Çin'in Politik ve Ekonomik Dönüşümünün Dünyaya Etkileri
Özet
Çin'de 1911-1912 cumhuriyetçi
devriminde sonra uzun bir iç kargaşa yaşandı. Komünistler
1949'da bu savaşları başarıyla noktalayarak Çin'i
birleştirdiler. Çin komünist ideoloji altında önemli bir dünya
gücü oldu ve 1971'de BM'ye kabul edildi. Böylelikle BM Güvenlik
Konseyinde veto hakkını da kazanmış oldu. Mao'nun 1976'da
ölümünde sonra Çin siyasal bir değişim geçirdi. 1980'lerden
itibaren ekonomik liberalizm ve sosyalist modernleşme
programlarını başlattı. Çin 'in devasa ölçekteki ekonomik
imkanları dünya ticaretinde ona büyük avantajlar sağladı. Enerji
hammadde ve emek gücündeki düşük maliyetler hem yatırımları ve
dünya sermayesini Çin'e getirirken hem de dünya pazarlarını Çin
ürünlerine açtı. Çin'in 1995'de kurulan Dünya Ticaret Örgütüne
2001'de üye olmasının dünyadaki ekonomik dengeleri üzerinde
büyük etkileri olacağı beklenmektedir. Özellikle tekstil
pazarında Çinliler Türk imalatçılarına ciddi rakipler
olmuşlardır. Bununla birlikte Çin'in hemen hiçbir üründe marka
olamaması Türkiye'ye önemli avantajlar sunabilir. Çin açısından
da temel sorun marka olmuş büyük imalatçıları ortaya
çıkaramamasıdır. Sadece daha ucuz ve yığınsal mal üretimiyle
kalmış olmasıdır.
Anahtar Kelimeler: Çin. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC),
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ). Mao
ÇİN'İN XX. YÜZYILDA
SİYASAL VE EKONOMİK BÜTÜNLEŞME ARAYIŞLARI
Çin'de 1890'lardan sonra, dış emperyalist güçlerin
müdahalelerine tepki olarak yoğunluk kazanan siyasal bilinçlenme
süreci, 1911-1912 yıllarında Dr. Sun Vat Sen önderliğinde bir
ulusal demokratik devrimle sonuçlanmış ve imparatorluk yıkılıp
cumhuriyet ilan edilmiştir (Fairbank, 1.1969), Her ne kadar bu
cumhuriyet ülkenin siyasal-ekonomik geriliği ve Japon
militarizminden gelen baskılar sonucu istikrar kazanamamışsa da,
Çin toplumunda geri dönülmez bir siyasal biçimlenme sürecinin de
önünü açmıştır. Genç Çin Cumhuriyeti'nin istikrar kazanamadığı
koşullarda ülkenin coğrafi ve kültürel olarak farklılık gösteren
bölgelerinde "savaş ağalığı" türünden çete yönetimleri ortaya
çıkmıştı. Çin'in uzun imparatorluk geçmişinin etkileri
cumhuriyet döneminde de devam etti, Yu Şi Kay ve Çan Kay Şek
gibi hırslı bazı politikacıların Çin Cumhuriyeti'ndeki
diktatörce yönetimleri bu despotik geleneğin yansımasıdır (Suyin,
1978). Çan Kay Şek, Sun Yat Sen'in kurduğu Kuo Mintang
Partisinin ilerici kesimlerini bertaraf ederek toprak ağaları
komprador ticaret burjuvazisi ve ulusal burjuvazinin bir kesimi
adına iktidara el koymuştu.
Mao-Tse Tung
1921 'de Şanghay'da Çin Komünist Partisini (ÇKP) kuran bir kaç
delegeden birisi olarak Çan 'ın iktidarının bu zayıf temelini
iyi tespit etmiş ve o dönemde bir "köylü okyanusu" görünümünde
olan Çin 'de komünistlerin çok önemli iktidar potansiyeli
olabileceğini sezmişti. Fakat bu Marksist teorinin ve Leninist
taktiklerin Çin koşullarına uygun hale getirilmesine bağlıydı.
Başka bir deyişle Mao'nun 1920'lerde ÇKP'yi güçlendirmek için
uyguladığı politikalar ile 1980'Ierde Deng Xiao Ping'in Çin
ekonomisini güçlendirmek için başvurduğu yöntemler neredeyse
aynı derecede gerçekçi durum tespitine dayanmış ve pragmatist
taktiklerle hayata geçirilmiştir. Bu her iki sürecin de
amaçlarına ulaşarak başarılı olduğu görülmektedir. Mao'nun bu
tespitleri, baş düşmanı Çan Kay Şek tarafından da en az Mao'nun
algıladığı bir netlikte algılanmıştır. 1927-1949 yıllarında
Çin'de yaşanan iktidar mücadeleleri komünistlerin Çan Kay Şek'le
olan şavaşları yönünden tam manasıyla "amansız bir sınıf savaşı"
görüntüsündeyken, Japonya ile olan mücadele de bir "ulusal
kurtuluş savaşı"nın tüm koşullarına uymaktaydı. Çin Halk
Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sonuçlanan bu süreç iler ki
dönemlerde Çin 'in iç ve dış politikalarını da etkilemiştir.
Bununla birlikte Çin halkı bu "uzun savaş ve devrim yürüyüşü"nün
her aşamasında artan ölçüde ÇKP'nin ve Halk Kurtuluş Ordusu'nun
saflarına katılırken ne Karl Marx'ın teorileri ve
kehanetlerinden ne de Komintern'in ÇKP'ye gönderdiği
talimatlardan haberdardı.
Çin'li komünistler iktidara geldiklerinde
ekonomik alanda korkunç bir tabloyla da karşı karşıya
kalmışlardı. Nüfusun yüzde yetmişini oluşturan 300 milyon
topraksız köylü, eğitim ve tahsilin de sınıfsal temelleri
olduğunu ispatlarcasına çok cahil ve yoksul durumdaydılar.
Sermaye birikimi ve eğitimin yetersizliği ülkenin nüfus ve
işgücü avantajlarını anlamsızlaştırıyordu. Tüm bunlar yetmezmiş
gibi ülkede sel ve deprem gibi doğal felaketlere neredeyse
mevsimlik denebilecek kadar sıklıkla rastlanıyordu. Çin en büyük
ve en kalabalık Üçüncü Dünya ülkesiydi, ekonomik yönden de
Güneye ait bir toplumdu. Çinli komünistler kültürel ve ekonomik
kalkınma sorununu kısa sürede çözmeden dünya politikasında ciddi
bir rol alamayacakları gibi dışa ekonomik olarak
açılamayacaklarının bilincindeydiler (Snow, 1975; Hacaloğlu,
1973)