Türkiye'de Bütçe
Uygulaması ve Bütçe Finansmanı Bir Değerlendirme
Seçimlik maliye politikası araçlarının durumunu
değerlendirmeyi sonraya bırakarak öncelikle otomatik
dengeleyicilerin Türkiye' deki işleyiş durumunu
değerlendirmeye çalışalım.
Türk
vergi sistemi, gelir vergisi dışında, artan oranlı
tarifeye sahip olmayan vergilerden oluşmaktadır.
1991 yılı baz alınacak olunursa bu verginin toplam
vergi gelirleri içindeki payı % 40 dolayındadır. Bir
karşılaştırma örneği olarak ABD'yi ele aldığımızda,
gelir vergisinin federal vergi gelirleri tahsilatı
içindeki payının % 70' in üstünde olduğunu
görüyoruz. Daha açık bir ifadeyle belirtmek
gerekirse, Türkiye'de Devletin topladığı her 100
TL'lık verginin 40 TL'lık bölümü; ABD'de ise her 100
$'lık verginin 70 $'lık bölümünün otomatik
dengeleyici görevi gördüğü anlaşılmaktadır. Bu
karşılaştırma ABD gibi vergi yükü düşük olan bir
ülkeyle yapıldığı zaman bile sonuç çarpıcı
çıkmaktadır. O halde Türk vergi sistemi otomatik
dengeleyici fonksiyonu görmek konusunda daha
yeterli bir düzeye getirilmek zorundadır. Aslında
konu gelir vergisindeki oranların düşüklüğü ile
ilgili değildir. Hatta tam tersine Türkiye'de gelir
vergisi oranları yüksektir. Sorun, gelir vergisinin
gerçek durumu gösterecek şekilde beyan edilmesinin
sağlanamaması sorunudur.
Türk vergi sisteminin bu yetersizliği, enflasyonist
ortamlarda son derecede zayıf bir otomatik
dengeleyici fonksiyonu görmesine yol açmaktadır. Bu
konuda yapılabilecek tek şey gelir vergisi kaçağını
önleyecek idari ve denetsel önlemlerin alınmasıdır.
Otomatik dengeleyicilerin ikinci grubunu oluşturan
işsizlik sigortası ödemeleri Türkiye' de henüz
mevcut değildir. Bununla birlikte bu durum
Türkiye'de otomatik dengeleyici mekanizmaların
varlığı yönünden bir eksiklik oluşturmamaktadır.
Zira işsizlik sigortası uygulaması ekonominin
durgunluk içine girdiği dönemlerde bir otomatik
dengeleyici görevi görebilir. Türkiye gibi
enflasyonist ortamda yaşayan ülkelerde bu aracın bu
açıdan bir yararı yoktur.
Türkiye'nin maliye politikası açısından üzerinde
asıl durması gereken seçimlik maliye politikası
araçlarıdır. Türkiye'nin uygulaması gereken seçimlik
maliye politikası araçlarının, ABD ve diğer
sanayileşmiş ve büyük ölçüde enflasyon sorununu
çözmüş ülkelerden oldukça farklı olması
gerekmektedir. Çünkü söz konusu ülkeler durgunluktan
çıkmak, Türkiye ise enflasyonu aşmak için maliye
politikası uygulamak zorundadır. Bir başka deyişle
yukarıda değinilen ve 1980'lerde ABD' de
uygulandıktan sonra diğer ülkelere de sıçrayan "arz
yönlü iktisat" modelinin Türkiye'de uygulanması,
enflasyonist ortamı beslemekten öte bir katkısı
olamaz. Bu gerçeğe karşın, Türkiye ilginç bir
şekilde bu modeli üstü kapalı olarak uygulamaktadır.
1980' ii yıllar boyunca Türkiye, verginin üstüne
gitmemiş, hatta vergi ödenmemesine göz yumarak özel
kesimin yatırımlarını canlandırmayı denemiştir. Bu
uygulama hala devam etmektedir. Türkiye'de
enflasyonun kronik hale gelmesinde bu politikanın
önemli etkisi bulunduğunu düşünüyoruz.
Türkiye'de uygulanacak maliye politikasının
belirlenmesinden önce bazı önemli kurumsal ve yasal
düzenlemelerin yapılması zorunlu görülmektedir.
Bunların en başında maliye politikasını hangi
kurumun oluşturacağına karar verilmesi gereği
gelmektedir. Tıpkı para politikasının
oluşturulmasında TC Merkez Bankası'nın yetkili
kurumun olduğunun belirlenmiş olması gibi, maliye
politikası konusunda da yetki Hazine'ye
bırakılmalıdır. Doğal olarak Maliye Bakanlığı'nı bu
politikadan soyutlamak mümkün olamayacağı için
koordinasyonun Hazine'ye bırakılması ve Devlet
Planlama Teşkilatı'nın bu konunun dışına
çıkarılmasıyla bu sorunun çözümlenebileceği
düşünülmektedir. Çünkü yapısı ve kuruluş felsefesi
gereği Devlet Planlama Teşkilatı istikrar politikası
oluşturulmasında görev alamaz. Devlet Planlama
Teşkilatı, ancak ve ancak Türkiye ekonomisi
enflasyonla ilgili sorunlarını çözdükten sonra
büyüme yolundaki önlemler açısından bir fonksiyon
üstlenebilir.
ikinci önemli sorun siyasal iktidarların gerçekçi
olmayan bütçeler hazırlayıp yıl içinde istedikleri
değişiklikleri yapabilmeleri imkanının ellerinden
alınması ile ilgili yasal düzenlemeler sorunudur.
Gerekli yasal değişikliklerin yapılıp siyasal
iktidarın yıl içinde bütçe büyüklükleri ile
oynayabilme imkanının kaldırılması zorunlu
görülmektedir. Aksi takdirde ne giderlerin artmasına
engel olmak ve ne de borçlanmayı denetim altında
tutmak mümkün olabilmektedir.
Üçüncü sorun ikincisiyle yakından ilgilidir.
Türkiye'de 1985 yılından itibaren borçlanmanın
bütçe dışına çıkarılması yönünde değiştirilen bütçe
hazırlama ve takdim yöntemine karşın ne TBMM'nin ne
de kamu oyunun bütçeye bakış şekli değişmemiştir.
TBMM, siyasal iktidarın bütçesini onaylarken,
borçlanmanın gerçek boyutunu tam olarak göremediği
için, yalnızca yukarıda açıkladığımız bütçe
dengesiyle ilgilenmekte, bunun çok üzerindeki bütçe
finansman gereksinimini ölçememekte ve dolayısıyla
siyasal iktidara verdiği yetkinin boyutunu
görememektedir. işin içine boyutunun nerelere
varacağı kestirilemeyen Hazine garantilerinin Hazine
borcu haline dönüşmesi olasılığı da girince sorun
iyice büyümektedir. Bu durumda parlamenter
demokrasinin temel taşlarından biri sayılan ve
parlamentonun, siyasal iktidarın yapacağı mali
işlemleri önceden bilip onaylaması anlamına gelen
"bütçe hakkı", Türkiye'de 1985 yılından bu yana
gerçek anlamda kullanılamamaktadır.
Dördüncü sorun bütçeye, maliye politikasında temel
araç olma niteliğini yeniden kazandırmakla
ilgilidir. Bunun yolu ise bütçe dışı fonların
bütçeyle konsolide edilmiş olmasının ötesine geçip
tümüyle kaldırılmasından geçmektedir (bütçe ve
hazine birliği). Bu dağınıklığı gidermeden maliye
politikasını etkinlikle uygulamak mümkün
görünmemektedir.
Kaynak: Dr. Mahfi Eğilmez
|