçekli çözümler
aramıştır. Ekonomik ve sosyal kalkınma, insan
haklan, aşırı nüfus artışı, çevrenin korunması gibi
insanlığı yakından ilgilendiren konularda değerli
hizmetler veregelmiş olan Birleşmiş Milletlerin
ileride de bu yönde hizmet vereceği kuşkusuzdur.
185 ülkeyi bir araya getiren, her türlü
uluslararası meselenin serbestçe tartışılmasına
imkan veren, ve çevre, uluslararası terörizm, aids,
uyuşturucu ticareti gibi küresel konuları ele
alabilen Birleşmiş Milletlerin önümüzdeki yıllarda
öneminin giderek anacağını öngörmek mümkündür.
Klasik egemenlik kavramının sulanması ve ülkelerin
karşılıklı bağımlılığının artması sonucu gittikçe
daha çok ihtiyaç duyulmaya başlanacak uluslarüstü
nitelikte bir kurum arayışına Birleşmiş Milletlerin
giderek artan ölçüde cevap vermesi beklenmelidir.
Uluslararası ilişkilerde merkezi bir yeri olan ve
ileride daha da ağırlık kazanmaya aday gözüken
Birleşmiş Milletlerde Türkiye'nin yeri nerededir?
Birleşmiş Milletlerin ilk 20 yılında Türkiye'nin
başlıca kaygısı güvenliğine yönelik ağır Sovyet
tehdidini nötralize etmek olmuştur. Türkiye bu
amaçla batı ülkeleri ile ittifaka girmiş ve bu
ülkelerle dayanışmayı güçlendirmeye çalışmıştır.
Sömürge imparatorluklarının çözüldüğü bu dönemde,
Türkiye çoğu kez sömürgeciliğin tafsiyesi yönündeki
tercihlerini bir kenara iterek müttefikleri ile
birlikte hareket etmek mecburiyetini duymuştur. Bu
dönemde Türkiye, Birleşmiş Milletlerde sıkıntılı
durumlara düşmüş, örgüt içinde oynadığı rol de,
güvenlik kaygılarıyla soğuk savaşa endeksli
kalmıştır.
1963-1964 Kıbrıs olaylarının patlak vermesi ile
yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Haziran 1964'de
Başkan Johnson'un Başbakan İnönü'ye yazdığı mektup
yüzünden Türkiye'nin müttefiklerarası dayanışmayı ne
paha-sına olursa olsun kollama azmi ağır bir darbe
yemiş, ayrıca NATO'nun güvenirliği hakkında da bazı
kuşkular doğmuştur. Bilahare, Kıbrıs meselesi
Birleşmiş Milletlere geldiğinde Türkiye yapılan
oylama sonucu yalnızlığını görmüş ve geleneksel
politikasını bir kenara bırakmak zorunda kalmıştır.
Bu suretle Türkiye, bir taraftan Sovyet Bloku
ülkeleri ile ilişkilerini daha dengeli bir zemine
oturtma adımlarını atmış, diğer taraftan
bağlantısız ülkelerle de daha dostane ilişkiler
kurmak için her türlü çabaya başvurmuş, onların
sorunları ile daha yakından ilgilenmeye
başlamıştır.
Böylece Kıbrıs meselesi Türkiye'yi Birleşmiş
Milletlerde çok yönlü bir politika izlemeye
zorlamış, bütün gruplarla iyi ilişkiler sürdürmeye
yönlendirmiş, kendisiyle doğrudan ilgisi olmayan
sonınlarla da uğraşmaya sevket-miştir. Bu suretle
Türkiye'ye yeni ufuklar açmakla beraber, Kıbrıs
meselesi bir bakıma Birleşmiş Milletlerdeki manevra
alanımızı daraltmış, bizi meselelere hep Kıbrıs
sorunu üzerinde olabileceği etkileri açısından
bakmaya zorlamıştır. Ancak, son yıllarda
Türkiye'nin artık bu kısıtlayıcı tesirden büyük
ölçüde kurtulmakta olduğu görülmektedir. Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin. Rum ambargosuna
rağmen, demokratik meşruiyet içinde varlığını
sürdürmesi, adanın her iki kesiminde barışın hüküm
sürmesi ve ambargonun olumsuz etkilerine karşın,
güneyde olduğu gibi kuzeyde de refahın artması ile
fiili bir çözüm orta/a çıkmış gibidir. Bulunacak
nihai çözüm büyük ölçüde adadaki bugünkü durumu
yansıtacak-tır. Rum tarafının sürekli olarak canlı
tutmaya çalıştığı Kıbrıs meselesi Birleşmiş
Milletlerde artan ölçüde yapay ve zorlama bir sorun
olarak algılanmakta ve Rumların bütün çabalarına
rağmen üye ülkelerin ilgi alanı dışına kaymaktadır.
Son yıllarda, başta Sovyetler Birliği olmak üzere,
çeşitli çok uluslu ülkeler ulusal esasa göre
bölünmüş ve yeni oluşan devletler "şelf
determinasyon" doktrininin bir icabı olarak
Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmiştir.
Üyelik için aranan iki şart da bölünmenin halkın
demokratik iradesini yansıtması ve yeni devletin
barışsever olmasından ibarettir. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti her iki şartı da yerine getirdiğine
göre, mevcut emsallerin er geç adaya da
uygulanmasını beklemek yanlış olmaz.
Birleşmiş Milletlerde Türkiye'nin etkinliğinin
artmasında önemli bir faktör Bosna Her-sek'in
1992'de bağımsızlığını ilan etmesi olmuştur.
Saraybosna'ya ve diğer müslüman yerleşim
merkezlerine karşı Sırp hareketinin başlaması ile
Türkiye Güvenlik Konseyinde, Genel Kurulda ve
UNESCO'da çeşitli girişimlerde bulunmuştur. O
tarihlerde Türkiye'nin İslam Konferansı Örgütünün
başkanlığını yürütüyor olması, Türkiye'nin
ağırlığını arttırmış, yaptığı girişimler 50 küsur
üye adına yapılmakla daha fazla yankı bulmuştur.
Bu çerçevede, Türkiye Bosna Hersek'in Mayıs 1992'de
Hırvatistan ve Slovenya ile eşzamanlı olarak
Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmesi için
çaba harcayarak bunu sağladı. Türkiye Güvenlik
Konseyi üyesi olmadığı halde, konu hakkında Konsey
Baş-kanına mektuplar göndererek görüşlerini duyurdu,
konsey müzakerelerine katıldı, İslam grubunu bu
amaçla bir kaç kez topladı, bu toplantılara
başkanlık etti, İslam temas grubunu oluşturdu ve
başkanlığını üstlendi, Güvenlik Konseyi üyeleri
nezdinde pek çok girişim yaptı. Türkiye ayrıca
Genel Kurul'un Bosna sorununu görüşmesi' için
toplanmasını sağladı, bu amaçla gündeme yeni madde
koydurdu ve 25 Ağustos 1992'de 46/142 sayılı
kararın çık-masında öncü rol oynadı, kararın yazımı
ve müzakeresinde faal oldu, karar tasarasının Genel
Kurula
takdimini Türkiye yaptı. Keza 18 Aralık 1992'de
kabul edilen 47/121 sayılı kararın yazımı ve
müzakeresinde kilit rol aldı. Türkiye ayrıca
Birleşmiş Milletler İnsan Hak-ları Komisyonunun,
Bosna'daki insan haklan ihlallerini ele almak üzere
Ağustos 1992'de olağan nüstü toplanması için enerjik
girişimler-de bulunmuştur. Nihayet Türkiye Bosna
Hersek'de hizmet gören Birleşmiş Milletler gücüne
bir askeri birlik göndererek katkıda bulunmuştur.
1988'de sona eren İran - Irak savaşını izleyen
dönemde ateşkesi denetleyen gözlemci gruba subay
tahsis etmek suretiyle katılan Türkiye, daha sonra
Irak-Kuveyt savaşını denetleyen Birleşmiş Milletler
misyonuna da subay vererek iştirak etmiştir. Türkiye
Somali'deki Birleşmiş Milletler barış kuvvetine de
bir birlikle katıldığı gibi kuvvetin
başkomutanlığını da bir Türk generali üstlenmiştir.
Bu son dönemde Türkiye Birleşmiş Mil-letler'de daha
çok görünen, daha atılgan bir rol almış ve Kıbrıs'ın
dışındaki sorunlarla da ilgilendiğini göstermiştir.
Birleşmiş Milletlerin 1995'i hoşgörü yılı ilan
etmesi bir Türk inisiyatifi sonucu olmuştur. Ayrıca
Birleşmiş Milletlerce kabul edilen İnsan Hakları ve
Terörizm kararında da Türkiye belirleyici rol
üstlenmiştir.
Türkiye'nin Birleşmiş Milletlerde aktif politikasını
sürdürmesi ve ağırlığına yaraşır bir konuma gelmesi
için mensubu olduğu Batı grubundaki yerini
güçlendirmesi gerekmektedir. Zira kendi coğrafi
grubunda saygın yeri olmayan bir ülkenin Birleşmiş
Milletlerdeki seçimlerde başarı kazanması ve örgüt
içinde müessir olması epey güçleşmektedir.
Birleşmiş Milletler içinde etkin olmak büyük ölçüde
grubun desteğini kazanmakla mümkün olabilmektedir.
Bu desteği kazanmak için Türkiye'nin demokratik
rejimini kuvvetlendirmesi, anayasasındaki
antidemokratik hükümleri değiştirmesi, bir kısım
yasalarını da gözden geçirmesi önem arzetmektedir.
Ayrıca Türkiye'nin, başta Kişisel ve Siyasal
Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik,
Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme olmak
üzere taraf olmadığı bütün Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Sözleşmelerine biran önce taraf olması
gerekmektedir. Bu adımları atabildiği, insan
haklarına saygı gösterdiği ve ülkenin birlik ve
bütünlüğüne halel getirmeden güneydoğu sorununa
demokratik bir çözüm bulabildiği takdirde,
Türkiye'nin batı grubundaki bugünkü marjinal konumu
değişecek, Birleşmiş Milletlerin en güçlü ve
nüfuzlu grubu olan demokratik ülkeler grubunda hak
ettiği yeri bulacaktır. Bu başanlabildiği takdirde
Güvenlik Konseyi veya İnsan Hakları Komisyonu gibi
organlara seçilmemiz, Genel Kurul Başkanlığı gibi
prestijli mevkilere aday olmamız, ve örgüt içinde
başarılı insiyatifler almamız bir hayli
kolaylaşacaktır.
islam Konferansının üyesi olan, Türki
Cumhuriyetlerle ayrıcalıklı ilışkıleı sürdüren,
Balkanlar'da, Kasfasya'da ve Orta Doğu'da ağırlıklı
yeri olan bir Türkiye, mensubu olduğu Batı Grubunda
da layık olduğu saygınlığa kavuştuğu takdirde,
Birleşmiş Milletlerin yıldız ülkeleri arasında
yerini almış olacaktır.
|