Bloklaşan Dünyada İslâm Bölgesi
Nevzat Yalçıntaş
İslâm Ülkelerinin yer aldığı bölge, doğuda
Filipinleri teşkil eden adalardan başlamakta ve
batıya doğru uzanarak Atlantik Okyanusu sahillerine
ulaşmaktadır. Bu geniş sahanın kuzey sınırları
Sibirya tundraları ve güneyi de Afrikanın henüz
ortadan kalkmamış ormanları ile çevrilidir. Dünyanın
Kuzey-Gü-ney aksının ortasında yer alan ve onu bölen
bu bölgede Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz ve Hazar
gibi iç denizler ve Nijer, Nil, Fırat , Dicle,
Seyhun, Ceyhun, İndus ve Ganj gibi önemli nehirler
bulunmaktadır.
Dış sınırlarını böylece işaret edebileceğimiz bu
stratejik orta bölgede halen sayılan 54'e varan
müstakil "İslâm Ülkesi" yer almıştır. Henüz
istikbaline kavuşamamış ve bunu hedefleyen İslâm
topluluklarının da varlığını göz önüne alırsak bu
sayının daha da artacağını kabul edebiliriz. Burada
zikredilen "İslâm Ülkesi" tarifi hukukî bir temele
dayanmakta, ilerde ele alınacak olan "İslâm
Konferansı Teşkilatı"na (İKT) üye olan Birleşmiş
Milletlere dahil ülkeler kasdedilmekte-dir. Bu
müstakil islâm ülkeleri ve genellikle "İslâm
Bölgesi'hde yaşayan toplam nüfusun 1,2 milyarı
bulduğu hesap edilmektedir ki; bu bugünkü dünya
nüfusunu yüzde 20 sini teşkil etmektedir. Bölge
başta petrol olmak üzere önemli tabiî kaynaklara ve
hayatî geçiş yollarına sahip bulunmaktadır.
Çok çeşitli açılardan baktığımızda İslâm
Bölgest'nin tek tek devletler ve tüm dünya
bakımından hayatî önemi açıkça görülmektedir.
Dünyanın diğer bazı bölgelerinde ve özellikle Kuzey
Yarım Küresinde, son bir kaç on yılda köklü
değişmeler ortaya çıkmıştır ve bunlar gelişerek
devam etmektedir. Bu belirgin ve neticeleri bütün
dünya milletleri üzerinde tesirli olmakta bulunan
değişmelerin vuku bulduğu sahalara baş tarafında
geo politik alan gelmektedir. Çok kısa ifade etmek
ve böyle bir ifade şeklinin mahzurlarını da
kabullenerek dünyanın siyasî haritası temel
değişikliklere uğramaktadır diyebiliriz.
tşte bu noktada herkesi, hepimizi doğrudan
doğruya ilgilendiren bir sual ortaya çıkmaktadır
ve bu da şudur: "İslâm Bölgesi, Dünyada belirgin
bir şekilde ortaya çıkan bu köklü geo-politik
değişikliğe, bir bütün olarak cevap verecek
gelişmeleri hazırlayıp gerçekleştirme sah/asına
geçmiş durumda mıdır?" Bu kısa makalenin amacı
bu sualin cevabını aramaktır. Bunun için çok uzun
yer kaplıyacak ve hemen ulaşılabilecek kaynaklarda
mevcut verileri burada sergilemek yerine önemli
vakıalara dayanılarak sonuçlara varılmaya
çalışılacaktır. Elbette burada söz konusu olan
"İslâm Bölgesinin cevabı"'kısmî mahiyetteki uyum
sağlamalar veya İslâm ülkelerinin kendi
seviyelerinde kalan tek tek başvurdukları
uygulamalar değildir. Üzerinde durulacak husus
"Bölge" bütünlüğü içinde gerçekleştirilmesi söz
konusu olan değişiklikler ve uygulanan
politikalardır.
Değişmeler ve Bloklaşma
Dünyada, ortaya çıkan değişmelerin sür'atli bir
şekilde cereyan ettiği bir dönemi yaşıyoruz. Sadece
1980 den beri geçen son 15 yılı dahi ele alsak bu
dönemde derin değişmelerin vukuu bulduğunu hepimiz
görmüş bulunuyoruz. Değişmeler şüphesiz ki bir iki
sahada değil ve fakat çok çeşitli alanlarda ortaya
çıkmış bulunmaktadır. Dünyamız hemen her dalıyla
önemli teknolojik ilerlemelere sahne oluyor. İlmi
çalışmaların ulaştığı seviyeler devamlı yükseliyor.
İletişim sisteminin gelişmesinde, uydu
teknolojisinde adeta yeni bir çağ yaşanıyor. Bunun
sonucu olarak "medya" hizmetleri evrenselleşmekte,
tesiri yoğunlaşmakta ve enformasyona ulaşma
yönünden "dünya küçülmekte".
İlim, teknoloji ve özellikle de iletişim ve uluşım
sahalarında hızlı gelişmeler ortaya çıkarken
dünyadaki geo-politik konumda da temelden derin
değişmelerin ortaya çıktığını gördük. Bu
kategorideki değişmelerin dö-nüm noktasını,
gelişmeleri mahiyet ve hacmi
göz önüne alındığında, eski Sovyetler Birliğinde M.
Gorbaceıtun siyasi yönetimin başına geçmesi olarak
kabul edebiliriz (Mart 1985) . O tarihten bugüne
kadar geçen süre sadece 10 yıldır. İşte bu kadar
kısa bir süre içerisinde dünyanın geo-politik
durumunda önde gelen devletlerin siyasî konumlarında
köklü değişiklikler meydana geldi. Daha önceki
dönemlerde, uzun zaman dilimlerine yayılan
değişmeler, bu son 10 yılda gerçekleşti. Bu siyasi
değişiklikler, üzerlerinde uzun yorumlar yapmaksızın
şu başlıklar altında ifade edilebilir.
1- Doğu Avrupa bölgesinde yer alan devletlerin
Sovyetler Birliği hegemonyasından kurtulmaları.
Varşova Paktı'nın tasfiyesi.
2- Berlin duvarının yıkılıp 2 Alman-yanın
birleşmesi.
3- Komünist Sovyet rejiminin çökmesi ve Sovyetler
Birliğinin dağılması (Ağustos-Aralık 199D. Bağımsız
Devletlerin ortaya çıkması.
4- A.B.D.'lerinin büyük siyasi güç olarak rekabet
üstünlüğüne sahip olması.
5- "A.B.D.'nin Liderliği" ve "Yeni Dünya Düzeni"
doktrini uygulamalarının belirginlik kazanması.
Şu hususu ehemmiyetle belirtmek gerekir ki burada
zikredilen bütün bu değişmeler ve diğerleri sahası
yaygın ve büyük güçleri karşı karşıya getiren
harpler patlak vermeden meydana gelmiştir. Bu ise
"Dehşet Dengesi"nm insanlığa sağladığı önemli bir
katkı olarak değerlendirilebilir
Batının Üstünlük ve Nüfuz Meselesi
Dünyadaki güç dengeleri ve hâkimiyet konumuna
eğildiğimizde "Batı" sıfatlandırması ile
isimlendirilen Avrupa, Amerika bölgesinin özellikle
son iki asırdır üstünlüğü ele geçirdiği
görülmektedir. Bu durum şüphesiz çok sayıda
değişiklikler ve gelişmelerin sonucu olarak ortaya
çıkmıştır. Burada "Keşifler" "Sanayi İnkılabı"
ve "Müstemlekecilik
Dönemi" gibi geçen asırlara ve "teknolojide hızlı
ilerleme" "Refah ekonomisi" "demokrasi" ve "bilgi
toplumu" gibi 20. yüzyıl gelişmelerine özellikle
atıfta bulunmak gerekli olmaktadır.
Güç dengelerindeki üstünlük ve hakimiyet konusunda
geçen son 2 asırdır 3 lü bir sıralanma ve iç içe
olma durumunun, günümüze yaklaştıkça daha belirgin
hale geldiği ve muhitten ana güç merkezine doğru
darala-rak yoğunlaştığı müşahade edilebilmektedir.
Bu muhit-merkez ilişkisi ve zaman içinde belirgin
halde oluşması şöyle bir 3'lü iç içelik halinde
tanımlanabilir:
1- Batının genel olarak üstün konuma geçmesi,
2- Batı içinde Anglo-Amerikan aksının varlığı,
3- Anglo-Amerikan beraberliğinde A.B.D.'nin ön
plana geçerek tek "süper güç" üstünlüğünü elde
etmesi.
Böyle bir sıralanma zannediyoruz ki son 2 asırdaki
gelişmeler ve özellikle 1. ve 2. Dünya Harbinin
kaderinin tayininde devletlerin oynadığı rollerin
ağırlığı ve günümüzdeki değişikler göz önüne
alınırsa kabul edilebilir. Batı Avrupanın üstünlüğü
zaman içerisinde Anglo-Amerikan işbirliğinin tayin
edici rolüne ve zamanımızda da A.B.D.'nin liderlik
gücüne doğru kaymıştır. Bu son durum "Körfez
Krizi"nde A.B.D.'n\x\ üstlendiği rol ile çok açık
olarak görülmüştür.
Batının ve gelişmeler sonucu A.B.D. nin üstün duruma
geçmesi hangi tahlil zeminine oturtulursa
oturtulsun, sonuç olarak güç dengesinin bozulmasının
menfi tesirleri derhal islâm bölgesinde doğrudan
doğruya ortaya çıkmıştır. Ekonomi, teşkilatlanma,
teknoloji ve askerî güçte üstünlüğü ele geçiren
batı bölgesi ülkeleri, hemen hiç ciddî mukavemet
görmedikleri güney ve kuzey Amerika kıtalarından
sonra, doğuya dönmüşler ve islâm bölgesini
müstemlekeleştirmeye başlamışlardır. 19. yüzyıl
İslâm dünyası için karanlık bir dönem olmuş, 20.
asrın başlangıcında bütünlüğünü koruyabilmiş tek
islâm devleti, Osmanlı İmparatorluğu da batılı
güçlerin ve özellikle İngilterenin devamlı
saldırıları sonucu dağılıp ortadan kalkmıştır.
Ortaya çıkan yeni güç konumu karşısında islâm
ülkeleri son iki asırdır gerekli ve geçerli
değişimleri hazırlayıp gerçekleştirememişlerdir.
İkinci Dünya Harbinden sonra meydana çıkan yeni
siyasî şartlar, müstemlekeciliğin tasfiyesi ve
"Bloklararası Soğuk Savaş" dönemi İslâm Bölgesinde
yeni müstakil islâm ülkelerinin birbiri ardına
"müstakil" devletler olarak dünya sahnesinde yerini
almalarına zemin teşkil etmiştir.
İkinci Dünya Harbi sonrası dönemde ortaya çıkan
sosyo-ekonomik, askerî ve siyasî şartlar, Batı
Avrupadaki değişiklikler Sovyet İmparatorluğunun
dağılması ve üstünlükte rekabet, günümüz dünyasında
yeni özellikler taşıyan, birinci derecede önemli
bir gelişmeyi meydana getirdi: Bu da "Bloklaşma"
politikası ve gerçeğidir. Dünün NATO ve Varşova
Paktları etrafındaki "Batı ve Doğu Blokları" yerine
günümüzde başka özellikler taşıyan yeni ve güçlü
"Bloklaşmalar teşekkül etmektedir.
Bu yeni "Bloklaşma" hareket ve sahasının
temelinde "Batı" ülkelerinin kendi aralarındaki
çatışmaları kaldırmak, dünya piyasalarında daha
güçlü bir rekabet kaabiliye-ti kazanmak fikri, tayin
edici mahiyette yer almaktadır. Batı ve özellikle
Avrupa ülkeleri, aralarında patlak vermiş
olan ihtilâfların silâhlı çatışmalara varmasının
çok ağır bedellerini sadece 20. asırda iki dünya
harbi ile ödemiş olduklarından bir defa daha bunun
tekrarını istememektedirler. Batı Avrupada 40
sene önce "Ortak Pazar" ölçeğinde ve temelinde önce
3 ve müteakibin de 6 devletle (Belçika, Hollanda,
Lüksemburg, Almanya, Fransa, İtalya) başlatılmış
olan ilk önemli Bloklaşma zaman içinde gelişerek
şimdilik 15 devletli ve tam bir "Bütünleşmeye" yö-
nelmiş "Avrupa Birliği" haline gelmiştir. Ha| len
bu Birliğin içine Çekoslavakya, Macaris-tan ve
Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerini
dahil etme hedefi takip edilmektedir. A.B. nin
"Bütünleşme" ana hedefinin temelinde "Hristiyan
olma" gibi ayırıcı bir unsurun yer aldığı Birlik üst
düzey sorumlarının zaman zaman yaptıkları
beyanlardan ve özellikle Türkiye'nin başvurularına
karşı takınılan tutumlardan anlaşılmaktır.
Avrupa önce batı kesimiyle ve halen de doğu bölgesi
ile kendi arasında bloklaşıp "Bütünleşir"ken Kuzey
Amerikada da aynı politikanın uygulanması kısa bir
zamanda ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik
Devletleri kuzeyindeki Kanada ve güneyindeki
Meksika ile beraber bir "Kuzey Amerika Serbest
Ticaret Bölgesi" (NAFTA) meydana getirmiştir. Bu
"Bölge" zaman içinde A.B. örneğini takip ederek en
azından sosyo-ekonomik alanda tam bir "Bütünleşmeye
gidebilir. Benzer bir başlangıç dünyamızın uzak doğu
kesiminde ortaya çıkmış ve "Asya-Pasifik Ekonomik
İşbirliği" Anlaşması (APEC) bu bölgenin çeşitli
ülkeleri arasında imzalanmıştır. Bu yeni An-laşmanın
da Asya Pasifik Bölgesinde bir Bloklaşmaya
sevkedeceği söylenebilir.
Görülüyor ki bugün teşekkül etmekte olan yeni
"Bloklaşma" ve "Bütünleşmeler dünkü şekli ile "Doğıı^Batı".bloklaşmasından
farklı olarak sıkı sıkıya askerî hedeflerin
etrafında değil ve fakat sosyo-ekonomik ve siyasi
faktörler temelinde kuaılmakatır. Bu hükme kısmî
bir istisna olarak, Rusya Federasyonunun "Bağımsız
Devletler Topluluğu" (BDT) Anlaşmaları
çerçevesinde bir "Blok" oluştururken askeri
hedefleri de ön planda gözetmesi örneği
zikredilebilir. Rusyanın BDT"yi yeni bir devletler
"Blok'iı olarak yürütmek ve çeşitli alanlarda
"Bütünleştirmek" istediği açıktır. Esasen 21 Ocak
1995 tarihinde Moskovadaki BDT ülkeleri toplantısı
münasebetiyle Yeltsin bu Topluluğun A.B.'- nin
metod, yol ve hedefini takip etmesi gerektiğini
açıkça beyan etmiştir. Kaldıki Rusya Fe-derasyonunda
Aralıkl993 seçimlerinin sonu- cunda ortaya çıkan
siyasi durum, bu ülkede eski SSCBni BDT çerçevesi
içinde canlan-' dırmak amacı güden güçlü cereyan ve
mak- satların mevcut olduğunu göstermiştir. Bu
siyasî hedefi güdenlerin, önemli bir oy miktarını
temsilen Rus Parlementosuna gelen Ju rinovski ve
grubundan ibaret olmadığı Kasını 1994 tarihinde
patlak veren Çeçenistan istilâ harekatı ile bir defa
daha görülmüştür. Rusya Federasyonu, bugünkü
politikaları ile, BDT Bloklaşmasını eski Rus
Emperyalizminin yeni bir şekli olarak kurmak yoluna
gitmiştir. "AKKA" - Avrupa Konvensiyonel Kuvvetler
Antlaşması-nı özellikle Kafkas Bölgesinde delme
siyaseti de Rusya Federasyonunun bu siyasî hedefinin
yeni bir tezahürüdür.
İslâm Bölgesinde Birlik İhtiyacı
Yukarıda oldukça kısa bir şekilde açıklanan yeni ve
değişik derecelerde "Bütün-leşmefye yönelmiş
Blokları bir dünya haritası üzerine koyar ve
bunlarla birlikte Çin ve Hindistan gibi esasen geniş
saha ve nüfusa sahip ülkeleri de işaretlersek, böyle
bir görünüm karşısında "İslâm Bölgesi"n'nin nasıl
darına dağınık bir durumda olduğu çok net şekilde
anlaşılacaktır. 54 ülkeden oluşan İslâm Bölgesi,
NAFTA, A.B, BDT gibi çok büyük imkân ve potansiyele
sahip Blok'ların güneyinde, Çin ve Hindistanın
batısında yer almıştır.
Bu durum, İslâm Bölgesine, elbetteki tehlikeli bir
zaaf getirmektedir. Bu zaaf bölünmüşlük ve sonuçta
çatışma ortamıdır. Fiilen de bu durum haince olmakta
ve İslâm ülkeleri bir taraftan her alanda kalkınma
hedeflerini gerçekleştirmeye çabalarken, diğer
taraftan da bununla tezat teşkil eden bir durum
olarak aralarında veya diğer güçlerle çatışmaya,
bölgesel harplere sürüklenmektedirler. İkinci Dünya
Harbinden bugüne bu durumun çok sayıda acı örnekleri
yaşanmıştır.
Kaldıki yeni Bloklaşma'lar (NAFTA, AB, BDT) içinde
yer alan ülkeler ve Hindistan İslâm Bölgesinin
içinde bulunduğu zaaf durumundan yararlanarak bu
Bölgeye silâhlı saldırı ve müdahaleler yapmışlar
veya dolaylı, vekâlet vererek (By Proxy)
çatışmaları organize etmişlerdir. Gerçekten "İslâm
Bölgesi" 2. Dünya Harbi sonrası döneminin bir
"Çatışma Alanı" haline gelmiştir. İki Büyük askerî
Blok'un temas ve çatışma uç noktaları olan Kore ve
Vietnam Harpleri dışarda bırakılırsa bu dönemin
hemen bütün silâhlı ihtilafları İslâm Bölgesinde
cereyan etmekte, askerî müdahale ve operasyonlar
burada yapılmaktadır. 1947 Filistin silâhlı
çatışmalarından Keşmir olaylarına, Süveyş Kanalı
müdahalesinden Afganistanın istilasına, Irak-İran
savaşından Körfez Harbine, son olarak Azerbaycana
Ermeni ve Bosnaya Sırp saldırılarına kadar her
ölçekteki harbin sahnesi İslâm Bölgesi olmuştur.
Ayrıca "Batı" Bloku içindeki bazı devletler islâm
ülkeleri içinde de "sivil harp" facialarının patlak
vermesinde başlatıcı, tahrik edici ve besleyici
roller almaktadırlar. Cezayirdeki kardeş kavgası
faciasında Fransanın ve Türkiyedeki PKK terörindeki
bazı dış devletlerin rolleri saklanamayacak kadar
aşikâr haldedir.
İslâm Bölgesine yönelik olumsuz ve tahrip edici
hareketler elbette her defasında sıcak harp veya iç
çatışmalar, bölünmeler şeklinde tezahür
etmemektedir. Birçok olumsuz müdahale ve sömürü
iktisadî siyasî, sosyal ve kültürel alanlardada
ortaya çıkmaktadır. Bölgedeki petrol ve diğer
kaynaklar ve hatta su imkânları baskı, gerginlik ve
sonunda sömürü konusu olmaktadır. Son olarak
Bölgedeki ülke ve topluluklarının kimliklerinin
teşkil eden, kültüre! ve manevi değerlerine yönelik
baskı ve müdahaleler de başlatılmıştır. Daha çok
"Batı" kaynaklarından doğan bu yeni müdahale sloganı
ve hatta "harp çığlığının" dayandırılmak istendiği
ana kavram "İslâm Fondamentalizmi" dir.
Bu kavram ön plana çıkarılarak ve yine ağırlıkla
"Batı" dan organize edilmiş çatışmalar ve iç terör
örnekleri ele alınarak İslâm Bölgesindeki tikelere
yeni müdahaleler hazırlandığının tezahürleri
belirmiştir. Şubat 1995 de NATO Genel Sekreteri
Willy Claes Komünizm tehlikesi bitti onun yerine
İslâmî köktendinciliği geldi" şeklinde bir beyanda
bulunmuş ve ATOhun İsrail, Mısır, Tunus, Cezayir ve
Fas'ı bir toplantıya çağırarak bu
meseleyi ele almak istediğini açıklamıştır. Bu
elbetteki islâm ülkelerine yeni bir müdahele-nin,
NATO çatısı altında bir başlangıcıdır ve Türkiye'yi
de bu Teşkilatın üyesi olarak zor duruma
düşürecektir.
"Batıya karşı İslâm Fondomantalizmi tehlikeli"
sloganı İslâm Bölgesine yönelik yeni bir tehdit
unsuru olarak oluşturulmaktadır. Bu, fikrî sahada
H. Kisingergibi tahlilci ve siyasiler tarafından
teorik temelde ileri sürüldükten başka; Rus askerî
birliklerinin 19 Ocak 1990 tarihinde Azerbeycan'a
yaptıkları kanlı müdahalenin de sebeblerinden birisi
olarak gösterilmiştir. Bu samimiyetsiz açıklamalara
o zaman en yerinde cevaplardan birisini
Azerbaycanlı büyük şair ve siyaset adamı Bahtiyar
Vahapzade yermiş ve "Komünizmin 70 yıllık maddî ve
manevî tahribatından yeni çıkmış olan 7 milyonluk
Azer-baycanda değil dinî köktencilik güden, fakat
acaba İslâmın esaslarını tam olarak öğrenebilmiş 70
kişi bulunabilir mi? demişti. Esasen Rusya
Federasyonunun bir taraftan Ermenilere verdiği
destek ve diğer tarafta da Haziran 1993'de E.
Elçibeyin iktidardan uzaklaştırılması olaylarındaki
rolü onun Azerbaycana karşı takip ettiği politikanın
gerçek yönünü ortaya koymuş ve baskılar sonucu
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev aynen komşusu Gürcistan
gibi BDT anlaşmasına dahil olmak için Moskovada
Şvardnadze ile birlikte imza atmak zorunluluğuna
sürüklenmişlerdir.
Mevcut bloklaşmalar ve bunların içinde yer alan
devletlerden islâm bölge ve ülkelerine yönelik
çeşitli müdahale, baskı ve sömürü örnekleri çok
sayıda verilebilir. Bütün bunlar Türkiye'nin de
dahil olduğu bölgenin içinde bulunduğu zaafı sadece
teyid mahiyetinde olacaktır. Bu noktada İslâm
Bölgesinde birlik ihtiyacı belirmektedir.
İslâm Konferansı Teşkilatı (İKT) ve Tesirliliği
İslâm Bölgesinin, özellikle Batı ve teşekkül
etmiş olan "Blok'lzr karşısındaki
tehlikeli zaafı müslüman liderler, yöneticiler ve
aydınlar tarafından görülmüş ve olaylar bu teşhisi
doğrulamıştır. İslâm ülkelerinin bir araya gelerek
beraberlik meydana getirme yolundaki önemli adım
Kudüsteki kutsal El Aksa Camii'nin 1969 da
yakılmasından sonra atılmıştır. Dünyadaki bütün
müslümanları vicdanen sarsan bu müessif olaydan
sonra Simdi Arabistan Kralı merhum Faysal tbn-i
Abdülazizün öncülüğünde islâm ülkelerinin Kral,
Cumhurbaşkanı ve üst düzey temsilcileri Rahatız
toplanmışlardır. Tertip edilen toplantılar
neticesinde merkezi Cidde'de olmak üzere "İslâm
Konferansı Teşkilatı'(İKT) kuruldu.
Türkiyenin de başlangıç tarihinden beri üyesi
bulunduğu İKT 1969 yılından bugüne varlığını
sürdürmüş ve faaliyette bulunmuştur. Teşkilatın
Cidede' daimi bir sekreter-yası vardır. Konferans
çerçevesinde "İslam Ülkeleri Zirvesi1' ve
"İslam Dışişleri Bakanları Konferansı" toplantıları
muntazam aralıklarla yapılmaktadır. İKT'nin birçok
İslâm ülkesinde yan kuruluşları, merkezleri, bağlı
teşkilatları mevcuttur ve bunlar bugüne kadar
varlıklarını sürdürmüş, çeşitli faaliyetlerde
bulunmuşlardır. İKT'nin en çok bilinen
kuruluşlarından birisi Cidde'de bulunan "İslâm
Kalkınma Baııkası'ihr.
İKTnin 25 seneyi bulan varlığına rağmen İslâm
Ülkeleri arasında etkili bir işbirliği, dayanışma
ve karşı karşıya bulunduğu bloklaşmalar
muvacehesinde geçerli bir alternatif teşkil ettiği
söylenemez. Yapılan bütün "Zirve "ve "Dışişleri
Bakanları" toplantıları sonuçta "istişare",
"temenni", "gönüllü davranışlara dayalı
işbirliği"ve nihayet çok sınırlı "siyasî destek"
seviyelerinde kalmıştır. Sekreteryaya bağlı Komite
ve Kuruluşlar da dar bir çerçevede faaliyetlerinim
sürdürmüşlerdir.
Dolayısıyla makalemizin ilk kısmında açıklanan
dünyadaki bloklaşma ve bütünleş- meler karşısında
İKT'nin benzer nitelikte bir Teşkilat olmadığı
çok açıktır. Esasen İKT çok geniş bir
sahaya
yayılmış ve 54 ülkenin üye bulunduğu bir organ
olarak tesirli ve uyumlu bir bloklaşma ve bütünleşme
örneği ortaya koymak durumunda değildir. Esasen
İKT'y'ı kuran ve halen üye olan devletler bu
istikamette bu "siyasî irade" de ortaya koymuş
değillerdir. IKT halen "gevşek, bir işbirliği" ve
"istişare platformu" teşkil eden bir kuruluş olarak
varlığını sürdürmektedir.
Ayrıca İKT, zaman içinde sahip olabileceği etkinlik
ve bloklaşma imkânlarını tahrip eden darbelere arka
arkaya maruz kalmıştır. Şu birkaç örnek bu acı
gerçeği uzun izahlardan daha iyi anlatır:
- İsrail'le Mısır arasında Camp David anlaşmalarını
müteakip Arap ülkelerinin ihtilâfları,
- Uzun seneler süren İspanyol Sahrası uyuşmazlığı
ve Poliserio çatışmaları
- Büyük sayıda müslümanın ölmesi ve maddi kayıplara
yol açan Irak-İran Harbi.,
- Irak'ın Kuveyt'i istilası. İstila hareketi
Kahiredeki İKT toplantılarıyla aynı günde
başlatılmış, Konferans bir sonuca varamadan
dağılmıştır.
-
Azarbaycana Ermeni ve Bosnaya sırp saldırıları ve
katliamları.-
Bütün bu sayılan ve diğer önemli olayların çözüme
kavuşturulabilmesinde, üye islâm ülkeleri arasında
silâhlı çatışmaların son bulmasında İKT tesirli bir
rol oynayamadığı gibi güçsüz bir duruma düşmüştür.
Bu ise Teşkilatın itibar ve geçerliliğini çok büyük
ölçüde azaltmıştır. Diğer taraftan özellikle son
yıllarda İKT sekreteryası ve yan kuruluşları ciddi
finansman kısıtlamaları içerisindedir ve
faaliyetleri daralmıştır.
Yukarıda verilen kısa izahat bütün İslâm bölgesini
içine alan tek kuruluş İKTnin, islâm ülkeleri
arasında tesirli bir birliği sağlama bakımından
içinde bulunduğu yetersizliği anlatmaya kâfidir.
Böyle olunca ve diğer şartlar da göz önüne
alındığında, dünyada belirgin hale gelen geo-politik
değişimler ve ve ciddi bloklaşmalar karşısında islâm
bölgesindeki ülkelerin geçerli bir alternatif
hazırlama safhasını başlattıkları söylenemez.
Çözüm Teklifi
İKT çerçevesinde ve çapında bir alternatif ve
mevcut bloklaşmalara geçerli bir cevap söz konusunu
olamayınca islâm ülkelerinin yeni geo-politik
karşısında tamamen hazırlıksız oldukları ve başka
çözümleri olmadığı söylenebilir mi? Şükretmeliyiz
ki böyle olumsuz ve dolayısıyla bizi çaresizliğe
sürükleyecek bir durum da söz konusu değildir.
İslâm ülkeleri, bilinen dünya ve bölge şartlan
karşısında yakın dönemde "alt bölge teşkilatlan"
kurmuşlardır. Bunlara birkaç örnek aşağıdadır:
1- Türkiye-İran-Pakistan arasında kurulup şimdi
bütün Türk Cumhuriyetlerini ve Afganistanı içine
alan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı - EKİT (ECO).
2- Petrol zengini Körfez ülkelerinin müştereken
kurdukları Teşkilat (G.C.C.)
3- Mağrip Arap Birliği (Moritanya, Fas, Cezayir,
Tunus, Libya).
4- Arap İşbirliği Konseyi (Mısır, Ürdün, Yemen,
Irak).
İslâm ülkelerinin kendi alt bölgelerinde kurdukları
ve bugüne kadar devam ettirdikleri bu
Teşkilatlanmalar süratle ve etkili bir şekilde
"bütünleşmelere namzed olabilir. Özellikle
Türkiyenin de kurucu üyesi bulunduğu EKİT niteliği
ve kapsadığı coğrafi bölge olarak sosyal ekonomik,
ve kültürel temelde bir bütünleşmeye gidebilir. Bu,
10 kardeş ülkenin içinde bulunacağı bütünleşmeye,
tarihi ve iktisadi çağrışımı ön plana çıkaracak
şekilde "İPEK YOLU BİRLİĞİ" denebilir.
Trakyadan Çin hududuna kadar uzanacak ve 300
milyonluk bir nüfus toplamına ulaşan böyle bir İPEK
YOLU BİRLİĞİ' nin gerçekleşmesinde ve genellikle
İslâm Bölgesinin tesirli bir işbirliği projesinde
Türkiye'nin konumu ve rolü maalesef tam net
değildir ve tartışmalıdır. Türkiye bir taraftan hem
İKT ve hem de EKTT'in kurucularından olup
içerisinde bulunurken, Avrupa Birliğine girmek için
ayrı bir bütünleşme yapmakta ve hatta taviz vermeye
açık bir politika gütmektedir, Türkiye, İslâm
dünyası ve içinde bulunduğumuz bölge'nin
bütünleşmesinde yine tarihte olduğu gibi KİLİT ÜLKE
konumundadır. Fakat bu defa tarihinden farklı olarak
takip ettiği politika olumlu gözükmemekte,
kendisini yalnızlığa sürüklemektedir.
|