|
Çağdaşlık Sikkesinin Yazı ve Tuğrası:
Bürokrasi ve Demokrasi
Cemil Oktay
Bürokrasi, kendisine ilişkin yazın açı-sından olsun,
günlük hayatın içinde olsun, saydam, herkesin aynı
anlamı vererek kullandığı bir sözcük değil.
Dolayısıyla, Bürokrasi sözcüğünün geçtiği
tartışmalar, çoğu zaman bir dizi yanlış anlamalarla
yüklüdür. Bilindiği gibi, "bürokrasi" dolu dolu
olumluluk içermez. Dahası, insanların mutluluğuna
engel olan bir tür toplumsal "belâ" olarak görüldüğü
bile olur.
Oysa, çağdaşlık (modernite) durumları, ne denli
demokrasiyi gündeme getiriyorsa, o kadar da
bürokrasiyi gündeme getiriyor. Başka bir ifadeyle,
bürokrasi, çağdaşlık gereği talep edilen
demokrasinin bir anlamda öteki yüzü olarak
karşımıza çıkıyor. Demokrasi ve bürokrasi, yanyana
birlikte çağdaşlık görünümü oluşturuyorlar. Hemen
bütün iklimlerde daha fazla demokrasi talebi vardır.
Hiçbir iklim, bürokrasiyi onaylamaz. Ancak, o, gene
de de- mokrasinin yanıbaşında, başlangıçta görün-meyeri,
ama sonradan kendisini alabildiğine hissettiren bir
gerçek olarak çağdaşlığı simge1er. Açıkçası,
demokrasi ve bürokrasi, çağdaşlığın yazı ve tuğrası
gibidir. Bürokrasiye ilişkin
tahlillerde bu gerçeğin gözardı edilmemesi
gerekiyor.
Bürokrasi üzerine gelişen yazın, sözcüğü üç ayrı
anlamda kullanıyor. Bu anlamların kendi aralarında
birbirine gönderme yaptığını da belirtelim.
Birinci ve en eski anlam, daha çok siyaset
biliminde kabul gören bir tanıma dayanıyor. Buna
göre, bürokrasi, büroların, yerli bir deyişle "kalemiye"nin
hükümet etmesidir. Atanmış görevlilerden oluşan,
hiyerarşik tarzda örgütlenmiş ve egemen güce bağlı
çalışan bir devlet aygıtı olan bürokrasi, bu
anlamıyla yurttaşların katılmadığı, karar ve
uygulama süreçlerinden dışlandığı bir yönetim
biçimidir. Seçkinci bir anlayışı içerir. XIX ncu
yüzyıl aydın monarklarıyla ve günümüz modernleş-meci
oligarşi bürokrasilerinin bu tanım içinde görülmesi
muhtemeldir.
Geniş halk kitlelerini kendilerine şekil verilecek
edilgen bir malzeme gibi gören, siyaseti bir temsil
süreci değil, daha çok her zaman ve her mekânda
geçerli genel "doğruların" hayata geçirilmesi
faaliyeti olarak anlayan bir görüşün
şekillendirdiği düzenin adıdır.
Bürokrasi'nin ikinci anlamını Alman toplumbilimcisi
Max Weber'e borçluyuz0). Prusyalı
sosyologa göre, çağdaşlık durumu, özünde ussallaşma
ve dünyevileşme sürecidir. Doğaüstü ve olağanüstü
güçlerin, hayatın akışında, en azından amaca
yönelik ussal eylemlerde (zwecrational), prim
yapmaması, yapamaması halidir. Çağdaşlık bir
şenliksiz (de-senchante) durumdur ve bürokratlaşma,
bu şenliksizliğin, bu şiirsizliğin doğal sonucudur.
Toplumsal eylemlerdeki ussallaşma ve dünyevileşme,
bürokratlaşmayı kendiliğinden geliştiren bir
dönüşüm oluyor. Bu anlamda bürokratlaşma ve
bürokrasi, bir siyasal düzenin adı olmaktan çok,
genel bir toplumsal durumu anlatan bir sözcüktür.
Bürokratlaşma, başlıca şu görüntüleri sergiler:
- Bütün örgütlerin ve üretim birimlerinin, -ki
buna siyasal partiler ve diğer kamusal kuruluşlar da
dahildir-, kitlesetleşmesi ve temerküz etmesi.
- Görev ve sorumlulukların kişilerüstü (gayri
şahsi), hiyerarşik ve denetim içeren bir anlayışla
belirlendiği örgütlerin, hayatın her kesitinde
(sanayi, ticaret, devlet vb.) yaygınlık kazanması
- Eşitlik ilkesi üzerine kurulu toplumsal
eylemlerin ve en başta kamusal faaliyetlerin
yaygınlaşması.
Yasal-ussal otorite, Weber'in anlatımında,
geleneksel ve karizmatik otoriteye göre her yönden
karşıtlıklar içerir. İdeal olarak belirlenen
bürokrasi, şu özellikleriyle temayüz e-der:
- İşin sürekliliği veya belli bir istikrar içinde
yürütülmesi;
- İktidar ve yetki alanlarının kesin çizgilerle
belirtilmesi;
- Hiyerarşi içindeki görevlilerin, gördükleri
işin gereği bilgi ve beceriyle donatılmış olmaları;
- Özel olanla işe ilişkin hayatın ayrılması,
faaliyetin kişileri aşarak, kurumsal bir çerçeve
içinde cereyan etmesi;
- Kuralların, kişilerüstü, soyut niteliği;
- Bütün faaliyetlerin, bütün kararların yazılı
yürütülmesi; kayıt geleneğinin varlığı.
Görüldüğü gibi, bürokratik otorite ve bürokratik
örgütlenme, keyfiliği, olağanüstülüğü, süprizi
asgariye çeken bir toplumsal anlayıştır. Özellikle,
kişilerüstü niteliği, demokrasinin geliştirdiği
eşitlik anlayışım tamamlar. Eşitlik konusundaki her
yeni vurgu, biraz daha, hayatı kişilerüstü biçimsel
ve soyut kurallarla tanzim etmek demektir'. Eşitçi
çağdaş demokrasilerde, avamın en zor tahammül et
tiği şey eşitsizliktir. Demokrasi, eşitliği öne
çıkardığı ölçüde, kişisel olmayan soyut ve
biçimsel kuralları teşvik eder. Yasal-ussal otorite
düzeni, eşitliği hedeflediği ve bu amaçla soyut
kavramlara yer verdikçe, hukuku giderek "hesap
edilebilir" bir çizgiye çeker. Geleneksel otorite,
içine doğdukları toplumsal kümeleri dikkate alarak
insanları; karizmatik otorite, duygulan; yasal -
ussal otorite ise, zihinsel tanım ürünü dolayısıyla
yapay- "şey'leri ve "ilişki"leri yönetir. Geleneksel
otorite düzeninde, din, mezhep, kavim veya
toplumsal statüler (sertlik, soyluluk, ruhbanlık)
ölçüdür; yasal-ussal bürokratik otorite düzeninde
ise, temel ölçü, bireyin ait olduğu ve içine
doğduğu kümeden bağımsız "yurttaş" kimliğidir.
"Yurttaşlık" kapsayıcı ve eşitleyki bir kavramdır.
Uygulamada, yönetim örgütleri karşısında faaliyet
alanlarına göre alt "tür"lere ayrılır. Örneğin,
eğitim öğretim yasalarına ilişkin olarak "öğrenci"
veya "öğretim üyesi"; vergi yasaları karşısında
"mükellef; trafik yasalarına göre "sürücü", "yaya",
"araç sahibi"; seçim yasaları çerçevesinde "aday"
yada "seçmen"dir. Dikkat edilirse, bu tanımların
içinde eti ve kemiğiyle, hele ruhuyla ve
duyuşlarıyla "insan" yoktur. Varlığı, yasaların
dilinde soyut kavramlar aracılığı ile parçalanmış,
anonimleşmiş bir "şey" söz konusudur. Bürokratik
otoritenin eylemleri, tekbiçimlilik özelliği ağır
basan, ussal-laştınlmış düz bir mekânda cereyan
eder. Eylemde, her türden "duygu ve heyecanı
dışlayan" bir örgütlenme modeli esastır.
Yasal - ussal otorite ve bürokrasinin hukuk
dilindeki adı, "Hukuk Devleti" oluyor. Hukuk
Devleti, kamu hukukunun ünlü kurucularından usta
Hauriou'nun deyişiyle, "Hukukun devlet hayatına
esrarengiz bir sızması değildir. Demokrat
hükümetlerin halkın rızasını almak için baş
vurdukları bir yoldur". Eşitlik duygusunu dinsel
tutku halinde benimseyen kitleler için ussal ve
yasal otoriteden başka bir yöntem, keyfilik ve
güvensizlik demektir. Başka bir ifadeyle,
özellikleri yukanda betimlenen bürokratik örgütler,
gerek üretimde, gerek kamusal alanlarda yaygınlık
kazanıyor ve bu değişim genel bir bürokratlaşma
yaratıyorsa, bunda demokrasinin eşitçi anlayışı,
demokrat toplumlarda bireylerin giderek keyfi lige
daha az katlanmaları, kollektif eylemlerini
yaygınlaştırmaları, dünyaya daha bir ussal
gözle bakmaları kuşkusuz önemli bir etkendir.
Sanayileşen, kentleşen ve giderek ano-nimleşen bir
yapının hakim olduğu çağdaş toplumda, demokrasi ve
bürokrasi, bütün çelişkili görünümlerine karşın, şu
belirtilen nedenlerden dolayı birlikte yol alıp
ilerler.
Tttirokratlasma süreci, özellikle kamusal otoritenin
işlevlerinin artması sonucu, çağdaş toplumları
bütünüyle sarmıştır. Buna karşı kararlı bir red
cephesinin kurulduğunu görüyoruz. Red cephesinin
mensupları arasında, liberal kökenli aydınlar
kadar, solla ailevi bağları olan aydınlar da var.
Rizzi, Bumham, Michels ve nihayet Galbraith bu
cephenin en seçkin isimleri oluyor
Ne var ki, bürokratik örgütlerin hayatı kuşatması ve
sanayi uygarlığını kafkavâri bir iklime mahkûm
etmesi gerçekleri bir yana, i-deal anlamda
tanımlanan bürokrasinin bazı temel varsayımlarının
görgül bulgularla doğru-lanmadığı biliniyor.
Bunların başında da "ussallık" geliyor.
Bu noktada, bürokrasi sözcüğünün a-vam katındaki
anlamlarını ciddiye almak durumundayız. Gerçekten
de, avamın bürokrasiye verdiği anlamlar yabana
atılır türden değildir. Uygulama alanında
gerçekleştirilen görgül araştırmalar, ideal tipin
yaşamdaki görüntüsü hakkında pek fazla uyarıcıdır.
Ağırlık, uyumsuzluk, sorun çakırma, kırtasiyecilik,
memur ve yurttaşların eziklik duyguları, yeni durum-lara
hızlı yanıt verememe ve tabii ruhsuzluk, gerek
avamın, gerekse görgül araştırmaların bürokrasinin
yaşanan gerçekleri konusunda kardeşçe paylaştıkları
kanaatlerdir.
Webergil modeli çıkış noktası olarak a-lıp, alanda
yapılan gözlemler, çoğu zaman a-vam yakınmalarının
haklı nedenlere dayandığını kanıtlıyor. Hiçbir
bürokratik örgüt, resmi ve malûm çerçevede
işlemiyor. İnsan unsu- ru ve çevreye ilişkin
özellikler yaşanan gerçeği değiştirebiliyor.
Özellikle, işlevsel bozukluklar (dysfonctions) ideal
modeli saptırıyor. Çoğu zaman, resmi işlevler
kadar, gizil işlevler, res- mi çerçeve kadar, insani
ilişkiler herhangi bir
bürokratik örgütün asıl anlamını oluşturuyorlar.
Kısacası, çağdaş örgütlerin güncel gerçeği, ideal
tanımlamaya göre oldukça farklı.
Bu türden tespitler, bürokratik örgütlerin
yanlışlarını düzeltmek konusunda "aciz örgütler"
olduğunu kanıtlamaktadır. "Yanlışında direnen" bir
örgüt olarak bürokratik yasal-ussal model, yaygınlık
kazandığı ölçüde, demokrasinin ve üretim sürecinin
ayakbağı olmaya başlamıştır. Son yılların devleti
küçültmek, yönetimi yurttaşların daha yakınına
getirmek türünden tartışmalarını biraz bu son
bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Hiç kuşkusuz,
"Bireylere daha fazla özerklik ve girişkenlik
olanağı sağlamak için, toplumsal eylemlerimizin
biçimlerini değiştirmek demek, daha az örgütlenmek
değil, -eylem alanının yapısını kumıa anlamında-,
daha fazla örgütlenme demektir"1®.
Yurttaşa daha yakın, yurttaşa daha fazla sorumluluk
ve yetki yükleyen yeni örgütlenmeler, ruhsuzlaşan ve
katılaşan bürokratik-merkezci örgüt anlayışını
giderek arka plana itiyor. "Çağdaş devlet",
günümüzde biraz da "tevazu gösteren devlet" olarak
yorumlanmaktadır
Buraya kadar yapılan tespitler ışığında, Türk
siyasal sistemine ve topluma bakacak olursak, şu
genel gözlemleri ifade etmek gerekiyor:
Türk siyasal-yönetsel sistemi, demok-ratlaştığı
oranda bürokratlaşmış bir sistemdir. ' Siyasal ve
yönetsel sistemin çevreye nüfuzunu gösteren ölçütler
çerçevesinde, Türk siyasal sistemi diğer sanayi
toplumlarının siyasal ve yönetsel sistemleriyle
karşılaştırıldığında bir gerçek açıkça ortaya
çıkıyor: O da şudur: Sanıldığı ve çoğu yerde ifade
edildiği gibi, Türk siyasal sistemi, yetkin bir
yönetim aygıtıyla donatılmış değildir. Öncelikle,
çok ciddiye alınması gereken hukuk eksiklikleriyle
malûldür. Sistemin çevresi üzerindeki kapasitesi
oldukça sınırlıdır. Retorik düzeyinde pek iddialı
görünen Türk siyasal ve yönetim sistemi, fiili
durumlarda karşılaştığı acizlikleriyle
bocalamalarını sıklaştırıyor. Vergi tahsilatından,
en basit trafik akışını tanzime kadar, çağdaş
yönetimler açısından.sıradan sayılabilecek işlerde
bile, bağışlanması zor aksaklıklara tanık olunuyor.
Bürokrasinin örgüt olarak son otuz kırk yılda
ihtiyaçlara göre hızla dallanıp budaklanması, onu
dağınık, insicamsız bir yapı haline getirmiştir.
Üstelik, merkezi düzeyde olsun, yerel düzeyde olsun
dehşetli bir entellektüel zaafın içindedir. İl
sistemi, tarımsal ve kırsal yapıyı yönetme amacına
yönelikti. Oysa 1990'h yıllarda, Türkiye, daha çok
sanayi ve kent toplumu olmaya adaydır. Sistemin
merkezde topladığı "bürokratları", bu oluşumu
gözardı edebilecek derecede dünya deneyimlerinden
habersiz bir görüntü sergilemeyi sürdürüyor. En
vahimi, yargının kabahat işlemiş çocuk
mahcubiyetiyle ortadan kaybolma-sıdır. Demokrasiyi
siyasal partilerle sınırlandırma alışkanlığının
sonucu, siyasal sistemi yargısız işletmeye
çalışıyoruz. Yargı ve demokrasi arasındaki bağı
anlamış olduğumuzdan kuşku duymayı gerektirecek
birçok neden var.
Gerek genel olarak merkezi ve yerel yönetimlerin,
gerekse yargının nicel ve nitel eksikliklerinin yanı
sıra, artık pek sık yakınma konusu olan kamusal
hayattaki bozulma, sisiteme yönelik desteği sarsıcı
etkileri hızlandırıyor. Bütün bu türden
yakınmaların giderilmesine yönelik önlemlerin
oluşturulması ise, açık ve yaygın bir tartışma
ortamını gerektiriyor.
|