Çalışma Süreleri, İstihdam, Kriz Üzerine Bazı Sorular
Bu kısa
inceleme başta çalışılan saatler olmak üzere ilişkide olduğunu
düşündüğüm kriz ve istihdam üzerine bazı sorular sormayı
amaçlamaktadır. Ancak sorularımız olursa yanıt aramayı da
sürdüreceğimiz düşüncesi, yazının kaleme alınmasını sağladı.
Bilindiği gibi çalışma süreleri iktisadi anlamda bireye sıkı
olarak bağlı bir olgu. Azalması ve artması hem gelir açısından
hem de harcama açısından önem taşımakta, öte yandan, bireyin
gelirinin artması kadar kapitalist işletme için önemli bir olgu
da onun harcanmasına ilişkindir.
Çalışma
sürelerindeki azalma oldukça kapsamlı ve ayrıntılı bir
incelemeyi birlikte getirmektedir. Sorunu sadece çalışma
sürelerindeki azalma olarak değil istihdam, ücretler ve en geniş
biçimi ile yaşam biçimlerindeki değişme olarak ele almak
gerekir. Bunun dışında iş piyasalarındaki dengeler, teknolojik
gelişmelerin istihdama yansıyan boyutları çalışma sürelerinde
değişikliklerin yarattığı bir dizi sorunu da içinde
barındırmaktadır.
Çalışma
sürelerinde bir azalma gerçekten tarihsel bir zorunluluk olarak
mı karşımıza çıkmaktadır? Acaba daha az çalışmanın temel nedeni
kapitalist işleyişin üretim ve tüketimde yarattığı tıkanıklar
mı? Yoksa, çevreci hareketlerle birlikte ortaya çıkan geçici bir
parıldama mı? Toplumun farklı katmanlarının ve sivil
örgütlerinin çevreci hareketlere duyarsız kalmaması veya
etkilenmesinin muhtemel sonuçlarından biri de "daha az
çalışarak," "daha az tüketmek" olduğunu biliyoruz. Ancak yine de
bir karşı muhalif akım büyüme ve genişlemenin ekonomik anlamda
toplumun motoru olduğu görüşünden hareketle, her türlü
yavaşlamaya karşı görüşleri bulunmaktadır. Buna rağmen, çalışma
sürelerinde azalmanın sadece bir ütopya olarak kalmadığını 20.
Yüzyıl içinde gördük. Niçin bir azalmanın tek nedeni sadece
ekonomik kriz olsun. Daha aşağılara bile çekilebilmesinin
tartışılması gerekirken, ekonomik boyutu ile sınırlı bir
inceleme dar bir çerçeveye sıkışıp kalmayı getirmektedir.
A.Gorz çalışma
sürelerini azaltırken ücretleri ve fiili çalışan sayısını da
arttırarak belki de "imkansız olanı" istemektedir. (Gorz 1993
s:41) Ama galiba daha az çalışarak daha iyi yaşamanın bugünün
üretim ve tüketim anlayışlarından hareketle gerçekleşmesini
sağlamak çok yakın bir gelecekte fiziksel olarak mümkün
görülmektedir.
Eskiye oranla
daha az çalışmanın farklı biçimleri vardır. çalışmanın başkaları
ile paylaşımı bunlardan biri olarak Batı da uygulanmaktadır.
Kısmi çalışmanın artışının gerisinde hem işlerin yapısından hem
de işsizliğe çözüm arayışlarından kaynaklanan olgular
bulunmaktadır.
Çalışma
sürelerinde azalma maliyet doğurucu bir unsurdur. Bu maliyetin
kim tarafından karşılanacağı ise her zaman yanıtı aranan
sorulardan biri olmuştur. Çalışılan sürelerdeki azalma,
çalışanın gelirinde bir azalma getiriyorsa yük işçi tarafından,
aksi halde işveren tarafından karşılanıyor demektir. Bu çeşit
bir tercih karşısında kalmak sadece politik bir sorunu değil,
ekonomik bir sorunu da karşımıza çıkarmaktadır. Çalışılan
sürelerin kısaltılmasına yönelik finansal bir soru karşısında
yanıt aramak konuyu bir başka boyutta tartışmaya sokacaktır.
Danimarka'da gerçekleşen kısmi bir denemeye göre bazı iş kolları
için bu maliyetin toplum tarafından karşılanması
tartışılmaktadır: çalışanları ve sigorta kurumlarının örgütlü
gücünün yüksekliği, böyle bir çözümün oluşmasını
kolaylaştırmıştır.
Bu kısa
çalışma ile ele alınması düşünülen başlıca üç grup sorun
bulunmaktadır. ilk önce çalışma sürelerindeki azalmanın seyri
karşımıza nasıl bir tablo çıkarmaktadır. Daha sonra yaşanan
ekonomik krizin çalışma süreleri ve işgücü piyasaları üzerinde
muhtemel etkileri nelerdir. Son olarak da Türkiye açısından
çalışma sürelerindeki azalmanın ifade ettiklerinin istihdam
boyutu ele alınmaktadır.
Çalışma
Saatlerindeki Gerilemenin Kısa Tarihi:
İnsanlığın gelişim çizgisi çalışma saatlerinde
ciddi bir azalmayı ifade etmektedir. Üretim seviyesinin artarken
daha az süreli işlere gereksinim olması paradoksal gelebilir.
Haftalık ve yıllık izin olmadan günlük 12 saat haftalık 70
saatlik çalışmadan, 7 saaUgün ve haftalık 35 saatlik çalışmaya
geçiş insanın çalışmaya başladığı binlerce yıldan bu yana sadece
son 100 yıllık sürede gerçekleşmemiştir. Bir Fransız
araştırmasına göre son 180 yıl içinde yetişkinlerin ortalama
yaşam süreleri bir kat artarken, boş zamanlarında ise 7 kat
artış görülmüştür. (Franscopie 1991) Çalışılan sürelerdeki
azalmanın itici olgularından birinin teknolojik gelişme olduğu
bilinmektedir. Ancak çalışma sürelerindeki azalma bir kaç
eksende birlikte gelişti. Eğitimde geçen sürelerin artışı ve
daha erken emekli olma yolunda çabalar, toplam çalışılan
süreleri kısaltmıştır. Ulusal zenginlik farklarına rağmen
neredeyse aynı düzeyde boş zamana sahip olmanın ilk nedeni
ekonomik ikinci nedeni ise toplumsaldır. Çalışanları ve
örgütlerinin talebi çalışılan süreleri farklı ekonomik düzeylere
rağmen eşitleyici bir düzeye getirmiştir. Gerçi çalışılan
sürelere göre değerlendirildiğinde az gelişmiş ülkeler açısından
negatif bir farklılık gözlenmektedir. Buna rağmen sanayi işçisi
ele alındığında, sendikalı sektörde çalışma sürelerinde nispi
bir eşitliği görmek mümkündür.
Gelişmiş
Batı Ekonomilerinde Çalışma Sürelerindeki Değişme:
Çalışma ile kavramların bir çoğu gibi çalışma
sürelerine ilişkin temel tartışmaların ortaya çıkışı ve ele
alınışı, sanayileşme süreci ile başlamaktadır. Özellikle
haftalık çalışma sürelerindeki azalma, ücretli izin hakkı, erken
emeklilik gibi kavramlar, bu süreçle yakından ilgilidir.
Sanayileşme
öncesi dönemin çalışma süreleri, önemli ölçüde fiziki koşullara
göre belirleniyordu. Örnek olarak gün doğuşu ile gün batışı
arasında kalan zaman tarım ağırlıklı üretim yapısı küçük imalat
için ortalama çalışma sürelerini vermekte idi.
Batı Avrupa
içinde gelişen Lonca örgütlenmesi, çeşitli zanaat ve mesleklere
bağlı olarak belirli çalışma kurallarını usta-kalfa-çırak
hiyerarşisi içinde ortaya koymaktadır. XVIIl. yüzyıllardan
itibaren lonca sisteminin etkisini kaybetmeğe başlaması,
ekonomik gelişmelerin hız kazanmaya başlaması (sermaye birikimi
işbölümüne dayalı uzmanlaşma ve emek üretkenliğindeki artışlar)
çalışılan süreler de önemli bir değişme yaratmamıştır. Ilk
önemli çalışma sürelerinde ki indirimin, dini amaçlarla kilise
tarafından gerçekleştiği görülmektedir. Dini bayramların ve
Pazar günlerinde çalışmanın yasaklanması ile XVIIl.yüzyılda
işçilerin çalışmaktan "iki yakalarını bir araya gelmediği için"
önemli bir indirim gerçekleşmiştir. (G. T ahar s: 13)
Buna rağmen,
1830'lu yıllarda normal bir sanayi işçisi için çalışma süresi
haftalık 80 saatte kadar ulaşıyordu. 1814 tarihli ilk yasa ile
Fransa'da Pazar ve dini bayramlarda çalışmak yasaklanıyordu.
Sanayileşme hareketi XIX. yüzyıl boyunca çalışma sürelerinde çok
büyük bir gerileme yaratmadan hemen hemen benzer bir yapıda
sürdü. 1837 tarihli Ducpetiaux çalışmasına göre haftalık çalışma
süresi İngiltere için 69 saat Prusya’nın Bonn kenti için 94
saate kadar çıkabilmektedir. (aktaran; J.Rigaudiat, s:24)
XiX. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren olumsuz çalışma koşullarında nispi
bir düzelme paralelinde çalışılan saatlerde azalma
görülmektedir. Örnek olarak Fransa'da 1848 yılında her çalışan
için 12 saatlik çalışma süresi 1851 'den itibaren sadece belirli
sanayi dalları için geçerli hale gelmiştir. 1874 den itibaren
çalışma sürelerindeki düzenleme yetişkinlerin dışında çocukları
da korumaya yöneldiği görülmektedir. Bu dönemde sadece
Fransa'da değil bütün Avrupa ülkelerinde yoğun bir kadın ve
çocuk emeği istihdamı söz konusu olmakta idi. Sanayileşmenin
yoğunluğu buna karşılık toplumsal mücadele ve işçi
hareketlerinin direnci devletleri çok cılız da olsa bazı
önlemler almaya itmiştir. 8-12 yaş arası çocukların günlük
çalışma süresi 1841 yılından itibaren 8 saatte, 11-16 yaş arası
12 saate indirilmesi yasa yolu ile sağlanmıştır. (G.Caire, 1990
s:42)
Çalışılan sürelerdeki azalmanın tarihsel kökleri ABD
ekonomisi içinde benzer bir eğilim göstermektedir. Özellikle
1850-1890 yılları arasında çalışanların sendikalaşma
eğilimlerindeki gelişmeye koşut olarak, çalışma koşulları
özellikle çalışma sürelerinde azalma önündeki taleplerin arttığı
görülmektedir. ABD senatosunun hazırladığı rapora göre 1840-1890
yılları arasında belirli Amerikan sanayi kollarında çalışma
süreleri yaklaşık % 12.3 oranında azalmıştır. (C.Morgan s:156)
ABD içinde sendika üyeliğinin hızla arttığı 1890-1920 yılları
arasında günlük 8 saatlik çalışma mücadelesinin önem kazandığı
görülmektedir. Buna rağmen 1901 yılında ABD imalat sanayiinde
çalışan işçilerin ortalama haftalık çalışma süresi ortalama 54.3
saat olarak hesaplanmakta idi. I.Dünya savaşı öncesinde sendikal
mücadele haftalık çalışma süresini gene imalat sanayi işçileri
için 50 saate çekebilmiştir. Savaş nedeni ile ortaya çıkan
işgücü eksikliği bu sayede işçilerin toplu pazarlık güçlerini de
arttırmıştır. (G.Ehrenberg-RSmith s:145) I.Dünya Savaşı sona
erdiği zaman barışın sağlanmasına yönelik çabalarla, 1919
yılında Uluslararası bir örgüt kurulması kararlaştırıldı.
Versailles'da imzalanan bu anlaşma ile siyasal barışın yanı sıra
toplumsal bir barışın da kurulabilmesi için uluslararası Çalışma
Mevzuatı komisyonu kuruldu. Daha sonra oluşturulan metin
Uluslararası Çalışma Örgütünün esaslarını oluşturdu. Bu örgüte
ilk kurulduğu yıl olan 1919 da 45 ülke üye oldu, ve ilk kabul
edilen 1nolu sözleşme sanayide çalışan işçilerin çalışma
saatlerinin kısaltılmasına ilişkindir. Gerçekten dönemin bir çok
sanayileşmiş ülkesinin yanı sıra sözleşmeyi o dönemin tarımsal
nitelikli Rusya, Polonya, Sırbistan gibi ülkeler tarafından da
kabul edilmesi örgüt açısından önemli bir başarıdır. 1919
yılında günlük 8 saatlik çalışma süresinin belirli bir işçi
sınıfı mücadelesi sonucu ortaya çıktığını söylemek güçtür.
Toplumsal hareketlerin rolünü yadsımadan eklenebilecek bir unsur
da uzun çalışma sürelerinin yol açtığı verimlilikteki azalmalar,
uzun çalışma günlerinin ortaya koyduğu tüketim eğilimindeki
azalmalardır. Çalışma ritminin makinalar tarafından
düzenlendiği, "ölü zamanı" azaltmaya çalışan yeni iş
organizasyonları ile çalışma yoğunluğunun ve işin parçalanarak
denetimin artışı, adını ve ilkelerini Taylor'dan alan bir sistem
X)(yüzyıl başlarında geçerlik kazanmıştır. Çalışma sürelerinde
çok önemli değişmeler olmadan çalışma yoğunluğunun artışı ile
ortaya çıkan bu değişiklikler çalışanlar açısından oldukça
yıpratıcı boyutlara ulaşmıştır.
1929 Ekonomik
bunalımı nedeni ile çalışılan sürelerde nispi bir azalma
gözlenmektedir. 1920'li yıllarda ABD için 48 saat olan haftalık
çalışma süresinin, sektörlere göre ortalama olarak 41 ile 44
saat arasında değiştiği görülmektedir. Fransa'da 1931 de 48
saatten 1932 de 44 saate inmiştir. (J.Rigaudiat s:29) Savaş
yılları askeri nedenlerle, iş piyasalarından çekilme
gerçekleştiği için çalışma süreleri de en alt seviyeye inmiştir.
30'lu yıllardan itibaren Fransa için görülen haftalık çalışma
saatleri çizelge 1 de görülmektedir.
Çizelge: 1 Yıllara Göre Haftalık Çalışma Saatleri
1930 – 1940 – 1950 - 1960 – 1970 - 1980 - 1985 -
1989
47.8 - 36.4 - 44.9 - 45.7 - 44.7 - 40.8 - 39.0 -
39.0
Savaş ve
ekonomik kriz nedeni ile en düşük düzeye inen çalışma süreleri
1946 sonrası gene yükselme eğilimi içine girmiştir. Savaş nedeni
ile ortaya çıkan yetişmiş işgücü kayıpları ve yaratılan iş
alanlarının fazlalığı çalışılan süreler de ortalama %4.5'lik bir
artış getirmiştir. 19451965 yılları arası dönem aynı zamanda
Batı ekonomilerinin çok düşük işsizlik oranlarına sahip
oldukları genişleme ve istikrar dönemleridir. Büyük oranda
Keynesyen politikaların uygulandığı bu ekonomilerin gelişme
seyri, dışardan işgücü ithalini gerekli kılacak ölçüde, bir
açığı yaratmakta idi. Bu dönem istihdamın ve çalışma sürelerinin
genişlediği yeniden yapılanma dönemidir. 1965 yılından itibaren
1974 yılına kadar istihdam artışı devam etmiş, ancak çalışılan
sürelerde her yıl için yaklaşık 20 dakikalık azalma eğilimi
görülmüştür. 1974-1980 yılları arası Batı ekonomilerinin çeşitli
faktörler etkisi ile bunalıma girdiği bir dönem olmuştur. Milli
gelir artış hızında ve çalışılan süreler de bir azalma, ve
istihdamın durağan bir yapıya girmesi ve bu dönemin belirgin
özelliğidir. 1980-1984 arası ise milli gelir artış hızında tam
bir gerileme ve çalışılan sürelerde ortalama 39-40 saat haftalık
yasal sürelere doğru bir gerileyiş ortaya çıkmaktadır. Kriz
nedeni ile bu dönemde istihdam da azalma gerçekleşmektedir. (G.Tahar
s:24)
1970Ii
yıllardan itibaren başlayan ve içinde bulunan dönem çalışılan
süreler açısından yeni arayışlara tanık olmaktadır. Özellikle bu
dönemden başlayarak işsizlik ciddi bir sorun olarak bir çok
ekonomiyi etkilemiştir. lşsizlikle mücadele aracı olarak çalışma
sürelerinde indirim yapılması yönünde talepler gündeme
gelmekteydi. Ancak, Batı ekonomileri bir ölçüde yeni
teknolojilerin etkisi ile çalışma sürelerini azaltırken, diğer
yandan istihdam da beklenen artışlar olmayıp aksine gerilemeler
görülmüştür. Bu noktada sorun sürelerin azaltılması ile istihdam
ın artışı arasında bir paradoks olarak kalmamakta bunun ötesinde
yeni arayışlara gereksinim olmaktadır. Belki de çalışma ve
çalışılan süre kavramlarının yeniden tanımına doğru bir gidiş
zorunlu hale gelmektedir.
Çizelge: 2 Batı Ekonomilerinde Çalışma Süreleri
(S/hafta)
Ülkeler |
Yasal süreler |
Sözleşmeye göre Süre |
Avusturya |
40 |
37-40 |
Belçika |
40 |
36-39 |
Danimarka |
- |
37 -40 |
İspanya |
40 |
37-40 |
Finlandiya |
40 |
35-40 |
Fransa |
39 |
35-39 |
Yunanistan |
48 |
35-40 |
İrlanda |
48 |
35-40 |
İtalya |
48 |
36-40 |
Lüksemburg |
40 |
37-40 |
Norveç |
40 |
33-38 |
Hollanda |
48 |
36-40 |
Portekiz |
48 |
35-44 |
Almanya |
48 |
37.5-40 |
İngiltere |
- |
35-40 |
İsveç |
40 |
35-40 |
İsviçre |
45 |
40-45 |
Kriz
ve Çalışma süreleri
Çalışma
sürelerinin azaltılması işsizlikle ilgili çeşitli tartışmaları
gündeme getirmektedir. Öte yandan uzun zamandan bu yana çalışma
sürelerinin azalmasına rağmen işsizlikte henüz ciddi bir
gerileme görülmemektedir.
Genel olarak
bakıldığı zaman çalışma sürelerindeki azalmanın sadece
sendikalardan gelen taleplerle gerçekleşmediği kimi durumda
yasal düzenlemelerle bazen de üretkenlikte gerçekleşen artışlar
çalışmanın daha az süreli olması zorunlu hale gelmektedir.
Bunlara ek olarak da ortaya çıkan ekonomik krizler mevcut
çalışma türlerini değiştirerek çalışma sürelerinde farklılıklar
yaratmışlardır.
"Ne kadar az çalışırsan o kadar fazla iş yaratırsın"
sloganın sendikalar tarafından da benimsenmeğe başlanması Batılı
ülkelerde ki kapitalist krizle eş zamanlı olması rastlantısal
değildir. Bu bağlamda ciddi işsizlik baskılarının bulunduğu OECD
ülkelerinde emek piyasalarına yönelik temel yapısal değişiklik
sürekli olmayan işlerdeki sayısal artışlar olduğu
anlaşılmaktadır.
Sürekli
olmayan part-time işlerdeki asıl artışın kadın işgücünde
yoğunlaştığı, buna karşılık 1979-1991 arası bu tür işlerde her
iki cinsin de oransal artışı görülmektedir.
Kısa süreli
veya yarım günlük işlerde görülen hızlı artışın bir başka önemli
yanı da 70'li yıllarda oluşan kapitalist krizin istihdamın
yapısına yansıyan kısmı ile ilişkilidir. Hizmet sektöründe
görülen formel ve enformel istihdamdaki artışın kriz ile aynı
zamanda ortaya çıkışının ekonomik ve toplumsal bir dizi etkisi
bulunmaktadır. Bu bağlamda marjinal veya enformel sektörün
giderek yaygınlık kazanması da rastlantısal değildir. Krizle
birlikte kapalı ve iç piyasaya dönük ekonomilerin hızla açık ve
rekabet edebilen hale dönüşleri bu tür işlerdeki artışla hemen
hemen eş zamanlı olarak ortaya çıkmaktadır. Böyle bir yapı
değişikliğinin ne ölçüde "kendiliğinden" gerçekleştiği ayrı bir
tartışma konusudur. Ancak bu yapı değişikliğinin beraberinde
işgücü üzerinde ortaya koyduğu en temel sorunun formel olmayan
sektör çalışanlarındaki artış ve üzerindeki etkileridir. Krizin
Türkiye'de etkisini hissettirmesinden bu yana yaklaşık on beş
yıllık bir süre geçmiştir. Bu dönemde işgücüne dahil
olmayanların sayısal ve oransal olarak artışı dikkat çekicidir.
12 yaş üzerinde olup ta işgücüne katılmayanlar oransal olarak
1988 den 1994 e kadar %45.3 den %49.5 e çıkmıştır. Paralel bir
gelişmede işgücüne katılma oranlarında azalma olarak ortaya
çıkmakta. %54.6 dan %50.4 a doğru azalan bir ivme
göstermektedir. (DIE 1994 HHIA) Işgücünün yapısında ortaya çıkan
bu gelişmeler katılma oranlarındaki azalma dışında çalışanların
bağlı bulundukları sanayi, tarım ve hizmetler sektöründeki
dağılım ile de ilgilidir. Türkiye'de görülen tarımdan hizmetler
sektörüne doğru geçiş bilinen biçimde enformel istihdamın
artışının bir örneğini oluşturmaktadır.
işgücü
Krizinin Bazı Sonuçları:
Formel
sektörden enformele doğru kaymanın en doğal sonucu sendikalaşma
oranlarında ortaya çıkan gerilemedir. Kuşkusuz küçük ve orta
ölçekli işletmelerin sayısının fazlalığı da bu oranın azalmasına
etki etmektedir. Gerçi 1988-1993 arası sendikalaşma oranlarında
%3 lük bir artış görülmektedir. Ancak Çalışma Bakanlığı'nın
resmi verileri Türkiye'deki sendikalaşma oranlarını %66.4
düzeyinde açıklayarak birçok sanayileşmiş Batı ülkesini bu
açıdan geride bıraktığımızı ifade etmektedir. Bu itibarla
verilerin güvenirliği konusunda ciddi kuşkular bulunmaktadır.
Bunların dışında Bakanlık verilerine esas olan toplam işçi
sayıları ile o sektörde çalışanların DIE verileri arasında
önemli farklar mevcuttur. Sendikaların yasal zorunlulukları ve
yetki alabilmek için barajı aşmak sorunları birlikte
değerlendirildiğinde sendikalı işçi sayısının yüksek, buna
karşılık o sektörde çalışan sayısının düşük çıkmasının anlaşılır
nedenleri vardır. Ancak sendikalara aidat ödeyen işçi sayısının
azalışı çok çeşitli nedenlerle açıklanmaya çalışılan bir
olgudur.
Yeniden
yapılanma süreci kriz ile birlikte sendikalı olan işçilerin
önemli bir kısmını enformel sektör içine taşıdı. Çünkü esas olan
korumacılık ve ithal ikameci sanayileşme modeli içinde kalarak
dünya ekonomileri ile bütünleşmenin mümkün olamayacağının bir
eğilim olarak ortaya çıkmasıdır. Sonuç olarak formel sektörden
enformel sektöre kayma beraberinde örgütsüzlüğü ve düşük ücretli
farklı çalışma biçimlerini getirdi. Gelir düzeylerinde ücretlere
dayalı o ölçüde reel gerilemeler oldu ki fiili çalışma
sürelerinde artış olmasına rağmen reel gelirlerde artış
sağlanamadı. İhracata yönelen sanayileşme girişimlerinin sadece
hafif endüstri kollarında nispi şansları bulunmakta idi.
Tekstil, hazır giyim, deri ve geleneksel tarım ürünleri en
önemli ihraç kalemleri olarak sürmektedir. Bu malların
üretildiği iş kollarında dağınık, küçük ölçekli, örgütsüz ve
kadın-çocuk işgücüne dayalı işler icra edilmektedir.
Sonuç
Çok uzun
zamandır, daha iyi yaşamanın koşulları üzerine sorular soruldu.
Hangi ekonomik ve toplumsal ölçüler belirli bir rasyonalite ile
birlikte ihtiyaç duyulan "iyi" yaşamayı sağlayacaktır.
İnsanların daha az çalışması gibi çok genel bir değerlendirmenin
böyle bir sonuca ulaşmada çok sınırlı etkisi olabilir. Her
şeyden önce daha az çalışmanın "iyi" sonuçlar verebilmesi bütünü
ile bir toplumsal gereksinim olarak kabulünü gerektirir. Daha az
çalışmak bu anlamda sadece süre olarak kalmadan çalışma
düşüncesinin bir bütün olarak dönüşmesi ile ilişkilidir.
Çalışmanın bugünkü anlamı ile kalışı süre azalsa bile beklenen
dönüşümü sağlamayacaktır. Hatta günümüzde olduğu gibi kriz
anlarında sürelerin arttırılması gibi iniş çıkışlar
yaşanacaktır. Bu bağlamda çalışmanın farklı biçimlere
dönüştürülebilmesi bireyin özerk etkinlikleri işe katılımı ve
işi denetleyebilmesi sayesinde gerçekleşebilir.
Sonuç
olarak çalışma süre olarak azalmaktadır. Buna karşılık boş zaman
ve ortalama yaş artmaktadır. Yüzyılın başı ile sonu arasında
ortalama yaş için %45, boş zaman için %250lik bir artış
bulunmaktadır. Buna karşılık çalışma süreleri ortalama yaşam
içinde %42 azalmıştır. Bütün bu sevimli olgular çalışmanın ne
için ve nasıl olmalı sorularını ortadan kaldırmamaktadır. Aksine
artan zamanın nasıl kullanılacağı ve çalışmak isteyenlere yeni
iş olanakları yaratılıp yaratılmayacağı biçiminde yeni soruları
gündeme getirmektedir.
Sorular hiçbir
zaman bitmeyecektir. Her yeni soru bir başka dünyanın ışıkları
olarak bizleri kışkırtacaktır. İşte daha az çalışarak daha çok
kişiye iş yaratmakta bu tür tahrik edici sorulardan biridir.
Soruyu hemen olumlu veya olumsuz yanıtlamadan önce mevcut
eğilimlerin sunduğu kesitin her yönü ile incelenmesi
gerekmektedir.
Kısa dönemde
görülen o dur ki çalışma sürelerindeki azalmanın devam etmesi
çalışanın gelirinde bir kesinti olmadan sürmesi geniş anlamda
politik tercihleri de yansıtan çeşitli olasılıkları sunmaktadır.
Bu çerçevede yeni iş olanaklarının yaratılması mutlaka işlerin
yeniden tanımlanmasına ve çalışma hayatının farklı biçimlerine
dönüşmesi bir zorunluluk halini almaktadır. Bu nedenle
bakışımızı ve algılayışımızı sistem içi bir çerçeve ile sınırlı
tuttuğumuz taktirde hiç çalışmama gibi sıra dışı bir tutumun
bile "daha iyi bir yaşam" ulaşma arzusunu gerçekleştirmeyi
sadece hayali bir hedef olarak bıraktırabilir.
Kaynak: Prof.
Dr. Kuvvet Lordoğlu