Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Bloklaşan Dünyada İslâm Bölgesi 

Nevzat Yalçıntaş 

İslâm Ülkelerinin yer aldığı bölge, do­ğuda Filipinleri teşkil eden adalardan başla­makta ve batıya doğru uzanarak Atlantik Ok­yanusu sahillerine ulaşmaktadır. Bu geniş sa­hanın kuzey sınırları Sibirya tundraları ve gü­neyi de Afrikanın henüz ortadan kalkmamış ormanları ile çevrilidir. Dünyanın Kuzey-Gü-ney aksının ortasında yer alan ve onu bölen bu bölgede Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz ve Hazar gibi iç denizler ve Nijer, Nil, Fırat , Dicle, Seyhun, Ceyhun, İndus ve Ganj gibi önemli nehirler bulunmaktadır. 

Dış sınırlarını böylece işaret edebile­ceğimiz bu stratejik orta bölgede halen sayı­lan 54'e varan müstakil "İslâm Ülkesi" yer al­mıştır. Henüz istikbaline kavuşamamış ve bunu hedefleyen İslâm topluluklarının da varlığını göz önüne alırsak bu sayının daha da artacağını kabul edebiliriz. Burada zikre­dilen "İslâm Ülkesi" tarifi hukukî bir temele dayanmakta, ilerde ele alınacak olan "İslâm Konferansı Teşkilatı"na (İKT) üye olan Bir­leşmiş Milletlere dahil ülkeler kasdedilmekte-dir. Bu müstakil islâm ülkeleri ve genellikle "İslâm Bölgesi'hde yaşayan toplam nüfusun 1,2 milyarı bulduğu hesap edilmektedir ki; bu bugünkü dünya nüfusunu yüzde 20 sini teşkil etmektedir. Bölge başta petrol olmak üzere önemli tabiî kaynaklara ve hayatî geçiş yollarına sahip bulunmaktadır. 

Çok çeşitli açılardan baktığımızda İs­lâm Bölgest'nin tek tek devletler ve tüm dün­ya bakımından hayatî önemi açıkça görül­mektedir. Dünyanın diğer bazı bölgelerinde ve özellikle Kuzey Yarım Küresinde, son bir kaç on yılda köklü değişmeler ortaya çıkmış­tır ve bunlar gelişerek devam etmektedir. Bu belirgin ve neticeleri bütün dünya milletleri üzerinde tesirli olmakta bulunan değişmele­rin vuku bulduğu sahalara baş tarafında geo politik alan gelmektedir. Çok kısa ifade et­mek ve böyle bir ifade şeklinin mahzurlarını da kabullenerek dünyanın siyasî haritası te­mel değişikliklere uğramaktadır diyebiliriz. 

tşte bu noktada herkesi, hepimizi doğ­rudan  doğruya  ilgilendiren  bir sual  ortaya çıkmaktadır ve bu da şudur:  "İslâm Bölgesi, Dünyada belirgin bir şekilde ortaya çıkan bu köklü geo-politik değişikliğe, bir bütün olarak cevap verecek gelişmeleri hazırlayıp gerçekleştirme sah/asına geçmiş  durumda mıdır?" Bu kısa    makalenin amacı bu sualin cevabını aramaktır. Bunun için çok uzun yer kaplıyacak ve hemen ulaşılabilecek kaynak­larda mevcut verileri burada sergilemek yeri­ne  önemli  vakıalara  dayanılarak  sonuçlara varılmaya  çalışılacaktır.  Elbette burada söz konusu olan "İslâm Bölgesinin cevabı"'kısmî mahiyetteki uyum sağlamalar veya İslâm ül­kelerinin kendi seviyelerinde kalan tek tek başvurdukları uygulamalar değildir. Üzerinde durulacak husus   "Bölge" bütünlüğü  içinde gerçekleştirilmesi söz konusu olan değişiklik­ler ve uygulanan politikalardır.  

Değişmeler ve Bloklaşma 

Dünyada, ortaya çıkan değişmelerin sür'atli bir şekilde cereyan ettiği bir dönemi yaşıyoruz. Sadece 1980 den beri geçen son 15 yılı dahi ele alsak bu dönemde derin de­ğişmelerin vukuu bulduğunu hepimiz gör­müş bulunuyoruz. Değişmeler şüphesiz ki bir iki sahada değil ve fakat çok çeşitli alanlarda ortaya çıkmış bulunmaktadır. Dünyamız he­men her dalıyla önemli teknolojik ilerlemele­re sahne oluyor. İlmi çalışmaların ulaştığı se­viyeler devamlı yükseliyor. İletişim sistemi­nin gelişmesinde, uydu teknolojisinde adeta yeni bir çağ yaşanıyor. Bunun sonucu olarak "medya" hizmetleri evrenselleşmekte, tesiri yoğunlaşmakta ve enformasyona ulaşma yö­nünden "dünya küçülmekte".

İlim, teknoloji ve özellikle de iletişim ve uluşım sahalarında hızlı gelişmeler ortaya çıkarken dünyadaki geo-politik konumda da temelden derin değişmelerin ortaya çıktığını gördük. Bu kategorideki değişmelerin dö-nüm noktasını, gelişmeleri mahiyet ve hacmi göz önüne alındığında, eski Sovyetler Bir­liğinde M. Gorbaceıtun siyasi yönetimin ba­şına geçmesi olarak kabul edebiliriz (Mart 1985) . O tarihten bugüne kadar geçen süre sadece 10 yıldır. İşte bu kadar kısa bir süre içerisinde dünyanın geo-politik durumunda önde gelen devletlerin siyasî konumlarında köklü değişiklikler meydana geldi. Daha ön­ceki dönemlerde, uzun zaman dilimlerine yayılan değişmeler, bu son 10 yılda gerçek­leşti. Bu siyasi değişiklikler, üzerlerinde uzun yorumlar yapmaksızın şu başlıklar altında ifa­de edilebilir. 

1-  Doğu Avrupa bölgesinde yer alan devletlerin Sovyetler Birliği hegemonyasın­dan kurtulmaları. Varşova Paktı'nın tasfiyesi.

2-  Berlin duvarının yıkılıp 2 Alman-yanın birleşmesi.

3- Komünist Sovyet rejiminin çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılması (Ağustos-Aralık 199D. Bağımsız Devletlerin ortaya çıkması.

4- A.B.D.'lerinin büyük siyasi güç ola­rak rekabet üstünlüğüne sahip olması.

5- "A.B.D.'nin Liderliği" ve "Yeni Dün­ya Düzeni" doktrini uygulamalarının belir­ginlik kazanması.

Şu hususu ehemmiyetle belirtmek ge­rekir ki burada zikredilen bütün bu değiş­meler ve diğerleri sahası yaygın ve büyük güçleri karşı karşıya getiren harpler patlak vermeden meydana gelmiştir. Bu ise "Dehşet Dengesi"nm insanlığa sağladığı önemli bir katkı olarak değerlendirilebilir 

Batının Üstünlük ve Nüfuz Meselesi 

Dünyadaki güç dengeleri ve hâkimiyet konumuna eğildiğimizde "Batı" sıfatlandır­ması ile isimlendirilen Avrupa, Amerika böl­gesinin özellikle son iki asırdır üstünlüğü ele geçirdiği görülmektedir. Bu durum şüphesiz çok sayıda değişiklikler ve gelişmelerin so­nucu olarak ortaya çıkmıştır. Burada "Keşif­ler"  "Sanayi İnkılabı" ve   "Müstemlekecilik 

Dönemi" gibi geçen asırlara ve "teknolojide hızlı ilerleme" "Refah ekonomisi" "demokrasi" ve "bilgi toplumu" gibi 20. yüzyıl gelişme­lerine özellikle atıfta bulunmak gerekli ol­maktadır. 

Güç dengelerindeki üstünlük ve haki­miyet konusunda geçen son 2 asırdır 3 lü bir sıralanma ve iç içe olma durumunun, günü­müze yaklaştıkça daha belirgin hale geldiği ve muhitten ana güç merkezine doğru darala-rak yoğunlaştığı müşahade edilebilmektedir. Bu muhit-merkez ilişkisi ve zaman içinde be­lirgin halde oluşması şöyle bir 3'lü iç içelik halinde tanımlanabilir: 

1-  Batının genel olarak üstün konuma geçmesi,

2- Batı içinde Anglo-Amerikan aksının varlığı,

3-     Anglo-Amerikan beraberliğinde A.B.D.'nin ön plana geçerek tek "süper güç" üstünlüğünü elde etmesi. 

Böyle bir sıralanma zannediyoruz ki son 2 asırdaki gelişmeler ve özellikle 1. ve 2. Dünya Harbinin kaderinin tayininde devletle­rin oynadığı rollerin ağırlığı ve günümüzdeki değişikler göz önüne alınırsa kabul edilebilir. Batı Avrupanın üstünlüğü zaman içerisinde Anglo-Amerikan işbirliğinin tayin edici rolü­ne ve zamanımızda da A.B.D.'nin liderlik gü­cüne doğru kaymıştır. Bu son durum "Körfez Krizi"nde A.B.D.'n\x\ üstlendiği rol ile çok açık olarak görülmüştür. 

Batının ve gelişmeler sonucu A.B.D. nin üstün duruma geçmesi hangi tahlil zemi­nine oturtulursa oturtulsun, sonuç olarak güç dengesinin bozulmasının menfi tesirleri der­hal islâm bölgesinde doğrudan doğruya orta­ya çıkmıştır. Ekonomi, teşkilatlanma, tekno­loji ve askerî güçte üstünlüğü ele geçiren batı bölgesi ülkeleri, hemen hiç ciddî mukavemet görmedikleri güney ve kuzey Amerika kıta­larından sonra, doğuya dönmüşler ve islâm bölgesini müstemlekeleştirmeye başlamış­lardır. 19. yüzyıl İslâm dünyası için karanlık bir  dönem  olmuş,  20.  asrın başlangıcında bütünlüğünü koruyabilmiş tek islâm devleti, Osmanlı İmparatorluğu da batılı güçlerin ve özellikle İngilterenin devamlı saldırıları sonu­cu dağılıp ortadan kalkmıştır. 

Ortaya çıkan yeni güç konumu karşı­sında islâm ülkeleri son iki asırdır gerekli ve geçerli değişimleri hazırlayıp gerçekleştire­memişlerdir. İkinci Dünya Harbinden sonra meydana çıkan yeni siyasî şartlar, müstemle­keciliğin tasfiyesi ve "Bloklararası Soğuk Sa­vaş" dönemi İslâm Bölgesinde yeni müstakil islâm ülkelerinin birbiri ardına "müstakil" devletler olarak dünya sahnesinde yerini al­malarına zemin teşkil etmiştir.

İkinci Dünya Harbi sonrası dönemde ortaya çıkan sosyo-ekonomik, askerî ve siya­sî şartlar, Batı Avrupadaki değişiklikler Sov­yet İmparatorluğunun dağılması ve üstünlük­te rekabet, günümüz dünyasında yeni özel­likler taşıyan, birinci derecede önemli bir ge­lişmeyi meydana getirdi: Bu da "Bloklaşma" politikası ve gerçeğidir. Dünün NATO ve Varşova Paktları etrafındaki "Batı ve Doğu Blokları" yerine günümüzde başka özellikler taşıyan yeni ve güçlü "Bloklaşmalar teşek­kül etmektedir. 

Bu yeni  "Bloklaşma" hareket ve sa­hasının  temelinde   "Batı" ülkelerinin  kendi aralarındaki çatışmaları kaldırmak, dünya pi­yasalarında daha güçlü bir rekabet kaabiliye-ti kazanmak fikri, tayin edici mahiyette yer almaktadır. Batı ve özellikle Avrupa ülkeleri, aralarında   patlak   vermiş   olan   ihtilâfların silâhlı çatışmalara varmasının çok ağır bedel­lerini sadece 20. asırda iki dünya harbi ile ödemiş olduklarından bir defa daha bunun tekrarını   istememektedirler.  Batı  Avrupada 40 sene önce "Ortak Pazar" ölçeğinde ve te­melinde önce 3 ve müteakibin de 6 devletle (Belçika,  Hollanda,  Lüksemburg,  Almanya, Fransa,  İtalya) başlatılmış  olan  ilk önemli Bloklaşma zaman içinde gelişerek şimdilik 15 devletli ve tam bir    "Bütünleşmeye" yö- nelmiş  "Avrupa Birliği" haline gelmiştir. Ha| len bu Birliğin içine Çekoslavakya, Macaris-tan ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerini dahil etme hedefi takip edilmektedir. A.B. nin "Bütünleşme" ana hedefinin temelinde "Hristiyan olma" gibi ayırıcı bir unsurun yer aldığı Birlik üst düzey sorumlarının zaman zaman yaptıkları beyanlardan ve özellikle Türkiye'nin başvurularına karşı takınılan tu­tumlardan anlaşılmaktır. 

Avrupa önce batı kesimiyle ve halen de doğu bölgesi ile kendi arasında bloklaşıp "Bütünleşir"ken Kuzey Amerikada da aynı politikanın uygulanması kısa bir zamanda or­taya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri kuzeyindeki Kanada ve güneyindeki Meksi­ka ile beraber bir "Kuzey Amerika Serbest Ti­caret Bölgesi" (NAFTA) meydana getirmiştir. Bu "Bölge" zaman içinde A.B. örneğini takip ederek en azından sosyo-ekonomik alanda tam bir "Bütünleşmeye gidebilir. Benzer bir başlangıç dünyamızın uzak doğu kesiminde ortaya çıkmış ve "Asya-Pasifik Ekonomik İş­birliği" Anlaşması (APEC) bu bölgenin çeşitli ülkeleri arasında imzalanmıştır. Bu yeni An-laşmanın da Asya Pasifik Bölgesinde bir Bloklaşmaya sevkedeceği söylenebilir. 

Görülüyor ki bugün teşekkül etmekte olan yeni  "Bloklaşma" ve  "Bütünleşmeler dünkü şekli ile "Doğıı^Batı".bloklaşmasından farklı olarak sıkı sıkıya askerî hedeflerin et­rafında değil ve fakat sosyo-ekonomik ve si­yasi faktörler temelinde kuaılmakatır.   Bu hükme kısmî bir istisna olarak, Rusya Fede­rasyonunun  "Bağımsız Devletler Topluluğu" (BDT) Anlaşmaları  çerçevesinde  bir   "Blok" oluştururken askeri hedefleri de ön planda gözetmesi   örneği   zikredilebilir.   Rusyanın BDT"yi yeni bir devletler "Blok'iı olarak yü­rütmek ve çeşitli alanlarda "Bütünleştirmek" istediği açıktır. Esasen 21 Ocak 1995 tarihin­de Moskovadaki BDT ülkeleri toplantısı mü­nasebetiyle Yeltsin bu Topluluğun A.B.'- nin metod, yol ve hedefini takip etmesi gerek­tiğini açıkça beyan etmiştir. Kaldıki Rusya Fe-derasyonunda Aralıkl993 seçimlerinin sonu- cunda ortaya çıkan siyasi durum, bu ülkede eski  SSCBni BDT çerçevesi  içinde canlan-'  dırmak amacı güden güçlü cereyan ve mak- satların mevcut olduğunu göstermiştir. Bu siyasî hedefi güdenlerin, önemli bir oy mik­tarını temsilen Rus Parlementosuna gelen Ju rinovski ve grubundan ibaret olmadığı Kasını 1994 tarihinde patlak veren Çeçenistan istilâ harekatı ile bir defa daha görülmüştür. Rusya Federasyonu, bugünkü politikaları ile, BDT Bloklaşmasını eski Rus Emperyalizminin ye­ni bir şekli olarak kurmak yoluna gitmiştir. "AKKA" - Avrupa Konvensiyonel Kuvvetler Antlaşması-nı özellikle Kafkas Bölgesinde delme siyaseti de Rusya Federasyonunun bu siyasî hedefinin yeni bir tezahürüdür. 

İslâm Bölgesinde Birlik İhtiyacı 

Yukarıda oldukça kısa bir şekilde açık­lanan yeni ve değişik derecelerde "Bütün-leşmefye yönelmiş Blokları bir dünya haritası üzerine koyar ve bunlarla birlikte Çin ve Hindistan gibi esasen geniş saha ve nüfusa sahip ülkeleri de işaretlersek, böyle bir gö­rünüm karşısında "İslâm Bölgesi"n'nin nasıl darına dağınık bir durumda olduğu çok net şekilde anlaşılacaktır. 54 ülkeden oluşan İs­lâm Bölgesi, NAFTA, A.B, BDT gibi çok bü­yük imkân ve potansiyele sahip Blok'ların güneyinde, Çin ve Hindistanın batısında yer almıştır. 

Bu durum, İslâm Bölgesine, elbetteki tehlikeli bir zaaf getirmektedir. Bu zaaf bö­lünmüşlük ve sonuçta çatışma ortamıdır. Fiilen de bu durum haince olmakta ve İslâm ülkeleri bir taraftan her alanda kalkınma he­deflerini gerçekleştirmeye çabalarken, diğer taraftan da bununla tezat teşkil eden bir du­rum olarak aralarında veya diğer güçlerle çatışmaya, bölgesel harplere sürüklenmek­tedirler. İkinci Dünya Harbinden bugüne bu durumun çok sayıda acı örnekleri yaşanmış­tır. 

Kaldıki yeni Bloklaşma'lar (NAFTA, AB, BDT) içinde yer alan ülkeler ve Hindis­tan İslâm Bölgesinin içinde bulunduğu zaaf durumundan yararlanarak bu Bölgeye silâhlı saldırı ve müdahaleler yapmışlar veya do­laylı, vekâlet vererek (By Proxy) çatışmaları organize etmişlerdir. Gerçekten "İslâm Bölgesi" 2. Dünya Harbi sonrası döneminin bir "Çatışma Alanı" haline gelmiştir. İki Büyük askerî Blok'un temas ve çatışma uç noktaları olan Kore ve Vietnam Harpleri dışarda bı­rakılırsa bu dönemin hemen bütün silâhlı ih­tilafları İslâm Bölgesinde cereyan etmekte, askerî müdahale ve operasyonlar burada ya­pılmaktadır. 1947 Filistin silâhlı çatışmala­rından Keşmir olaylarına, Süveyş Kanalı müdahalesinden Afganistanın istilasına, Irak-İran savaşından Körfez Harbine, son olarak Azerbaycana Ermeni ve Bosnaya Sırp saldırılarına kadar her ölçekteki harbin sah­nesi İslâm Bölgesi olmuştur. Ayrıca "Batı" Bloku içindeki bazı devletler islâm ülkeleri içinde de "sivil harp" facialarının patlak ver­mesinde başlatıcı, tahrik edici ve besleyici roller almaktadırlar. Cezayirdeki kardeş kav­gası faciasında Fransanın ve Türkiyedeki PKK terörindeki bazı dış devletlerin rolleri saklanamayacak kadar aşikâr haldedir. 

İslâm Bölgesine yönelik olumsuz ve tahrip edici hareketler elbette her defasında sıcak harp veya iç çatışmalar, bölünmeler şeklinde tezahür etmemektedir. Birçok olum­suz müdahale ve sömürü iktisadî siyasî, sos­yal ve kültürel alanlardada ortaya çıkmakta­dır. Bölgedeki petrol ve diğer kaynaklar ve hatta su imkânları baskı, gerginlik ve sonun­da sömürü konusu olmaktadır. Son olarak Bölgedeki ülke ve topluluklarının kimlikleri­nin teşkil eden, kültüre! ve manevi değerle­rine yönelik baskı ve müdahaleler de baş­latılmıştır. Daha çok "Batı" kaynaklarından doğan bu yeni müdahale sloganı ve hatta "harp çığlığının" dayandırılmak istendiği ana kavram "İslâm Fondamentalizmi" dir.

Bu kavram ön plana çıkarılarak ve yine ağırlıkla "Batı" dan organize edilmiş ça­tışmalar ve iç terör örnekleri ele alınarak İs­lâm Bölgesindeki tikelere yeni müdahaleler hazırlandığının tezahürleri belirmiştir. Şubat 1995 de NATO Genel Sekreteri Willy Claes Komünizm tehlikesi bitti onun yerine İslâmî köktendinciliği geldi" şeklinde bir beyanda bulunmuş ve ATOhun İsrail, Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas'ı bir toplantıya çağırarak bu meseleyi ele almak istediğini açıklamıştır. Bu elbetteki islâm ülkelerine yeni bir müdahele-nin, NATO çatısı altında bir başlangıcıdır ve Türkiye'yi de bu Teşkilatın üyesi olarak zor duruma düşürecektir. 

"Batıya karşı İslâm Fondomantalizmi tehlikeli" sloganı İslâm Bölgesine yönelik yeni bir tehdit unsuru olarak oluşturulmak­tadır. Bu, fikrî sahada H. Kisingergibi tahlilci ve siyasiler tarafından teorik temelde ileri sürüldükten başka; Rus askerî birliklerinin 19 Ocak 1990 tarihinde Azerbeycan'a yaptıkları kanlı müdahalenin de sebeblerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bu samimiyetsiz açıkla­malara o zaman en yerinde cevaplardan biri­sini Azerbaycanlı büyük şair ve siyaset ada­mı Bahtiyar Vahapzade yermiş ve "Ko­münizmin 70 yıllık maddî ve manevî tahri­batından yeni çıkmış olan 7 milyonluk Azer-baycanda değil dinî köktencilik güden, fa­kat acaba İslâmın esaslarını tam olarak öğrenebilmiş 70 kişi bulunabilir mi? de­mişti. Esasen Rusya Federasyonunun bir ta­raftan Ermenilere verdiği destek ve diğer ta­rafta da Haziran 1993'de E. Elçibeyin iktidar­dan uzaklaştırılması olaylarındaki rolü onun Azerbaycana karşı takip ettiği politikanın gerçek yönünü ortaya koymuş ve baskılar sonucu Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ay­nen komşusu Gürcistan gibi BDT anlaşması­na dahil olmak için Moskovada Şvardnadze ile birlikte imza atmak zorunluluğuna sü­rüklenmişlerdir. 

Mevcut bloklaşmalar ve bunların içinde yer alan devletlerden islâm bölge ve ülkelerine yönelik çeşitli müdahale, baskı ve sömürü örnekleri çok sayıda verilebilir. Bü­tün bunlar Türkiye'nin de dahil olduğu böl­genin içinde bulunduğu zaafı sadece teyid mahiyetinde olacaktır. Bu noktada İslâm Böl­gesinde birlik ihtiyacı belirmektedir. 

İslâm Konferansı Teşkilatı (İKT) ve Tesirliliği 

İslâm Bölgesinin, özellikle Batı ve teşekkül   etmiş  olan   "Blok'lzr  karşısındaki tehlikeli zaafı müslüman liderler, yöneticiler ve aydınlar tarafından görülmüş ve olaylar bu teşhisi doğrulamıştır. İslâm ülkelerinin bir araya gelerek beraberlik meydana getirme yolundaki önemli adım Kudüsteki kutsal El Aksa Camii'nin 1969 da yakılmasından sonra atılmıştır. Dünyadaki bütün müslümanları vicdanen sarsan bu müessif olaydan sonra Simdi Arabistan Kralı merhum Faysal tbn-i Abdülazizün öncülüğünde islâm ülkelerinin Kral, Cumhurbaşkanı ve üst düzey temsilcile­ri Rahatız toplanmışlardır. Tertip edilen top­lantılar neticesinde merkezi Cidde'de olmak üzere "İslâm Konferansı Teşkilatı'(İKT) ku­ruldu. 

Türkiyenin de başlangıç tarihinden beri üyesi bulunduğu İKT 1969 yılından bu­güne varlığını sürdürmüş ve faaliyette bulun­muştur. Teşkilatın Cidede' daimi bir sekreter-yası vardır. Konferans çerçevesinde "İslam Ülkeleri Zirvesi1' ve "İslam Dışişleri Bakanları Konferansı" toplantıları muntazam aralıklarla yapılmaktadır. İKT'nin birçok İslâm ülkesin­de yan kuruluşları, merkezleri, bağlı teşkilat­ları mevcuttur ve bunlar bugüne kadar var­lıklarını sürdürmüş, çeşitli faaliyetlerde bu­lunmuşlardır. İKT'nin en çok bilinen kuru­luşlarından birisi Cidde'de bulunan "İslâm Kalkınma Baııkası'ihr. 

İKTnin 25 seneyi bulan varlığına rağmen İslâm Ülkeleri arasında etkili bir iş­birliği, dayanışma ve karşı karşıya bulundu­ğu bloklaşmalar muvacehesinde geçerli bir alternatif teşkil ettiği söylenemez. Yapılan bütün "Zirve "ve "Dışişleri Bakanları" top­lantıları sonuçta "istişare", "temenni", "gö­nüllü davranışlara dayalı işbirliği"ve niha­yet çok sınırlı "siyasî destek" seviyelerinde kalmıştır. Sekreteryaya bağlı Komite ve Kuru­luşlar da dar bir çerçevede faaliyetlerinim sürdürmüşlerdir. 

Dolayısıyla makalemizin ilk kısmında açıklanan dünyadaki bloklaşma ve bütünleş-  meler karşısında İKT'nin   benzer nitelikte bir  Teşkilat olmadığı çok açıktır. Esasen   İKT  çok   geniş   bir   sahaya yayılmış ve 54 ülkenin üye bulunduğu bir organ olarak tesirli ve uyumlu bir bloklaşma ve bütünleşme örneği ortaya koymak durumun­da değildir. Esasen İKT'y'ı kuran ve halen üye olan devletler bu istikamette bu "siyasî ira­de" de ortaya koymuş değillerdir. IKT halen "gevşek, bir işbirliği" ve "istişare platformu" teşkil eden bir kuruluş olarak varlığını sür­dürmektedir. 

Ayrıca İKT, zaman içinde sahip olabi­leceği etkinlik ve bloklaşma imkânlarını tah­rip eden darbelere arka arkaya maruz kal­mıştır. Şu birkaç örnek bu acı gerçeği uzun izahlardan daha iyi anlatır: 

-  İsrail'le Mısır arasında Camp David anlaşmalarını müteakip Arap ülkelerinin ih­tilâfları,

-  Uzun seneler süren İspanyol Sahrası uyuşmazlığı ve Poliserio çatışmaları

- Büyük sayıda müslümanın ölmesi ve maddi kayıplara yol açan Irak-İran Harbi.,

- Irak'ın Kuveyt'i istilası. İstila hareketi Kahiredeki İKT toplantılarıyla aynı günde başlatılmış, Konferans bir sonuca varamadan dağılmıştır.

-          Azarbaycana Ermeni ve Bosnaya sırp saldırıları ve katliamları.-           

Bütün bu sayılan ve diğer önemli olayların çözüme kavuşturulabilmesinde, üye islâm ülkeleri arasında silâhlı çatışma­ların son bulmasında İKT tesirli bir rol oyna­yamadığı gibi güçsüz bir duruma düşmüştür. Bu ise Teşkilatın itibar ve geçerliliğini çok büyük ölçüde azaltmıştır. Diğer taraftan özellikle son yıllarda İKT sekreteryası ve yan kuruluşları ciddi finansman kısıtlamaları içe­risindedir ve faaliyetleri daralmıştır.

Yukarıda verilen kısa izahat bütün İs­lâm bölgesini içine alan tek kuruluş İKTnin, islâm ülkeleri arasında tesirli bir birliği sağ­lama bakımından içinde bulunduğu yetersiz­liği anlatmaya kâfidir. Böyle olunca ve diğer şartlar da göz önüne alındığında, dünyada belirgin hale gelen geo-politik değişimler ve ve ciddi bloklaşmalar karşısında islâm böl­gesindeki ülkelerin geçerli bir alternatif hazırlama safhasını başlattıkları söylenemez. 

Çözüm Teklifi 

İKT çerçevesinde ve çapında bir alter­natif ve mevcut bloklaşmalara geçerli bir ce­vap söz konusunu olamayınca islâm ülkele­rinin yeni geo-politik karşısında tamamen hazırlıksız oldukları ve başka çözümleri ol­madığı söylenebilir mi? Şükretmeliyiz ki böyle olumsuz ve dolayısıyla bizi çaresizliğe sürükleyecek bir durum da söz konusu de­ğildir. İslâm ülkeleri, bilinen dünya ve bölge şartlan karşısında yakın dönemde "alt bölge teşkilatlan" kurmuşlardır. Bunlara birkaç örnek aşağıdadır: 

1-  Türkiye-İran-Pakistan arasında ku­rulup şimdi bütün Türk Cumhuriyetlerini ve Afganistanı içine alan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı - EKİT (ECO).

2-   Petrol zengini Körfez ülkelerinin müştereken kurdukları Teşkilat (G.C.C.)

3-   Mağrip Arap Birliği (Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya).

4-     Arap İşbirliği Konseyi (Mısır, Ürdün, Yemen, Irak).

İslâm ülkelerinin kendi alt bölgele­rinde kurdukları ve bugüne kadar devam ettirdikleri bu Teşkilatlanmalar süratle ve etkili bir şekilde "bütünleşmelere namzed olabi­lir. Özellikle Türkiyenin de kurucu üyesi bu­lunduğu EKİT niteliği ve kapsadığı coğrafi bölge olarak sosyal ekonomik, ve kültürel te­melde bir bütünleşmeye gidebilir. Bu, 10 kar­deş ülkenin içinde bulunacağı bütünleş­meye, tarihi ve iktisadi çağrışımı ön plana çıkaracak şekilde "İPEK YOLU BİRLİĞİ" de­nebilir.

Trakyadan Çin hududuna kadar uzana­cak ve 300 milyonluk bir nüfus toplamına ulaşan böyle bir İPEK YOLU BİRLİĞİ' nin ger­çekleşmesinde ve genellikle İslâm Bölgesinin tesirli bir işbirliği projesinde Türkiye'nin ko­numu ve rolü maalesef tam net değildir ve tartışmalıdır. Türkiye bir taraftan hem İKT ve hem de EKTT'in kurucularından olup içeri­sinde bulunurken, Avrupa Birliğine girmek için ayrı bir bütünleşme yapmakta ve hatta ta­viz vermeye açık bir politika gütmektedir, Türkiye, İslâm dünyası ve içinde bulun­duğumuz bölge'nin bütünleşmesinde yine ta­rihte olduğu gibi KİLİT ÜLKE konumundadır. Fakat bu defa tarihinden farklı olarak takip ettiği politika olumlu gözükmemekte, kendi­sini yalnızlığa sürüklemektedir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005